Ecevit hükümeti
ve perakende anayasa değişikliği
Son dönemde, gündemdeki konulardan
biri, 1982 Anayasası’nın iki maddesinde yapılacak
değişikliktir. Bunlardan bir siyasi partilerle ilgili.
Hükümet sözde siyasi partilerin kapatılmasını
güçleştirmek istiyor. Bunun için izlediği yöntem
ise, Anayasa mahkemesinin parti kapatma kararlarında
üçte iki koşulunu getirmek.
Ancak, Anayasa Mahkemesi itiraz
edince hükümet olduğu yerde durdu. Genelkurmay’ın
da bu işe karşı olduğu biliniyor..
Hükümetin derdi ne demokrasi,
ne örgütlenme özgürlüğü. Amaç o olsa, uluslararası
çağdaş standartlar ne ise onun gereği yapılır.
Siyasi partiler, iktidara gelmek için şiddeti yöntem
olarak benimsemedikçe, onların varlığına
saygı gösteren, parti kapatmaya olanak tanımayan
bir sistemi benimser.
Türkiye bir siyasi partiler mezarlığıdır.
Son kırk yılda 30 parti kapatılmıştır.
Bir dönemin iktidar ve ana muhalefet partileri, Atatürk’ün
kurduğu, cumhuriyet döneminin en eski partisi CHP dahil..
Daha üç yıl önce hükümet
olan Refah Partisi kapandı, lideri, yılların
politikacısı Erbakan şimdi siyasi yasaklı.
Fazilet Partisi hakkında ise açılmış kapatma
davası 8 aydır devam ediyor. HADEP’e yönelik kapatma
davası ise 18 aydır sürmekte.. Bu kapatma davaları
sözkonusu siyasi partiler üzerinde demoklesin kılıcı
gibi işliyor.
Ama hükümetin derdi demokrasi açısından
tam bir rezalet olan bu duruma artık bir son vermek değil,
onun anayasa değişikliği çabası tümüyle
güncel kaygılardan kaynaklanıyor. Fazilet kapanırsa
bir genel ya da ara seçim gündeme gelebilir. Bu da zaten oksijen
çadırında olan ekonomiyi sarsar.. Tabi bir de seçime
gidince hükümetten olma kaygısı
var. Kuşku olmasın, asıl neden de budur.
Bu nedenle hükümet günü kurtarmaya
çalışıyor, Anayasa’da perakende değişikliklere
yöneliyor.. Parti kapama silahından ise el edemiyor.
*
* *
Türkiye, insan haklarını
çiğnediği, işkence yaptığı,
düşüncelerinden dolayı insanları cezaevlerine
tıktığı, köy yaktığı için
ve benzer nedenlerle Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nde
habire mahkum oluyor. Türkiye’nin tasası ise bundan dolayı
itibar kaybı değil, ama artık ülkenin döviz
dengelerini bile bozacak duruma gelen
tazminatlar..
İş o noktaya vardı
ki Dışişleri Bakanlığı, Yargıtay
da içinde olmak üzere adli kurumlara bir mektup yazarak düşünce
suçlarıyla ilgili karar verirken bu durumun göz önüne
alınmasını istedi. Yargıtay ve diğer
bazı hukuk kurumları ise haklı olarak bu mektuba
sert tepki gösterdiler ve bunun yargının işine
müdahale olduğunu, eğer bir düzeltme gerekiyorsa
bunun yerinin Parlamento olduğunu söylediler.
Doğrusu da budur. Eğer
“Türkiye’nin çıkarları” düşünce suçlarına
ceza vermemeyi gerektiriyorsa, o zaman düşünceye özgürlük
tanınmalı. Bunun yeri de parlamentodur, yasakları
ve cezaları o koymuştur, o değiştirmelidir.
Ama daha da ilginci, hükümetin
“düşünce suçu” olayı ve sonuçları karşısındaki
tutumudur. Yıllardır iç ve dış demokratik
kamuoyu bunu Türkiye’nin bir ayıbı sayıyor
ve düşünceyi engelleyen, cezalandıran mevzuatın
kaldırılmasını istiyor. AB bunu bir üyelik
koşulu olarak Türkiye’den istiyor. Türk hükümeti de bu
ayıba artık bir son vereceğine, demokrasi yönünde
adım atacağına, konuya sadece
tazminat olayı gibi parasal bir açıdan yaklaşıyor
ve çözüm olarak da yargı kurumlarının mevcut
yasaları görmezden gelmelerini, uygulamamalarını
istiyor. Yani kendisi, konuyu parlamentoya götürüp ilgili
kanunları değiştirmek için çaba göstereceğine,
yargıya kanunsuzluk
öneriyor!..
Yine köklü çözüm yok, hukuka
uygun bir tavır yok; perakendecilik ve kanunsuzluk var…Çünkü
bu hükümet de düşünceye özgürlük tanımayı göze
alamıyor.
Hükümetin de –aslında muhalefetin
de- demokratikleşme diye bir dertleri yok. Onlar bir
general femanı olan 1982 Anayasasına, bu deli gömleğine
alışmışlar. Bu anayasayı bir yana
koyup yeni, adam gibi, çağdaş bir anayasa yapıp
halkın oyuna sunmak için hiç bir çaba göstermiyorlar.
Kıyafetleri sivil, ama kafaları zaptiye kafası..
|