Gizemli
Garih Cinayeti
ve Komediye Dönüşen Bir Soruşturma
Ünlü iş
adamı üzeyir Garih'in ölümü üzerindeki sis perdesi henüz
aralanmadı. Polisin soruşturmaya ilişkin tutumu
ve buna dayanan açıklamalar ise tam bir komedi.
İlk
gün, İçişleri Bakanı'nın açıklamalarına
göre sözde katil yakalanmıştı ve suçunu itiraf
etmesi bekleniyordu. Bu 13 yaşında, Kars göçmeni
bir Kürt çocuktu.. Sözde tinerciydi ve olay yeri çevresinde
elinde bıçakla görülmüştü.. Hatta olayın nasıl
cereyan ettiği bile ayrıntılarıyla anlatılıyordu.
Bu çocuk sözde Üzeyir Garih'ten telefonunu istemişti.
O ise telefonu vermemiş, para teklif etmişti. Çocuk
arkasından koşup bıçaklamıştı..
Herkes
bu açıklama üzerine rahatladı. Haberciler ve köşe
yazarları -birkaç aklı başında kişinin
dışında- bu haberi memnuniyetle yansıttılar.
Ortada bir siyasi ve örgütlü cinayet yoktu!
İşin
garibi, Garih'in 50 yıllık arkadaşı, iş
ortağı, oldukça akıllı ve deneyimli biri
olarak bildiğimiz İshak Alaton bile, olayı
bu şekilde niteliyor ve bir gazetecinin, "Üzeyir
Bey kendisini savunmamış mı?" tarzındaki
sorusuna şöyle cevap veriyordu:
"Hayır
hayır, kendisini savunmamış!.."
Sanki
olay onlarca tanığın gözü önünde olup bitmiş
ve herşey polisçe saptanmıştı..
Böylece
olayı açığa kavuşturan (!) polis, olay
yeri mezarlıkta suç delili toplamak için de fazla zahmete
girmedi. Yerdeki kanlar da getirtilen su ile alel acele yıkandı..
Ancak,
bu haber daha o gün fos çıktı. 13 Yaşındaki
çocuk, kokoreççinin bıçağını bileyciye
götürmüştü ve olayla hiçbir ilgisi yoktu. Ortada ne katil,
ne de tanıklar vardı!
Bunun
üzerine polis ertesi gün mezarlıkta yeniden suç delili
aramaya koyuldu ve kanlı bir çuval buldu, hem de üzerinde
"allah" yazılı olduğu söylenen bir
çuval.. Demek ki işin içinde şeriatçılar vardı..
Garih de Yahudi olduğuna göre..
Ne var
ki, çuvalın üzerinde gerçekten "allah" diye
bir yazının olup olmadığı bir yana,
bu çuvalı bir gün önce polisin kendisi Garih'in kanlı
cesedi üzerine örtmüştü!
Sonra
polis telefonun peşine düştü, başka katil adayları
gündeme girdi. Şimdi de Yener Yermez diye bir asker kaçağının
üzerinde duruluyor ve komik soruşturma sürüp gidiyor...
İşin garibi İshak Alaton, bunca sakarlığına
karşın, ”Türk polisine çok güveniyorum” diye konuşuyor..
Tabi polisin
sözkonusu sakarlığı bilinçli bir tavır
değilse.. Acaba Türk polisi gerçekten Garih’in katilini
yakalamak istiyor mu? Yoksa ilgisi olmayan failler peşinde
koşup herşeyi bilerek karmakarışık
ve içinden çıkılmaz hale mi getiriyor. Öyle ya,
işin içinde derin devlet varsa failler şimdi, hiçbir
kaygı duymadan, konforlu bir evde ayaklarını
uzatmış sigaralarını tüttürüyor, viskilerini
yudumluyorlardır.. Yakalanmaları olanaksız..
Şimdiye
kadarki açıklamalar mantıksız ve gülünç. Tinerci
birileri veya bir asker kaçağı neden telefonun peşine
düşsün? Böyleleri ondan önce cüzdana uzanır, roleks
marka saati kaparlar. Hem telefonu almak için bıçağı
saplamaya ne gerek var, göstermek yeterdi. Herhalde Üzeyir
Garih gibi zengin ve akıllı biri telefon için canını
vermezdi. Ama katil öldürücü nahiyelere ve acımasızca
vurmuş. Belli ki, Garih’in, birileriyle konuşmaya
fırsat bulamadan, tez elden ölmesini istemiş. Telefonu
almasının nedeni de bu olmalı; telefonla biryerlere
bilgi vermesini engellemek istemiş.
Kısacası,
cinayet profesyonelce işlenmiş. Belki de başka
yerde işlenip ceset mezarlığa atılmış..
Şimdi
yeni katil adayı olarak aranan asker kaçağı
ve eski sabıkalı Yener Yermez’in bu işe nasıl
bulaştığı ise şu anda meçhul. Belki
bir maşa, belki de ilgisiz, örneğin mezarlığın
bir köşesine atılmış telefonu bulan, ama
cinayetten habersiz biri. Öyle olmasa bu telefonu götürüp
kullanacak, hele hele başkasına satacak kadar aptal
olamaz. Bu kişi hiç yakalanmazsa şaşmamak gerekir.
Belki de intihar edecek, ya da ettirilecektir. O zaman cinayeti
ona fatura edip dosyayı kapatabilirler..
Tabi bunlar
da birer senaryo. Ama polisin ve İçişleri Bakanı’nın,
hatta İshak Alaton’un açıklamalarından daha
akla yatkın olduklarını söyleyebiliriz.
Böyle bir eylemin içinde derin devletin
olması kuvvetle muhtemeldir. Bu, öncelikle, benzer cinayetleri
hep devlet planlayıp yaptırdığı için
böyledir! Ayrıca, Üzeyir Garih de İshak Alaton gibi
AB ile bütünleşme yanlısı ve islami kesimle
diyalogu olan toleranslı bir iş adamı olduğu,
demokratikleşme çabalarını desteklediği
için, AB karşıtlarının, şeriat tehlikesi
ticareti yapanların, antidemokratik, ırkçı
ve şoven güçlerin canını sıkacak türden
biridir. Böylece Garih’i yok ederek AB yanlısı iş
çevrelerine, Alaton’a ve bu arada TÜSİAD’a bir ders verilmiş
olamaz mı? Sakıp Sabancı’nın mesajı
da ilginçti:
”Bizim
de başımıza geldi, başkasının
başına gelmesin!” diyordu. Onun başına
gelenlerin derin devletin ürünü olduğunu ve Türkeş’in
tehditinin ardından geldiğini herkes biliyor. Mustafa
Uyar da zaten, bunun için yakalanmadı. Sonunda döndü,
kendi ayağıyla geldi. Ama beklediği olmayınca
ve konuşacağını söyleyince cezaevinde
yok edildi.
Garih'in mezarlık ziyareti ise tam bir gizem konusu.
Sözde Garih, arada bir oraya Mareşal Fevzi Çakmak'ın
ve nakşi şeyhi Küçük Hüseyin Efendi'nin mezarını
ziyarete gidermiş. Mareşal`ın nakşi olduğunu
da böylece öğrenmiş olduk. Söylendiğine göre
Garih'in Fevzi Çakmak'a saygısı, onun, 2. Dünya
Savaşı sırasında Yahudileri korumasıymış.
İsmet Paşa, bir Yahudi soykırımı
planlamışken, Mareşal onları askere alarak
bir soykırımdan kurtarmış. ”Varlık
vergisi” ile mallarına el konmuş; askerde ise yol
yapımında, Aşkale'de taş kırmada
filan kullanılmışlar... Bu daha akıllıca
bir yöntem değil mi?.
Ya Şeyh Küçük Hüseyin Efendi? Garihlerin komşusu
olan Şeyh, çocukları olmayan bu aile için okuyup
üflemiş, Üzeyir Garih böyle doğmuş. Yani hikaye
doğruysa, Garih varlığını bu şeyhe
borçlu. Bu nedenle de büyüyüp iş sahibi olunca şeyhin
mezarını yaptırmış ve cumartesileri
ziyarete gelir olmuş.. Öldüğü zaman da Garih’in
üzerinde kurandan ayetler, yazılı muskalar bulunmuş..
Doğrusu çok ilginç: Bir yanda Yahudi aile ve teknik
üniversite bitirmiş, büyük iş adamı olmuş,
aydın diye ünlenmiş biri, diğer yanda Türk
mareşali, nakşi şeyhi, kuran ayetli muskalar
ve mezar başına -nedense- çok gizli tutulan, korumasız
yapılan ziyaretler...
Bu işin oldukça gizemli bir yanı olduğu
muhakkak..
Peki bu cinayet aydınlanır mı, ne dersiniz
sevgili okurlar?
Belki de biz bu satırları yazarken, Türk
polisi cinayeti bir kez daha "aydınlatmış"
olur!.. Yani Mumcu ve Okan cinayetlerini aydınlattığı
gibi...
Biz buna inanmıyoruz. Cinayetin aydınlanmasını
diliyoruz ama, İshak Alaton'un dediğinin aksine,
bu devlete ve bu polise güvenmiyoruz. (Belki Alaton da güvenmiyor,
ama kendisini öyle demeye mecbur hissediyor..)
Büyük ihtimalle bu cinayet de benzerleri gibi çözülmeyen
bir düğüm olarak kalacaktır. Dileğimiz onun
seri cinayetlere dönüşmemesidir. Derin devlet, eskisi
kadar sık olmasa da arada bir kendisini hatırlatıyor.
Özellikle sıkıştığı zamanlar..
Bu tür cinayetler toplumu sarsmak, ürkütmek, sindirmek için
bire bir!.
Şimdi de anayasa değişikliği gündemde
ve ”ulusal güvenlik” sorunu, MGK’nın durumu tartışılıyor…
Yani tam cinayet zamanıdır!
|