PSK PSK Bulten KOMKAR Roja Nû Weşan / Yayın Link Arşiv
Dengê Kurdistan
PSK
PSK Bulten
KOMKAR
Roja Nû
Weşan/Yayın
Arşiv
Link
Pirs û Bersiv
Soru - Cevap
Webmaster
psk@kurdistan.nu
 
 
Gizemli Garih Cinayeti
ve Komediye Dönüşen Bir Soruşturma

Ünlü iş adamı üzeyir Garih'in ölümü üzerindeki sis perdesi henüz aralanmadı. Polisin soruşturmaya ilişkin tutumu ve buna dayanan açıklamalar ise tam bir komedi.

İlk gün, İçişleri Bakanı'nın açıklamalarına göre sözde katil yakalanmıştı ve suçunu itiraf etmesi bekleniyordu. Bu 13 yaşında, Kars göçmeni bir Kürt çocuktu.. Sözde tinerciydi ve olay yeri çevresinde elinde bıçakla görülmüştü.. Hatta olayın nasıl cereyan ettiği bile ayrıntılarıyla anlatılıyordu. Bu çocuk sözde Üzeyir Garih'ten telefonunu istemişti. O ise telefonu vermemiş, para teklif etmişti. Çocuk arkasından koşup bıçaklamıştı..

Herkes bu açıklama üzerine rahatladı. Haberciler ve köşe yazarları -birkaç aklı başında kişinin dışında- bu haberi memnuniyetle yansıttılar. Ortada bir siyasi ve örgütlü cinayet yoktu!

İşin garibi, Garih'in 50 yıllık arkadaşı, iş ortağı, oldukça akıllı ve deneyimli biri olarak bildiğimiz İshak Alaton bile, olayı bu şekilde niteliyor ve bir gazetecinin, "Üzeyir Bey kendisini savunmamış mı?" tarzındaki sorusuna şöyle cevap veriyordu:

"Hayır hayır, kendisini savunmamış!.."

Sanki olay onlarca tanığın gözü önünde olup bitmiş ve herşey polisçe saptanmıştı..

Böylece olayı açığa kavuşturan (!) polis, olay yeri mezarlıkta suç delili toplamak için de fazla zahmete girmedi. Yerdeki kanlar da getirtilen su ile alel acele yıkandı..

Ancak, bu haber daha o gün fos çıktı. 13 Yaşındaki çocuk, kokoreççinin bıçağını bileyciye götürmüştü ve olayla hiçbir ilgisi yoktu. Ortada ne katil, ne de tanıklar vardı!

Bunun üzerine polis ertesi gün mezarlıkta yeniden suç delili aramaya koyuldu ve kanlı bir çuval buldu, hem de üzerinde "allah" yazılı olduğu söylenen bir çuval.. Demek ki işin içinde şeriatçılar vardı.. Garih de Yahudi olduğuna göre..

Ne var ki, çuvalın üzerinde gerçekten "allah" diye bir yazının olup olmadığı bir yana, bu çuvalı bir gün önce polisin kendisi Garih'in kanlı cesedi üzerine örtmüştü!

Sonra polis telefonun peşine düştü, başka katil adayları gündeme girdi. Şimdi de Yener Yermez diye bir asker kaçağının üzerinde duruluyor ve komik soruşturma sürüp gidiyor... İşin garibi İshak Alaton, bunca sakarlığına karşın, ”Türk polisine çok güveniyorum” diye konuşuyor..

Tabi polisin sözkonusu sakarlığı bilinçli bir tavır değilse.. Acaba Türk polisi gerçekten Garih’in katilini yakalamak istiyor mu? Yoksa ilgisi olmayan failler peşinde koşup herşeyi bilerek karmakarışık ve içinden çıkılmaz hale mi getiriyor. Öyle ya, işin içinde derin devlet varsa failler şimdi, hiçbir kaygı duymadan, konforlu bir evde ayaklarını uzatmış sigaralarını tüttürüyor, viskilerini yudumluyorlardır.. Yakalanmaları olanaksız..

Şimdiye kadarki açıklamalar mantıksız ve gülünç. Tinerci birileri veya bir asker kaçağı neden telefonun peşine düşsün? Böyleleri ondan önce cüzdana uzanır, roleks marka saati kaparlar. Hem telefonu almak için bıçağı saplamaya ne gerek var, göstermek yeterdi. Herhalde Üzeyir Garih gibi zengin ve akıllı biri telefon için canını vermezdi. Ama katil öldürücü nahiyelere ve acımasızca vurmuş. Belli ki, Garih’in, birileriyle konuşmaya fırsat bulamadan, tez elden ölmesini istemiş. Telefonu almasının nedeni de bu olmalı; telefonla biryerlere bilgi vermesini engellemek istemiş.

Kısacası, cinayet profesyonelce işlenmiş. Belki de başka yerde işlenip ceset mezarlığa atılmış..

Şimdi yeni katil adayı olarak aranan asker kaçağı ve eski sabıkalı Yener Yermez’in bu işe nasıl bulaştığı ise şu anda meçhul. Belki bir maşa, belki de ilgisiz, örneğin mezarlığın bir köşesine atılmış telefonu bulan, ama cinayetten habersiz biri. Öyle olmasa bu telefonu götürüp kullanacak, hele hele başkasına satacak kadar aptal olamaz. Bu kişi hiç yakalanmazsa şaşmamak gerekir. Belki de intihar edecek, ya da ettirilecektir. O zaman cinayeti ona fatura edip dosyayı kapatabilirler..

Tabi bunlar da birer senaryo. Ama polisin ve İçişleri Bakanı’nın, hatta İshak Alaton’un açıklamalarından daha akla yatkın olduklarını söyleyebiliriz.

Böyle bir eylemin içinde derin devletin olması kuvvetle muhtemeldir. Bu, öncelikle, benzer cinayetleri hep devlet planlayıp yaptırdığı için böyledir! Ayrıca, Üzeyir Garih de İshak Alaton gibi AB ile bütünleşme yanlısı ve islami kesimle diyalogu olan toleranslı bir iş adamı olduğu,  demokratikleşme çabalarını desteklediği için, AB karşıtlarının, şeriat tehlikesi ticareti yapanların, antidemokratik, ırkçı ve şoven güçlerin canını sıkacak türden biridir. Böylece Garih’i yok ederek AB yanlısı iş çevrelerine, Alaton’a ve bu arada TÜSİAD’a bir ders verilmiş olamaz mı? Sakıp Sabancı’nın mesajı da ilginçti:

”Bizim de başımıza geldi, başkasının başına gelmesin!” diyordu. Onun başına gelenlerin derin devletin ürünü olduğunu ve Türkeş’in tehditinin ardından geldiğini herkes biliyor. Mustafa Uyar da zaten, bunun için yakalanmadı. Sonunda döndü, kendi ayağıyla geldi. Ama beklediği olmayınca ve konuşacağını söyleyince cezaevinde yok edildi.

Garih'in mezarlık ziyareti ise tam bir gizem konusu. Sözde Garih, arada bir oraya Mareşal Fevzi Çakmak'ın ve nakşi şeyhi Küçük Hüseyin Efendi'nin mezarını ziyarete gidermiş. Mareşal`ın nakşi olduğunu da böylece öğrenmiş olduk. Söylendiğine göre Garih'in Fevzi Çakmak'a saygısı, onun, 2. Dünya Savaşı sırasında Yahudileri korumasıymış. İsmet Paşa, bir Yahudi soykırımı planlamışken, Mareşal onları askere alarak bir soykırımdan kurtarmış. ”Varlık vergisi” ile mallarına el konmuş; askerde ise yol yapımında, Aşkale'de taş kırmada filan kullanılmışlar... Bu daha akıllıca bir yöntem değil mi?.

Ya Şeyh Küçük Hüseyin Efendi? Garihlerin komşusu olan Şeyh, çocukları olmayan bu aile için okuyup üflemiş, Üzeyir Garih böyle doğmuş. Yani hikaye doğruysa, Garih varlığını bu şeyhe borçlu. Bu nedenle de büyüyüp iş sahibi olunca şeyhin mezarını yaptırmış ve cumartesileri ziyarete gelir olmuş.. Öldüğü zaman da Garih’in üzerinde kurandan ayetler, yazılı muskalar bulunmuş..

Doğrusu çok ilginç: Bir yanda Yahudi aile ve teknik üniversite bitirmiş, büyük iş adamı olmuş, aydın diye ünlenmiş biri, diğer yanda Türk mareşali, nakşi şeyhi, kuran ayetli muskalar ve mezar başına -nedense- çok gizli tutulan, korumasız yapılan ziyaretler...

Bu işin oldukça gizemli bir yanı olduğu muhakkak..

Peki bu cinayet aydınlanır mı, ne dersiniz sevgili okurlar?

Belki de biz bu satırları yazarken, Türk polisi cinayeti bir kez daha "aydınlatmış" olur!.. Yani Mumcu ve Okan cinayetlerini aydınlattığı gibi...

Biz buna inanmıyoruz. Cinayetin aydınlanmasını diliyoruz ama, İshak Alaton'un dediğinin aksine, bu devlete ve bu polise güvenmiyoruz. (Belki Alaton da güvenmiyor, ama kendisini öyle demeye mecbur hissediyor..)

Büyük ihtimalle bu cinayet de benzerleri gibi çözülmeyen bir düğüm olarak kalacaktır. Dileğimiz onun seri cinayetlere dönüşmemesidir. Derin devlet, eskisi kadar sık olmasa da arada bir kendisini hatırlatıyor. Özellikle sıkıştığı zamanlar.. Bu tür cinayetler toplumu sarsmak, ürkütmek, sindirmek için bire bir!.

Şimdi de anayasa değişikliği gündemde ve ”ulusal güvenlik” sorunu, MGK’nın durumu tartışılıyor…

Yani tam cinayet zamanıdır!

 
PSK Bulten © 2001