Dinime Küfreden Müslüman Olsa
Bari!..
Mesud Tek
Irak’da bulunan Amerikan ve İngiliz askerlerinin, sömürgecilik
geleneklerine uygun olarak, mahkumlara yaptıkları
işkenceyi gösteren film ve fotoğraflar, tüm dünyada
haklı tepkilere neden oldu.
Yüzlerce yıldır ülkesi işgal edilen, zulm
ve baskı gören, ulusal demokratik talepleri kanla, barutla
bastırılan biz Kürtler, onur kırıcı
bu tür davranışları çok iyi biliriz. İşkence
gören, onurları çığnenen Iraklılılarla
ailelerinin, neler hissediklerini, değirmenlere, evlere
ve mağaralara doldurulup ateşe verilenlerin, namusu
Türk potini altında paymal olmasın diye kendini
uçurumdan atanların torunları olan bizlerden daha
iyi, kim bilebilir? Bu nedenle de, dünyanın neresinde
olursa olsun, kimden gelirse gelsin, insan onurunu ayaklar
altına alan davranışların karşısında
olduk, bundan böyle de olacağız.
Türkiye’de, hükümet yetkilileri, politikacılar, köşe
yazarları da tepkilerini dile getiriyorlar. Olayın
basına yansımasından sonra, tüm gazete ve televizyonlar
olayın üstüne gidiyorlar. Konu ile ilgili haberler, yorumlar
geniş bir biçimde, gazete sayfalarında, televizyon
ekranlarında yer alıyor.
Yazılanlar, söylenenler tam bir çifte standart abidesi.
Türk askerinin, polisinin insanlık dışı
uygulamalarına karşı da seslerini yükselten
birkaç namuslu aydın ve yazarınki dışında,
yazılanlarda, söylenenlerde iğrenç bir ikiyüzlülük
göze çarpıyor.
Türk yetkililerinden Dışişleri Bakanı
Abdullah Gül, Amerikan ve İngiliz askerlerinin, Iraklı
esir ve tutuklulara yaptıkları işkenceyle ilgili
olarak, “hafızalardan zor silinir” diyor.
Doğrudur. Bu ve benzeri sahnelerin unutulması,
“hafızalardan silinmesi çok zor.” Ama burası Ortadoğu
ve burada “hafazayı beşer, nisyan ile maluldur!..”
Baksanıza Halepçe’yi yaratan, bir gecede 8 bin Barzani
erkeğini yokeden, Enfallerde kadınıyla, çocuğuyla,
yaşlısı, genciyle 180 bin Kürdü öldüren, Sat
ül Arap Bataklıkları’nı döktüğü Şii
kanıyla kızıla boyayan Saddam rejimi, daha
çok aranır oldu, ABD ve İngiliz askerlerinin insanlık
dışı davranışlarının basına
yansımasından sonra...
Din kardeşi Kürtlerin, Şii Arap kardeşlerinin
soykırımına sessiz kalan, ABD ve İngiliz
askerlerinin yaptıklarının daha ağırını,
daha onursuzcasını kendi ülkesinde barış
ve demokrasi isteyenlere uygulamaktan geri kalmayan Arap devletleri
ve destekcisi basının, sözkonusu olayla ilgili tavırları
tam bir riyakarlıktır.
Türk yetkilileri ve bir kısım medyanın takındığı
tavır için de, aynı şeyleri söylemek mümkün.
Elbette, AKP hükümetini, Abdullah Gül’ün kendisini, Türk
devletinin bugüne kadar yaptıklarından sorumlu tutup
yargılamak haksızlık olur. Ama Abdullah Gül
de, AKP hükümetinin öteki yetkilileri de yönettikleri, adına
konuştukları devletin “cemaziyülevveli”ni biliyorlar;
bilmek zorundalar. Bu nedenle, bu ve benzeri konularda konuşurlarken,
“civcivlerin de yemesi” için “ufak” atmalıdırlar.
Eskilere gitmeye, Piran’da, Lice’de, Dersim’de Ağrı’da
Zilan’da yaşananları tekrarlamaya gerek yok. 12
Eylül döneminde Kürdistan’daki cezaevlerinde, özellikle Diyarbakır
5 Nolu’da kullanılan Filistin askılarındaki
kan daha kurumamışken, devletin bu cezaevlerinde
insan onurunu ayaklar altına alan işkence ve baskının
her çeşidini uyguladığı bilinirken, Abdullah
Gül’ün, devleti adına söyledikleri riyakarlık değil
de nedir?
Kürt köylülerine insan pisliği yediren subayına
toz kondurtmayan, çatışmada hayatını kaybeden
gerillaların kesik başları ve kulaklarıyla
poz veren elemanlarıyla gurur duyan, öldürülen gerillaların
cesedini panzer ve tankların arkasına bağlatıp
çektiren devletin, insan onurunun korunması babında
söylediklerine inanan kaç kişi var acaba?
“Hayata Dönüş Operasyonu” adı altında kendi
cezaevlerini yakıp yıkan, açlık grevi yapan
tutukluların kollarını, bacaklarını
gövdelerinden ayıran, mahkumların diri diri yanmasına
gözyuman bir devletin yetkilisi,, Bağdat ve Irak’ın
öteki cezaevlerinde yaşanan işkenceleri kınamaya
kalkarsa, ABD ve İngiltere yetkilileri, kendisine “Dimine
küfreden müslüman olsa bari” demezler mi?
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nde, işkence
ve onur kırıc davranışlar nedeniyle açılan
davalarda onlarca kez mahkum olup, tazminat ödeyen, daha yüzlerce
kez aynı gerekçelerle açılan davalarda ifade verecek
olan Türk devleti ve yetkililerinin, ABD ve İngiliz askerlerinin
davranışlarına yönelik tavırlarında
samimi olduklarına siz inanıyor musunuz?
Birkaç onurlu ve demokrat kalem hariç, Türk medyasının,
özellikle de Saddam ve rejimi için ağıt yakanların
tavırları da, en az Arap meslektaşları
kadar iğrenç ve mide bulandırıcı.
Bu kesim ABD ve İngiliz askerlerin insanlık dışı
uygulamalarını sık sık ekranlara getirip,
“Irak’a özgürlük böyle mi gelecek?” diye soruyorlar. Özgürlüğün
böyle gelmeyeceği, tutukluların, hak ve özgürlüklerinin
ayaklar altına alındığı, onurlarının
çiğnendiği kesin.
Ama bu konuda, adı geçen Türk medyasının söz
söyleme hakkı yok. Bugün, insan hakları savunucu,
demokrasi havarisi kesilen bir kısım gazete yöneticileri,
anlı, şanlı ve biti kanlı köşe yazarları,
gerillaların kesik başlarıyla verilen pozlar,
çarşaf çarşaf yayınlanırken neredeydiler
acaba? Bunlar yayınlanmaya, üzerinde durulmaya değer
haberler değil miydi?
Dolduruldukları askeri helikopterlerle “operesyon bölgesini”
dolaşıp, “mehmetciğin vatan ve hizmet aşkıyla
yaptığı fedekarlıkları” ballandıra
ballandıra anlatmak mı haberdi yoksa?
Genelkurmay’ın brifingleri doğrultusunda yayın
yapanlar, ordudan aldıkları direktifler uyarınca,
bir kısım meslektaşını yargılamadan
infaz edenler, işlerine son verenlerle, bir gazetede
JİTEM’in yaptıkları tefrika ediliyorken sessiz
kalanlar, aşağı yukarı aynı kesim.
Bunlar hangi ahlaktan, hangi onurdan bahsediyorlar acaba?
“İnsan onuru” denilen kavram, bunların nezdinde
rejim karşıtlarını, Kürtleri kapsamıyor
mu yoksa?
Kendi sefil, igrenç durumuna bakmaksızın, “özgürlük,
insanlık onuru”gibi kutsal kavramaların sampiyonluğunu
yapmaya kalkışan bu medyaya, bu medyada kalem oynatan,
mikrofon işgal eden bir kısım gazeteci ve yazara
“tencere dibin kara, seninki benden kara” dense haksızlık
mı yapılmış olur?
Türk Dışişleri Bakanı Abdullah Gül, işkence
olayına karışan askerler hakkında soruşturma
açılmasının olumlu bir gelişme olduğunu
söylüyor. Elbette öyledir. Suçluların açığa
çıkartılıp cezalandırılması,
bu ve benzeri olayları tümden ortadan kaldırmazsa
bile, azaltır, kamu vijdanını rahatlatır.
Şoruşturma açılmasını olumlu bulan
Abdullah Gül ve hükümeti de, olumlu bir iş yapmalı,
insan onurunu ayaklar altına alanlar hakkında soruşturma
başlatmalıdır. Hazır mahkemeler “Hayata
dönüş Operasyonu”nda bazı asker ve subayları
suçlu bulmuşken, operasyonunun planlayıcıları,
gerçek failleri hakkında soruşturma başlatmalarını
öneririm AKP hükümetine.
AKP hükümeti, JİTEM’in yaptıklarını çarşaf
çarşaf yayınlayan gazetede, isim, yer ve tarih verilerek
anlatılan olayları, suç duyurusu olarak kabul edip,
gerekli soruşturmanın yapılmasını
emrederse, “olumlu” bir iş yapmış olur. Devletin
hazırladığı “Susurluk Raporu”, “28 Şubat
Süreci”yle ilgili bilgiler ortada iken, AKP hükümetine düşen
“olumlu” bir iş daha yapıp, tozlanmaya terkedilen
dosyaları açmaktır. Örneğin, “Vatan için kurşun
atan da birdir, yiyen de” diyerek, bir dönemin özetini yapan,
eski başbakan Tansu Çiller’den başlayabilirler,
dosyaları açmaya...
Aksi durumda AKP hükümeti de öncelleri gibi riyakarlık
batağında boğulur.
Eger AKP hükümeti, “fincancı katırlarını
ürkütmeme” adına, Mehmet Ağar’ın “tuğla”sına
elatmaktan kaçınır, böylesi tekin olmayan sorunları
kendine dert edinmezse, o zaman adama “senin yüzün benden
kara” derler, ya da:
“Dinime küfreden müslüman olsa bari”!...
|