Ekonomik Kriz ve Kürt Krizi..
Kemal Burkay
Şu satırları yazdığım sırada (24 Şubat) Türkiye ile
ABD arasındaki pazarlık bir bölümüyle sonuçlandı, bir bölümüyle
de sonuçlanmaya yakın.
Yapılan açıklamalara göre para işi üzerinde anlaşmaya varılmış.
Buna göre bir bölümü hibe, bir bölümü kredi olarak 20 milyar
dolar dolayında bir para Türkiye´ye verilecek. Geçen seneki
30 milyardan sonra gelen bu para az değil. Buna rağmen,
adeta bir piyangoyla gelen bu yüklü paranın da mevcut ağır
ekonomik krizin atlatılmasına yetip yetmiyeceğini ancak
zaman gösterecek. Bununla, aynı zamanda 120 milyar dolarlık
dış borcun 140 milyara ulaştığını, iç borçlarla birlikte
270 milyarı bulduğunu da unutmamak gerek.
Para işinin bir sonuca bağlanmasının ardından ¢stanbul
borsası yükseldi. Ama şimdi bir başka kaygı açık açık dile
getiriliyor. Ya savaş çıkmazsa?. O zaman para işi de yatacak.
Ardından, umudunu bu pakete bağlamış olan borsa hızla
düşüşe geçecek. Ekonominin öteki göstergeleri de büyük ihtimalle
alt üst olacak..
Yani sizin anlıyacağınız koyun can derdinde, kasap et
derdinde..
Irak halkı, Arabı-Kürdüyle, Türkmeni-Asurisiyle çıkacak savaşın,
yağacak bombaların telaşında. Buna bir de Saddam´ın kilerinde
ya da samanlığındaki kimyasal ve biyolojik silahlar eklenebilir.
Bay diktatör bunları Amerika´ya, ¢ngiltere´ye yetiştiremez.
Hatta ¢srail´e, ya da Adana ve Ankara´ya yetiştirecek Scud
füzeleri bile artık elinde yok. Ama bunları kendi ülkesinin
halkına, Kürtlere ve Şiilere atabilir. Kuyruğu titretirken
duyduğu kin ve öfkeyle bunu yapabilir..
Irak halkı, en başta Kürtler, işte bunun derdinde. Türkiye
ise koyundan çıkaracağı et ve post derdinde. Bunca emek
ve çabanın ardından, tam da anlaşma tatlıya bağlanmışken
ya savaş çıkmazsa?.
Düşler tuzla buz olur!..
Bu da söz konusu pazarlığın ne kadar kirli bir pazarlık
olduğunu gösteriyor. Savaşa yataklık için alınan bir
bedel. Hani Türkiye savaşa karşıydı?. Hani Irak komşu, hem
de Müslüman bir ülkeydi?. Hani BM Güvenlik Konseyi´nin kararı
olmadan Türkiye bu işe evet demeyecekti. Bütün bunların boş
laftan ibaret olduğu, tüm barışseverlik gösterisinin
ve naza çekmenin fiyatı yükseltmek olduğu şimdi ayan
beyan ortada.
Oysa eğer Türkiye, böylesine çirkin bir para pazarlığına
girmeden, coğrafyasını kiralamadan, ABD ve ¢ngiltere´nin
gösterdiği gerekçelerle -bu gerekçeler ne kadar haklı
veya değil ayrı bir konu- bu operasyona destek verseydi
çok daha dürüstçe olurdu. Yani Irak´taki diktatörlük rejiminin
devrilmesi, kitle imha silahlarının yok edilmesi, Irak´ta
demokratik bir rejim kurulması için.
Oysa Türkiye Saddam´ın devrilmesine karşıydı ve bunda samimi
olduğuna kuşku yok. Kitle imha silahlarıyla ilgili olarak
ise bir kaygısı yok; çünkü Saddam´ın elinde mevut olsalar
bile kendisine karşı kullanılmayacağından emin. Kendisi
bir demokrasi geçinmesine rağmen, Irak´ın demokratikleşmesinden
müthiş korkuyor. Bölgedeki tüm baskıcı rejimler gibi. Çünkü
statükonun bozulmasından korkuyor. Bu statüko en başta Kürtleri
zincire vurmuştur, bozulunca ne olur, ne olmaz; sıra başkalarına
ve hatta ona da gelebilir..
Türkiye barışsever olduğu için değil, işte bu nedenlerle
savaşa karşıydı. Ama ABD ısrar edince, parayı da bastırınca
Türkiye´nin bütün savaş karşıtı gerekçeleri bir anda silindi.
Elbet pazarlığın kirliliği salt parayla sınırlı
değil. Türkiye Güney Kürdistan´ı işgal ve buradaki özgür
Kürt yaşamını boğabilmek için de ABD ile sıkı pazarlık
yapıyor ve bunu dünya alemin gözü önünde açıkça, pervasızca
yapıyor.
Türkiye´nin ordusunu Güney Kürdistan´a sokmak istemesinin
nedeni, elbet Saddam´la savaş veya bu konuda ABD´yi desteklemek
değil. O güneye Kürtlerle savaşmak için girmek istiyor.
Kuzey cephesini açabilmesi için ABD´ye topraklarını açarken,
şartlarından biri de budur. Irak içlerinde Musul sınırlarına
kadar yüzlerce kilometre ilerlemek, bu bölgeyi tümden işgal
etmek, ayrıca Hewlêr (Erbil) ve Süleymaniye gibi büyük kentleri
de kuşatmak.
Kürtleri silahsızlandırmak.
Savaş sonrası bir federasyonu engellemek; hatta mevcut Kürt
parlamentosu ve hükümetiyle birlikte tüm Kürt ulusal kurumlarını
dağıtmak, 1970 anlaşmasının ürünü olan mevcut otonom
duruma bile son vermek. Irak´ı Türkiye benzeri üniter bir
hale getirmek.
Hatta Kürtçe eğitimi bile ortadan kaldırıp yerine Türkçe
eğitimi koymak. Şimdiden orduyla beraber Kürdistan´a
girecek 300 kadar öğretmen görevlendirilmiş.. Demek ki
baylarımızın, Güney Kürdistan´ı işgal ettikten sonra öyle
kolay kolay çıkmaya da niyetleri yok.
Şimdi Amerikayla işte bütün bunların da pazarlığı yapılıyor.
ABD´nin evet demesi ve göz yumması halinde pu planı tank ve
toplarına dayanarak hayata geçirmeyi umuyorlar. Para konusunda
anlaşma olduğu halde parlamentoya gönderilecek tezkerenin
bekletilmesinin nedeni bu.
Sözde demokrasi için, Irak halkının ve komşularının iyiliği
için bu pahalı ve kanlı sefere çıktığını söyleyen ABD,
bu işe ne der bilemem. Acaba Conilerin kıymetli hayatının
hatırına evet der mi, Kürtleri bir kez daha satar mı? Çok
yakında anlarız. Şu anda her iki taraf da artık “sonuna yaklaştık,
önemli anlaşmazlık noktaları yok” tarzında açıklamalar yapıyorlar.
Öte yandan bu, savaşa yataklık için yapılan para pazarlığından
da çok daha çirkin bir durum. Eğer ABD Türkiye´nin bu
çirkin isteklerine evet derse onun için kolay kolay silinmez
bir yüz karası olur. Uluslararası kamuoyunda zaten iyi olmayan
itibarı biraz daha düşer.
Türk rejimi için ise bu hem uluslararası hukuka, hem de ahlaka
aykırı yeni ve çok daha azgın bir haydutluk örneği olur.
Rejim iç ve dış kamuoyunu bu alanda yanıltmak için binbir
yalan uyduruyor, özellikle iç kamuoyunu medya aracılığıyla
tam bir dezinformasyon bombardımanına tabi tutuyor. Güney
Kürdistan´ı işgal hazırlığının gerekçelerinden biri,
sözde Türkiye´ye yönelik Kürt göçünü önlemek içinmiş. Öncelikle
böyle bir göç söz konusu değil. Bu kez hem Kürdistan´da
otorite boşluğu yok, hem de Saddam´ın, ABD bombardımanı
altında ordusunu kuzeye doğru hareket ettirme şansı olmayacak.
Kaldı ki, göç olsa bile bunun için Musul´a kadar gitmek,
Süleymaniye ve Hewlêri kuşatmak mı gerekir? Ordunu sınıra
yığ ve Kürtleri bırakma. Zaten onlara acıdığın yok..
Aslında Türkiye, bölgeye müdahale gerekçesi doğsun diye
bir göçmen olayı yaşanmasını istiyor. Hatta bunu kışkırtacağından,
bunun için provokasyonlara bile başvuracağından kuşku
olmasın. Daha şimdiden bunun işaretleri var. O, kendi sınırları
içindeki Kürtleri nasıl göçe zorladıysa Irak Kürtlerine de
aynı şeyi yapmak isteyecektir.
Gerekçelerden biri de sözde Türkmenlerin Kürtler tarafından
katlini önlemek. Bu da son derece iğrenç bir yalan. Oysa
Kürdistan´daki Türkmenlerle Kürtlerin ilişkileri son derece
iyi, böyle bir kavga için hiçbir neden yok. Türkmenlerin siyasi
partileri, okulları, televizyonları var. (Ki Türkiye´deki
20 milyon Kürt bu hakların hiçbirine sahip reğil.) Kürtler
onların parlamentoda ve hükümette temsillerini bile istiyorlar;
eğer Türkiye engel olmasa bu da olacak.
Aslında Türkiye zorla sorun yaratarak, Türkmenleri kışkırtarak
iki halkın arasını bozmaya çalışıyor.
Kaldı ki Türkiye´nin Türkmenlere götürebileceği özgürlük
nedir? Kıbrıs´ın durumu ortada. Sözde Rum zulmünden kurtarılan
Türkler şimdi “Türk işgaline son!” diye haykırıyorlar. Türkiye´nin
çağ dışı, militarist rejimi kendi halkına ne hak ve özgürlük,
ne refah verdi ki Kıbrıs Türklerine ve Kerkük Türkmenlerine
versin?
Gerekçelerden biri de Saddam sonrası Irak´ın dağılabileceği
ve bir Kürt devletinin kurulabileceğine ilişkin, artık
ağızlarında sakız olan iddiadır. Oysa Kürtlerin Araplarla
bir federasyon istedikleri, bunun üzerinde anlaştıkları ortada,
bunu herkes biliyor.
Ama Türk rejiminin kirli niyetleri için bu yalanlara ihtiyacı
var. Bunlar dış kamuoyunu aldatmaya yetmese bile iç kamuoyunu
rejimin dilediği yönde oluşturacaktır. Nitekim, her zaman
olduğu gibi, sözde “özgür basın”, Türk medyası, bir kez
daha rejimin borazanlığını yapıyor, ülke insanını tam
bir yalan bombardımanına tabi tutuyor. Bir yandan ABD´nin
Irak´a, daha doğrusu Saddam diktatörlüğüne saldırısına
karşı çıkar görünürken, ölecek çoçuklar, kadınlar üzerine
ağıt yakarken, diğer yandan Türk ordusunun Güney
Kürdistan´a yönelik işgalini çok gerekli ve zorunlu bir şeymiş,
halkın ve ülkenin çıkarı bunu gerektirirmiş gibi canla başla
savunuyor. Bir kez daha pervasızca Kürt düşmanlığı yapıyor.
Bu medyanın Kürtlerin çocuklarını, kadınlarını hiç düşündüğü
yok.
Güney Kürdistan sanki babalarının malı, arka bahçeleri. Orada
Türkiye dilediğini yapmakta özgürmüş gibi. Kürtlerin,
bırakın devlet sahibi olmak, federatif veya özerk bir yönetim
biçiminde yaşamaları bile sanki olamıyacak bir şeymiş, Türkiye
için büyük tehlikeymiş, ihanetmiş gibi!..
Bunu yaparken Türkiye´deki 20 milyon Kürdün, yani sözde “vatandaşlarının”
duygularını ne denli incittiklerinin bile sanki farkında değiller,
ya da umursamıyorlar.
Hatta, Güney Kürtleri Türkiye´nin işgaline karşı çıkıyorlar
diye adamlar deliye dönüyor, Kürtlere söylemediklerini bırakmıyorlar.
Televizyon programlarında Kürtler için “bunlar adam değil”,
“kişiliksiz, güruh” diyen general eskileri mi dersiniz, Kürtleri
küçümseyip aşağılayan programcılar mı dersiniz...
Peki ne desinlerdi Kürtler: “Buyrun sevgili Türkler, burayı
da işgal edin, bizim de hak ve özgürlüklerimizi çiğneyin;
parlamentomuzu, okullarımızı ve televizyonlarımızı kapayın;
bunun için size çok ihtiyaç var” mı desinlerdi?!.
¢nsan, ikiyüzlülüğün, savaş kışkırtıcılığının,
Kürt paranoyasının, şovenliğin bu kadarı karşısında şaşıp
kalıyor.
Oysa Güney Kürdistan halkımızın Türkiye ile bir alıp vereceği
yok. Onlar Saddam rejiminden çok büyük zulümler gördüler.
Kaç kez kırıma, göçe hedef oldular. Köyleri kasabaları yıkıldı,
kendilerine karşı kimyasal silah bile kullanıldı. Şimdi onlar
Birleşmiş Milletler´in korumasındaki 36. Paralelin kuzeyinde
ilk kez özgürlüğü soluyorlar. Serbest seçimler sonucu
oluşturdukları yerel parlamento ve hükümet eliyle işlerini
yönetiyorlar. Kırk yıldır süregelen savaşlar sonucu yıkılmış
ülkelerini onarıyor, insanlarımıza, ekmek, ilaç ve kitap sağlıyorlar.
Kürt çocukları ilkokuldan üniversiteye kadar kendi dillerinde
okuyor. Kürt diliyle kitaplar, dergiler, gazeteler çıkıyor,
televizyonlar yayın yapıyor.
Burası bölgede ve Kürdistan´da bir barış adasıdır.
¢şte Türkiye´nin egemenleri bu özgürlüğü Kürtlere çok
görüyorlar, bu barış adasını bile yok etmeyi kafalarına koymuşlar.
Bu ne kadar ilkel ve zalimce bir düşüncedir. Güney Kürdistan´da
Kürt halkının özgür yaşaması neden Türkiye ve Türk halkı için
tehlike olsun? Türkiye´deki Kürtler buna bakarak özgürlük
mü isteyecekler? Biz zaten özgürlük istiyoruz, buna hakkımız
yok mu? Yapacağınız şey Türkiye´deki 20 milyon Kürde
haklarını tanımak, böylece Türkiye´ye barış getirmektir. Türkiye´deki
Kürt sorununu çözmenin yolu Güney´e, sınır ötesi Kürtlere
saldırmak değil.
Ancak, yaşadıkları çağdan habersiz olanlar, geçmişin
dar, ırkçı-şoven değer yargılarıyla yaşayanlar, burunlarının
ötesini göremiyenler böylesine çağ dışı, haksız, çılgınca
bir politikayı izleyebilirler.
Ama bu politika, Türkiye´yi yeni bir batağa sürüklemekten,
hem Kürt halkına, hem Türk halkına biraz daha acı vermekten
ve boş yere zaman yitirmekten öte, hiçbir sonuç veremez.
Kaldı ki, Kürt halkı bu zorbalığa asla göz yummayacak,
baş eğmeyecek. Güney Kürdistan´da yıllar yılı süren direnişler
ve nice büyük bedeller sonucu edinilen hak ve özgürlüklerin
Kürt halkının elinden süngü zoruyla alınabileceğini sananlar
pek yanılıyorlar. Türk rejimi ateşle oynuyor.
Şu anda, bilgisayarda eğlenceli bir savaş oyunu oynar
gibi, kendilerini Güney Kürdistan macerasına hazırlamış olanlar,
Türkiye´nin Türk ve Kürt gençlerini Güney Kürdistan´daki özgürlüğü
bastırmaya gönderen baylar iyi düşünmeliler. Bunun vebali
ağırdır.
Dünya kamuoyu ve uluslararası kurumlar da bu haydutluğa
evet demeyecektir. Türkiye´nin militarist yönetimi bununla,
Kıbrıs´tan, hatta Filistin´den kat kat büyük bir sorunu ülkenin
başına bela edecektir.
Zoru her kapıyı açacak anahtar sanan Türk yönetimi, bu kafayladır
ki ülkenin birçok sorununu on yıllar boyu çözemedi, bir yüzyıldan
diğerine devretti ve sorunlar giderek ağırlaştı.
Kürt sorunu bunların başında gelir. Kıbrıs bir başkasıdır.
Laik-dindar çekişmesi bir başkası..
Bu yüzden bu ülke demokrasi yüzü göremedi ve ekonomisi perişan
oldu. Komşusu Yunanistan´ın kişi başına yıllık ulusal geliri
17 bin doları, hatta beğenmediği, burun kıvırdığı
¢ran´ınki 7 bin doları bulurken kendisininki ancak 2 bin dolar..
Çok açık ki Türkiye´nin yıllardır yaşadığı ve artık
gangren hale gelen ekonomik kriz de Kürt krizi de süngü gücüyle
değil, ancak barışçı yöntemlerle, demokrasiyle, topluma
ve Kürt halkına hak ve özgürlük tanıyarak çözülebilir. Ama
Türkiye´yi yönetenler hala bir politik körlük içindeler ve
bundan kurtulmamak için akıl almaz bir direnç gösteriyorlar.
Kamuoyu ise ne yazık ki bu konuda bilinçsiz ve duyarsız. Görevleri
kamuoyunu uyarmak olan basın, tam tersine yine halka afyon
veriyor, aydınların ise sesi duyulmuyor.
Bizzat Türkiye ve Türk toplumu için acı bir manzara. Bunun
ise bedeli, bu ülkede ve bu bölgede yaşıyan herkes için ağır
olacak.
|