PSK PSK Bulten KOMKAR Roja Nû Weşan / Yayın Link Arşiv
Dengê Kurdistan
PSK
PSK Bulten
KOMKAR
Roja Nû
Weşan/Yayın
Arşiv
Link
Pirs û Bersiv
Soru - Cevap
Webmaster
psk@kurdistan.nu
 
 

DGM Öldü, Yaşasın “BAM”

Mesud Tek

AKP hükümeti AB’ye üyelik sürecinde, Anayasa’nın 10 maddesinde değişiklik yapmayı amaçlayan tasarıyı Meclis’e sunduğunda, parti olarak yaptığımız açıklamada, 12 Eylül faşist döneminin ürünü olan 1982 Anayasası’nın vatandaşların hak ve hukukunu koruyup güvence altına alma yerine, devleti vatandaşa karşı koruyan bir ruhla, Türk ırkını ve kültürünü göklere çıkartan, bu ülkede yaşayan diğer halkları ve kültürlerini inkar eden bir anlayışla hazırlandığını belirtmiş, bu ruh ve anlayışa dokunmayan her değişikliğin birer rötuştan öteye gidemeyeceğini söylemiştik.

Gerek meclisdeki tartışmalar esnasında, gerekse değişikliklerin kabul edilmesinden sonra, Türk medyasının “yüzakı” olarak değerlendirilebilecek birkaç namuslu kalemin, anayasa değişiklikleriyle özellikle DGM’lerin kaldırılmasıyla ilgili yazdıklarını okuduğumda, “acaba yanıldık mı, olayı yeterince anlamadan tavır mı belirledik” diye kuşkuya düştüğümü itiraf etmeliyim.

Ayrıca itiraf ediyorum ki, “inşallah yanılırız, bu kez göz boyamadan kaçınılır, samimi davranılır. Yapılacak değişiklikler hayata geçirilir, sözkonusu değişiklikler daha köklü ve önemli değişikliklerin yolunu açar” diye de düşündüm.

Son Anayasa değişikliğiyle ortadan kaldıran DGM’lerin yerine kurulacak mahkemeler ilgili yapılan zirve toplantısına sunulan taslak ve taslağa yönelik olarak dile getirilen görüşleri gazetelerde okuyunca, “bu kez de yanılmadık, tesbitlerimiz doğru çıktı” dedim. Ama bu nedenle de sevindiğimi söyleyemem. “Keşke yanılsaydık, değişiklikler değişimin yolunu açıp demokrasinin yerleşmesine yardımcı olsaydılar” diye düşünüyorum...

Basına yansıdığı kadarıyla, Anayasa değişikliğiöld ortadan kaldırılan DGM’lerin yerine kurulacak mahkemelerle ilgili olarak yapılan zirveye, bugüne kadar tüm DGM’lerde görev yapan başkan ve başsavcılar katılmış. Anlayacağınız, sadece kapatılan bir kurumun birinci dereceden yöneticileriyle, DGM’lerin yerine alacak mahkemelerin yapısını, işleyiş hükümlerini saptamak!.. Türk usulü katılımcılık böyle herhalde!...

Türkiye’de “devlete yönelik suçlar”ı çağdaş hukuk anlayışıyla yeniden tesbit edip buna yönelik mahkemeler oluşturmayı bir yana bırakılım. Çünkü Türkiye bu noktadan henüz çok uzakta.. Ama hiç olmazsa DGM’lerin yerine kurulacak mahkemelerle ilgili olarak hukukçuların görüşlerine başvurulması, konunun kamuoyunda tartışılması gerekirdi.

Türkiye Başbakanı’nın İmam Hatip mezunu olmasını içine sindiremediğini söyleyen birisinin yönetimi altındaki Barolar Birliği’nin, generaller karşısında hazırola geçen rektörlerin yönetimindeki üniversitelerin, “100 bin şehit vererek Yunanistanı işgal etmeyi” öneren rektörü seçen ve adları önünde bir sürü önek bulunan “bilim insanları”nın, demokrasinin ve değişimin önünü açacak hukuki bilgiler üretmesini beklemek doğru değil elbette. Ama bu ülkede az da olsa her zaman namuslu hukuk adamları var oldu, bugün de var. Onların bu konuda söylediklerinin dikkate alınmasa bile dinlenmesi, vitrin açısından önemliydi. Şimdi TC yöneticilerinin, AB’ye DGM’lerin yerine kurulacak mahkemelerin demokratik katılım ve tartışmalar sonucu kurulduğunu nasıl yutturacakları üzerinde de kafa yormaları gerekecek!..

Basında çıkan haberlere göre, DGM’lerin yerine kurulacak mahkelerle ilgili yapılan toplantıya katılanlar, işe Leyla Zana’yla başladıkları anlaşılıyor. Bir kısım başkan ve başsavcılar, “dışarıda yüzlerce Leyla Zana gezerken”, çeteci, hortumcu Erol Evcil’in serbest kalmasını sağlayan maddeyi uygulamayıp DEP’li milletvekilleri hakkında tahliye kararı vermeyen meslektaşlarını eleştirmişler, bu durumun Türkiye’yi AB nezdinde zora soktuğunu söylemişler.

Toplantıda Türkiye’yi AB nezdinde zora sokan anlayışların, yıllarca bu anlayış uyarınca insanlara ceza biçenler tarafından eleştirilmesi, demokrasi ve değişim açısından umut verici olarak değerlendirilebilinirdi, şayet bu eleştiriler, sunulan taslak üzerinde olumlu değişiklik önerileriyle beslenseydi...

Basına yansıdığı kadarıyla anlı, şanlı savcılar, mahkeme başkanları süpriz yapmayı pek sevmiyorlar. Onlar, “devlete yönelik suçlar”ı çağın gereklerine, karşısında zor durumda kalmak istemedikleri AB’nin prensiblerine uygun biçimde tesbit edip, buna uygun mahkemelerin kurulmasını tartışma gibi bir “abesle iştigal etmemişler”. Sadece mahkemelerin ismi üzerinde çok derinlikli (!) bir tartışma yürütüp, yeni mahkemelerin adının “Bölge Ağır Ceza Mahkemesi” (BAM) olmasını benimsemişler. Yetki karmasasına yol açmaması için taslakta yer alan “başsavcı vekiliği”nden vazgeçilip, başsavcılığın yeniden ihdas edilmesini savunmuşlar!.

Zaten hazırlanan taslakda, yeni kurulacak mahkemelerin DGM’ler faaliyet gördüğü yerlerde, yanı çoğu Kürdistan kentleri olan 8 ilde kurulması, DGM’nin baktığı suçlara bakması yer alıyordu.

Bu durumda değişen ise sadece isim, tabela olacak, yani DGM gidecek, BAM gelecek!...

Türk hükümeti yetkilileri çok açık sözlüler doğrusu.

Adalet bakanlığı yetkilileri, taslağın konunun asıl muhataplarıyla tartışıldığını ve onların görüşleri dikkate alınarak yeniden düzenlenip meclise sunulacağını söylüyorlar. DGM’lerin sadece “kötü şöhretleri” nedeniyle ortadan kaldırıldığını, Türkiye’de, DGM türü mahkemelere ihtiyaç olduğunu ve yeni yasanın bu alandaki boşluğu dolduracağını itiraf ediyorlar.

Onlar bu pervasızca tavırlarının ciddi bir direnişle karşılaşmayacağından eminler. Onlar çok iyi biliyorlar ki, Türk halkının ezici çoğunluğu 16. ve son Türk devletinin düşmanlarla çevrildiğine, devleti yıkmak isteyenlere fırsat verilmemesi için her türlü hukuk dışı uygulamanın mubah olduğuna inanıyor.

Onlar -bir avuç mamuslu hukukcuyu saymazsak-, Türk yargı sisteminin tutuculuğun sac ayaklarından birisini oluşturduğunu çok iyi biliyorlar.

Çağdışı, ırkçı-şoven düzeni korumak, üniter devleti savunmak temeli üzerinde şekillenen Türk yargı sistemi ve bu çarkı çevirenlerin, AB’nin zorlamasıyla da olsa yapılan değişikliklere ayak direteceğini söylemek, müneccimlik olmasa gerek..

Büyük çoğunluğuyla Türk halkının, “Kral Öldü, Yaşaşın Kral” demeye alıştığını, tabela veya isim değişikliklerini “büyük adımlar” olarak kabul etmeye teşne olduğunu söylersek, bu halka haksızlık etmiş mi oluruz?

DGM’lerin kaldırılmasının büyük bir ilerleme olduğu yönündeki safsataya, uğruna bu kadar fedakarlığa katlanılan AB inanır mı? Orası biraz şüpheli..

Bir dönem Avrupa İnsan Hakları mahkemesi’nde görev yapan Prof. Dr. Bakır Çağlar, DGM’lerin yetkileriyle donatılan BAM’ların da, AB normları çerçevesinde sorunu çözmeyeceklerini söyleyerek, Anayasa’da yapılan değişikliğin birer rötuştan öteye gitmediğini göstermekle kalmıyor, AB’nin konuya ilişkin alabileceği tavırın ipuçlarını da veriyor.

Bize düşen ise, AB’yi bu benzeri konularda uyarmaya devam etmek.

 

 
 
PSK Bulten © 2004