Herkesin Bildiği,
ama bilmezden geldiği...
Radikal gazetesi 21 yıldır gizli tutulan Milli
Güvenlik Kurulu Yönetmeliği’ni yayınlayınca
MGK’nın parlamento ve hükümet üstü bir kurum olduğu
ayan beyan ortaya çıktı. MGK Genel sekreterliği’nin
ülkeyi ve toplumu ilgilendiren hemen her konuda (güvenlik,
siyaset, hatta ekonomi ve kültür) araştırma yapıp,
karar alıp icra ettiği, tüm devlet kurumlarını,
hatta özel kurumları, basın yayını yönlendirdiği,
bununla da kalmayıp, devleti koruma adına, tehlike
saydığı hedeflere, hatta halka karşı
bile psikolojik hareketler yaptığı, yani
kitleleri yanıltmak, yönlendirmek için komplo ve cinayetlere
bile başvurduğu anlaşıldı.
Bunun üzerine Türk medyasında kıyamet koptu.
Sanki her şey yeni keşfediliyormuş gibi gözler
fal taşı gibi açıldı.. Şimdi birkısım
yazar çizer makulesi, “vay anasını, sayın
seyirciler!” diye hayret nidaları haykırıyorlar,
“bu nasıl olur?!.” Diyorlar. Radikal yazarı İsmet
Berkan ayrıca şunları yazmış:
“Acaba Uğur Mumcu, Bahriye Üçok, Ahmet Taner Kışlalı
ve hatta Necip Hablemitoğlu cinayetleri de birer ‘psikolojik
harekat’mıydı?”
Bize kalırsa söz konusu yazarların hayretleri
de, yukarda sözü edilen cinayetlere ilişkin soruları
da yersizdir. Hatta ikiyüzlülüktür. Çünkü, kamuoyuna açıklanmış
olmasa bile böyle bir yönetmeliğin varlığı
yıllardır, sağır sultan tarafından
bile biliniyordu. MGK’nın parlamento ve hükümet üstü
bir kurum olduğu da, MGK Genel Sekreterliği’nin
olağanüstü yetkileri de, söz konusu psikolojik hareketler
de...
Bu yönetmeliğin bir tür gizli anayasa olduğu,
bir generalller fermanı olan şu 1982 Anayasası’nı
bile elimine ettiği, basına yıllar önce yansıdı;
ama kimse üzerine gitmedi.
Yıllardır ülkenin kaderini ilgilendiren en önemli
siyasal kararların parlamentoda veya bakanlar kurulunda
değil, MGK’da alındığını bu
memlekette bilmeyen mi var? Ya generallerin her dediğinin
sivil kesimde bir emir ve ferman gibi karşılanması?..
Biz kendi payımıza bu konuda yaza söyleye dilimizde
tüy bitti. Türkiye’yi anayasal bir cunta yönetiyor, dedik.
Mumcu ve Kışlalı öldürüldüğü gün de
devleti işaret ettik. Bu bir kehanet de değildi.
Bu devlet bu işi hep yapmakta idi. Halkı aldatmak,
heyecana getirmek, istediği hedefler doğrultusunda
yönlendirmek için bizzat kendi yandaşları arasından
ilahlara kurbanlar sunmakta idi. 1992 yılında
Bingöl’de, adeta bir danışıklı dövüş
gibi PKK’ya sunulan ve infaz edilen 33 silahsız ve
korumasız asker de böylesine kurbandılar; bununla
ateşkes süreci sabote edildi, kirli savaşın
sürmesi için ortam yeniden ısıtıldı.
Ama yıllardır bu yazarların çoğu bu
iğreti durum karşısında sessizdiler,
susarak onayladılar. Hatta birçok durumda açık
açık destek verdiler. Onlar generallerin cemalini ve
sözlerini günde beş vakit TV ekranlarına ve gazete
manşetlerine taşıdılar.. Şimdi
bile aynı şeyi yapmaya devam ediyorlar. Hangi
demokratik ülkede böyle bir durum vardır? Hangi demokratik
ülkede generaller bu kadar güçlüdür, ünlüdür, medyatiktir?..
Besbelli Türkiye bir polis devletidir ve bu rejim de dünyada
eşi az görülen militarist bir rejimdir. Ama Türk medyasının
söz konusu kalemleri bu rejimi yıllar yılı
demokrasi gibi sunmaktan sıkılmadılar ve
bugün de hala aynı şeyi sürdürüyorlar.
Peki MGK ile ilgili bu yeni tavır ne? Nasıl oldu
da bu baylar şimdi generallerin bir bölümüne yağ
çekmeyi sürdürüken bir bölümünü açıkça eleştirecek
kadar cesur oldular? Nasıl oldu da artık MGK’nın
olağanüstü yetkilerini tartışıyorlar?
Çünkü söz konusu militarist çark artık yalnızca
Kürtleri, solcuları ezmekle kalmıyor, ülkedeki
her değişim çabasının önüne, Kıbrıs
sorununun çözümüne, AB ile bütünleşmeye karşı
da dikiliyor. Türkiye’nin para babaları, kurtuluşu
AB’ye katılmakta görüyorlar. Ekonomi ancak böyle soluk
alabilir, Türkiye ekonomik bataktan ancak böyle kurtulabilir.
Bunun alternatifi İran ya da Saddam rejimi türünden,
despot bir üçüncü dünya ülkesi olmaktır. Ama generaller
de işte, demokrasiden, değişimden ürken bir
monark gibi, AB ile söz konusu bütünleşmeden korkuyorlar.
Bu onların olağanüstü yetki ve imtiyazlarının
sona ermesi olur.
Tüm baskılara rağmen Parlamentonun çıkarmayı
göze aldığı 7 numaralı paket, bir anayasal
cunta olan ve generallere hizmet eden MGK’nın bazı
yetkilerini sınırlandırdı. Ülkenin efendisi
ordu, mevcut konjünktür elvermediği için bunu engelleyemedi,
yeni bir darbe yapamadı, ama çok rahatsız.. Bu
nedenle, generallerin bir bölümü açıkça meydan okuyorlar,
hükümeti ve toplumdaki değişim yanlısı
güçleri tehdit ediyorlar.
Özetle, türkiye AB ve değişim konusunda safların
ayrıştığı bir dönem yaşıyor.
Sağıyla soluyla eski saflar dağılıyor,
toplum yeni koşullara, çıkarlara göre yeniden
cepheleşiyor. Bu basına da yansıyor. Bu basında,
düne kadar devletin gizli planları, kirli operasyonları
karşısında sessiz kalan, gerçeklerin çarpıtılmasına
katkıda bulunan birçok kişi şimdi, havaya
uyarak konuşuyor. Öteden beri militarizmin hizmetinde
olan kimi kalemler ise gerçeklerin ortaya serilmesinden
rahatsızlar.
Kuşkusuz, değişim konusunda herkesin beklediği
ve düşündüğü aynı şey değil. Herkes
değişimi kendisine lazım olduğu kadarıyla
istiyor. İslami kesim, öteden beri ordunun baskılarından
şikayetçi ve bu baskılar bugün de devam ediyor.
Bu nedenle AK Parti MGK’nın, dolaylı olarak generallerin
olağanüstü yetkilerinin sınırlandırılması
için çaba gösteriyor. Ülkenin AB ile bütünleşmesini
isteyen sermaye çevreleri de buna destek veriyor. Ama bu
kesimler, kuşku yok, ileri ve çağdaş anlamda
bir demokrasiyi düşünmüyorlar. Bu onların derdi
değil, çıkarları da buna uygun düşmez.
Gerçek ve çağdaş bir demokrasi, çıkarları
ona uygun düşen toplum kesimlerinin (emekçilerin, aydınların,
Kürt halkının, baskı gören öteki toplum kesimlerinin
–örneğin Aleviler, Hıristiyanlar gibi farklı
inanç gruplarının, azınlıkların)
istemidir, öyle olmalıdır.
Öte yandan,söz konusu toplum kesimleri -ki bunlar toplumun
ezici çoğunluğunu oluşturuyor- ne kadar bunun
farkında, o da ayrı bir mesele. “Kahraman ordu
ve polis” yıllar yılıdır, iç ve dış
sermayenin çıkar ve istemlerine uygun olarak ve nice
“psikolojik harekatlarla” onları ezdi, örgütlerini
dağıttı, güçsüz bıraktı. Toparlanmaları
zaman ister.
Öyle olunca da, bugünkü değişim ve demokratikleşme
hareketi ancak böylesine ağır aksak, kör topal
yürüyecektir.