Fadime’nin Dramı..
Ferhad CAN
Kısa süre önce PSK Bülten’de “Eyüp
ile leyla’nın Dramı” başlıklı
bir haber-yorum çıkmıştı. Eyüp ile Leyla’nın
öyküsü İstanbul’da geçiyordu. Leyla Romanyalıydı
ve müslüman olup Eyüp ile evlenmiş, Leyla adını
almış, İstanbul’a yerleşmişti.
Geçen yaz, Leyla bir polisin tecavüzüne uğramış,
şikayetçi olmuş ve bu nedenle polis memuru hakkında
dava açılmıştı. Ancak bu olaydan sonra
ailenin yaşamında büyük zorluklar baş göstermişti.
Leyla, bu olayda herhangi bir günahı olmadığı
halde eşinin yakınları, dost-arkadaş çevresi
ve komşular tarafından soyutlanmış, sokağa
çıkamaz olmuştu. Karısına sahip çıkan
Eyüp ise işinden olmuş, yakınları ve tanıdıkları,
“polisi de kadını da öldür, namusunu temizle!” diyerek
onu baskı altına almışlardı.
Kısacası, bu olaydan sonra yaşam
bu aile için cehenneme dönmüştü.
Sözkonusu yazıda bu olay anlatılıyor,
ülkemizde kadın erkek ilişkilerine hala egemen olan
katı ve ilkel gelenekler eleştiriliyordu.
Aradan fazla zaman geçmeden bu kez de Fadime
adlı Kürt kızının dramı gündeme girdi.
Bu olay ise, çok daha uygar bir ülkede İsveç’te cereyan
ediyordu. 26 yaşındaki genç kız, 22 Ocak günü
Upsala kentinde, namus ve şeref gerekçesiyle babası
tarafından vurulup öldürüldü.
Fadime’nin ailesi, yıllar önce Kuzey Kürdistan’dan,
Maraş’ın Elbistan yöresinden İsveç’e gelmişti.
O zaman Fadime 7 yaşındaydı. İsveç’te
büyüdü, okudu, sosyal ilişkiler alanında yüksek
öğrenim yaptı.
Fadime de diğer Kürt gençlerinin çoğunun, özellikle
de kız çocuklarının yaşadığı
şeyi, iki farklı kültürün derin çelişkisini
yaşadı. Kadın-erkek ilişkileri bakımından
bu iki kültür arasında uçurum vardı. İsveç
toplumunda kadın-erkek ilişkileri oldukça serbest
iken, Kürtlerin buna ilişkin gelenekleri oldukça katıydı.
Fadime’nin babası ve annesi onu daha küçükten
hep uyardılar, erkek çocuklarla arkadaşlıktan
uzak durmasını ve okul biter bitmez eve gelmesini
söylediler. Çocukluğu aşıp genç kızlığa
adım attığı zaman da ülkeden bir akrabalarıyla
evlendirmek istediler. Fadime bunu kabul etmedi. Aileyle ilk
ciddi sürtüşme böyle başladı.
Günü geldi Fadime bir İsveçli delikanlıya
gönül verdi. Babası bir gün dışarda onları
birlikte görünce çılgına döndü, Fadime’ye kötü sözler
söyledi ve tehdit etti.
O günden sonra Fadime, bir yandan utandığı,
diğer yandan korktuğu için evine dönmedi, İsveçli
arkadaşıyla birlikte kaldı.
Bu ise Kürt geleneklerine göre aile için bir
yüz karasıydı. Akrabalar, tanıdıklar,
konu komşu bunu konuşur oldu; aile giderek kendisini
daha çok baskı altında hissetti. Babası ve
kardeşleri Fadime’yi tehdit ettiler, dövdüler, ama para
etmedi. Fadime’nin arkadaşı Patrik bir trafik kazasında
öldü; ama Fadime yine baba evine dönmedi. İsveç basını,
kimi dernekler ve siyasi partiler olaya ilgi gösterdi. Bu
konuya ilişkin röportajlar, televizyon programları
yapıldı. Fadime tavrını savundu, ailesinin
“namus-şeref anlayışını” eleştirdi.
Sonunda iş cinayetle sonuçlandı.
Böylece Fadime genç yaşında toprağa gitti.
Babası, büyük ihtimalle, bu ülkede geçerli en yüksek
cezayı alıp hayatının geriye kalan bölümünü
hapiste geçirecek. Anne ve kardeşler de bu olay nedeniyle
hayatları boyunca acı çekecekler.
Bu da “Fadime’nin Dramı.” Ya da
“Bir Kürt Ailenin Dramı..” Hatta, bundan da öte
“Kürtlerin Dramı..”
Şimdi İsveç’in her köşe bucağında,
İsveçliler, yabancılar ve elbet Kürtler arasında
bu konu konuşulmakta. Olay gazete ve televizyonlarda
geniş yer aldı. İsveçliler böylesi bir olay
karşısında şaşakalıyorlar, onu
büyük bir vahşet olarak niteliyorlar. Nasıl olur
da anne-baba kızlarının kendi erkek arkadaşını,
ya da eşini seçmesine, hayatını dilediği
gibi düzenlemesine izin vermiyorlar? Hatta, nasıl oluyor
da bir baba, bu nedenle öz kızını öldürebilecek
kadar acımasız oluyor?.
Yıllar önce PKK bu ülkede siyasi cinayetler
işlediği, kendisinden ayrılan Enver Ata ve
Çetin Güngör’ü katlettiği zaman da Kürtlerin prestiji
İsveç kamuoyunda derin biçimde sarsılmıştı.
Şimdi bu olayla bu sarsılma çok daha
derin boyutlardadır.
Bu olaya yol açan, elbet geleneğin baskısıdır.
Kökü yüzyıllar öncesine uzanan katı, çağdışı,
ilkel bir geleneğin.
Tüm halkların hayatında övünülecek ya da tersine,
çağı geçmiş, yarardan çok zarar veren türden
gelenekler vardır. Biz Kürtlerin yaşamında
konukseverlik, cömertlik, sözünün eri olma, bahtına sığınanı
koruma gibi güzel ve bugün de onur verici olan gelenekler
var. Ama kötü, zararlı, çağdışı olanlar
da var. Kan davası ve “namus-şeref” gerekçesiyle
öldürme gibi.. (Kuşkusuz bu türden kötü ve ilkel gelenekler
salt Kürtlere özgü değil; Ortadoğu’nun öteki halklarında
ve dünyanın başka yörelerinde de onları ve
benzerlerini görmek mümkün.)
Zaman değişiyor ve bizim de toplum
olarak bu değişime, mamkün olduğunca daha hızlı
uyum sağlamamız gerek. Bu türden ilkel, isanlarımıza
ve toplumumuza mutluluk değil, sadece acı veren,
zarar veren bu tür gelenekleri terk etmek gerek.
Elbet, geleneklerin terki kolay bir iş
değil. Bir halkın kültürü, değer yargıları
istenince çıkarılıp atılacak veya başkasıyla
değiştirilecek bir gömlek değil. Bu iş
zaman ister. Değişim çoğu kez de acılı
ve sancılıdır. Ama bunun için de bilinçli,
ısrarlı çabalar gerekir. Başka türlü toplum
değişemez, kendisini yenileyemez, ilerleyemez.
Bir anda İsveçliler ya da Almanlar, Fransızlar
gibi yaşamak, kadın-erkek ilişkilerini bu düzeyde
özgürleştirmek mümkün olmasa bile, biz Kürtler de bu
ilişkiler üzerinde düşünmeliyiz. Kızlar babalarının
malı, kadınlar ise kocalarının malı
değildirler.
Elbet, anne ve babaların bu konularda
da kız ve erkek çocuklarına belli nasihatlerde bulunmaları,
yol gösterici olmaları, onları kimi yanlış
ve kötülüklerden korumaya çalışmaları doğaldır.
Ama sonuçta kimi eş seçeceklerine onlar özgürce karar
vermeli. Evlilik aynı zamanda bir gönül işidir,
bunu unutmamalı.
Öte yandan, oğullarımız ya da kızlarımız
–ki yasaklar daha çok kızlara yönelik- bizim istemediğimiz,
yanlış saydığımız tarzda davrandıkları
zaman da, yaptıkları bize ağır gelse bile,
onlara şiddet uygulama, dövme ya da öldürme gibi bir
hakkımız olmadığını bilmeliyiz.
Onların hayatı bizden çok kendilerine
aittir. İnsan hayatında sevinçler gibi acılar
da var. Çocuklarımız, bizim dediklerimizin yanısıra,
asıl olarak özgür tercihleri ve deneyleriyle iyiyi-kötüyü
ayıracak ve kendi yaşamlarına yön verecekler.
Ayrıca, bu tür olaylarda çevrenin rolü,
etkisi büyüktür. Akrabaların, eşin dostun yapması
gereken, aileyi kışkırtıcı biçimde
davranıp durumu daha da ağırlaştırmak
değil, iyi yönde etkilemek olmalı.
Unutmayalım ki bu tür yanlışlar
ve kötülükler yalnızca sözkonusu gençlerin hayatını
çekilmez hale getirmekle, bazan hayatlarına tümden son
vermekle kalmaz, bizzat sözde onları cezalandıran
yakınlarının hayatını da cehenneme
çevirir. Bunun yanısıra, zaten bunca baskı
gören, ezilen halkımız bir de bundan zarar görür,
prestij yitimine uğrar.
Dileyelim ki bu son olaydan da bazı dersler
çıkaralım ve benzer olaylar tekrarlanmasın.
|