İçerde
ve dışarda savaşan çağdışı
bir rejim..
Militarist Türk
rejimi içerde ve dışarda saldırıya geçti.
İçerde, siyasal hükümlü ve tutukluların şahsında
sol harekete kinini kusarken, aynı günlerde bir kez daha
sınırları aşarak büyük bir askeri güçle
Güney Kürdistan’a girdi, bölgeyi adeta işgal etti.
Rejim, tam da af
diye nitelediği bir ucubeyle hırsızıkatili
serbest bırakmaya hazırlandığı günlerde,
siyasal tutuklulara karşı meydan savaşı
veriyor. Onları, “F Tipi” denen zindan içinde zindana
sokarak tümden yok etmeyi planlıyor.
F tipi cezaevleri
sorunu aylardır ülkenin gündeminde idi. Bu nedenle cezaevleri
içten içe kaynıyor ve bu gerilim cezaevleri dışına,
kamuoyuna yansıyordu. Bu cezaevleri, rejimin sözcülerinin
ileri sürdüğü gibi, koğuş sisteminin sakıncalarını
ortadan kaldırmak ve cezaevlerinde otorite sağlamaya
yönelik değil, siyasi tutukluları yalıtlayıp
fizik ve moral olarak tüketmeye yöneliktir.
Bu cezaevlerinin
dünyada başka benzeri yoktur. Bir bölümü tek kişilik,
bir bölümü ise iki ya da üç kişilik odalardan oluşmaktadır.
Gündüzleri tutuklu ve hükümlülerin biraraya gelebileceği
toplu yaşam alanları yoktur. Bunlar tecrit odalarıdır.
Zaten Terörle Mücadele Kanunu’nun 16. Maddesi de, bu yasadan
mahkum olanların tecrit edilmesini öngörmektedir.
Diğer bir deyişle bu cezaevlerinde tutuklu ve hükümlüler
için sürekli bir hücre cezası sözkonusudur.
Rejimin hoşuna
gitmeyen düşüncelerin ve duvarlara yazı yazan çocukların
eyleminin bile terör suçu sayılıp cezalandırıldığı,
cezaevlerinde bile göz göre göre insanların topluca yok
edildiği ve işkencenin sistemli bir uygulama olduğu
bir ülkede, böylesi cezaevlerinin ne tür gayri insani amaçlara
hizmet edeceği açıktır.
Rejim bu cezaevlerini
yaparken, siyasal tutukluyu yurttaş ya da insan değil,
düşman gibi gören bir kafayla hareket etmiş, infaz
hukuku uzmanlarının, doktor ve psikologların,
mimarların görüşlerini almaya gerek duymamıştır.
F tipi cezaevlerine
karşı eylemlerin, açlık grevi ve ölüm oruçlarının
yoğunlaşmasının ardından ise, hükümet
hatasını kabul edip sorunun çözümü için bir uzlaşma
yolu aramamış, bir ara direnişi kırmak
için oyalama ve aldatma yoluna başvurmuş, bunun
ardından ise, hem de sözde af çıkardığı
bir dönemde, baskın yöntemiyle saldırıya geçmiştir.
19 Aralık
sabahından bu yana Türkiye’de yaşananlar dehşet
vericidir. Devletin askeri ve polisi, içerde, sözde devletin
kendi koruması altındaki eli kolu bağlı
insanlara kin ve nefret kusuyor; yakıyor, öldürüyor,
sakatlıyor. Tam bir vahşet halini alan bu saldırganlığın
sonucu şimdiye kadar
onlarca tutuklu yaşamını yitirdi, yüzlercesi
ise ağır yaralandı.
Üstelik de hükümet
bu operasyona “hayata dönüş” adını koyarak,
iç ve dış kamuoyuyla utanmazca alay ediyor.
21. Yüzyılın
başında, iç ve dış kamuoyunu hiçe sayan
bu barbarca tutum, Türk rejiminin
gerçek yüzünü bir kez daha ortaya seriyor.
Rejim bunu sözde
cezaevlerine egemen olmak için yapıyor. “Teröristlere”
karşı bir mücadele gibi göstermeye çalışıyor.
Oysa öncelikle cezaevlerinde neden onbinlerce “teröristin”
olduğunu sorgulamak gerekmez mi? Bu nasıl ülkedir
ki ot biter gibi “terörist” bitiyor ve yıllardır,
nice darbeye, işkence çarkına, kıyıma,
yüzlerce cezaevine rağmen bir türlü sonu gelmiyor?
Gerçekte bu durum
yıllardır izlenen acımasızca sömürü ve
baskı politikalarının ürünüdür. Rejim kendi
halkını soyup soğana çevirerek, ona zulmederek,
karşı çıkanı zindana tıkarak işte
bu durumu yaratmıştır. Gerçek bir terörist
varsa o da rejimin kendisidir.
Bu tür vahşet
uygulamaları ise topluma barış getirmez, ortamı
daha da dinamitler. Rejim, politik tutukluları F tipi
cezaevlerine tıkmakla, hücrelere atmakla, cezaevleri
sorunu dahil, hiçbir şeyi çözmüş olmayacak, daha
da ağırlaştıracaktır.
Yıllardır
izlenen yanlış politikalar sonucu Türkiye bir şiddet
ülkesi oldu, yangın yerine döndü. Halkın ekmeği
kurşun ve bomba oldu. Ekonomi kara paraya, uyuşturucuya
bağımlı hale geldi. Devlet bir polis devleti
oldu, bundan da öte çeteleşti.
Cezaevleri sorunu
bu yanlış politikanın onlarca ürününden biridir.
Cezaevleri sorunu da dahil, Türkiye’nin tüm temel sorunları,
yıllardır izlenen yanlış ve ilkel politikalardan
dönmekle, halka özgürlük ve demokrasi tanımakla çözüm
bulur. Toplumsal barış ancak böyle sağlanır.
Kürdistan Sosyalist
partisi olarak bu saldırganlığı, vahşeti
şiddetle protesto ediyor, iç ve dış kamuoyunu,
bu despot ve ilkel rejimin kötülüklerine karşı çıkmaya
çağırıyoruz. Uluslararası kuruluşlar
yapılanlar karşısında sessiz ve seyirci
kalmamalı, duruma müdahale etmeli.
* * *
Türk rejimi bu
haliyle hem komşuları,
hem de bizzat kendi halkı için ciddi bir tehlikedir.
Nitekim, cezaevlerine
saldırının devam ettiği günlerde Türk
ordu birlikleri, bir kez daha, sözde PKK’nın bu parçadaki
varlığını ve eylemlerini bahane ederek
güney sınırını aşıp Irak Kürdistanı’na
girdiler ve bölgeyi nerdeyse boydan boya işgal ettiler.
İşlerin
bu duruma gelmesinde, yıllardır bölgede kendi aralarında
çatışan Kürt örgütlerinin payı var. Bu çatışmalar
bölgeyi istikrarsız hale getirerek, Kürdistan’ı
aralarında bölüşmüş sömürgeci güçlerin müdahalelerine
zemin hazırladı.
Kürdistan Demokrat
Partisi (KDP) ve Kürdistan Yurtsever Birliği (KYB) arasındaki
çatışmalar ulusal parlamentoyu ve hükümeti işlevsiz
hale getirdi ve değerli yılların heba olmasına
yolaçtı. PKK ise, hakkı olmadığı
halde burdaki ulusal yönetime sorunlar çıkararak, sözkonusu
örgütlerle çatışarak ciddi bir istikrarsızlık
unsuru oldu ve Türkiye’nin müdahalelerine gerekçeler sağladı.
Son olarak Kuzey Kürdistan’da, yani kendi mücadele alanında
Türk yönetimine karşı savaşı durduran,
artık barışçı siyasal çalışmayı
amaçladığını söyleyen PKK’nın, güneyde
silahlı güç bulundurması, hele hele Güney parçası
üzerinde hak iddia etmesi, orada egemenlik kavgasına
girişmesi hiçbir şekilde haklı görülemez.
PKK’nın sözkonusu
olumsuz rolü üstlenmesinde, şu anda onunla çatışma
durumunda olan ve onun yaptıklarından yakınan
KYB’nin de ciddi bir payı vardır. Kısa vadeli
hesaplar, PKK’yı KDP’ye karşı kullanma politikaları
ne Kürt ulusal hareketine, ne de KYB’ye yarar sağlamadı.
Kürdistan Sosyalist
Partisi olarak PKK ve KYB arasındaki bu çatışmanın
derhal durdurulmasını ve daha fazla kardeş
kanı dökülmemesini istiyoruz. Öte yandan, kalıcı
bir barış ortamı için, PKK bu bölgenin işlerine
karışmaya artık son vermeli, yerel ulusal otoriteye
saygı göstermelidir.
Türk ordusu bölgeden
derhal çekilmelidir. Uluslararası kamuoyu Türk ordusunun
bu yeni saldırısına seyirci kalmamalı
ve harekete geçmelidir.
KDP ve KYB Vaşington
anlaşmasını biran önce hayata geçirerek bölgede
ulusal birliği, otoriteyi, barış ve istikrarı
sağlamalıdırlar.
22 Aralık
2000
Kürdistan Sosyalist
Partisi
|