PSK PSK Bulten KOMKAR Roja Nû Weşan / Yayın Link Arşiv
Dengê Kurdistan
PSK
PSK Bulten
KOMKAR
Roja Nû
Weşan/Yayın
Arşiv
Link
Pirs û Bersiv
Soru - Cevap
Webmaster
psk@kurdistan.nu
 
 

Herkesin Bildiği, ama bilmezden geldiği...

Radikal gazetesi 21 yıldır gizli tutulan Milli Güvenlik Kurulu Yönetmeliği’ni yayınlayınca MGK’nın parlamento ve hükümet üstü bir kurum olduğu ayan beyan ortaya çıktı. MGK Genel sekreterliği’nin ülkeyi ve toplumu ilgilendiren hemen her konuda (güvenlik, siyaset, hatta ekonomi ve kültür) araştırma yapıp, karar alıp icra ettiği, tüm devlet kurumlarını, hatta özel kurumları, basın yayını yönlendirdiği, bununla da kalmayıp, devleti koruma adına, tehlike saydığı hedeflere, hatta halka karşı bile psikolojik hareketler yaptığı, yani kitleleri yanıltmak, yönlendirmek için komplo ve cinayetlere bile başvurduğu anlaşıldı.

Bunun üzerine Türk medyasında kıyamet koptu. Sanki her şey yeni keşfediliyormuş gibi gözler fal taşı gibi açıldı.. Şimdi birkısım yazar çizer makulesi, “vay anasını, sayın seyirciler!” diye hayret nidaları haykırıyorlar, “bu nasıl olur?!.” Diyorlar. Radikal yazarı İsmet Berkan ayrıca şunları yazmış:

“Acaba Uğur Mumcu, Bahriye Üçok, Ahmet Taner Kışlalı ve hatta Necip Hablemitoğlu cinayetleri de birer ‘psikolojik harekat’mıydı?”

Bize kalırsa söz konusu yazarların hayretleri de, yukarda sözü edilen cinayetlere ilişkin soruları da yersizdir. Hatta ikiyüzlülüktür. Çünkü, kamuoyuna açıklanmış olmasa bile böyle bir yönetmeliğin varlığı yıllardır, sağır sultan tarafından bile biliniyordu. MGK’nın parlamento ve hükümet üstü bir kurum olduğu da, MGK Genel Sekreterliği’nin olağanüstü yetkileri de, söz konusu psikolojik hareketler de...

Bu yönetmeliğin bir tür gizli anayasa olduğu, bir generalller fermanı olan şu 1982 Anayasası’nı bile elimine ettiği, basına yıllar önce yansıdı; ama kimse üzerine gitmedi.

Yıllardır ülkenin kaderini ilgilendiren en önemli siyasal kararların parlamentoda veya bakanlar kurulunda değil, MGK’da alındığını bu memlekette bilmeyen mi var? Ya generallerin her dediğinin sivil kesimde bir emir ve ferman gibi karşılanması?..

Biz kendi payımıza bu konuda yaza söyleye dilimizde tüy bitti. Türkiye’yi anayasal bir cunta yönetiyor, dedik. Mumcu ve Kışlalı öldürüldüğü gün de devleti işaret ettik. Bu bir kehanet de değildi. Bu devlet bu işi hep yapmakta idi. Halkı aldatmak, heyecana getirmek, istediği hedefler doğrultusunda yönlendirmek için bizzat kendi yandaşları arasından ilahlara kurbanlar sunmakta idi. 1992 yılında Bingöl’de, adeta bir danışıklı dövüş gibi PKK’ya sunulan ve infaz edilen 33 silahsız ve korumasız asker de böylesine kurbandılar; bununla ateşkes süreci sabote edildi, kirli savaşın sürmesi için ortam yeniden ısıtıldı. 

Ama yıllardır bu yazarların çoğu bu iğreti durum karşısında sessizdiler, susarak onayladılar. Hatta birçok durumda açık açık destek verdiler. Onlar generallerin cemalini ve sözlerini günde beş vakit TV ekranlarına ve gazete manşetlerine taşıdılar.. Şimdi bile aynı şeyi yapmaya devam ediyorlar. Hangi demokratik ülkede böyle bir durum vardır? Hangi demokratik ülkede generaller bu kadar güçlüdür, ünlüdür, medyatiktir?..

Besbelli Türkiye bir polis devletidir ve bu rejim de dünyada eşi az görülen militarist bir rejimdir. Ama Türk medyasının söz konusu kalemleri bu rejimi yıllar yılı demokrasi gibi sunmaktan sıkılmadılar ve bugün de hala aynı şeyi sürdürüyorlar.

Peki MGK ile ilgili bu yeni tavır ne? Nasıl oldu da bu baylar şimdi generallerin bir bölümüne yağ çekmeyi sürdürüken bir bölümünü açıkça eleştirecek kadar cesur oldular? Nasıl oldu da artık MGK’nın olağanüstü yetkilerini tartışıyorlar?

Çünkü söz konusu militarist çark artık yalnızca Kürtleri, solcuları ezmekle kalmıyor, ülkedeki her değişim çabasının önüne, Kıbrıs sorununun çözümüne, AB ile bütünleşmeye karşı da dikiliyor. Türkiye’nin para babaları, kurtuluşu AB’ye katılmakta görüyorlar. Ekonomi ancak böyle soluk alabilir, Türkiye ekonomik bataktan ancak böyle kurtulabilir. Bunun alternatifi İran ya da Saddam rejimi türünden, despot bir üçüncü dünya ülkesi olmaktır. Ama generaller de işte, demokrasiden, değişimden ürken bir monark gibi, AB ile söz konusu bütünleşmeden korkuyorlar. Bu onların olağanüstü yetki ve imtiyazlarının sona ermesi olur.

Tüm baskılara rağmen Parlamentonun çıkarmayı göze aldığı 7 numaralı paket, bir anayasal cunta olan ve generallere hizmet eden MGK’nın bazı yetkilerini sınırlandırdı. Ülkenin efendisi ordu, mevcut konjünktür elvermediği için bunu engelleyemedi, yeni bir darbe yapamadı, ama çok rahatsız.. Bu nedenle, generallerin bir bölümü açıkça meydan okuyorlar, hükümeti ve toplumdaki değişim yanlısı güçleri tehdit ediyorlar.

Özetle, türkiye AB ve değişim konusunda safların ayrıştığı bir dönem yaşıyor. Sağıyla soluyla eski saflar dağılıyor, toplum yeni koşullara, çıkarlara göre yeniden cepheleşiyor. Bu basına da yansıyor. Bu basında, düne kadar devletin gizli planları, kirli operasyonları karşısında sessiz kalan, gerçeklerin çarpıtılmasına katkıda bulunan birçok kişi şimdi, havaya uyarak konuşuyor. Öteden beri militarizmin hizmetinde olan kimi kalemler ise gerçeklerin ortaya serilmesinden rahatsızlar.

Kuşkusuz, değişim konusunda herkesin beklediği ve düşündüğü aynı şey değil. Herkes değişimi kendisine lazım olduğu kadarıyla istiyor. İslami kesim, öteden beri ordunun baskılarından şikayetçi ve bu baskılar bugün de devam ediyor. Bu nedenle AK Parti MGK’nın, dolaylı olarak generallerin olağanüstü yetkilerinin sınırlandırılması için çaba gösteriyor. Ülkenin AB ile bütünleşmesini isteyen sermaye çevreleri de buna destek veriyor. Ama bu kesimler, kuşku yok, ileri ve çağdaş anlamda bir demokrasiyi düşünmüyorlar. Bu onların derdi değil, çıkarları da buna uygun düşmez.

Gerçek ve çağdaş bir demokrasi, çıkarları ona uygun düşen toplum kesimlerinin (emekçilerin, aydınların, Kürt halkının, baskı gören öteki toplum kesimlerinin –örneğin Aleviler, Hıristiyanlar gibi farklı inanç gruplarının, azınlıkların) istemidir, öyle olmalıdır.

Öte yandan,söz konusu toplum kesimleri -ki bunlar toplumun ezici çoğunluğunu oluşturuyor- ne kadar bunun farkında, o da ayrı bir mesele. “Kahraman ordu ve polis” yıllar yılıdır, iç ve dış sermayenin çıkar ve istemlerine uygun olarak ve nice “psikolojik harekatlarla” onları ezdi, örgütlerini dağıttı, güçsüz bıraktı. Toparlanmaları zaman ister.

Öyle olunca da, bugünkü değişim ve demokratikleşme hareketi ancak böylesine ağır aksak, kör topal yürüyecektir.

 
PSK Bulten © 2003