PSK PSK Bulten KOMKAR Roja Nû Weşan / Yayın Link Arşiv
Dengê Kurdistan
PSK
PSK Bulten
KOMKAR
Roja Nû
Weşan/Yayın
Arşiv
Link
Pirs û Bersiv
Soru - Cevap
Webmaster
psk@kurdistan.nu
 
 

AFGAN SAVAŞI BİTERKENSIRA KİMDE?

Kemal Burkay

Taliban'ın yenilgisi tahminlerden çok önce gerçekleşti. Taliban yanlış hesap yaptı, olmayacak zamanda olmayacak işler yapmaya kalkıştı, dünyayı karşısına aldı, yenilgisi de acı oldu.

Amerikalılar, Afgan savaşı daha bitmedi diyorlar. Molla Ömer'in ve El Kaide'nin kadrolarının, en başta da Usame Bin Laden'in peşindeler. Bu doğal. Salt öç alma tutkusuyla değil elbet, El Kaide'yi tümden başsız bırakmak, dağıtmak, ilerde ABD'ye karşı eylem yapmasını önlemek için. Bu ise, salt Afgan savaşıyla sağlanabilecek bir şey değil. Çünkü El Kaide'nin dalları budakları zaten öteki ülkelerde mevcut. Ayrıca El Kaide benzeri ve başı da gövdesi de Afganistan dışındaki ülkelerde olan, bazı ülkelerden ise destek gören bir dizi ABD karşıtı radikal İslamcı örgüt mevcut.. ABD Başkanı Bush'un, 11 Elül'ün ardından dünyaya meydan okumasının nedeni buydu.

Ayrıca Afganistan savaşı, Taliban'ın yenilişi bakımından artık sonuna geldi dense bile, ülkenin yeniden düzenlenmesi ve bunun yarattığı devasa sorunlar devam ediyor. Gerek Kuzey İttifakı güçleriyle Taliban'a karşı çıkan Paştun aşiretleri arasında, gerekse bir yamalı bohçayı andıran Kuzey ittifakı güçlerinin kendi arasında, iktidarın paylaşılmasına yönelik olarak müthiş bir çekişme var. Bonn'daki konferansla bir geçici hükümet oluştu, ama sonuç herkesi tatmin etmiyor. Bu güçlerin önümüzdeki günlerde veya daha sonra, herhangi bir kıvılcımla kapışmaları mümkün, hatta kaçınılmaz gibi. Taşların yerine oturması, sükunetin ve "yeniden baş ağrıtmayacak, yeni Bin Ladenlere ev sahipliği yapmayacak, afyon üretmeyecek istikrarlı bir yönetimin" oluşması için bundan sonra da yapılması gereken çok şey var.

Aslında ne yapılsa da Afganistan'da bundan sonra birliği sağlamak ancak bir mucize olur. Bu ülkenin mevcut etnik grupların egemenlik bölgelerine uygun olarak konfederal bir birliğe dönüşmesi, belki de tümden bölünmesi kaçınılmaz gibi görünüyor.

Bütün bu nedenlerle ABD, geçen kez olduğu gibi Afganistan'ı kendi kaderiyle başbaşa bırakıp gitmek istemiyor. Bundan sonrası için Birleşmiş Milletler Örgütü'nün yanısıra, kimi müttefiklerini de devreye sokacak. Örneğin barış gücünü Türkiye gibi Müslüman ülkelerin askerlerinden oluşturmak istiyorlar. Böylece, barış gücüyle herhangi bir çatışmanın bir Hırıstiyan-Müslüman çatışması biçimini alması önlenmiş olacak. Müslüman Müslümanla karşı karşıya gelecek.. Ayrıca, canı pek değerli Amerikan askeri de, hala kaynamakta olan bu kazanın ateşi içine atılmamış olacak..

"Barış gücüne" asker verecek Müslüman ülkeler ise elbet bulunur. Bunların birçoğu, örneğin Türkiye, Malezya, Endonezya, Bengladeş, ABD'ye ve uluslararası kredi kuruluşlarına gebe ve üç-beş kuruşa muhtaçlar. İnsan yaşamı ise buralarda ucuzdur..

Nitekim Türkiye'nin gözü bu yeni olanak nedeniyle parlıyor. Hesaplarını çoktan yapmışlar: 1000 askerin bir aylık masrafı 50 milyon dolar. (Elbet bu para ABD’nin ve Japonya, Almanya gibi zengin dostlarının kasasından çıkacak, asker veren ülkeye akacak.) Bir yılda sana 600 milyon! Eğer bir tugay, yani yaklaşık 5000 asker olursa, al sana yıllık 3 milyar dolar para.. öp de başına koy!..

Bakarsın bu iş, Kıbrıs'taki gibi yıllarca sürer!..

Asker için risk mi? Ne önemi var canım! Türkiye salt eski püskü cemseleri, iğreti yolları ve rezalet trafik düzeni nedeniyle yılda -onbinlerce sivil bir yana- nerdeyse bir tabur asker yitiriyor. Kaldı ki bu asker Kürt halkına karşı savaştan yeni çıktı ve bu savaşta 5000'den fazla can yitirdi; yani böyle şeylere alışıktır.. Hem de Kürtlerle savaştan –narkotik ticaretiyle sağlanan onmilyarlarca dolar hariç- böylesine bol para gelmedi, üstelik çok para gitti!

Velhasılı kelam, bu Afganistan’a "barış gücü" olayı iki taraf için de son derece karlı bir ticaret..

*   *   *

Peki, ”ABD'nin terörle” savaşı bundan sonra ne olacak? Sıra kimde?.

Başkan Bush terörün 60 ülkede barındığından söz ediyordu ya, geçende batı basınında buna ilişkin alaylı bir başlık vardı: "Biri (Afganistan) gitti, geriye 59 kaldı!"

Amerikan basınında ve yönetime yakın çevrelerde, ikinci aşama için en çok Irak'ın adı geçiyor. Başkan Bush da birkaç gün önce Saddam'ın adını vererek onun tehdit oluşturduğunu tekrarladı. Belli ki, 11 Eylül olaylarının ardında parmağı olsun olmasın, ABD bu saatten sonra, kendisine kafa tutan Saddam yönetimine hayat hakkı tanımayacak. Bütün mesele Irak'a karşı ne zaman harekete geçileceği.

Başka türlü düşünenler de var elbet. ABD'nin Irak'a yönelik, Afganistan benzeri, yönetimi değiştirmek üzere kapsamlı bir saldırıya girişmesine uluslararası planda onay bulması güçtür; Arap ülkelerinin, Türkiye ve İran'ın yanısıra, ABD`nin Avrupalı müttefikleri ve Rusya da buna karşı, deniyor.

Ancak ABD buna aldırır mı? Başkan Bush'un "yıllarca sürecek teröre karşı savaş" üzerine söyledikleri salt 11 Eylül olaylarının ardından duyulan öfkenin abartmalı bir ifadesi mi idi? Sanmıyorum. Bu sözler bir bakıma, çok daha önceden gündeme gelen ve olgunlaşmakta olan görüşlerin bir ifadesiydi. ABD elçilikleri, silahlı güçleri, ve ekonomik merkezleri dünyanın dörtbir yanında, hatta bizzat Amerika'da peşpeşe saldırıya uğrarken, artık bu işe dur demek için planlar yapıldığına kuşku yoktu. Dünya Ticaret Merkezi’ne yapılan son büyük saldırı bardağı taşıran damla oldu ve devi harekete geçirdi.

ABD kendisini tehdit eden güçleri (ki bunlar şu anda ABD karşıtı radikal islami örgütlerdir) sindirmeden, etkisiz kılmadan kendisini güvencede hissetmeyecektir. (Aynı güçler Rusya’yı ve bir dereceye kadar Fransa ve öteki batı ülkelerini, hatta, Doğu Türkistan sorunu nedeniyle Çin’i de tehdit ediyorlar. Tüm bu ülkelerin son olayda biraraya gelmelerinin nedeni de budur.)

Peki bu sindirme nasıl olacak? Teröristleri barındıran ülkeleri bu örgütlere desteklerini kesmeleri, onları etkisiz hale getirmeleri için işbirliğine zorlamak; bu ülkelerde, ABD karşıtı terörizmin barınıp beslenemiyeceği tedbirleri almak. Bunu yapmazlarsa bizzat bu ülkelere baskıya yönelmek, hatta gerektiğinde Afganistan türü doğrudan savaş açmak..

ABD, teröre karşı mücadele gereğini daha şimdiden uluslararası topluluğa onaylatmış bulunuyor. Bütün sorun şu veya bu örgüte, ona destek veren ülkeye yönelik olarak gerekçeler bulmak. ABD harekete geçmeğe karar verdiği zaman ise bu gerekçeleri bulmakta, kamuoyu oluşturmakta, gönüllü ya da gönülsüz, başkalarına da onaylatmakta güçlük çekmeyecektir. Bu dünyanın işleri böyledir! İran ve Suriye'nin bile Afganistan olayındaki tavrını unutmayalım..

Elbet Irak'taki yönetim Afganistan'dan farklı, radikal islamcı değil; hatta, hiç ilgisi olmasa da kendisini sosyalist sayıyor. Ama o da soğuk savaşın ürünü. Önce "antiemperyalist" diye Sovyetlerden destek aldı, sonra da ABD tarafından İran'a karşı kullanıldı. Şimdi ise ABD'ye kafa tutuyor ve bu noktada radikal islamcılarla buluşuyor. Yani ABD için tam bir çıban başı..

Irak’a karşı harekete geçtiğinde ABD’nin planı ne olabilir? ABD, Vietnam Savaşı’ndan bu yana giriştiği tüm savaşlarda kendi askerlerini riske sokmuyor, hava bombardımanına ağırlık veriyor. Afganistan örneği taze. Orada kara savaşını Kuzey İttifakı’na ve muhalif Paştun aşiretlerine dayanarak yürüttü. Irak’ta da benzer bir strateji  izleyeceğine kuşku olamaz.

ABD Irak’ta yoğun hava bombardımanının yanısıra, karada, Irak’ın iç muhalefetinin (kuzeyde Kürtler, güneyde Şiiler ve diğerleri) yanısıra Türk ordusundan yararlanmak istiyor. Bu doğrultudaki görüşler ABD basınında ve yönetime yakın çevrelerde yer alıyor. Hatta bazıları, bu amaçla Türkiye’ye Musul ve Kerkük’ü, ya da petrolden pay teklif ediyorlar.

Türkiye Irak konusunda tedirgin. Sözkonusu telklifler hoş görünse de Türk yönetimi bu tatlı lokmayı yutmanın güçlüklerini biliyor. Zaten başında ciddi bir Kürt sorunu varken bir de Güney Kürdistan’ı ilhak etmesinin başına açacağı işlerin farkında. Böyle bir ilhaktan sonra Güneyli Kürtlere federasyon, hatta otonomi hakkı tanımayı aklından geçirmiyor. Bu olmayınca da Kürtlerle yeni ve çok daha büyük çapta kanlı bir boğuşmayı göze alması gerek.

Böyle bir boğuşma ise, başkalarının yararına olsa bile, her iki halkın da yararına değil. Türkiye’nin yapacağı en iyi şey, bir maceraya atılacağına kuzeyli Kürtlere haklarını tanıyıp onlarla anlaşması ve böylece ülkeye barış ve demokrasi getirmesidir. Böyle bir Türkiye kaynaklarını yıkıma değil üretime yöneltebilir ve AB’ye kolaylıkla katılabilir. Bu ise ülkenin çağ atlaması olur.

Irak’a gelince, orada Saddam rejiminin giderek demokratik bir yönetimin gelmesi elbet, hem Arapların hem de Kürtlerin ve aynı zamanda Irak’ın komşularının yararınadır. Ancak böylesine bir Irak federal olmalıdır. ABD ve müttefikleri eğer, demokratik ve federal Irak’ı gündemlerine alır, bunu kamuoyuna açıklar ve Irak muhalefetine bu yönde güçlü bir destek vererek değişimi sağlarlarsa bu elbet de olumlu olur.

*   *   *

Peki Amerika güçlü diye her istediğini yapabilir mi? Veya yaptıkları haklı mı? Yine ABD bu yoldan sonuç alabilecek mi?

Bu ayrı bir konu. Tarihte hiç kimse, ne kadar güçlü olursa olsun her istediğini yapamamıştır. Yapılanlar tarihsel gelişme doğrultusuna uygun düşüyorsa insanlık hayatında olumlu bir rol oynarlar. Ters düştükleri andan itibaren ise yenilgi er geç kaçınılmazdır.

Tarihte yapılabilen her şey haklı olduğu için de yapılmış değildir. Spartaküs’ü yenilgiye uğratan Roma orduları haklı bir iş yapmadılar. Hitler, Pinochet ve Kenan Evren de tarihte haklı ve gerekli olanı yapmış olmadılar.

Amerika'nın bu işten sonuç alıp alamıyacağına gelince.. Öncelikle şu sorunun cevabını bulmalı: ABD ne yapmak istiyor? Yukarda da söyledim, kendisine yönelik terör tehditine son vermek; bu arada, fırsattan istifade, dünya üzerindeki egemenliğini güçlendirmek, hammadde kaynaklarını güvenceye almak, belki yenilerine ulaşmak ve pazarı genişletmek..

Ama salt böyle bir yaklaşımla -çünkü ABD başkalarına yönelik teröre bile aldırmıyor, ister örgüt terörü, ister devlet terörü olsun!- böyle bir egoizmle, salt kaba güce dayanarak dünyada hem genel olarak terörün, hem de özel olarark ABD'ye yönelik terörün önü alınamaz, barışçı bir ortam sağlanamaz.

Terörü önlemek için uluslararası sorunlara yönelik çok daha geniş bir bakış açısı, zengin bir kavrayış gerekli. Terörü hangi ortam üretiyor ve o nasıl değişebilir? Nedenler ortadan kaldırılmadan sonuçlar önlenemez.

Sözkonusu nedenler, uluslararası ve ulusal düzeylerdeki haksızlıklardır. Sömürüdür, zulümdür.

Peki ABD politikalarını şimdiye kadar böylesi bilimsel, aynı zamanda ahlaksal temeller üzerine mi orturttu? Elbette hayır. ABD pragmatiktir. Pragmatizm ise kısa görüşlüdür. Pek gerçekçi görünse ve kısa vadede yarar sağlasa bile, bir süre sonra tökezler.

Ekim Devrimi’nden sonra Sovyetler Birliği, politikasını ulusal kurtuluş hareketleri ve öteki ülkelerdeki işçi hareketiyle ittifak üzerine kurdu. Bu ittifak işe yaradı, başarılı oldu. Tarihin gidişine de uygundu. Dünya sömürgecilik sistemi dağıldı. Sözkonusu rekabet ortamında kapitalist ülkelerde sosyal haklar genişledi. Kısacası, birinci raundu dünya ilerici güçleri kazandı.

ABD ve bir bütün olarak Batı dünyası ise, özellikle 2. Dünya Savaşı’ndan sonraki soğuk savaş döneminde, sosyalist sisteme karşı dünyanın en gerici güçlerini, ırkçı ve faşist diktatörlükleri ve yüzleri ortaçağa dönük fanatik dinci akımları desteklediler. ABD yatırımını dünyanın gidişine ters yönde yaptı, deve dikenlerine su verdi. İslam dünyasındaki "yeşil kuşak politikası" bu nitelikteydi. İkinci raundu ne yazık ki onlar kazandılar. Bunun sonucu sosyalist sistem çökerken, "yeşil kuşak"ta görülmemiş bir fanatizm boy verdi. Umudu kırılan kitleler dine yöneldiler, yüzlerini ortaçağa çevirdiler. Bu, en başta ABD'nin ürünüydü.

Ama bu ürünün, "komünist şeytanın" sahneden çekilmesiyle yeni bir düşman arayışına girmesi ve mızrağını ABD'ye "emperyalist şeytana" çevirmesi gecikmedi.

Şimdi ABD ve bir ölçüde Avrupalı ortakları, kendi elleriyle yarattıkları bu yeni düşmanla savaşmaktadırlar ve savaşmak zorundalar. Sözkonusu fanatizmin bizzat kendi yaratıcıları tarafından ortadan kaldırılması ise, tarihin hoş bir azizliğidir ancak.

ABD'nin kendi eserine karşı savaşı ne kadar sürer, daha hangi evrelerden geçer bilemeyiz. Ama salt bununla dünyamızdaki büyük sorunların çözülemeyeceğini, dünyamıza adalet ve barış gelmeyeceğini biliriz.

Çözüm yoksulluğu, cahilliği yenmekte, zulmün, baskının her türlüsüne son vermektedir.Böylesine bir dünya gerekiyor. ABD'yi ve Avrupa ülkelerini yönetenlere bakınca bu konuda fazla iyimser olmak güç. Çağ açacak liderler ve söylemler ne yazık ki henüz ortada görünmüyor. Ama dünyamızın yeni koşulları, bu hızlı globalizm rüzgarı en başta da bunu dayatıyor. Herkes bu değişim rüzgarından etkilenecek.

Dünyamıza yeni bir anlayış gerekli. İnsanoğluna barışı, adaleti ve gerçek uygarlığı vermek ancak bununla mümkün.

Dünya tarihi, bugün sahnedeki aktörlerin niyetleri ne olursa olsun, düşe kalka da olsa bu doğrultuda yürüyor.

 
PSK Bulten © 2002