Orhan
Pamuk davasında beklenenler oldu
Hüseyin Azad
Yazar Orhan Pamuk´un 16 Aralık´ta Şişli Asliye
Ceza Mahkemesi´nde görülen davasında beklenenler oldu:
Güdümlü bir saldırgan grup yalnızca Pamuk´u ve AB
gözlemci heyetini protesto etmekle kalmadı, adliyenin
içine girerek Avrupa´dan gelen heyet üyelerine saldırdı.
Bu saldırganlardan, hem de bir avukat, İngiliz parlamenter
Andrew Duff´un yüzüne yumrukla vurdu.
Heyetin kadın üyelerinin yüzüne karşı İngilizce
„oruspular! Gidin kendinizi Avrupa´da satın!“
dendi. Heyetin erkek üyelerine yine İngilizce „pezevenkler!“
diye küfredildi... (Görülen o ki „bizim“ saldırganlar
ya da faşistler artık İngilizce de küfredebilecek
kadar gelişmişler!)
Saldırgan
„vatanseverlerimiz“ adliye çıkışında da
sözde polis korumasında götürülen Pamuk´un arabasını
yumurta ve taş yağmuruna tuttular, yumrukladılar,
bu yüzden arabının camları çatladı.
Duruşma sonrası basının sorularına
cevap veren İngiliz Parlamenter Anrew Duff, kandisine
saldıran avukatları kastederek „Adliye´de özgürlüğe
düşman kara cüppeli ayetullahları gördüm!“ dedi.
Daha önce Ermeni Konferansı sırasında da boy
gösteren Kemal Kerinçsiz adlı avukat bu olayda
da tipik bir provokatör olarak sahne aldı.
Davayı izleyen heyet gibi, olayları medyadan izleyen
tüm dünyada da bu olaylar „şaşkınlık uyandırdı“
diyecektim, ama demiyorum. Neden uyandırsın ki?
Türkiye´yi bilen tanıyan hiç kimse için bu olup bitenler
sürpriz değil. Aslında her zaman olanlar, yani Türkiye
bakımından bir bakıma, olması gerekenler
oldu.
Bir yazarın söz ve düşüncelerinden dolayı
vatan hainliğiyle suçlanması, yargılanması,
sokak kalabalığının saldırısına
hedef olması... Hapsedilmesi, kahredilmesi, kurşunlanması...
Orhan Pamuk şükretsin ki farklı bir döneme, AB sürecine
denk geldi de bu sonuncular olmadı. Yine de belli olmaz!..
Gözlemci olarak gelen yabancı parlamenterlere „orospu“
ya da „pezevenk“ denmesi de ilk değil; belki yumruk yemeleri
ilktir...
Bu dava ve bu saldırganlık iç ve dış
basında, AB çevrelerinde eleştirildi. Kimisi „bu
dava ile Türkiye kendisini yargılıyor“ dedi. Kimisi
„Türkiye kendi ayağına kurşun sıktı“
dedi. Kimisi „yargıçlar reform sürecini algılıyamıyor“
dedi...
Bunların tümü de geçerli. Ancak bizce tüm bunlar Türkiye
bakımından „normal“, bu ülkede her zaman olanlar,
olması beklenenler oldu. Savcı ve yargıçların
reformları kavramadığı meselesine gelince..
Bir kere reform denen şeylerin kendisi de, iddia edildiği
gibi ahım şahım şeyler değil, gerçekte
makyaj türünden. O kadarcığını bile ne
yapanlar isteyerek yaptılar, ne de Kürt halkının
ve bir avuç demokrat insanın dışında Türkiye´deki
halk çoğunluğunun bir reform beklentisi var. Beklentisi
yok ki sahip çıksın...
Zihniyete gelince.. Bu konuda sadece savcı ve yargıçları
suçlamak haksızlık olur. Bu zihniyet bu ülkenin
Cumhurbaşkanından, Başbakanından sokak
bekçisine, işvereninden dağdaki çobanına, zenginine
yoksuluna, okumuşuna okumamışına yer etmiştir.
Bu
zihniyete göre kişi ve onun hakları, düşünce
özgürlüğü falan değil, devlet önemli ve kutsaldır.
Devletin yaptıkları, ister Ermeni, ister Kürt kıyımı,
ister işkence olsun, doğaldır. Kimse bu devleti
eleştirmemeli. Onun kötülüklerine itiraz etmek, açığa
dökmek bu ülkede vatan hainliği... Yalnız izlemeye
koşullanmış polisi, suçlamaya koşullanmış
savcıları, ceza biçmeye koşullanmış
yargıçları değil, yöneticisi, parlamenteri,
yazarı çizeri de içinde, bu ülkenin yüzde 98´i aynı
anlayıştadır.
Bu ülkede kitap okuyan, yazara değer veren azdır;
ama kitapları, hatta yazarları yakmaya hevesli kalabalıklar
bir anda toplanabilir...
Bu zihniyet kök salmıştır, Başbakan
Erdoğan´ın deyişiyle „betondur!..“ Bu zinriyet
değişmeden ise ne yapılsa boş. AB üyeliğiymiş,
reformmuş, bunlar hikaye...
Bu zihniyet, bu bilinç kirlenmesi, beyinleri esir almış
bu kir pas ise, Osmanlıdan başlayarak yüzyıllar
süren bir süreç içinde bizzat egemen güçler ve devlet tarafından
yaratıldı, zihinlere yerleştirildi, silinmesi
kolay mı?.
İnsan beyni ve toplumlara egen olan zihniyet bakırı
çıkmış paslı kap değil ki kalaycıya
verip parlatasın...
|