“Hareketi anlamlı kılacak
rakam..”
Kemal Burkay
Türkiye ABD’nin güdümünde Irak savaşına girecek
mi girmeyecek mi?
Bizce, eğer savaş olursa girecek. Girmemesi mucize
olur. Çünkü bu ülke, yalnız göbeğinden, yani ekonomik
olarak ABD’ye bağlı değil, boynundan da bağlı.
Bugünkü nazlanmalara, sözde barış arayışlarına,
efelenmelere bakmayın; eninde sonunda tıpış
tıpış ABD’nin ardından giderler.
Çünkü ordu ABD’ye evet demekten yana. Generaller “erken”
ve “hemen” karar bekliyorlar.. Dışişleri bürokrasisi
de öyle. Sermaye zaten ABD’ye zorluk çıkarılmasına
bozuluyor. Tekelci basın ise savaşa şimdiden
girmiş gibi.. Bu çevrelerin istediği yalnızca
sıkı bir pazarlık:
Kürtlere hiçbir hak tanınmaması, hatta mevcut haklarının
da ellerinden alınması; Türkmenlere ise en azından
bir otonomi verilmesi! Bunu güvenceye almak için Türk ordusunun
Güney Kürdistan’a girmesi..
Kerkük ve Musul’un Türk birliklerince denetlenmesi, ABD’nin
buna yeşil ışık yakması. Eğer
bu mümkün olmazsa en azından petrolden iyi bir pay..
İddiaya göre Türkiye’nin bir önceki Körfez Savaşı’ndan
100 milyar dolar zararı olmuş.. Bazılarına
göre 150 milyar dolar.. 100 milyar da çıkacak savaştan,
etti mi sana 200-250 milyar dolar! ABD bunun hiç değilse
yarısını Türkiye’ye vermeli..
Askeri borçlar silinmeli.
Tekstil kotası genişlemeli.
Serbest bölgeler bir an önce kurulmalı..
Kıbrıs’ta Türk tezi desteklenmeli, KKTC tanınmalı.
Ve daha neler neler…
Kısacası, Türkiye’yi yönetenler, ABD’nin Irak’a
yönelik operasyonu nedeniyle, kendilerini piyango vurmuş
gibi hissediyorlar, jeostratejik konumlarını müthiş
pahalı satmaya çalışıyorlar.
Zengin oğlanla evlenen yoksul kız ailesi gibi.
Kılığı kıyafeti, evi bir tamam düzmeye
çalışıyorlar. Anne sırtına kürk,
birader altına son model bir otomobil, baba köşe
başında bir dükkan istiyor..
İsteyin isteyin, 250 milyar dolarlık iç ve dış
borcu ABD’ye yükleyip düze çıkmanın tam zamanıdır!
Hatta şöyle 40-50 milyar dolar gibi bir miktar peşinat
da çok iyi olur.. Amerika bir yıl da size çalışsın,
müttefik değil misiniz canım!.
Peki hükümet partisi AKP ne düşünüyor? O biraz kararsız
görünüyor.. Hatta bu yüzden ABD’den, askerlerden ve işverenlerden
birhayli fırça yedi.
AKP’nin kararsızlığının sebebi ne
ola ki? Kendilerini bugün mecburen “muhafazakar demokrat”
diye nitelemek zorunda olsalar da, İslami bir parti olarak
“kardeş Müslüman” bir ülkeyle savaşmanın zorluğu
mu?. Yok canım, kim metelik verir böyle şeylere!
Tarihi bilen, hatta yakın dönemin olaylarını
izleyen biri, Müslümanların, çıkarları gerektirince
nasıl acımasızca boğazlaştıklarını
bilir. Hele Türkiye, İran ve Irak’ın Kemalist, Şahçı,
Baasçı ve Mollacı yönetimlerinin Müslüman Kürtlere
yaptığını, yüzyıldır süregelen
katliamları, sürgünleri, zulümleri kim bilmez.. Ya sekiz
yıl süren İran-Irak savaşını? Müslümanın
Müslümana yaptığını Şaron Filistinlilere
yapmamıştır.
Şaron, bayramlarda barışçı biçimde yürüyen
çocuk ve kadınları yaylım ateşine tuttu
mu hiç? Ama Cizre, Nusaybin ve Şırnak’ta bir Newroz
günü bu yapıldı, yüzlerce kişi öldürüldü.
Şaron silahlı eylem yapan kişilerin evini
seçip havaya uçuruyor. Ama Şırnak gibi, Lice gibi
kentleri, 4000 köyü toptan yerle bir edip, yakıp insanlarını
sürmedi..
Yönetenler acımasızdır ve dini duygulara filan
metelik vermezler. Ama halkın tutumu farklı elbet.
AKP’yi kaygılandıran da asıl bu. Türkiye kamuoyunun
ve bizzat kendi tabanının büyük çoğunluğu
savaşa, ABD’ye destek verilmesine karşı. AKP,
doğal olarak, Ecevit ve ötekilerin durumuna düşmek,
geldiği gibi hızla gitmek istemezse bunu hesaba
katmak zorunda.
Yani AKP’yi düpedüz kendi çıkarları düşündürüyor.
Bu da son derece doğal..
Ama ABD’nin yanı sıra, Türkiye’nin asker-sivil
bürokrasisi ile işverenleri, tam da bu nedenle, Irak
savaşını AKP’ye yaptırmak, onu bitirmek
istiyorlar. İsrail’le anlaşmaları Erbakan’a
imza ettirdikleri gibi..
Peki AKP bu işe direnebilir mi? Hiç sanmam. Beladan
kurtulmak için biraz oyalamaya çabalasa da sonunda evet diyecek.
AKP geldiği günden beri müthiş bir kuşatma
altında.
Lojmanlara el atmaya kalktı, asker ve polis lojmanlarında
durdu.
Askeri fon ve harcamaları da kapsayacak biçimde Danıştay
denetimini genişletmek istedi, hemen askerler suratlarını
çattılar; güvenlik gerekçeleri devreye girdi; durdular.
Başbakan ve Milli Savunma Bakanı YAŞ kararlarına
muhalefet şerhi koyup, ordudan ihraçların yargı
denetimine tabi olmasını isteyince generaller kazan
kaldırdı, Genelkurmay Başkanı onları
kamuoyu önünde, irticaya cesaret vermekle suçladı.
YÖK’e ellerini atmak istediler, Gürüz ve şürekası,
naralar atıp hükümete akıl almaz hakaretler yağdırdı.
Öğrenci affı çıkarmak istediler, başörtülüleri
ve Kürtçe eğitim isteyenleri ilgilendirdiği için,
perde önünde ve arkasında suçlanıp usulca tekliflerini
geri çektiler.
Kıbrıs’ta çözümü kolaylaştırıcı
bir politikaya yönelmek istediler, çözümsüzlük yanlısı
malum odakların salvolarıyla karşılaştılar,
Kıbrıs’ı satmakla suçlandılar. Ordan da
geri adım attılar. Meclis Başkanı Arınç,
günahlarını affetirmek için olacak, kraldan daha
kralcı demeçler vererek Kıbrıs’ta çözüm ve
AB’ye girmeyi isteyen halkı satılmış olmakla
suçladı!
Kısacası AKP iktidarı şu güne kadar ülke
sorunlarının çözümü ve demokrasi yönünde bir tek
adım atamadı. Hem kuşatma altında, hem
bunun için gerekli kararlılığı, kendine
güveni yok. Ne yazık ki, bu haliyle herhangi bir olumlu
adım atacağı da yok.
Irak olayında da, kuşku olmasın aynı
şey yaşanacak. Eğer ABD savaşa kararlıysa,
ki dünyada giderek artan tüm tepkilere rağmen öyle görünüyor,
çok yakında dananın kuyruğu kopacak, AKP de
baskılara boyun eğecek. Nitekim bunun işaretleri
şimdiden ortada. 150 kişilik Amerikan askeri heyeti,
gerekli düzenlemelerin yapılması için bir dizi limanda
ve havaalanında incelemeler yapıyor.
ABD Genelkurmay Başkanı Richard Myers’le görüşen
Türk Genelkurmay Başkanı Hilmi Özkök’ün, “istekleri
makul bir düzeye çekin..” dediğini Türk basını
yazdı. Yani, “kullanılacak havaalanı ve liman
sayısı çok olmasın, Türkiye üzerinden savaşa
katılacak, kuzey cephesini açacak kara kuvvetleri şu
kadar olmasın da bu kadar olsun” gibi..
Dışişleri Bakanı Yaşar Yakış
ise daha açık konuştu: “Hareketi anlamsız kılmayacak
bir rakam üzerinde anlaşmaya çalışıyoruz!..”
Yakış, diplomatlıktan geldiği halde oldukça
açık sözlü biri. Bu yüzden, şu henüz iki aylık
bakanlık görevine rağmen birhayli eleştiriye
uğradı, “doğrucu Davut” olmakla suçlandı.
Öyle ya, politika bu memlekette ve birçok memlekette “yalan
söyleme sanatı”dır. Diplomasi daha çok öyledir.
Diplomatlar gerçek niyetlerini gizleyen laflar üretmekte uzmandırlar..
Yakış açık konuşmakla gerçek niyetleri,
yani foyaları açığa vurdu. Beceriksiz bir adam!
Yukardaki sözleri de biraz kapalı ve anlamsız gibi
görünmesine rağmen, aslında çok açık. Belli
ki onca fırça yedikten sonra, “hareketi anlamsız
kılmayacak” gibi bir lafla gerçek niyetini diplomatça
gizlemeye çalışıyor. Ama arkasından söyledikleriyle
her şeyi gün gibi ortaya koyuyor: “…Bir rakam üzerinde
anlaşmaya çalışıyoruz!”
Gerçi bu “rakam” lafını da iki türlü anlamak mümkün:
Asker sayısı, ya da dolar sayısı… Öte
yandan o da olsa, bu da olsa fark etmez. Sonuçta anlaşma
olacak ve ABD’ye kuzey cephesi için Türkiye toprakları
açılacak..
Peki Türkiye’nin bu işte kârı sadece dolar cinsinden
mi ifade edilecek? ABD Türkiye’nin hangi isteklerine evet
diyor?.
ABD’nin de bu işte ilginç bir pazarlık yürüttüğü
gözden kaçmıyor. Kamuoyuna yansıyanlar son derece
ilginç: “Kuzey’den cephe açılırsa Irak’ın yeniden
düzenlenmesinde söz sahibi olabilirsiniz.. Bize destek verin
ki korktuklarınız olmasın..” gibi.
Belli ki ABD herkese mavi boncuk dağıtıyor.
Güneyli Kürtleri de savaşa ikna için onların istediği
garantileri (onları geçen seferki gibi yalnız bırakmama,
Saddam sonrası demokratik bir yönetimin gelmesi, Irak’ta
federal bir yapı..) el altından verdi mi acaba?
Çünkü Saddam’dan çok çeken, ama geçmişte birkaç kez ABD
tarafından türlü vaatlerle savaşa zorlanıp
sonunda yalnız bırakılan Güneyli Kürtler, bu
yeni savaşa taraf olmayı pek de istemiyorlar.
Eğer Kürtlere güvence verilmişse bu sözlere güvenilebilir
mi? Uluslararası ilişkileri belirleyen temel etken
çıkarlardır. ABD’nin ise bu konudaki sicili hiç
temiz değil. Özellikle bugünkü gözü kara yönetimin, insani
değerlere, demokrasiye, ilkelere önem vereceğini
düşünmek saflık olur. Irak krizinde de ABD Türkiye
ile, Kürtlerle ve başkalarıyla ilişkilerini
bu çıkarlara göre düzenleyecektir; buna kuşku olmasın.
Kürtler savaşı kendi güçleriyle önleyemezler. Ama
elbet savaş öncesinde ve sonrasında yapılanlar
ve daha da yapılması gerekenler var.
Olayların doğrudan muhatabı ve aktörlerden
biri olan Güney Kürtleri, az önce de söylediğimiz gibi,
savaş yanlısı olmadılar. Öte yandan, gelişmeleri
Kürt halkının çıkarları açısından
etkilemek için ABD ve öteki Batılı ülkelerin yanı
sıra, bölgedeki çeşitli ülkelerin yönetimleriyle
sıkı bir diyalog içinde oldular. Daha da önemlisi
Irak’ın muhalif güçleriyle ortak politikalar ve savaş
sonrasına yönelik ortak hedefler belirlediler.
Kamuoyuna sunulan biçimiyle ABD’nin hedefi Irak’ın kitle
imha silahlarını ortadan kaldırmak, buna güvence
olarak da Irak rejimini değiştirmektir. Asıl
hedefin bundan çok geniş ve büyük olduğuna kuşku
yok. ABD hem bölge petrollerini hem de bölge rejimlerini denetime
almak istiyor. Bölgeyi yeniden dizayn etmek istiyor. Üstelik
bu, dünyayı ABD çıkarlarına göre düzenleme
stratejisinin bir parçası. Öyle olunca da çekişme
Irak’ta rejim değişikliğiyle son bulmayacak,
bölgedeki ötekilere de sıra gelecektir. Örneğin
İran rejimi, hatta Suriye ve Suudi Arabistan hem ABD,
hem de İsrail için sorun değiller mi? Amerikan yaşam
tarzını kafirlik sayan, ABD’yi “büyük şeytan”
olarak niteleyen, İsrail’in varlığını
ve onunla barış içinde bir arada yaşamayı
kabul etmeyen rejimlerin bu ikisi tarafından ciddi pürüz
ve tehlike sayıldığına kuşku olmasın.
Sonuçların ne olacağı ise farklı bir
konudur. Savaşlar acılı ve yıkıcı
etkilerinin yanı sıra, statükoyu yıkarak onu
çıkaranların ve taraf olanların beklentilerinin
ötesinde sonuçlar da verebilirler. Birinci Dünya Savaşı
tümüyle emperyalistler arası bir boğuşma idi;
ama aynı zamanda Ekim Devrimi’ne ve Sovyetler Birliği’nin
kuruluşuna yol açtı. İkinci Dünya Savaşı’nı
da emperyalistler başlattı; ama bundan dünya sosyalist
sistemi doğdu ve dünya sömürgeci sistemi yıkıldı.
Irak’ta rejimin yıkılması, bölgede domino
etkisi yapabilir ve statükonun yıkımına, mevcut
rejimlerin çökmesine yol açan bir süreci başlatabilir.
Zaten Türkiye dahil, bölge devletlerini tedirgin eden de bu
korkudur.
Statükonun yıkılması fena olmaz! Özellikle
de eğer statüko gerici, baskıcı düzeni temsil
ediyorsa. Ortadoğu’daki statükonun böyle olmadığını
kim savunabilir? Dün Sovyetlerin ve Yugoslavya’nın dağılmasını,
sosyalist sistemin çökmesini davul-zurnayla kutlayanlar şimdi
sıra Ortadoğu’ya gelince neden bu kadar telaştalar?..
Öte yandan, statükonun yıkımı, onun yıkılmasını
isteyen, değişim bekleyen herkes için otomotik bir
yarar sağlamayabilir.. Birinci Dünya Savaşı
besbelli Avusturya, Rusya ve Osmanlı imparatorlukları
için yıkım oldu, üçü de bittiler. Osmanlıların
dağılmasından en çok da Araplar yararlandı.
Bu nedenle emperyalist yandaşlığı, Müslüman
karşıtlığı filan demeyip, İngiliz
ve Fransızlarla birlikte Osmanlı’ya, yani halifenin
ordularına karşı savaştılar. (Osmanlı
da savaşarak halifeliği onlardan almış
ve onları kendisine tabi kılmıştı..)
Ancak umduklarını bulamıyanlar ve zarar görenler
de oldu. Rumlar ve Ermeniler Anadolu’dan sürüldüler. Üstelik
Ermeniler, bir ölçüde Süryaniler, bir de kırımdan
geçirildi. Emeniler hiç değilse Sovyetler Birliği
içinde federatif bir cumhuriyet kurabilirken, Mustafa Kemal’le,
yani Türklerle birlikte savaşan Kürtler hiçbir şey
elde edemediler. Hatta savaş sonrası TC, Irak ve
Suriye gibi yeni devletler kurulurken, Kürdistan bir kez daha
parçalandı ve Kürtler bu yeni devletlerin sınırları
içinde Osmanlı döneminden bile daha ağır baskılara
hedef oldular.
O halde statükonun yıkılması tek başına
yetmez, bundan yararlanmak için başka koşullara
da gerek var. Bunların bazısı elinizdedir,
size bağlıdır, bazısı değil.
Kürtler Birinci dünya savaşında, çeşitli nedenlerle
başarıya ulaşamadılar. Başta gelen
neden birlikten, onları başarıya götürecek
bir önderlikten ve politikadan yoksun oluşlarıydı.
İlginçtir, Araplar bağımsızlık için
Osmanlıya başkaldırırken, Kürtler, o zaman
bir Osmanlı generali olan ve “kutsal Müslüman dinini,
halifeyi ve saltanatı koruma” çağrısı
yapan Mustafa Kemal’in yanında yer aldılar, kuyrukta
sürüklendiler. Onun içindir ki kendi bağımsız
güçleri olmadı, savaş sonrasını etkileyemediler.
Lozan’da temsil edilmediler ve Ankara meclisindeki göstermelik
temsilleri de TC’nin kuruluşu ile son buldu. Yeni devlet
meclisiyle, hükümetiyle, diliyle artık “muhtelif anasırı
İslamiyenin” değil, sadece bir unsurun, Türklerindi..
Kürtler eğer, muhtemel Irak savaşı ve onu
izleyecek süreçte bir kez daha aynı duruma düşmek
istemiyorlarsa geçmişten ders almalılar. Aralarında
birlik olmalı, kendi ulusal politikalarını
oluşturmalılar. En büyük güvenceleri budur. Bunu
yapabilirlerse olayların gelişiminde söz sahibi
olabilirler ve herkes onları hesaba katmak zorunda kalır.
Ancak böylesi bir birlik ve kararlılıkla Kürdistan’ı
bölüşmüş bölge devletlerinin Güney Kürdistan’daki
özerk yönetimi boğmasını önleyebilir, daha
iyi bir statü elde edebilir ve diğer parçalar bakımından
da değişim ve özgürlük yolunu açabilirler.
|