PSK PSK Bulten KOMKAR Roja Nû Weşan / Yayın Link Arşiv
Dengê Kurdistan
PSK
PSK Bulten
KOMKAR
Roja Nû
Weşan/Yayın
Arşiv
Link
Pirs û Bersiv
Soru - Cevap
Webmaster
psk@kurdistan.nu
 
 
Cumhurbaşkanı Sezer’deki değişim

Kemal Burkay

Cumhurbaşkanı Sezer’le ilgili olarak epeyce bir zamandan beri bir şeyler yazma gereğini duyuyordum. Ama diğer konular buna fırsat vermedi.

Sayın Sezer’in cumhurbaşkanlığına seçilişine, Anayasa Mahkemesi Başkanlığı sırasında düşünce özgürlüğünü savunan konuşması nedeniyle ben de memnun olmuş ve bunu o zaman haftalık Roja Teze gazetesindeki yazılarımda dile getirmiştim. Ama buna bakarak fazla iyimser olunamıyacağına da değinmiş, şöyle demiştim:

“Sayın Sezer hukuk anlayışında kararlı, tutarlı biri olsa da bu tutuculuk denizinde ne ölçüde etkileyici, değiştirici olabilir? Onu hizaya, ileri giderse boğuntuya getirmezler mi?.” (12 Mayıs 2000 tarihli Roja Teze).

Nitekim öyle oldu. Sayın Sezer, Cumhurbaşkanı seçildikten sonra da Parlamento’da yaptığı konuşmada ve daha sonra bazı konularla ilgili açıklamalarında yine oldukça hukuka saygılı sözler söyledi; ama bu tutum zaman içinde değişti. Sayın Sezer giderek, değişime karşı çıkmak, statükoyu korumak için laikliği, Atatürkçülüğü bir kalkan olarak kullanan tutucu çevrelere yaklaştı, onların bir sözcüsüne dönüştü. Bu da onu özgürlükçü, hukuka ağırlık veren tavır ve tutumundan uzaklaştırdı. Başörtüsü konusundaki tutumu bunun somut örneği. Kıbrıs ve Kürt sorunu gibi konularda da tavır ve tutumu MGK’nın tutucu yaklaşımından farklı değil. Böylece onu sonuçta “hizaya” getirdiler, bu nedenle de “boğuntuya” getirmeye gerek kalmadı..

Bu da bir değişim, ama ileriye doğru değil..

AKP – Ne kadar demokrasi?..

Türk medyası, büyük ve ağırlıklı bölümüyle, özellikle AB konusunda izlediği olumlu tutumu nedeniyle AKP’ye ve Başbakan Erdoğan’a öteden beri birhayli destek vermekte. AB’ye uyum için yapılan reformlar göklere çıkarıldı; hatta bazıları yapılanları devrim diye nitelediler.

AKP’nin AB’ye söz konusu olumlu yaklaşımı ve AB üyeliği için gösterdiği çabalar hangi nedenlerden kaynaklanırsa kaynaklansın bence de olumludur. Tarih, bazan örgütlere ve kişilere kendilerinin bile aklında, hesabında olmayan roller verebilir. Toplumsal dengeler, olaylar, kişileri ve örgütleri bir ırmaktaki nesneler gibi sürükler. Bu sürükleniş içinde ilerici bilinenler, birikimli sanılanlar tutuculaşır ve gericileşirken, gerici-tutucu bilinenler, entellektüel birikimleri zayıf bile olsa, değişimci bir rol oynayabilir. Bir zamanların “umudu” şair ve entellektüel Ecevit’in serüveni ortada. Şoven rüzgarlar onu ırkçı ve faşist güçlerin koltuk altına sürükledi. Bir zamanların “solcu, devrimci” profesörü Mümtaz Soysal, şimdi “Kızıl Elma” koalisyonlarında..

Öte yandan, AKP’nin durumu ve değişimde oynayabileceği rol konusunda da aşırı iyimser olmaya, hayallere kapılmaya gerek yok. AKP, Murat Belge’nin deyişiyle, “MGK’ya karşı olmak zorunda!” Kemalist tek türdeşliğe karşı farkını koruyabilmek için onun da insan hak ve özgürlüklerine, demokrasiye ihtiyacı var. AB onun için bir tür sığınak..

Ama bu, aynı zamanda AKP’nin değişim potansiyelinin sınırlarını da belirliyor. AKP kendisine gerekli olanı kadarıyla “demokrasiyi” istiyor. Onun “farkları” ise bazı konularda, örneğin kadın haklarıyla ilgili olarak, çağdaş demokrasinin değerleri ile çelişiyor. AKP yönetiminde ve tabanında başka inançlara karşı geniş bir tolerans da aramamalı. Bu nedenle Türk Kemalistlerinin laikliği nasıl, dini kendi denetimine alma türünden çarpık bir laiklikse, AKP’ninki de öyle. Onlar da diyanet işleri teşkilatından, okullardaki zorunlu din derslerinden memnunlar; bu alanda bir reform filan düşündükleri yok. Türban özgürlüğüne verdikleri önemi, başkalarının inanç özgürlüğüne vermiyorlar.

Kürt sorunu gibi ülkenin en temel ve demokratikleşme açısından en önemli sorunlarından birinde de tutumları gelmiş geçmiş inkarcı, asimilasyoncu, baskıcı politikadan farksız. Onun için de, Başbakan Erdoğan rahatlıkla “bir Kürt sorunu yok” diyebiliyor. Abdullah Gül, Irak Kürtlerinin bile kendi kendilerini yönetme haklarına karşı çıkıp generaller benzeri tehditler savuruyor. Bay Cemil Çiçek bize sopa gösteriyor...

“Kürt” mü “Kürd” mü?

Son dönemde bizim çevremizde de bazı arkadaşlar “Kürt” sözcüğünü “Kürd” diye yazar oldular. Kanımca bu yanlıştır. Ayrıca, Kürt adının Türkçe kullanılışıyla ilgili olarak gereksiz bir karmaşa yaratmaktan ve okura rahatsızlık vermekten öte hiçbir yararı yok.

Eskiden, Osmanlı döneminde “Kürd” diye yazılmış olabilir. Ama her dil gibi Türkçede de bazı yazım kuralları zamanla değişmekte. Bizim bildiğimiz uzunca bir dönemden beri  Kürt adı (t) ile yazılıyor. Türkçede sert bir sessizden sonra gelen (d) değişiyor, (t) oluyor. Yalnız “Kürt” adıyla ilgili olarak değil, “merd”, “derd”, “ferd” gibi başka dillerden gelmiş benzer kelimelerde de aynı değişim olmuştur: “mert, dert, fert” gibi...

Öte yandan, bu tür kelimelere, sesli harfle başlayan bir ek veya takı geldiği zaman durum farklıdır: Kürdi, Kürde, Kürdün, Kürdistan gibi… Yine: Merdi, merdin, merde; derdi, derdin, derde; ferdin, ferde gibi... Yani o zaman (t’nin) yerini (d) alıyor.

Buna karşılık, sessiz harfle başlayan bir ek veya takı geldiğinde (t) değişmiyor: Kürtçe, Kürtler; mertler, mertçe; dertler, dertsiz; fertler gibi...

Başka dillerde de, başka halkların ve ülkelerin adı gibi, Kürt adının da farklı yazılış ve söyleniş biçimleri var. Bizim de o dilleri kullanırken söz konusu biçimlere uygun davranmamız gerekir.

            *   *   *

Sevgili okurlar, Dema Nu’da şimdiye kadar hep uzun yazdım; bir sayfayı da aşıp 1,5, hatta nerdeyse 2 sayfa. Oysa, zor olsa da, kısa ve özlü yazabilmek daha güzel. Okuyucuyu da yormaz... Ayrıca başka yazılara, haberlere de yer açılmış olur. Bu sayıdan itibaren böyle yapacağım. Baksanıza, bu kısa yazıda bile üç konuya değindim..

 
 
PSK Bulten © 2004