PSK PSK Bulten KOMKAR Roja Nû Weşan / Yayın Link Arşiv
Dengê Kurdistan
PSK
PSK Bulten
KOMKAR
Roja Nû
Weşan/Yayın
Arşiv
Link
Pirs û Bersiv
Soru - Cevap
Webmaster
psk@kurdistan.nu
 
 
Dinime Küfreden Müslüman Olsa Bari!..

Mesud Tek

Irak’da bulunan Amerikan ve İngiliz askerlerinin, sömürgecilik geleneklerine uygun olarak, mahkumlara yaptıkları işkenceyi gösteren film ve fotoğraflar, tüm dünyada haklı tepkilere neden oldu.

Yüzlerce yıldır ülkesi işgal edilen, zulm ve baskı gören, ulusal demokratik talepleri kanla, barutla bastırılan biz Kürtler, onur kırıcı bu tür davranışları çok iyi biliriz. İşkence gören, onurları çığnenen Iraklılılarla ailelerinin, neler hissediklerini, değirmenlere, evlere ve mağaralara doldurulup ateşe verilenlerin, namusu Türk potini altında paymal olmasın diye kendini uçurumdan atanların  torunları olan bizlerden daha iyi, kim bilebilir? Bu nedenle de, dünyanın neresinde olursa olsun, kimden gelirse gelsin, insan onurunu ayaklar altına alan davranışların karşısında olduk, bundan böyle de olacağız. 

Türkiye’de, hükümet yetkilileri, politikacılar, köşe yazarları da tepkilerini dile getiriyorlar. Olayın basına yansımasından sonra, tüm gazete ve televizyonlar olayın üstüne gidiyorlar. Konu ile ilgili haberler, yorumlar geniş bir biçimde, gazete sayfalarında, televizyon ekranlarında yer alıyor.

Yazılanlar, söylenenler tam bir çifte standart abidesi. Türk askerinin, polisinin insanlık dışı uygulamalarına karşı da seslerini yükselten birkaç namuslu aydın ve yazarınki dışında, yazılanlarda, söylenenlerde iğrenç bir ikiyüzlülük göze çarpıyor.

Türk yetkililerinden Dışişleri Bakanı Abdullah Gül, Amerikan ve İngiliz askerlerinin, Iraklı esir ve tutuklulara yaptıkları işkenceyle ilgili olarak, “hafızalardan zor silinir” diyor.

Doğrudur. Bu ve benzeri sahnelerin unutulması, “hafızalardan silinmesi çok zor.” Ama burası Ortadoğu ve burada “hafazayı beşer, nisyan ile maluldur!..” Baksanıza Halepçe’yi yaratan, bir gecede 8 bin Barzani erkeğini yokeden, Enfallerde kadınıyla, çocuğuyla, yaşlısı, genciyle 180 bin Kürdü öldüren, Sat ül Arap Bataklıkları’nı döktüğü Şii kanıyla kızıla boyayan Saddam rejimi, daha çok aranır oldu, ABD ve İngiliz askerlerinin insanlık dışı davranışlarının basına yansımasından sonra...

Din kardeşi Kürtlerin, Şii Arap kardeşlerinin soykırımına sessiz kalan, ABD ve İngiliz askerlerinin yaptıklarının daha ağırını, daha onursuzcasını kendi ülkesinde barış ve demokrasi isteyenlere uygulamaktan geri kalmayan Arap devletleri ve destekcisi basının, sözkonusu olayla ilgili tavırları tam bir riyakarlıktır.

Türk yetkilileri ve bir kısım medyanın takındığı tavır için de, aynı şeyleri söylemek mümkün.

Elbette, AKP hükümetini, Abdullah Gül’ün kendisini, Türk devletinin bugüne kadar yaptıklarından sorumlu tutup yargılamak haksızlık olur. Ama Abdullah Gül de, AKP hükümetinin öteki yetkilileri de yönettikleri, adına konuştukları devletin “cemaziyülevveli”ni biliyorlar; bilmek zorundalar. Bu nedenle, bu ve benzeri konularda konuşurlarken, “civcivlerin de yemesi” için “ufak” atmalıdırlar.

Eskilere gitmeye, Piran’da, Lice’de, Dersim’de Ağrı’da Zilan’da yaşananları tekrarlamaya gerek yok. 12 Eylül döneminde Kürdistan’daki cezaevlerinde, özellikle Diyarbakır 5 Nolu’da kullanılan Filistin askılarındaki kan daha kurumamışken, devletin bu cezaevlerinde insan onurunu ayaklar altına alan işkence ve baskının her çeşidini uyguladığı bilinirken, Abdullah Gül’ün, devleti adına söyledikleri riyakarlık değil de nedir?

Kürt köylülerine insan pisliği yediren subayına toz kondurtmayan, çatışmada hayatını kaybeden gerillaların kesik başları ve kulaklarıyla poz veren elemanlarıyla gurur duyan, öldürülen gerillaların cesedini panzer ve tankların arkasına bağlatıp çektiren devletin, insan onurunun korunması babında söylediklerine inanan kaç kişi var acaba?

“Hayata Dönüş Operasyonu” adı altında kendi cezaevlerini yakıp yıkan, açlık grevi yapan tutukluların kollarını, bacaklarını gövdelerinden ayıran, mahkumların diri diri yanmasına gözyuman bir devletin yetkilisi,, Bağdat ve Irak’ın öteki cezaevlerinde yaşanan işkenceleri kınamaya kalkarsa, ABD ve İngiltere yetkilileri, kendisine “Dimine küfreden müslüman olsa bari” demezler mi?

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nde, işkence ve onur kırıc davranışlar nedeniyle açılan davalarda onlarca kez mahkum olup, tazminat ödeyen, daha yüzlerce kez aynı gerekçelerle açılan davalarda ifade verecek olan Türk devleti ve yetkililerinin, ABD ve İngiliz askerlerinin davranışlarına yönelik tavırlarında samimi olduklarına siz inanıyor musunuz?

Birkaç onurlu ve demokrat kalem hariç, Türk medyasının, özellikle de Saddam ve rejimi için ağıt yakanların tavırları da, en az Arap meslektaşları kadar iğrenç ve mide bulandırıcı.

Bu kesim ABD ve İngiliz askerlerin insanlık dışı uygulamalarını sık sık ekranlara getirip, “Irak’a özgürlük böyle mi gelecek?” diye soruyorlar. Özgürlüğün böyle gelmeyeceği,  tutukluların, hak ve özgürlüklerinin ayaklar altına alındığı, onurlarının çiğnendiği kesin.

Ama bu konuda, adı geçen Türk medyasının söz söyleme hakkı yok. Bugün, insan hakları savunucu, demokrasi havarisi kesilen bir kısım gazete yöneticileri, anlı, şanlı ve biti kanlı köşe yazarları, gerillaların kesik başlarıyla verilen pozlar, çarşaf çarşaf yayınlanırken neredeydiler acaba? Bunlar yayınlanmaya, üzerinde durulmaya değer haberler değil miydi?

Dolduruldukları askeri helikopterlerle “operesyon bölgesini” dolaşıp, “mehmetciğin vatan ve hizmet aşkıyla yaptığı fedekarlıkları” ballandıra ballandıra anlatmak mı haberdi yoksa?

Genelkurmay’ın brifingleri doğrultusunda yayın yapanlar, ordudan aldıkları direktifler uyarınca, bir kısım meslektaşını yargılamadan infaz edenler, işlerine son verenlerle, bir gazetede JİTEM’in yaptıkları tefrika ediliyorken sessiz kalanlar, aşağı yukarı aynı kesim. Bunlar hangi ahlaktan, hangi onurdan bahsediyorlar acaba? “İnsan onuru” denilen kavram, bunların nezdinde rejim karşıtlarını, Kürtleri kapsamıyor mu yoksa?

Kendi sefil, igrenç durumuna bakmaksızın, “özgürlük, insanlık onuru”gibi kutsal kavramaların sampiyonluğunu yapmaya kalkışan bu medyaya, bu medyada kalem oynatan, mikrofon işgal eden bir kısım gazeteci ve yazara “tencere dibin kara, seninki benden kara” dense haksızlık mı yapılmış olur?

Türk Dışişleri Bakanı Abdullah Gül, işkence olayına karışan askerler hakkında soruşturma açılmasının olumlu bir gelişme olduğunu söylüyor. Elbette öyledir. Suçluların açığa çıkartılıp cezalandırılması, bu ve benzeri olayları tümden ortadan kaldırmazsa bile, azaltır, kamu vijdanını rahatlatır.

Şoruşturma açılmasını olumlu bulan Abdullah Gül ve hükümeti de, olumlu bir iş yapmalı, insan onurunu ayaklar altına alanlar hakkında soruşturma başlatmalıdır. Hazır mahkemeler “Hayata dönüş Operasyonu”nda bazı asker ve subayları suçlu bulmuşken, operasyonunun planlayıcıları, gerçek failleri hakkında soruşturma başlatmalarını öneririm AKP hükümetine.

AKP hükümeti, JİTEM’in yaptıklarını çarşaf çarşaf yayınlayan gazetede, isim, yer ve tarih verilerek anlatılan olayları, suç duyurusu olarak kabul edip, gerekli soruşturmanın yapılmasını emrederse, “olumlu” bir iş yapmış olur. Devletin hazırladığı “Susurluk Raporu”,  “28 Şubat Süreci”yle ilgili bilgiler ortada iken, AKP hükümetine düşen “olumlu” bir iş daha yapıp, tozlanmaya terkedilen dosyaları açmaktır. Örneğin, “Vatan için kurşun atan da birdir, yiyen de” diyerek, bir dönemin özetini yapan, eski başbakan Tansu Çiller’den başlayabilirler, dosyaları açmaya...

Aksi durumda AKP hükümeti de öncelleri gibi riyakarlık batağında boğulur.

Eger AKP hükümeti, “fincancı katırlarını ürkütmeme” adına, Mehmet Ağar’ın “tuğla”sına elatmaktan kaçınır, böylesi tekin olmayan sorunları kendine dert edinmezse, o zaman adama “senin yüzün benden kara” derler, ya da:

“Dinime küfreden müslüman olsa bari”!...

 
 
PSK Bulten © 2004