Güney Kürdistan halkımız federasyon
isteminde kararlı
Kemal Burkay
Bir aya yakın süren Güney Kürdistan gezisinden yeni
döndüm. Dört kişilik parti heyeti olarak Güney’e yaptığımız
ziyarette, partinin web sitesine (www.kurdistan.nu)
ve Dema Nu gazetesine de yansıdığı üzere,
Güneyli liderlerle, hükümet ve parti temsilcileriyle, aydınlarla
bir dizi görüşmeler yaptık. Ayrıca, 1994 yılından
bu yana, yani son on yıl içinde ülkemizin güney parçasında
meydana gelen gelişmeleri kendi gözümüzle görme olanağına
kavuştuk. Bu geziyle ilgili bazı gözlemlerimi ayrıca
yazmayı düşünüyorum. Bu yazıda ise daha çok
siyasal durum, federasyon konusu ve gezimizin sonlarına
doğru Erbil’de meydana gelen, aralarında çok sayıda
önde gelen kadronun da bulunduğu yüzü aşkın
insanımızın ölümüne ve bir o kadarının
da yaralanmasına neden olan teror olayları üzerinde
durmak istiyorum.
Bilindiği gibi, Güney Kürdistan’daki özerk yönetimin
yasal temeli, uzun bir mücadelenin ve başarılı
partizan savaşının ürünü olarak, 1970 yılında
Bağdat’taki merkezi hükümet ile Kürt liderliği arasında
varılan ve Kürtlere otonomi tanıyan anlaşmaya
dayanıyor. Bu anlaşma sonucu otonom bölgenin başkenti
olarak belirlenen Erbil kentinde parlamento ve hükümet binaları
yapıldı. Ancak daha sonra, Saddam yönetimindeki
Bağdat hükümetinin Kerkük’ü otonom bölgenin dışında
bırakmak için oyunlara girişmesi, bir nüfus sayımına
yanaşmaması, Kürtleri bölgeden sürmeye çalışması
ve benzer diretmeleri yüzünden söz konusu anlaşma hayata
geçmedi ve 1975 yılında yeniden başlayan savaş
1991 yılına kadar devam etti.
Irak’ın Kuveyt’i işgalinin yol açtığı
Birinci Körfez Savaşı’nın ardından Bağdat
yönetimi ağır bir hezimete uğradı ve BM
kararıyla Güney Kürdistan’ın, 36. Paralelin üzerinde
kalan bölümünde denetimini yitirdi, bölge Saddam’ın saldırılarına
karşı Çekiç Güç tarafından korundu. Bunun sonucu
Kürdistan’ın bir bölümü 1991 yılından itibaren
özgürleşti, burada serbest seçimler sonucu ulusal parlamento
ve hükümet oluştu. Erbil’de toplanan Kürdistan Parlamentosu
1992 yılında, Güney Kürdistan için federasyon ilan
etti. O tarihten bu yana da, bölgede yer alan ve çoğu
Kürtlerin özgürleşmesine karşı olan bölge devletleri
tarafından kışkırtılan, bir bölümü
ise Kürtlerin kendi iktidar çekişmelerinin ürünü olan
çatışmalara rağmen Kürtler bu parçada kendi
kendilerini yönetmekte ve içinde bulundukları zor koşullara
(Irak üzerindeki son döneme kadar süregelen ambargo, belirsizlik
ve iç çatışmalar) ve dar olanaklara rağmen
ülkelerini onarmakta, halkın ekonomik yaşamına,
sağlığa, kültüre ilişkin olarak önemli
adımlar atmaktalar.
Geçtiğimiz yıl yaşanan 2. Körfez Savaşı
ise Saddam yönetiminin tümden yıkımına ve –Kerkük
ve Hanekin dahil olmak üzere- Kürdistan’ın 36. Paralel’in
güneyinde kalan bölümlerinin de özgürleşmesine yol açtı.
Şimdi bir yandan ülkenin Kürt, Arap ve öteki halkları,
federal ve demokratik bir düzen oluşturup ülkede barış
ve gelişme yolunu açmaya çalışırken, öte
yandan, eski rejimin kalıntıları ve bölgede
değişimi önlemeye çalışan tutucu ve gerici
terör odakları, hiçbir sınır tanımayan
kanlı terör eylemleriyle Irak’ın istikrar kazanmasını,
diğer bir deyişle değişimi engellemeye
çalışıyorlar. Kürtlerin federasyon istemine
karşı tutum da, bu tutucu ve gerici direnişin
bir parçasıdır.
Görüldüğü gibi özerklik veya federasyon istemi, Güney
Kürdistan bakımından, bazılarının
sandığı gibi yeni bir olay değil; bunun
yasal ve tarihi temelleri var. Ayrıca, Saddam rejimine
muhalefet güçlerinin son yıllarda Londra’da ve Güney
Kürdistan’da yaptıkları görüşmelerde de, Saddam
sonrası için Kürdistan’ın federe statüsü tüm taraflarca
benimsenmişti. Bu nedenle, şimdi Irak’ın anayasal
yapısı tartışılırken Kürtlerin
federal yapıyı gündeme getirmelerinden daha doğal
bir şey olamaz.
Kaldı ki, Irak Kürdistanı bakımından
böylesine bir tarihi süreç söz konusu olmasa bile, Kürt halkının,
yeni Irak’la ilgili olarak bu istemi dile getirmesi son derece
doğaldır. Her halk gibi, kendi geleceği ile
ilgili olarak karar vermek Kürt halkının da hakkıdır.
Bu istem doğrudan bağımsızlık da
olabilirdi. Ancak dünya ve bölge koşulları şu
anda ayrı, tümüyle bağımsız bir Kürt devletinin
oluşumuna ne yazık ki elvermiyor. Bu nedenle Kürtler
gerçekçiler. Eşitlik temelinde bir federasyon içinde
Irak’ın Arap halkıyla bir arada yaşamayı
kabul ediyorlar. Güney Kürdistan halkımızın
meşru temsilcisi olan parlamento da bir süre önce aldığı
kararla bu istemi bir kez daha dile getirdi. Kürt federe bölgesi,
doğal olarak, Kürt nüfusun çoğunluk oluşturduğu
coğrafya parçasını, Güney Kürdistan’ı
kapsayacaktır.
Buna karşılık bölge devletlerinin, en başta
da Türkiye’nin gösterdiği yoğun ve telaşlı
tepkinin ise, malum paranoyanın ve bölgede jandarmalığa
özenmenin ötesinde, haklı hiç bir nedeni yok. Kıbrıs’taki
150 bin Türk için federasyonu bile az bulup konfederasyon
isteyen, Kıbrıs’a iki devletli bir çözüm dayatan
Türk yöneticiler, 5 milyon dolayındaki nüfusuyla Güney
Kürdistan için böyle bir şeyin olamıyacağını
ileri sürüyor, bir kez daha tehditler savuruyorlar.
Bu tutumun uluslararası hukukla, akılla, mantıkla
bir ilgisi yok. Bu, Kürt düşmanlığı üzerine
yapılanmış bir zorba mantığı.
Türk yöneticiler tam tersine, uluslararası hukuku bir
yana iterek Irak’ın ve Güney Kürdistan’ın içişlerine
kabaca müdahale ediyorlar. Irak içinde ve dışında
kendilerine taraftar kazanmak için de seferber haldeler. Bir
yandan Türkmenleri kışkırtıp bu kesim
içindeki kendilerine bağlı unsurlar eliyle provokasyonlar
düzenlerken (son Kerkük olayları bunun ürünüydü) öte
yandan, Şiileri ve Sünni Arap kesimini de Kürtlerin haklı
istemlerine karşı çıkarmak için çabalıyor,
federasyon istemini Irak’ın bölünmesi, “yeni bir İsrail”
oluşumu gibi göstermeye çabalıyorlar. Bu amaçla,
aynı dertten muzdarip İran ve Suriye ile de yeni
bir kutsal ittifak oluşturuldu. Hatta Mısır,
Suudi Arabistan ve öteki Arap devletleri kışkırtıldı,
Kürt halkına karşı bir cephe oluşturulmaya
çalışılıyor.. Kendileri 22 devlet ve devletçik
kurmuş olan bir düzine Arap ülkesinin emiri, şeyhi,
diktatörü, bir ağızdan Irak’ta federasyona karşı
olduklarını haykırıyorlar.
Şunu da eklemek gerekir ki, federasyona karşı
çıkan bu kesimler, aynı zamanda Irak’ta demokratik
bir rejimin de kurulmasına karşılar. Hatta,
kendileri doğrudan Kürt sorunundan muzdarip olmayan çoğu
Arap ülkesinin kaygı ve telaşı, asıl olarak,
bu ülkede kurulacak demokratik bir rejimin kendileri açısından
“kötü örnek” olmasıdır.. Demokratik bir Irak, Ortadoğu’nun
günü ve içi geçmiş ortaçağ rejimlerini, fırtınaya
tutulmuş köhne bir ağaç gibi sallayıp sarsacaktır.
Kendisi demokratik geçinmekle övünen Türkiye’nin gerçekte
militarist-faşist rejimi de bunlardan biridir.
Türkiye’nin başını çektiği bu bir tür
haçlı cephesi, Irak’ta federal ve demokratik bir yapının
kurulmasını önlemeye yeter mi? Bizce yetmez. Ama
süreci uzatır, sorunlar çıkarır.
Bir kere, Güney Kürdistan bakımından, şu anda
zaten özerk ve aynı zamanda oldukça demokratik bir yapı
vardır. Herkesin bildiği gibi, Güney Kürtleri 13
yıldan beri, ülkelerinin büyük bölümünde Bağdat
rejiminin baskı ve müdahalesinden uzak yaşamaktalar.
Güney Kürdistan, kendi bölgesel parlamentosu ve hükümeti tarafından
yönetilmektedir. Bir dönem KDP ve KYB arasındaki çatışma
nedeniyle ayrışan parlamento ve hükümet, son 5-6
yıldan beri, taraflar arasında oluşan barış
ve uzlaşma ortamı sonucu yeniden bütünleşmektedir
(Parlamento bütünleşti, hükümet ise bütünleşme sürecinde).
Kürdistan’da ekonomik durum şu anda, geçmişe ve
Irak’ın öteki kesimlerine göre oldukça iyidir. Yoğun
bir imar faaliyeti var. Tarım alanları tümden ekili.
Sağlık, hukuk, eğitim ve kültür alanında
önemli adımlar atılmış. İlkokuldan
üniversiteye kadar eğitim Kürtçe ve İngilizce. Çok
sayıda hastane işler halde. Kürdistan’da siyasal
yaşam son derece özgür. Teröre başvurmayan hertürlü
parti serbestçe faaliyet gösteriyor. Bunlar arasında
komünist partisi de İslami partiler de var. Kürdistan’da
hiçbir etnik grup üzerinde baskı ve ayrımcılık
yok. Türkmenlerin, Asurilerin kendi partileri, dernekleri
var. Türkmenlerin kendi okulları (ilkokullar ve kolejler),
televizyonları, gazeteleri, dergileri var. Basın-yayın
üstünde sansür yok. Süryani, Gıldani gibi Hıristiyanlar
ve Yezidi Kürtler inançlarının gereğini Müslümanlar
kadar özgürce yerine getirebiliyorlar.
Görüldüğü gibi Kürdistan’daki demokratik ortam Türkiye’deki
yalancı demokrasi ile kıyaslanamaz bile. Demokrasi,
düşünce ve ifade özgürlüğünü, örgütlenmeyi, hatta
kültürel faaliyetleri, halkın büyük çoğunluğu
için, başka etnik gruplar için yasaklayıp arada
bir göstermelik seçimler yapmak ve bu seçimlerde aynı
türden zorbaları seçebilmek değildir. Demokrasi
insanların kullanabildiği hak ve özgürlüklerle ölçülür.
Türkiye’nin şu lafta “örnek”, gerçekte ise maskara demokrasisinin
gönlü henüz Kürt halkına bir dil kursuna ve yarım
saatlik TV yayınına bile izin vermeye bir türlü
razı olmuyor…
Kürt halkı şu anda Güney Kürdistan’da işte
böylesine bir özgürlüğü yaşıyor ve o, uğruna
büyük bedeller ödediği,13 yıldan beri yaşadığı
bu özgürlüğü bırakmaya asla razı olmaz. Güney’deki
Kürt halkımız, parlamentosu ve hükümetiyle, siyasi
partileriyle, liderleri, aydınları ve sokaktaki
adamıyla, bir bütün halinde bugünkü kazanımlarını
korumaya, gerekirse bu uğurda yeniden savaşmaya
ve daha büyük bedeller ödemeye kararlıdır. Bugünkü
özgürlüğün korunmasının, federal bir statünün
gerçekleşmesinin en büyük güvencesi Kürt halkının
bu birliği, kararlılığıdır.
Önümüzdeki yıllar Güney Kürdistan ve Irak için ne gösterir,
Irak’ta demokrasi ne ölçüde hayata geçer, bu konuda elbette
her şeyi şimdiden kestirmek mümkün değil. Ama
şunu söyleyebiliriz: Kürt halkının meşru
istemlerini göz önüne almayan bir yapılanmanın başarı
şansı yoktur ve böylesi bir Irak demokratik de olamaz.
Şu anda Irak’ta işgal yönetiminin ve Irak Geçici
Konseyi’nin üzerinde anlaştıkları bir geçiş
takvimi var. Önümüzdeki haziran sonunda geçici hükümet, 2005
yılında ise genel seçimler sonucu yeni hükümet oluşacak
ve bu süreçte yeni Irak Anayasası belirlenecek, yönetim
tümden Iraklılara geçecektir. Bu takvimin gerçekleşmesi
Irak’a istikrar ve barış getirecek, ülke demokrasi
yolunda ilk ve önemli adımlarını atmış
olacaktır. Bunlar başarılabilirse, Irak ve
Güney Kürdistan geçmişin ağır yaralarını
sararak hızlı bir gelişme yoluna girecektir.
Bunun başarılması bu ülke için de bütün bölge
için de büyük şans olacaktır.
Kanımca, tüm zorluklara, engellere rağmen bu süreç
işleyecektir. Amerika’nın, geçmiş rejimin artıklarının
ve El Kaide türü fanatik örgütlerin süregelen eylemlerinden
yılarak Irak’ı bu halde bırakıp kaçması
beklenemez. Olayı Vietnam’la kıyaslayanlar kesinlikle
yanılıyorlar. Burada savaşın bir tarafı
Amerika ve yandaşları ise, diğer tarafı
ülke halkı değil, acımasız bir diktatörlük
rejimiydi. Halk ise diktatörlükten bıkmıştı,
onun yıkımına katkıda bulundu ve şimdi
de, işgalin bir an önce sona ermesini istese bile, aynı
zamanda, ezici çoğunluğuyla terörün sona ermesini,
ülkenin normalleşmesini ve özgürleşmeyi istiyor.
Irak’ın bundan böyle federal olacağı ve Kürdistan’ın
federe Irak’ın bir bileşeni olacağı nerdeyse
kesindir; taraflar ilkesel olarak bunda uzlaşmışlardır.
Başka türlüsü, örneğin Şii çoğunluğun
tercihlerine dayalı bir çözüm, bu kez İran benzeri
bir Şii devletinin oluşmasına yol açar. Kimse
de bunu kabul etmez ve bu Irak’ın parçalanması olur.
Irak’ta istikrar ve barış, ancak Kürt, Sünni, Şii
ana grupların ve Türkmen, Süryani gibi azınlıkların
haklarının güvence altında olacağı
bir anayasal yapı ile sağlanabilir. Federasyonun
coğrafi bir temel üzerinde oluşması ve Güney
Kürdistan’ın, Kürt nüfusun çoğunluğunu oluşturduğu
toprakları kapsaması ise doğal bir sonuç olacaktır.
Irak’ta şu anda “direniş” adı altında
süregelen kanlı terör eylemleri ise bu süreci engellemeye
yöneliktir. Ama bu eylemlerin başarı şansı
yoktur; çünkü onlar haklı bir dava uğruna yapılan
eylemler değil. Hiç bir etik kural gözetmeyen bu eylemler
çoğunlukla masum sivilleri, Irak’ın kendi halkını
hedefliyor. Bu, kaybedenlerin öfkesini, çaresiz çırpınışını
yansıtıyor ve Saddam’ın acımasız
rejiminin yaptıklarına biraz daha acı ve gözyaşı
eklemekten öte bir sonuç veremez.
1 Şubat günü Güney Kürdistan’da kurban bayramı
törenlerinde Kürdistan Demokrat Partisi ile Kürdistan Yurtsever
Birliği’nin merkezlerinde patlayan iki bomba da aynı
amaca yönelikti. Bölgede istikrarsızlığa ve
korkuya yol açmak, aynı zamanda Güney Kürdistan’daki
oldukça güvenli ortamı bozmak. Belki de, federasyon istediği
için Kürt halkına ve yönetimine gözdağı vermek.
Bu eylemi kim yapmış olabilir, El Kaide’ye bağlı
hücreler mi, onun Ansar El İslam türünden benzerleri
mi, yoksa, gidişi engellemeye çalışan bölge
ülkeleri mi? Bu eylemin, son dönemde Kürtlerin federasyon
istemine karşı bölge ülkelerinden, özellikle de
Türkiye’den gelen tehditlerin, “kanlı olur!” türünden
meydan okumaların ardından gelmesi, haklı olarak
kuşkuların bölge ülkeleri, özellikle de Türkiye’deki
komplocu “derin” çevreler üzerinde yoğunlaşmasına
yol açıyor. Bunların öteden beri Kerkük ve çevresindeki
hazırlıkları ise malum.
Ama kimin tarafından yapılırsa yapılsın,
bu vahşi eylem, sahiplerinin iğrenç emellerine hiç
de hizmet etmeyecektir. Evet, bu alçakça eylemin sonucu olarak
her iki parti ve bir bütün olarak Kürdistan yönetimi ve Kürt
halkı değerli kadrolarını ve birhayli
masum insanını yitirdi. Ama kayıplar ne kadar
aziz ve değerli olursa olsun, bununla Kürt halkının
insan hazinesi tükenmez ve halkımız haklı amaçlarından
vazgeçirilemez. Öte yandan olay, Kürt halkının saflarında
şimdiye kadar görülmemiş derecede bir tepkiye, dayanışmaya
yol açtı. Dört parçadan Kürtler saldırı karşısında
tek yürek, tek ses oldular. Tarihimizde belki de ilk kez bu
ölçüde birlik duygusunu yaşadık. Bu da acının
ve kaybın öteki yanıdır. Eylemi düzenleyenler
ve yapanlar herhalde bunu hesaplamamışlardı..
Onlara verilecek en iyi cevap işte bu birlik ve kararlılıktır.
|