PSK PSK Bulten KOMKAR Roja Nû Weşan / Yayın Link Arşiv
Dengê Kurdistan
PSK
PSK Bulten
KOMKAR
Roja Nû
Weşan/Yayın
Arşiv
Link
Pirs û Bersiv
Soru - Cevap
Webmaster
psk@kurdistan.nu
 
 

Hayatımız tiyatro..

Cemil BARAN

Kopenhag zirvesinden günler, hatta aylar önce yaygara başlamıştı, zirve yaklaştıkça tırmandı. Türkiye’nin siyasetçisi, iş adamı, basını, sözde sivil toplum örgütleri Avrupa başkentlerine sefer halinde. Türkiye’ye 2003 yılı içinde müzakere tarihi verilmeliymiş. Türkiye de diğer 10 ülkeyle birlikte 2004 yılında birliğe alınmalıymış..

Fransa Devlet Başkanı Chirac ve Almanya Şansölyesi Schröder kısa süre önce Türkiye’nin durumunu görüşmek için bir araya geldiler ve 2004 mart ayında verilecek ilerleme raporuna göre, Türkiye ile 2005 yılı temmuzunda tam üyelik görüşmelerinin başlayabileceğini açıkladılar. Bu açıklama Türk siyasi çevrelerinde ve basınında yeni bir öfke dalgasına ve söz konusu yaygaranın kabarmasına yol açtı.

Efendim, bu “kabul edilemez”miş.. Türkiye, “batılıların hiç beklemediği biçimde  Kopenhag Kriterleri’ni yerine getirdiği halde onlar ipe un seriyorlar”mış.. Bunun nedeni AB’nin “bir Hıristiyan Kulübü” olmasıymış, “Avrupalılar müslüman bir ülkeyi içlerinde istemiyorlar”mış.. “Diğer Doğu Avrupa ülkelerinin çoğunun ekonomik ve demokratik standartları Türkiye’nin altında olduğu halde (bu iddia tümüyle gerçek dışı) onlarla görüşmeleri başlatıyor, Türkiye ile başlatmıyorlar”mış.. “Avrupa sadece alıyor, vermesini bilmiyor”muş.. “Taviz vermenin sonu yok”muş.. “Türkiye Avrupa Birliği’nin önünde küçük düşmüş..” Daha neler neler!..

Bu adamlar dediklerine acaba gerçekten inanıyorlar mı? Hiç sanmam! Eğer inanıyorlarsa çok saf olmalılar.. Yok eğer dünya alemi çok saf sanıp gürültü şamatayla zeytin yağı gibi üste çıkarak Avrupa kapısından geçebileceklerini sanıyorlarsa o da ayrı mesele.. Ama ne onların, ne de Avrupalıların o denli saf olmadıkları kesin.

Öncelikle şu Kopenhag Kriterleri meselesine bir gelelim. Türkiye gerçekten söz konusu kriterleri, ya da önkoşulları yerine getirdi mi? Gerçi bunların yerine getirilmediğini ahmaklar bile bilecek durumda. Biz de, Türkiye’nin bu alanda göz boyamadan öte bir şey yapmadığını söyleye yaza bir hal olduk. Yine de erinmeyip neyin ne olduğunu bir kez daha bu baylara ve kamuoyuna hatırlatalım. Ekonomik-sosyal olanları bir yana bırakıp siyasi kriterlere bir bakalım:

Türkiye’de işkence devam etmiyor mu? Türk Ceza Kanunu işkenceyi başından beri suç saydığı halde.. Üstelik bu ülkede işkencecileri mahkeme önüne çıkarmak bile çoğu zaman mümkün değil. Polis, hem de göreve devam ettikleri halde, kendi meslektaşlarının, ya da işkence tanıklarının adresini yıllarca bulamıyor, onları birtürlü mahkemeye getiremiyor, daha doğrusu getirmiyor. Getirse bile yargıç bir türlü davayı bitiremiyor, yani bitirmiyor. Bitirince aklıyor. Aklamasa erteliyor...

Demek ki ilgili yasalarda işkencenin suç sayılmış olması, Türkiye gibi polisi-askeri şiddete koşullanmış, yönetimi buna göz yuman, yargısı yasaları adamına göre uygulayan ülkelerde hiçbir önem taşımıyor.

Peki düşünce ve basın özgürlüğü? Helsinki Zirvesi’nde verilen sözlere, Katılım Ortaklığı Belgesi’ne, “Ulusal Belge”deki vaatlere ve sözde Anayasa’da ve ilgili yasalardaki bir dizi değişikliğe rağmen bu ülkede düşünce özgürlüğü var mı? Varsa, şu anda bile cezaevinde 70 yazarın, basın mensubunun işi ne? Neden hergün yazarlara, gazete ve yayıncılara karşı yeni yeni davalar açılıyor?

Siyasal hak ve özgürlüklerin durumu ne? Eğer Kopenhag Kriterleri yerine getirildiyse, partisi iktidara geldiği halde Bay Erdoğan neden yasaklıdır? Yıllar önce bir şiir okuduğu için değil mi? Ve onunla birlikte, aralarında parti liderlerinin olduğu onlarca Kürt politikacısı, sosyalist neden seçime sokulmadı? HAK-PAR, HADEP, hatta şu anda iktidar partisi olan AKP neden kapanma istemiyle Anayasa Mahkemesi önünde?

İsmindeki “komünist” kelimesini değiştirmediği için neden TKP’nin kapatılması isteniyor? AB ülkelerinde Komünist partilerin serbest olduğu, parlamentolarda temsil edildiği, Avrupa Parlamentosu’nda grupları bulunduğu acaba baylarımızın malumu değil mi?

Kopenhag Kriterlerini yerine getirmiş olmak bu mudur?

Ya Kürt sorunu ile ilgili olarak yapılanlar? Türkiye, ülkeyi iç savaşa, derin krizlere sürükleyen, ekonomik ve sosyal gelişmeyi engelleyen Kürt sorunu gibi büyük ve ciddi bir sorunu çözmek için hangi adımları attı? Kopenhag Kriterleri kapsamında da olsa Kürtlere kültürel haklar tanıdı mı?

Sözde yapılan değişikliklerle bu hakların verildiği ileri sürülüyor. Türkiye’de yalanı en doğal yöntem haline getirmiş siyaset esnafı ve basın bunu iddia ediyor ve uluslararası planda da kimileri ya saflıklarından ya da işlerine öyle geldiği için, bu iddialara katılıyorlar..

Oysa yapılan şey Kürtlere kendi anadillerinde eğitim hakkı tanımak değil, özel kurslar.. Bundan böyle de bir tek Kürt okulu açılamıyacak, yani Kürtler ülke nüfusunun üçte birini oluşturdukları halde kendi dillerinde eğitim göremiyecekler. Özel kurslar ise binbir engele tabi. Henüz Türkiye’de açılmış bir tek Kürtçe kurs yok!

Kürtçe TV yayını da aynı durumda. Kürtçe özel kanallar yasak. Devlet kanalında ise günde 15-20 dakikalık, haftada bir-iki saatlik bir yayın düşünülüyor. O bile henüz ortada yok.

Bu Kürtlere kültürel haklar tanımak değil, onlarla alay etmektir, onları aşağılamaktır.

Türk devleti Kürt kimliğini bugün bile tanımış değil; “Kürt, Kürtçe, Kürdistan” gibi adları kullanmaktan dikkatle kaçınıyor. Kürt adıyla siyasi partiler ve dernekler bugün de yasaktır. Herhangi bir siyasi partinin Kürt sorunundan söz etmesi, baskılara karşı çıkması, barışçı bir çözüm önermesi bile kapanma nedenidir. Kürt sorununun tartışılması bugün de yasaktır.

Demokratikleşme diye yapılanlar, “uyum paketi” diye parlamentodan geçirilen yasa değişiklikleri göstermeliktir, göz boyama türündendir. Gerçekte yasalarda ciddi, köklü hiçbir değişiklik yapılmadı.

Çünkü rejimin demokrasiden, insan haklarından korkusu devam ediyor. Rejim ne Kürtlere ne de bizzat Türklere insan hak ve özgürlüklerini tanımaya yanaşmıyor. Böyle bir niyeti yok.

O, baskıyla, yasakla, şiddetle, tam bir despotlukla yönetmeye alışmış, başka türlü bir yönetim biçimi düşünemiyor.

Bunun içindir ki yasalarla oynuyor, makyaj yapıyor, ama bu tuzak ve engellerin özünü koruyor, anayasasını ve bir bütün olarak bu çağdışı hukuk sistemini değiştirmiyor.

12 Eylül faşist çarkı, yasaları ve kurumlarıyla devam ediyor.

Bu ülkede var olan, eşi az görülür derecede militarist bir rejim ve polis devletidir. MGK denen kurum parlamento ve hükümet üstü. MGK’nın yetkilerini sınırlandırmak için hiçbir şey yapılamadı. Aslında dünden bugüne ülkeyi yöneten sivil politikacıların da kafaca generallerden ve polis şeflerinden farkı yok. Ama onların, AB’nin baskısıyla da olsa yapmaya razı olduğu bazı değişiklikler de her keresinde MGK engeline takılıyor.

Generaller höt deyince akan sular duruyor. İşte, son olarak yeni hükümet döneminde de bu mekanizma işlemeye devam ediyor. O da havaya girdi.. Daha dün, ülkenin başbakanı Genelkurmay’a çağrılıp kendisine Irak, Kıbrıs sorunu, AB ve İrtica ile ilgili olarak brifing, yani ders ya da gözdağı verildi.

Bu nasıl iştir? Nasıl oluyor da bu sorunlar siyasetçilerin, hem de hükümetin değil de generallerin bilgi alanı içinde?

Bizim bildiğimiz, askerlerin brifingleri belli askeri harekatlarla ilgili olur. Ama bu baylar ülke politikalarının tamamında uzman! Basına, yargıya, üniversite öğretim üyelerine onlar brifing veriyor ve ne yapmaları gerektiğini söylüyorlar! Bu ülkede her şey onlardan soruluyor. Kimin başına ne örtüp örtmeyeceğine onlar karar veriyor. Kürtçenin öğretilip öğretilmemesi onlardan soruluyor. Vatandaşa ne kadar düşünce özgürlüğü gerekli olduğuna onlar karar veriyor!

Bunlar film rejisörlerine, tiyatroculara, edebiyatçılara da brifing vermeli. Şairlerin nasıl şiir yazacağını, hikayecilerin nasıl hikaye kuracaklarını da bir güzel anlatmalılar. Zaten anlatıyorlar! Bu brifinglere uymayan basın mensuplarının, yazarların, şairlerin, profesörlerin, politikacıların, hatta yargı adamlarının başına neler geldiği malum…

Böyle bir ülke nasıl Kopenhag Kriterlerini yerine getirmiş sayılabilir, söyler misiniz? Türkiye’nin dışında hangi aday ülkede işkence var? Hangi aday ülkede yazarlar, gazeteciler cezaevinde? Hangi aday ülkede 20 milyonluk bir ulusun dili kültürü yasak? Hangi aday ülkede generaller böylesine pervasızca yönetiyor ve sopalarıyla toplumu hizaya getiriyorlar?

AB’yi suçlayan Türkiyeli politikacılar, basın mensupları, bürokratlar, siz ne kadar pişkinsiniz!

Böyle bir ülke nasıl AB’ye üye olabilir? AB’nin Türkiye’ye müzakere tarihi vermemesine değil, asıl vermesine şaşmak gerekir. Böyle bir Avrupa kendi normlarını, değerlerini hiçe saymış olur, Avrupa olmaktan çıkar.

Türkiye’nin bir İslam ülkesi olduğu için alınmadığına ilişkin iddialar tümüyle demagojidir, boş laftır. Elbet Avrupa’da AB’yi bir Hıristiyan kulübü olarak görenler, bu nedenle Türkiye’yi istemeyenler var. Yine 70 milyonluk nüfusu, geri ekonomisi ile Türkiye’nin ağır bir yük olacağını düşünüp temkinli ve yavaş davrananlar da var. Yine de çoğunluk, gerekli koşulları yerine getirmesi şartıyla Türkiye’ye bu kapıyı açtı. Türkiye eğer Avrupa değerlerini içtenlikle benimsese, insan hakları standardını yükseltmek için iyi niyetle çaba harcasa, kendi yurttaşlarına özgürlük tanısa, Kürt ve Kıbrıs sorunlarını çözmek için ciddi adımlar atsa bu yol daha da kısalır. Ama bunları yapmadan, yapmamak için akıl almaz biçimde ısrar ederek, bu işkence çarkıyla, bu faşist hukuk sistemi ve kurumlarla, bu militarist yapıyla, bu kocaman Kürt sorunuyla Avrupa kapısından geçme çabası nasıl bir şeydir?.

Baylar, kendinizi kılıç zoruyla Viyana kapılarını zorladığınız Kanuni döneminde mi sanıyorsunuz?. Ama kılıcın bile her şeye yetmediği görüldü, Viyana seferleri bozgunlara dönüştü.

Hiç haklı değilsiniz. Yaptığınız şey bir kez daha halka yalan söylemektir. Bir kez daha, Kürdü ve Türküyle ülkemizin insanlarını aldatma çabasındasınız.

Ya bazı çevrelerin dillerine pelesenk yaptıkları “Türkiye’nin aldatılmış olduğu” iddiası? Hele hele, demokratikleşme, uyum paketi adı altında yapılan göstermelik işlerin Avrupa’ya verilmiş bir taviz sayılması?.

Bu ne kadar çirkin bir anlayış! Demek ki Türkiye’de insan hak ve özgürlükleri yönünde atılan küçücük, göstermelik adımlar bile, AB’ye üyelik hatırına yapılıyor.(Biz böyle olduğunu biliyorduk elbet; ama kendileri de itiraf ediyorlar işte.) Demek ki işkencenin önlenmesi için yapılanlar (gerçekte yapılan bir şey yok) taviz.. Demek, ülkemiz insanlarının söz ve yazılarından dolayı cezalandırılmalarını önlenmeye yönelik kimi düzenlemeler (ki bunlar da göstermelik) AB’ye verilen bir taviz! Demek ki Kürtçe özel kurslar, günde 15 dakikalık yayın hep taviz…

Vay canına, baylarımız ne büyük fedakarlıklar yapmışlar! Yapmayın bayım, yapmayın, yazıktır size!

İşkence devam etsin, canım! İşkence yaptılar diye polislerinizi sıkıştırmayın, üzmeyin!..

Sözleri ve yazılarıyla düzeni eleştiren, baskılara karşı çıkan, adalet ve özgürlük isteyen insanları zindana atmaya, ezmeye, kurşunlamaya devam edin!..

Henüz açmadığınız Kürtçe kurslardan, daha başlamadığınız 15 dakikalık Kürtçe yayından, hazır fırsat düşmüşken vazgeçin! Böylece vatan ve millet bölünme tehlikesinden kurtulmuş olur! Bunlar AB’ye verilmiş ne büyük tavizler değil mi?!.

Her şey tam da dediğiniz gibi. AB, demokratikleşmesini istemekle, “vatandaşına insan haklarını tanı, Kürtlere kültürel haklarını ver” demekle Türkiye’yi parçalamak, mahvetmek istiyor!

Tabi canım, senin vatandaşın insan değil ki insan hakları tanıyasın! Senin vatandaşın kutsal Türk devletini yıkmak, parçalamak, düzeni bozmak için fırsat kollayan bir canavar!.. Ona düşünme özgürlüğü tanımaya gelmez!..

Kürtlere gelince, onlar Boşnak, Pomak, Gagavuz, Kosovalı, Türkmen ve bir avuç Kıbrıs Türkü değiller ki her şeye, bağımsız devlete bile hakları olsun.. Onlar, Türkiye’nin sınırları içinde ve dışında, “Kuzey Irak’ta, “Batı İran”da ve dünyanın her yerinde sıkı bir şekilde izlenip dilleri ve tarihleriyle yok edilmesi gereken tehlikeli canavarlar!..

Baylar, çok haklısınız, vazgeçin bu AB işinden! Bu yol sizin için tehlikelerle dolu. Bu kadar taviz vermeyin, küçülmeyin!..

Sevgili okurlar, bu ülke sanki boydan boya bir tiyatro sahnesi. Hayatımız tiyatro! Komik mi, trajik mi, orta oyunu ya da karagöz mü?. Galiba trajikomik.. Bir yanda bizi ağlatan işkenceciler, bir yanda güldüren soytarılar..

Bakalım bu oyun daha ne kadar sürecek…

---------------------------------------------------------
Not: Bu yazı 12 Aralık Kopenhag Zirvesi’nden hemen önce yazılmıştı. Zirvede beklenen oldu, Türkiye yine sınıfta kaldı. Durumu 2004 Aralık ayında bir kez daha görüşülecek.. Gerisi kendilerine kalmış.. Kıbrıs da Helsinki kararlarına uygun olarak AB’ye tam üye olarak alındı. Denktaş ve Türkiye’deki çözümsüzlük yanlıları, bir kez daha anlaşmayı engellediler ve Kuzey’in AB’ye girmesine fırsat vermediler.

Bir kez daha görüldü ki Türkiye’nin yolunu tıkayanlar dışında değil, içindedir. Bunlar demokrasi ve halk düşmanı şoven, ırkçı kafalardır. Türkiye’nin çağı yakalaması için öncelikle onlardan kurtulması lazım.

 
PSK Bulten © 2002