Cumhurbaşkanı Sezer’deki
değişim
Kemal Burkay
Cumhurbaşkanı Sezer’le ilgili olarak epeyce bir
zamandan beri bir şeyler yazma gereğini duyuyordum.
Ama diğer konular buna fırsat vermedi.
Sayın Sezer’in cumhurbaşkanlığına
seçilişine, Anayasa Mahkemesi Başkanlığı
sırasında düşünce özgürlüğünü savunan
konuşması nedeniyle ben de memnun olmuş ve
bunu o zaman haftalık Roja Teze gazetesindeki yazılarımda
dile getirmiştim. Ama buna bakarak fazla iyimser olunamıyacağına
da değinmiş, şöyle demiştim:
“Sayın Sezer hukuk anlayışında kararlı,
tutarlı biri olsa da bu tutuculuk denizinde ne ölçüde
etkileyici, değiştirici olabilir? Onu hizaya, ileri
giderse boğuntuya getirmezler mi?.” (12 Mayıs 2000
tarihli Roja Teze).
Nitekim öyle oldu. Sayın Sezer, Cumhurbaşkanı
seçildikten sonra da Parlamento’da yaptığı
konuşmada ve daha sonra bazı konularla ilgili açıklamalarında
yine oldukça hukuka saygılı sözler söyledi; ama
bu tutum zaman içinde değişti. Sayın Sezer
giderek, değişime karşı çıkmak, statükoyu
korumak için laikliği, Atatürkçülüğü bir kalkan
olarak kullanan tutucu çevrelere yaklaştı, onların
bir sözcüsüne dönüştü. Bu da onu özgürlükçü, hukuka ağırlık
veren tavır ve tutumundan uzaklaştırdı.
Başörtüsü konusundaki tutumu bunun somut örneği.
Kıbrıs ve Kürt sorunu gibi konularda da tavır
ve tutumu MGK’nın tutucu yaklaşımından
farklı değil. Böylece onu sonuçta “hizaya” getirdiler,
bu nedenle de “boğuntuya” getirmeye gerek kalmadı..
Bu da bir değişim, ama ileriye doğru değil..
AKP – Ne kadar demokrasi?..
Türk medyası, büyük ve ağırlıklı
bölümüyle, özellikle AB konusunda izlediği olumlu tutumu
nedeniyle AKP’ye ve Başbakan Erdoğan’a öteden beri
birhayli destek vermekte. AB’ye uyum için yapılan reformlar
göklere çıkarıldı; hatta bazıları
yapılanları devrim diye nitelediler.
AKP’nin AB’ye söz konusu olumlu yaklaşımı
ve AB üyeliği için gösterdiği çabalar hangi nedenlerden
kaynaklanırsa kaynaklansın bence de olumludur. Tarih,
bazan örgütlere ve kişilere kendilerinin bile aklında,
hesabında olmayan roller verebilir. Toplumsal dengeler,
olaylar, kişileri ve örgütleri bir ırmaktaki nesneler
gibi sürükler. Bu sürükleniş içinde ilerici bilinenler,
birikimli sanılanlar tutuculaşır ve gericileşirken,
gerici-tutucu bilinenler, entellektüel birikimleri zayıf
bile olsa, değişimci bir rol oynayabilir. Bir zamanların
“umudu” şair ve entellektüel Ecevit’in serüveni ortada.
Şoven rüzgarlar onu ırkçı ve faşist güçlerin
koltuk altına sürükledi. Bir zamanların “solcu,
devrimci” profesörü Mümtaz Soysal, şimdi “Kızıl
Elma” koalisyonlarında..
Öte yandan, AKP’nin durumu ve değişimde oynayabileceği
rol konusunda da aşırı iyimser olmaya, hayallere
kapılmaya gerek yok. AKP, Murat Belge’nin deyişiyle,
“MGK’ya karşı olmak zorunda!” Kemalist tek türdeşliğe
karşı farkını koruyabilmek için onun da
insan hak ve özgürlüklerine, demokrasiye ihtiyacı var.
AB onun için bir tür sığınak..
Ama bu, aynı zamanda AKP’nin değişim potansiyelinin
sınırlarını da belirliyor. AKP kendisine
gerekli olanı kadarıyla “demokrasiyi” istiyor. Onun
“farkları” ise bazı konularda, örneğin kadın
haklarıyla ilgili olarak, çağdaş demokrasinin
değerleri ile çelişiyor. AKP yönetiminde ve tabanında
başka inançlara karşı geniş bir tolerans
da aramamalı. Bu nedenle Türk Kemalistlerinin laikliği
nasıl, dini kendi denetimine alma türünden çarpık
bir laiklikse, AKP’ninki de öyle. Onlar da diyanet işleri
teşkilatından, okullardaki zorunlu din derslerinden
memnunlar; bu alanda bir reform filan düşündükleri yok.
Türban özgürlüğüne verdikleri önemi, başkalarının
inanç özgürlüğüne vermiyorlar.
Kürt sorunu gibi ülkenin en temel ve demokratikleşme
açısından en önemli sorunlarından birinde de
tutumları gelmiş geçmiş inkarcı, asimilasyoncu,
baskıcı politikadan farksız. Onun için de,
Başbakan Erdoğan rahatlıkla “bir Kürt sorunu
yok” diyebiliyor. Abdullah Gül, Irak Kürtlerinin bile kendi
kendilerini yönetme haklarına karşı çıkıp
generaller benzeri tehditler savuruyor. Bay Cemil Çiçek bize
sopa gösteriyor...
“Kürt” mü “Kürd” mü?
Son dönemde bizim çevremizde de bazı arkadaşlar
“Kürt” sözcüğünü “Kürd” diye yazar oldular. Kanımca
bu yanlıştır. Ayrıca, Kürt adının
Türkçe kullanılışıyla ilgili olarak gereksiz
bir karmaşa yaratmaktan ve okura rahatsızlık
vermekten öte hiçbir yararı yok.
Eskiden, Osmanlı döneminde “Kürd” diye yazılmış
olabilir. Ama her dil gibi Türkçede de bazı yazım
kuralları zamanla değişmekte. Bizim bildiğimiz
uzunca bir dönemden beri Kürt adı (t) ile yazılıyor.
Türkçede sert bir sessizden sonra gelen (d) değişiyor,
(t) oluyor. Yalnız “Kürt” adıyla ilgili olarak değil,
“merd”, “derd”, “ferd” gibi başka dillerden gelmiş
benzer kelimelerde de aynı değişim olmuştur:
“mert, dert, fert” gibi...
Öte yandan, bu tür kelimelere, sesli harfle başlayan
bir ek veya takı geldiği zaman durum farklıdır:
Kürdi, Kürde, Kürdün, Kürdistan gibi… Yine: Merdi, merdin,
merde; derdi, derdin, derde; ferdin, ferde gibi... Yani o
zaman (t’nin) yerini (d) alıyor.
Buna karşılık, sessiz harfle başlayan
bir ek veya takı geldiğinde (t) değişmiyor:
Kürtçe, Kürtler; mertler, mertçe; dertler, dertsiz; fertler
gibi...
Başka dillerde de, başka halkların ve ülkelerin
adı gibi, Kürt adının da farklı yazılış
ve söyleniş biçimleri var. Bizim de o dilleri kullanırken
söz konusu biçimlere uygun davranmamız gerekir.
* * *
Sevgili okurlar, Dema Nu’da şimdiye
kadar hep uzun yazdım; bir sayfayı da aşıp
1,5, hatta nerdeyse 2 sayfa. Oysa, zor olsa da, kısa
ve özlü yazabilmek daha güzel. Okuyucuyu da yormaz... Ayrıca
başka yazılara, haberlere de yer açılmış
olur. Bu sayıdan itibaren böyle yapacağım.
Baksanıza, bu kısa yazıda bile üç konuya değindim..
|