PSK PSK Bulten KOMKAR Roja Nû Weşan / Yayın Link Arşiv
Dengê Kurdistan
PSK
PSK Bulten
KOMKAR
Roja Nû
Weşan/Yayın
Arşiv
Link
Pirs û Bersiv
Soru - Cevap
Webmaster
psk@kurdistan.nu
 
 

Haber-Yorum, 2. Bölüm

Ocak-2001

Hükümet enflasyonla ilgili halka yalan söylüyor

Türk hükümeti 2000 yılı enflasyonunu yüzde 25’e indirmeyi amaçlamıştı. Bu nedenle de yine fakir fukaranın kemerini sıkmaya yönelik ve IMF’nin güdümünde sıkı bir ekonomik program uygulamaya kondu. Ne var ki hedefe varılamadı. Dewlet İstatistik Enstitüsü’nün Ocak başında açıkladığı rakamlara göre, geçtiğimiz yıl içinde enflasyon tüketim eşyası fiyatlarında ancak % 39’a düşebildi.

Ama hükümet bundan da memnun görünüyor ve kamuoyuna pembe tablolar çiziyor. Enflasyonun yıllar sonra ilk kez yüzde 40’ların altına indiği, geçen yıla göre nerdeyse yarı yarıya azaldığı söylenip yürek sovutuluyor.

Ne var ki bu da doğru değil. Hükümet hesabını 12 aya göre değil, yalnızca yılın son ayına, yani Aralık 2000’e göre yapıyor. Böylece de enflasyonu olduğundan çok daha düşük gösteriyor ve halkı aldatıyor. Oysa mal ve hizmetlerin fiyatındaki artış salt yılın son ayına göre değil, bütününe göre hesaplanmalı. Çünkü insanlar yılda bir ay değil, 12 ay alışveriş yaparlar. 12 ayın tamamı göz önüne alındığı zaman ise ortaya çıkan rakam % 39 değil, 54,9’dur. Yani yıllık enflasyon rakamı yüzde kırkın da, ellinin de oldukça üstündedir…

Bir önceki yılın (1999) enflasyon rakamı ise yüzde 64.9 du. Bu durumda, çekilen onca sıkıntıya rağmen enflasyonda yarı yarıya değil, ancak yüzde 15 dolayında küçük bir düşme olduğu ortada. Bu da hükümetin enflasyon konusunda önüne koyduğu hedeften çok uzak kaldığını gösterir.

Yıllık enflasyonun hesaplanmasında esas alınan Aralık ayı rakamları dahi gerçeği yansıtmıyor. Çünkü bu ayın da sadece 11 günü göz önüne alınmış, Aralık ayının ikinci yarısında yürürlüğe konan zamlar, örneğin % 9’luk elektrik zammı hesaba katılmamıştır. Dolayısiyle hükümet kendi kendisini değilse bile, halkı kaba biçimde aldatıyor.

Kısacası hükümet enflasyonla ilgili olarak halka utanmazca yalan söylüyor.

Hükümet bu tür oyunlara, hilelere neden gerek duyuyor? Bu, eski adettir. Hükümetler bu memlekette işlerini böyle yürütürler. Üstelik, işçi ve memur maaşlarına enflasyon oranında zam yapmaya söz vermişler. Ama görülüyor ki, kendilerinin belirttiği rakam bile 39 olduğu halde, işçi ve memurlara % 10’un üzerinde zam vermek istemiyorlar. Bir de enflasyon rakamını gerçeğe uygun şekilde açıklasalar durumları ne olur?..

Peki bu rakamlar neyi gösterir? Şunu gösterir ki geçen yıl mal ve hizmetlerin fiyatı % 55 oranında arttığı, yani mal ve hizmet satıcıları önemli oranda kar ettikleri halde, satın alanlar, yani emekçiler ve öteki fakir fukara halk da zarar etti, daha da yoksullaştı. Diğer bir deyişle yoksulların kesesinden çıkıp devletin ve zenginlerin kasasına girdi…

Başkaları askeri harcamaları azaltırken Türkiye arttırıyor

Birleşmiş Milletler raporlarına göre, 1990 yılından itibaren, yani Sovyetler Birliği’nin ve Doğu Avrupa’da sosyalist sistemin çöküşünün ardından, gelişmiş ülkelerde askeri harcamaların hızı düştü. Buna karşılık yoksul ve geri kalmış ülkelerde durum değişmedi. Hatta birçoğunda silaha ve öteki askeri harcamalara ayrılan para daha da arttı. Türkiye de bu ülkelerden biri.

Diğer bir deyişle, yoksul ülkelerin hükümetleri, halkın yiyecek ekmeği yokken düşük ulusal geliri de silaha yatırıyor ve birbirleriyle, ya da kendi halklarıyla savaşıyorlar. Başta ABD, İngiltere, Fransa ve Almanya olmak üzere, silah satıcısı zenginler de bu işten yararlanıyor.

Stokholm Uluslararası Barış Araştırma Enstitüsü’nün bir raporuna göre dünya ölçüsünde askeri harcamalar 1999 yılında yüzde 2 arttı ve yıllık 800 milyar dolara ulaştı. Bu artışın 2000 yılında da devam ettiği tahmin ediliyor. Öte yandan dünyanın geniş bir bölümünde yoksulluk, cehalet ve kötü sağlık koşulları devam ediyor, nüfusun önemli bir bölümü düpedüz açlık çekiyor. Üç milyar kişinin, yani dünya nüfusunun yarısının günlük geliri 2 dolardan daha az.

Dünyada savaş, kavga gürültü ise devam ediyor. 1990 yılından bu yana dünyada yeralan savaşlarda 5 milyon insan öldü ve bu yüzden onmilyonlarca insan da göçmen durumuna düştü. Savaş ve yoksulluk hem birbirinin sebebi, hem de sonucu..

Tüm dünyada askeri harcamalar, tüm ülkelerin ulusal gelir toplamının yüzde 2,5’unu oluşturuyor. Türkiye’de ise bu rakam yüzde 5, yani dünya ortalamasının iki katı. Tüm dünyada ortalama olarak bütçelerin yüzde 10’u askeri harcamalara gidiyor; Türkiye’de ise bu rakam yüzde 30-40 dolayında!..

Bu ülkede savaş bitmiyor. Türk devleti komşularıyla, Kürtlerle sürekli kavga içinde. Eğer kimseyi bulamazsa kendi halkıya savaşıyor!

Bu nedenle de halkın ekmeği kurşun ve bomba oluyor, halk ise açlığa, işsizliğe, evsizliğe mahkum..

Uluslararası Ceza Mahkemesini herkes tanıdı Türkiye hariç..

Birleşmiş Milletler Örgütü 1998 de Roma Konferansı’nda Uluslararası Ceza Mahkemesi’ne ilişkin sözleşmeyi sonuçlandırdı. Bu mahkeme insanlığa karşı suçlara bakacak ve bunlar arasında soykırım suçları ile savaş suçları da var.

Tüm Avrupa ülkeleri ve ABD, dünyada toplam olarak 139 ülke, sözleşmeyi imzalayarak bu mahkemenin yetkisini kabul ettiler. İran ve İsrail de bunlar arasında. Ama Türkiye hala imzalamadı ve imzalamaya da niyeti yok!

Görünen o ki Türk rejiminin adaletten korkusu büyük. Bu ülkeyi yönetenler işledikleri ağır cürümlerin farkındalar. Onların insanlığa karşı işledikleri suçlar pek çok. Ermeni soykırımı bunlardan sadece biri. Kürtlere karşı işlenen insanlık suçlarının haddi hesabı ise yok. Son 15 yıllık kirli savaş içinde yakılıp yıkılan 4 bin köy, onlarca kasaba, yerinden yurdundan sürülen milyonlarca insan, 15-20 bin dolayındaki faili meçhul cinayet bunlardan birkaçı.

Türkiye’nin bu sözleşmeyi imzalamaktan kaçınması anlaşılır bir şey. Kırk haramilerin kendi ayaklarıyla mahkemeye gittiği nerede görülmüş!..

Türk Kontrgerillası iş başında..

Kontrgerilla soğuk savaş döneminde ABD tarafından NATO ülkelerinde kurulmuş gizli bir örgüt. İlgili hükümetlerin de elbet bu işten haberi vardı.

Bu örgütün adı İtalya’da Gladyo idi. Türkiye’de Kontrgerilla olarak tanındı. Kadroları askerlerden, polislerden ve sivillerden oluşuyordu. Bu örgütü yönlendiren kadrolar ABD’de özel eğitimden geçirildiler.

Örgüt antikomünist amaçlarla örgütlenmiş, sözde herhangi bir işgal durumunda cephe gerisini direnişe geçirmeyi, duruma göre partizan savaşı vermeyi amaçlamıştı. Ama birçok ülkede barış zamanında da, özellikle sol ve demokrat güçlere karşı kullanıldı. İtalya’da Gladyo oldukça kirli ve kanlı olaylara karıştı. Eski başbakan Aldo Moro kaçırılıp öldürüldü ve eylem Kızıl Tugaylar’a yüklendi. Bologna garına bomba atılıp pekçok kişi katledildi ve eylem komünistlere yüklenmek istendi.

Ama bu örgütün en yoğun eylemleri ve kötülükleri Türk Kontrgerillası eliyle gerçekleşti. Bu örgüt 1960’lı yıllardan başlayarak bugüne kadar Türkiye’nin sol ve demokratik güçlerine ve Kürt yurtsever hareketine karşı yüzlerce provokatif eylem yaptı, binlerce kanlı cinayet işledi. Türkeş ve Çatlı da bu örgütün elemanları idiler ve Amarika’daki merkez tarafından “Panama Okulu”nda eğitilmişlerdi.

Bu örgüt Türkiye’de 1952 yılında ve “Seferberlik Tetkik Kurulu” adıyla örgütlendi. Eyleme geçtiği dönemden itibaren Kontrgerilla diye tanındı. Daha sonra Özel Harp Dairesi adını aldı. Son dönemde ise Özel Kuvvetler Komutanlığı adını taşıyor. Diğer bir adı da “Beyaz Kuvvetler…”

1980’li yılların sonunda Sovyetler Birliği dağılıp Doğu Avrupa’da sosyalist sistem çöktükten, soğuk savaş dönemi sona erdikten sonra bu örgüte de gerek kalmadı ve dağıtıldı. Türkiye hariç. Bu örgüt Türkiye’de varlığını sürdürmeye, provokatif ve kanlı eylemlerini icraya, böylece ülkenin siyasi ve sosyal yaşamını terörize etmeye devam etti. Hatta en çok kanlı eylemi 1990’lı yıllardı işledi diyebiliriz. Üstelik bu dönemde Kontrgerilla’ya JİTEM, İBDA-C, Hizbullah gibi tümü de ya doğrudan rejim tarafından örgütlenmiş, ya da sızılıp denetime alınmış bir dizi başka örgüt eklendi. Bir başka deyişle, Türkiye devlet güdümlü, yasadışı, terörist örgütlerin bir cenneti oldu. Bu örgütler komplo ve provokasyon işinde kullanıldılar, pekçok kanlı cinayetler işlediler, uyuşturucu ve silah ticaretine girdiler. Devletin kendisi bu ilişkiler içinde bir çeteye dönüştü.

Bir Dönem MİT’te ikinci adam ve Kontrterör dairesi başkanı olan, ama daha sonra MİT’ten uzaklaştırılan ve daha sonra ABD’ye yerleşen Mehmet Eymür, bir süreden beri internet sitesinde kimi karanlık ilişkileri ve bu arada Kontrgerilla’ya ilişkin bilgileri açığa vuruyor. Eymür, son olarak yaptığı açıklamalardan birinde, bir kontrgerilla elemanından aldığı bilgiye dayanarak, örgütün Ecevit’in hastalığından kaygıya düştüğünü, ona 5-6 aylık bir ömür biçtiğini ve Ecevit sonrası için bir eylem planı hazırladığını söylüyor.

Son dönemdeki ilginç olaylar, terörün karşılıklı tırmanışı ve bazı çevrelerin yeniden kurtarıcı arayıp gözlerini generallere çevirmesi boşuna olmasa gerek..

Ne zaman Türkiye’de demokratikleşme yönünde ciddi bir kıpırdanma olsa, karanlık güçler hemen harekete geçip ortalığı karıştırıyor, tehdit ve terörle kamuoyunu ürkütüyor ve değişimin yolunu kapıyorlar.

Son dönemde ise, tarihsel ve ekonomik koşulların zorlamasıyla Türkiye’nin yönünü Avrupa Birliği’ne çevirmesi, demokrasi ve saydamlık yönünde adımların gündeme girmesi bu karanlık güçleri oldukça ürkütmüşe benziyor. Aydınlık onların sonu olacaktır. Bu nedenle, değişimi önlemek için canhıraş çabalar içindeler.

Kürdistan özel valileri küplerini nasıl doldurur?..

Hayri Kozakçıoğlu Olağanüstü Hal Bölge Valisi olarak yıllarca Kürdistan’da görev yaptı, yani Kürt halkına karşı savaştı. Sonra İstanbul valisi oldu. Daha sonra ise, kendisi gibi sicili kabarık bir dizi vali ve polis müdürü ile birlikte DYP’nin listesinden parlamentoya girdi. Halen de parlamentoda mebus ve DYP Genel Başkan Yardımcısı’dır.

Birkaç gün önce Kozakçıoğlu’nun bir bölüm marifetleri kamuoyunun gözleri önüne serildi. Bunlardan biri Olağanüstü Hal Bölge Valisi olduğu dönemde satın aldığı iki küçük keşif uçağıyla ilgili. Bu uçaklar 5 milyon dolara alınmışlar, ama eski ve uçmaya elverişli bulunmadıkları için kullanılmamışlar. Bunlarden her birinin bedeli ise 100 bin doları aşmazmış.. İddiaya göre yalnız satıcı değil, Kozakçıoğlu da bu alışverişten iyi bir vurgun yapmış...

Yine ortaya döküldü ki Kozakçıoğlu’nun istanbul’da Emirgan, Sarıyer gibi gözde semtlerde, denize nazır beş kadar köşkü, villası varmış… Bunlar babadan dededen kalma değil elbet. Vali maaşıyla alınacak nesneler de değil. Belli ki bunlar valilik döneminin kaynağı meşru olmayan servetleri.. Ama o tedbirini almış, bunları karısının, kızlarının ve de damadının adına tapulamış… Peki bu eşler, kızlar, damatlar böylesine milyon dolarlık köşk ve villalara sahip olmak için hangi emeği harcamışlar, bunlar nasıl bir ticari kazancın ürünü?..

Kaynak elbette belli, Koçakçıoğlu bu büyük paraları “Kürdistan Özel Valiliği” döneminde kazanmış, Kürtlere karşı savaşırken yükünü tutmuş, küpünü doldurmuş…

Kozakçıoğlu bu işte yalnız değil elbet. Birçok vali, general, subay, polis müdürü, hatta sıradan polis, Kürt halkına karşı sürdürülen kirli savaş sürecinde, kimisi yüksek rüşvetler ve haraç alarak, kimisi esrar-eroin ticaretine ortak olarak, kimisi bu ikisini birden yaparak yüklerini tutmuşlar.

Bu dönemde Kürdistan’da sözkonusu yasadışı ve karanlık ilişkilerden büyük bir rant oluştu. Çeşitli yasadışı işlerden elde edilen yüzmilyarlarca dolar bölgede görev yapan asker-sivil bürokratlar, kaçakçı ağaları, korucubaşları arasında bölüşüldü. Ve bu durum hala devam ediyor. Bunun içindir ki bu işten beslenenler savaşın sona ermesini istemiyorlar. Barış, demokratikleşme ve saydamlık sözleri onları müthiş rahatsız ediyor.

Bunlar hırsız ve elleri kanlı suçludurlar. Barış, demokrasi ve saydamlık hırsızlığın kaynağını kurutacak ve belki de bu kişiler yaptıklarının hesabını vermek durumunda kalacaklar. Korkuları bundandır.

 
PSK Bulten © 2001