DGM Öldü, Yaşasın “BAM”
Mesud Tek
AKP hükümeti AB’ye üyelik sürecinde, Anayasa’nın
10 maddesinde değişiklik yapmayı amaçlayan
tasarıyı Meclis’e sunduğunda, parti olarak
yaptığımız açıklamada, 12 Eylül faşist
döneminin ürünü olan 1982 Anayasası’nın vatandaşların
hak ve hukukunu koruyup güvence altına alma yerine, devleti
vatandaşa karşı koruyan bir ruhla, Türk ırkını
ve kültürünü göklere çıkartan, bu ülkede yaşayan
diğer halkları ve kültürlerini inkar eden bir anlayışla
hazırlandığını belirtmiş, bu
ruh ve anlayışa dokunmayan her değişikliğin
birer rötuştan öteye gidemeyeceğini söylemiştik.
Gerek meclisdeki tartışmalar esnasında,
gerekse değişikliklerin kabul edilmesinden sonra,
Türk medyasının “yüzakı” olarak değerlendirilebilecek
birkaç namuslu kalemin, anayasa değişiklikleriyle
özellikle DGM’lerin kaldırılmasıyla ilgili
yazdıklarını okuduğumda, “acaba yanıldık
mı, olayı yeterince anlamadan tavır mı
belirledik” diye kuşkuya düştüğümü itiraf etmeliyim.
Ayrıca itiraf ediyorum ki, “inşallah yanılırız,
bu kez göz boyamadan kaçınılır, samimi davranılır.
Yapılacak değişiklikler hayata geçirilir, sözkonusu
değişiklikler daha köklü ve önemli değişikliklerin
yolunu açar” diye de düşündüm.
Son Anayasa değişikliğiyle ortadan
kaldıran DGM’lerin yerine kurulacak mahkemeler ilgili
yapılan zirve toplantısına sunulan taslak ve
taslağa yönelik olarak dile getirilen görüşleri
gazetelerde okuyunca, “bu kez de yanılmadık, tesbitlerimiz
doğru çıktı” dedim. Ama bu nedenle de sevindiğimi
söyleyemem. “Keşke yanılsaydık, değişiklikler
değişimin yolunu açıp demokrasinin yerleşmesine
yardımcı olsaydılar” diye düşünüyorum...
Basına yansıdığı kadarıyla,
Anayasa değişikliğiöld ortadan kaldırılan
DGM’lerin yerine kurulacak mahkemelerle ilgili olarak yapılan
zirveye, bugüne kadar tüm DGM’lerde görev yapan başkan
ve başsavcılar katılmış. Anlayacağınız,
sadece kapatılan bir kurumun birinci dereceden yöneticileriyle,
DGM’lerin yerine alacak mahkemelerin yapısını,
işleyiş hükümlerini saptamak!.. Türk usulü katılımcılık
böyle herhalde!...
Türkiye’de “devlete yönelik suçlar”ı çağdaş
hukuk anlayışıyla yeniden tesbit edip buna
yönelik mahkemeler oluşturmayı bir yana bırakılım.
Çünkü Türkiye bu noktadan henüz çok uzakta.. Ama hiç olmazsa
DGM’lerin yerine kurulacak mahkemelerle ilgili olarak hukukçuların
görüşlerine başvurulması, konunun kamuoyunda
tartışılması gerekirdi.
Türkiye Başbakanı’nın İmam Hatip
mezunu olmasını içine sindiremediğini söyleyen
birisinin yönetimi altındaki Barolar Birliği’nin,
generaller karşısında hazırola geçen rektörlerin
yönetimindeki üniversitelerin, “100 bin şehit vererek
Yunanistanı işgal etmeyi” öneren rektörü seçen ve
adları önünde bir sürü önek bulunan “bilim insanları”nın,
demokrasinin ve değişimin önünü açacak hukuki bilgiler
üretmesini beklemek doğru değil elbette. Ama bu
ülkede az da olsa her zaman namuslu hukuk adamları var
oldu, bugün de var. Onların bu konuda söylediklerinin
dikkate alınmasa bile dinlenmesi, vitrin açısından
önemliydi. Şimdi TC yöneticilerinin, AB’ye DGM’lerin
yerine kurulacak mahkemelerin demokratik katılım
ve tartışmalar sonucu kurulduğunu nasıl
yutturacakları üzerinde de kafa yormaları gerekecek!..
Basında çıkan haberlere göre, DGM’lerin
yerine kurulacak mahkelerle ilgili yapılan toplantıya
katılanlar, işe Leyla Zana’yla başladıkları
anlaşılıyor. Bir kısım başkan
ve başsavcılar, “dışarıda yüzlerce
Leyla Zana gezerken”, çeteci, hortumcu Erol Evcil’in serbest
kalmasını sağlayan maddeyi uygulamayıp
DEP’li milletvekilleri hakkında tahliye kararı vermeyen
meslektaşlarını eleştirmişler, bu
durumun Türkiye’yi AB nezdinde zora soktuğunu söylemişler.
Toplantıda Türkiye’yi AB nezdinde zora sokan
anlayışların, yıllarca bu anlayış
uyarınca insanlara ceza biçenler tarafından eleştirilmesi,
demokrasi ve değişim açısından umut verici
olarak değerlendirilebilinirdi, şayet bu eleştiriler,
sunulan taslak üzerinde olumlu değişiklik önerileriyle
beslenseydi...
Basına yansıdığı kadarıyla
anlı, şanlı savcılar, mahkeme başkanları
süpriz yapmayı pek sevmiyorlar. Onlar, “devlete yönelik
suçlar”ı çağın gereklerine, karşısında
zor durumda kalmak istemedikleri AB’nin prensiblerine uygun
biçimde tesbit edip, buna uygun mahkemelerin kurulmasını
tartışma gibi bir “abesle iştigal etmemişler”.
Sadece mahkemelerin ismi üzerinde çok derinlikli (!) bir tartışma
yürütüp, yeni mahkemelerin adının “Bölge Ağır
Ceza Mahkemesi” (BAM) olmasını benimsemişler.
Yetki karmasasına yol açmaması için taslakta yer
alan “başsavcı vekiliği”nden vazgeçilip, başsavcılığın
yeniden ihdas edilmesini savunmuşlar!.
Zaten hazırlanan taslakda, yeni kurulacak mahkemelerin
DGM’ler faaliyet gördüğü yerlerde, yanı çoğu
Kürdistan kentleri olan 8 ilde kurulması, DGM’nin baktığı
suçlara bakması yer alıyordu.
Bu durumda değişen ise sadece isim, tabela
olacak, yani DGM gidecek, BAM gelecek!...
Türk hükümeti yetkilileri çok açık sözlüler
doğrusu.
Adalet bakanlığı yetkilileri, taslağın
konunun asıl muhataplarıyla tartışıldığını
ve onların görüşleri dikkate alınarak yeniden
düzenlenip meclise sunulacağını söylüyorlar.
DGM’lerin sadece “kötü şöhretleri” nedeniyle ortadan
kaldırıldığını, Türkiye’de,
DGM türü mahkemelere ihtiyaç olduğunu ve yeni yasanın
bu alandaki boşluğu dolduracağını
itiraf ediyorlar.
Onlar bu pervasızca
tavırlarının ciddi bir direnişle karşılaşmayacağından
eminler. Onlar çok iyi biliyorlar ki, Türk halkının
ezici çoğunluğu 16. ve son Türk devletinin düşmanlarla
çevrildiğine, devleti yıkmak isteyenlere fırsat
verilmemesi için her türlü hukuk dışı uygulamanın
mubah olduğuna inanıyor.
Onlar -bir avuç
mamuslu hukukcuyu saymazsak-, Türk yargı sisteminin tutuculuğun
sac ayaklarından birisini oluşturduğunu çok
iyi biliyorlar.
Çağdışı,
ırkçı-şoven düzeni korumak, üniter devleti
savunmak temeli üzerinde şekillenen Türk yargı sistemi
ve bu çarkı çevirenlerin, AB’nin zorlamasıyla da
olsa yapılan değişikliklere ayak direteceğini
söylemek, müneccimlik olmasa gerek..
Büyük çoğunluğuyla
Türk halkının, “Kral Öldü, Yaşaşın
Kral” demeye alıştığını, tabela
veya isim değişikliklerini “büyük adımlar”
olarak kabul etmeye teşne olduğunu söylersek, bu
halka haksızlık etmiş mi oluruz?
DGM’lerin kaldırılmasının
büyük bir ilerleme olduğu yönündeki safsataya, uğruna
bu kadar fedakarlığa katlanılan AB inanır
mı? Orası biraz şüpheli..
Bir dönem Avrupa
İnsan Hakları mahkemesi’nde görev yapan Prof. Dr.
Bakır Çağlar, DGM’lerin yetkileriyle donatılan
BAM’ların da, AB normları çerçevesinde sorunu çözmeyeceklerini
söyleyerek, Anayasa’da yapılan değişikliğin
birer rötuştan öteye gitmediğini göstermekle kalmıyor,
AB’nin konuya ilişkin alabileceği tavırın
ipuçlarını da veriyor.
Bize düşen
ise, AB’yi bu benzeri konularda uyarmaya devam etmek.
|