Gerçek onur baskısız ve
adil bir ülkede yaşamaktır
Kemal BURKAY
ABD güçlerinin 4 Temmuz'da Güney Kürdistan'daki Süleymaniye
kentinde gerçekleştirdiği operasyon nedeniyle Türkiye ile
ABD arasında yaşanan gerilim hala sürüyor. Şu ana kadar
kamuoyuna yansıyan bilgilere göre, bazı terör olaylarına
girişmek için hazırlık yapıldığını (ki bunlar arasında Kerkük'ün
kısa süre önce seçilen valisine karşı suikast planı da var)
öğrenen Irak'taki ABD güçleri, Irak Türkmen Cephesi adlı
kuruluşun Süleymaniye'deki merkezini kuşattılar, 24 kişiyi
yakalayıp sorgulamak üzere Kerkük'e, ordan da Bağdat'a götürdüler.
Bunlardan 11'inin Türk özel hareket timine mensup subay
ve assubaylar olduğu anlaşıldı ve bunlar daha sonra, gözaltında
tutulma koşuluyla Türk tarafına verildiler.
Bu olay Türkiye'de asker ve sivil çevrelerde, basında büyük
tepkilere yol açtı. Birçokları bunu bir onur meselesi sayıyor.
"Bir NATO ülkesinin askerleri diğer bir NATO ülkesinin askerlerine
bunu nasıl yapar?" deniyor. Üstelik bu kişilerin götürülürken
kendilerine El Kaide militanı muamelesi yapılması, ellerinin
kelepçelenmesi başlarına çuval geçirilmiş olması, hırpalanmaları
sözkonusu "onur" duygularını daha da incitmiş görünüyor..
Doğru elbette! NATO ortakları arasında böyle bir olay normal
koşullarda skandal sayılabilir.. Üstelik terörist bile olsalar,
Kerkük Valisi'ni bile öldürmeye kalksalar veya başka türden
işleri karıştırmaya çalışan provokatörler de olsalar, insanlar
yakalandığı zaman pekala başlarına çuval geçirilmeden, zorunlu
değilse kelepçelenmeden, itilip kakılmadan götürülmeli..
Örneğin Türkiye'de hep böyle oluyor!.. Türk polisi, askeri,
hem "teröristlere" hem de sıradan insanlara ne kadar kibar
davranıyor değil mi?..
Her neyse bunu geçelim! Şimdi bu ülkede asker ve polis
tarafından bizzat bu ülkenin kendi insanına yapılanları
sayıp dökmeye kalksam benim de okurların da midesi bulanır.
Zaten herkes her şeyi biliyor.. Ayrıca hukukta ve insan
ilişkilerinde kötü örnek, örnek de olmaz.
Ama bu olay nedeniyle onurları incinen baylar, bu vesileyle
akıl edip kendilerinin de benzer, hatta bin kat beter eylemleri
üzerinde düşünseler, Türk devletinin ve ordusunun onurunun
yanı sıra başkalarının, bu ülkenin sivil insanlarının da
bir onuru olduğunu akıl etseler iyi olur.. Belki o zaman
Kürdü ve Türkiyle bu ülkenin insanları bunca zulme, şiddete,
aşağılanmaya hedef olmazlar. Belki bu ülkede yaşam çekilir
hale gelir.. Başkaları da onurlarını korumak için direnmek,
zindanları doldurmak veya gurbet ellere taşınmak zorunda
kalmazlar..
İşin ilginci, basında ve siyaset dünyasında bu olay nedeniyle
ve "onur" üzerine şamata koparanların bir bölümünün 12 Mart
ve 12 Eylül'ün işkence çarklarından geçenler olmasıdır.
Ziverbey Köşkü'nün ve Mamak'ın konukları… Adı okunduğu zaman
"burdayım!" diye yeterince yüksek sesle bağırmadığı için
onbaşılardan tokat yiyen profesörler, Kemalist marşlar eşliğinde
talim ve işkence görenler…
Tamam, anladık, Türk özel hareket timi mensuplarının onuru
var, onlara kötü davranılmamalı.. Peki ya baylar, Diyarbakır'da,
Erzurum'da, Mamak'ta, Selimiye'de anasından emdiği burnundan
getirilen, başları lağım sularına batırılan, falakaya yatırılan,
elektrik işkencesine tabi tutulan, filistin askısına konan
ve ırzına geçilen bu ülkenin binlerce, yüzbinlerce gencinin,
emekçisinin, öğretmeninin, yazarının, siyasetçisinin onuru
yok muydu ve yok mudur?..
Ve ülkemizin insanına bütün bunları reva görenler kimdir,
Amerikalılar mı, Marstan gelenler mi?..
Bunu geçelim ve işin diğer yönünü de sorgulayalım: Söz
konusu özel hareket timi mensuplarının gözaltına alınmasının
içyüzü nedir? Ve basına yansıyanlar, Amerikan iddiaları
eğer doğru ise, bunlar önemsiz midir?
Kamuoyuna yansıyan bilgilere göre bu güçler Güney Kürdistan'da
ve Irak'ta önemli terör ve provokasyon eylemlerinin hazırlığı
içinde idiler. Hatta bir bölümünü icra etmişlerdi bile.
Örneğin daha birkaç gün önce Kandil Dağı'nda Cemil Bayık'a
yönelik bir suikast düzenlemişler, beş koruması ölmüş, kendisi
yaralı olarak kurtulmuş. Bunu Türk basını övünerek, ama
eksik kaldığı için de üzülerek yazıyor..
Tek başına bu olay da gösteriyor ki Türk özel timleri Irak
sınırları içindeki Güney Kürdistan'da şiddet eylemleri gerçekleştiriyor.
Öncelikle buna hakları var mı? Ortada çatışma, Türkiye'ye
yönelik bir saldırı yok ve PKK-KADEK'in İmralı'daki Başkan'ı
Türk devletinin üniterliğine dualar edip duruyor, Kemalizme
övgüler diziyor, güneydeki Kürt özerk yönetimine ateş püskürüyor.
Yani o, bir Kürt devleti'ne en az Türk generalleri kadar
karşı! PKK-KADEK ise beş yıldır savaşmıyor, Kürtler için
artık hemen hemen hiçbir şey istemiyor, silahları tümden
bırakmak için de yalnızca af istiyor.
Demek ki PKK'yı tümden silahsızlandırmak sizin için hiç
sorun değil. "Terör" dediğiniz şeyi bitirmek iki dudağınızın
arasından çıkacak bir lafa bağlı. Bunu neden yapmıyorsunuz?
Ama siz gerçekten terörün bitmesini istiyor musunuz?
İstemediğinize kalıbımı basarım. Siz bu bahane olmadan
ülkeyi yönetemezsiniz. Kürt halkına siyasi ve kültürel haklar
tanımak şurda kalsın, kendi insanlarınıza, Türklere bile
demokrasi ve insan haklarını tanımaya alışık değilsiniz.
Başlıca yönetim aracınız ise dizginsiz bir devlet teröründen
başkası değil ve terör oyunu tek yanlı oynanamaz; size bir
muhatap gerekli..
Tüm bu nedenlerle, ABD'nin PKK'yı silahsızlandırma girişimi
sizi telaşlandırmış bulunuyor.
Güney Kürdistan'da ve bizzat Türkiye'de son günlerde olup
bitenler, Türk birliklerinin, özel timlerinin hareketlenmesi,
suikast girişimleri, Bingöl ve Tunceli yöresindeki "terörist
avı" seferleri, hatta güya Tunceli Valisi'ne yönelik suikast,
hep o çok iyi bildiğimiz derin devlet kaynaklı provokasyonların
yeni ürünleri.
Bunlar aynı zamanda iç politikaya yönelik kamuoyu oluşturma
kampanyaları, içerdeki hesaplaşmanın yeni versiyonları.
Nitekim siyaset ve basın dünyasındaki belli ağızlar ve kalemler,
söz konusu ABD operasyonu nedeniyle hem şovenizmi ve Kürt
düşmanlığını en aşağılık biçimde bir kez daha pompalıyorlar,
hem de AKP hükümetine karşı bir kampanyaya dönüştürmeye
çalışıyorlar. Militarizmin kuyruğu altında beslenen kişilerin
cunta çağrıları yeniden yükselmekte…
Süleymaniye operasyonunun ortaya koyduğu durum ise çok
daha girift. İstihbarat üzerine girişilen operasyon "Türk
özel birliği"ne değil, Türkmen Cephesi merkezine yönelik.
Ama ilginç olan, Türk özel hareket mensubu 11 subay ve assubayın
da orada sivil olarak bulunması.. Neden bu kişiler kendi
özel bürolarında değil de oradalar?.. Ve neden sivil ve
kimliksizler?.. Üstelik büroda 15 kilo patlayıcı madde,
suikast tüfekleri, el bombaları, 100 bin dolar para ve Kerkük'te
tasarlanan eyleme yönelik krokiler bulunuyor… Amerikalılar
onları suçüstü yakaladıklarını söylüyorlar, belgelerini
de getirip Türk tarafına ilettiler. Baylarımız Türkmen militanlara
bomba yapmayı, C-4 patlayıcıları kullanmayı öğretiyorlarmış…
Bu timlerin Kürt peşmerge kıyafeti içinde bölgede eylemler
yaptıklarını bizzat Türk basını yazıyor.
Basına yansıyan bir başka habere göre ise Türkiye'den giriş
yapan bir tırda füzeler ve başka suikast silahları yakalanmış
ve bunların birbiriyle ilgisi var.
Kuşkusuz her şey henüz yeterince aydınlanmış değil. Ama
bu kadarı bile son derece önemli değil mi? Ve eğer bunlar
doğruysa -ki bir bölümünü Türk basını bizzat doğruluyor-
Türk askeri ve istihbarat birimlerinin kendi sınırlarının
ötesinde, Güney Kürdistan'da, son derece ciddi yasadışı
işlerin, terör eylemlerinin içinde olduğu ve bu eylemlerin
bölgeyi istikrarsızlaştırmaya, karıştırmaya yönelik olduğu,
bundan yarar beklendiği açık değil mi?
Ayrıca bütün bunların doğru olması mümkündür. Çünkü Türkiye'de
yaşayan ve Türkiye'yi izleyen herkes, bu ülkede güvenlik
birimlerinin, devlete bağlı açık-gizli örgütlerin yıllardır
ne yasadışı işler yaptığını bilir. Türk basını herkesten
iyi bilir. Bu güçler komploculakta şan salmıştır.
Ama Türk basınında birçok kalem erbabı, bunun yanısıra
yönetim sorumluluğu taşıyanlar, hiç utanıp sıkılmadan tüm
bu eylemleri, başka bir ülkede ve aynı zamanda Türkiye'de
terörist eğitmeyi son derece doğal buluyorlar!..
Otuz küsur yıl öncesi, 12 Mart Dönemi'nde İstanbul'da Kültür
Sarayı'nı yakıp, Marmara Gemisi'ni batırıp sola yükleyenler
aynı güçlerdi..
1 Mayıs 1977'de İstanbul'da Taksim alanını kana boyayıp
33 kişinin ölmesine yol açanlar aynı güçlerdi…
15 yıllık kirli savaş boyunca ülkenin aydınına, siyasetçisine,
bilim adamına, yazarına karşı binlerce faili meçhul cinayet
işleyenler, yargısız infaz yapanlar, zaman zaman kent basıp,
köy yakanlar aynı güçlerdi…
Kürt politikasında sisteme ters düştüğü zaman, ülkenin
cumhurbaşkanına, Özal'a suikast düzenleyenler yine aynı
güçlerdi…
Özel Hareket Güçleri'nin yurt içinde ve dışındaki görevi
budur!
Kısa süre önce bunlardan bir ekip de Kerkük'e silah sokarken
yakalandı ve sınır dışı edildi. The Washington Times adlı
Amerikan gazetesi, bir ABD dışişleri yetkilisine dayanarak,
sınırdışı edilenlerden birinin albay rütbesinde olduğunu
söylüyor.. Yine ABD yetkililerinin daha önce de bu tür uygunsuz
faaliyetler nedeniyle Türk makamlarını birçok kez uyardıkları
belirtiliyor.
Türkiye'nin Türkmenleri kullanarak, eğiterek, donatarak
bölgeyi karıştırmak istediği, bir Türkmen sorunu ve Kürt-Türkmen
çatışması yaratmaya çalıştığı, bunu bölgeye müdahale için
gerekçe yapmaya hazırlandığı bir sır değil. Güney'deki Türk
Kızılayı bile, yardım görünüşü adı altında bu tür kirli,
yasadışı işlerle uğraşıyor, MİT'e ve özel hareket elemanlarına
örtü görevi yapıyor.
Türkiye Kıbrıs'ta yaptığını Güney Kürdistan'da tekrarlamak
istiyor.
Bu maceracı ve çılgınca bir tutumdur. Bu çılgınlığın en
büyük nedeni ise Kürt sorunu konusundaki paranoya ve koşullanmadır.
Türkiye'nin Kuzey Kürdistan'da ve sınırları içindeki 20
milyonu aşkın Kürde en doğal ve meşru haklarını tanımamak
için izlediği baskı ve saldırı politikası, onu kaçınılmaz
olarak sınır ötesi maceralara da yöneltiyor.
Geçen yazımda,Türkiye bu çağdışı politikalarla eninde sonunda
bir duvara toslar, demiştim. İşte son olay, böylesi bir
toslamanın ciddi işareti. Türkiye Amerikan duvarına tosladı.
Bu gidişle Avrupa'nın ve dünyanın duvarına da toslayacak.
Türkiye'nin derdine bir tek çare var. Bu kafayı değiştirmek,
Kürt gerçeğini kabul edip Kürt haklarını bir tamam tanımak,
bu sorunu eşitlik temelinde çözmeye razı olmak.
Türkiye'nin çıkarını, Türkiye insanınının onurunu mutluluğunu
düşünen herkes de, bugün izlenen çılgınca politikanın terk
edilmesi, Türkiye'nin çağdaş ve demokratik bir ülkeye dönüşmesi
için çaba harcamalı.
Gerçek onur, baskısız ve adil bir ülkede yaşamaktır.
Böyle bir ülkenin büyük ordulara ve polis güçlerine, işkence
evlerine, özel hareket timlerine, sınır ötesi operasyonlara
ve provokasyonlara ihtiyacı olmaz.