PSK PSK Bulten KOMKAR Roja Nû Weşan / Yayın Link Arşiv
Dengê Kurdistan
PSK
PSK Bulten
KOMKAR
Roja Nû
Weşan/Yayın
Arşiv
Link
Pirs û Bersiv
Soru - Cevap
Webmaster
psk@kurdistan.nu
 
 

Demokrasi ve laiklik ile çağdaş bir ekonominin ilişkisi (*)

Kemal Burkay

Afganistan'da Taliban gitti, Kuzey ittifakı ile Taliban muhalifi Paştun'lardan oluşan geçici bir hükümet kuruldu.

İlginç olan, yeni hükümetin aktörleri gibi Taliban’ın da, hatta bunca kavga gürültünün nedeni olan El Kaide'nin de Amerika'nın eski dostları olması..

Bunların tümü de bir dönem Afganistan'ın eski solcu rejimine ve onu destekleyen Sovyet Kızılordusu'na karşı, başta ABD olmak üzere batının ve Suudi Arabistan, Pakistan, İran gibi islam ülkelerinin desteğiyle savaştılar. Afganistan Sovyetler'in Vietnam'ı oldu.

Sovyetler gidip solcu rejim yıkılınca yeni gelenler çok geçmeden birbirlerine girdiler ve bu kez ABD, Pakistan ve Suudi Arabistan'ın ortak tercihi Taliban oldu.

Günü gelip de Taliban ve El Kaide ikilisi İslam adına ABD ile cebelleşir olunca dost düşman cephesi yine değişti. Bu kez Ruslar da dahil olmak üzere eski düşmanlar dost, eski dostlar ise düşman oldu.

Diğer bir deyişle ABD daha eski düşmanlarıyla birleşerek daha yeni düşmanlarını ezdi..

Peki Afganistan'da bundan sonra ne olacak? Bugünkü Afgan koalisyonu sürebilecek mi?

Bu zor görünüyor. Bu noktadan sonra Afganistan üzerinde ABD ve Rusya'nın çıkar çatışması ön plana çıkacaktır ve bu daha şimdiden göze çarpıyor. ABD'nin zoraki müttefik Pakistan'la yolu da, bu ülkenin bağnaz İslami rejimi ve sahip olduğu atom silahları yüzünden ayrılabilir.. Hindistan-Pakistan çatışmasının tam da şu günlerde ısınması bir rastlantı olmasa gerek. En azından ABD ve batılı müttefikleri bu ülkede İslam radikalizmini törpüleyecek daha ılıman bir rejimin başa gelmesi için fırsatları değerlendireceklerdir..

Diğer yandan, Afganistan ve Pakistan'daki rejimlerin yakın zamanda demokratik ve laik olması mümkün mü? Buna kesinlikle hayır diyebiliriz!

Örneğin Afganistan'da mevcut şeriatçı uygulamada bir parça hafifleme olsa bile (kadınların yüzünü açması, müzik dinleyebilme, spor karşılaşmalarına izin verme vb.) ciddi ve köklü bir değişim yakın bir zamanda beklenemez. Demokrasi de laiklik de istenince sırta geçirilecek bir gömlek değil. Bunlar köklü, geniş ekonomik ve bunun yolaçtığı sosyal değişime bağlı.

Kadın iş pazarına girmedikçe özgürleşemez. Teknik ve bilim, gelişen ekonomiyle birlikte toplumu sarıp sarmalamadıkça kafalar da kolay kolay değişmez.

Örneğin Japonya gibi bir Asya ülkesinin nasıl değiştiğini biliyoruz. 19. Yüzyıldan başlayarak, bilinçli ve sistemli biçimde batının tekniğine yöneldi (kılık-kıyafetine değil). Sanayi devrimini başardı, çağdaş bir ekonomi kurdu ve çağdaş demokratik-laik düzeyi de yakaladı.

Rus Çarı Deli Petro da (gerçekte Büyük Petro), çok daha önce (17. Yüzyıl sonu, 18. Yüzyıl başları) aynı yöntemi izledi. Bizzat Batı Avrupa’ya geçti, bir tornacı çırağı gibi ustalık öğrendi ve ülkesine taşıdı. Petro çağdaşlığın smokin ve kravatta değil, teknik ve bilimde olduğunu kavramış bir liderdi.

Osmanlı da son döneminde ufaktan ufaktan buna yöneldi. Ama bu yöneliş kararlı olmadı, köklü değişimlere yol açmadı. Cumhuriyet dönemindeki sözde "reformlar" hatta "devrimler" bile üst yapıya, kılık-kıyafete, yaşama tarzına yönelik değişim çabaları olmaktan öteye gidemedi. Bu yüzden de ne sanayi devrimi başarıldı, ne batının güçlü bilim ve tekniği yakalandı, ne de batı ölçeğinde güçlü bir ekonomi inşa edilebildi. Üst yapıdaki zorlamlar ise altı kaval, üstü şeşhane türünden iğreti, doğu ile batı arasında gidip gelen, adeta kimliksiz bir toplumsal yapıya yol açtı.

Geri bir ekonomi üzerine ileri bir sosyal yaşam yaratılamaz. Ortaçağ köylüsünün kafasına fes yerine şapka, bacağına şalvar yerine pantolon geçirmekle onu "batılı" ya da "çağdaş" yapamazsınız. Kadın da jandarma zoruyla başını açmakla, çarşaf yerine manto giymekle modernleşemez..

Değişim sorununun kafanın içiyle -toplumsal yaşamda ise alt yapıyla (ekonomiyle)- ilgili olduğu bu toplumda, en başta yöneticiler tarafından iyi biçimde anlaşılamadı. Anlayıp söyleyen aydınların ise, aynen Osmanlı yönetiminde olduğu gibi, dipçik ve sopa marifetiyle, anasından emdiği burnundan getirildi. Bu nedenle ülke düşünce hayatı bakımından çoraktır.

Türkiye’de gerçekte ne demokrasi ne de laiklik var.

Demokrasinin hali işte ortada: Sözde 60 küsur yıllık şu demokrasi döneminde cuntanın biri gidip öteki geliyor. Ülkenin seçilmiş başbakanı ve bakanları bile idam edildi, ilk sivil cumhurbaşkanı idamdan zor sıyırdı.. Ülkeyi hala MGK adı altında generaller ve gizli belgeler yönetiyor, siviller buna itiraz bile edemiyor.

İşkence sözde yasak; ama sistemli ve yoğun biçimde sürüp gidiyor. Karakola, kışlaya sağ giren ölü ya da sakat çıkıyor.

20 milyonluk Kürt halkı, şu 21. yüzyılda bile akıl almaz, dünyada bir eşi benzeri daha olmayan bir cenderenin içinde. Adı, ülkesinin adı, dili, kültürü bile yasak!

Buna karşı çıkan, hak ve özgürlük isteyen "ülkeyi ve vatanı bölmekle" suçlanıyor, zindana konuyor, işkence görüyor, hatta çoğu zaman da sorgusuz, yargısız kurşuna diziliyor..

Bugün hala hapishaneler bilim adamlarıyla, yazarlarla, resmi ideolojiyi ve baskı politikasını eleştiren siyasilerle dolu.

Bilim Kemalist dogmaların dışında bir şeyi savunamaz durumda.

Bu demokrasi değildir. Böyle demokrasi olmaz. Bu dört başı mamur bir baskı rejimidir, faşizmden farksız, iğrenç bir diktatörlüktür.

Ya şu laiklik hikayesi?

TC, kurulduğu günden beri Hanifi İslamı esas aldı ve diğer dinleri, mezhepleri, inançları korumasız bıraktı; hatta sözkonusu inançların mensuplarını -Alevileri, Yezidi Kürtleri, Süryanileri ve öteki Hıristiyan grupları ezdi, sürdü.

1915'ler bir yana, Varlık Vergisi uygulamasının ve 6-7 Eylül'ün anıları tazedir.

Salt Sünni İslamı ve Hanefi Mezhebini esas alan, dev bütçesiyle pekçok bakanlıktan daha fazla harcama yapan Diyanet İşleri Teşkilatı bile, tek başına bu rejimin laik olmadığını, inançlar arasında taraf tuttuğunu kanıtlamaya yeter.

İlokuldan liselere kadar, Sünni İslamı esas alan zorunlu din dersi de bu ülkenin laik olmadığının diğer bir kanıtıdır.

Bir yandan Aleviyi, Yezidiyi, Hıristiyanı horlayıp, inancını baskı altında tutup, öte yandan aynı insanlara namaz sureleri ezberletmenin anlamı ne?

Böyle bir ülkenin laik olduğunu söyleyenler ya laikliğin ne olduğunu bilmeyecek kadar cahiller, ya da dünya alemi aptal yerine koyan gözaçıklardır.

Ama, aslında Kemalizmi bir din haline dönüştüren bu rejim, Sünni İslamı bile gönlünce dizayn etmeye çalışıyor. İnsanların inanç yaşamına gerekli gereksiz müdahale ediyor. Türk devleti dini politik amaçları için bir araç olarak kullanıyor.

Geçmişte sola karşı kışkırtılan dini örgütler devletin eseri idi. Aynı şey Kürt yurtsever hareketine karşı da yapıldı.

Üniversitede kız öğrenciye, devlet dairesinde bayan memura başörtüsü yasak! Taliban zorla kapatıyordu, burada ise zorla açtırılıyor!

"Laik ve demokratik Türkiye" lafı bir yalandan, demagojiden başka birşey değil.

Radikal İslamın güçlendiği ve dünyanın başına türlü sorunlar açtığı şu dönemde, Türk rejimi de bununla ilgili ikili bir tutum içinde. Bir yandan İslami devrimden duyduğu korkuyla dindar kesimleri sıkıştırıyor, onların giyim kuşamına, yaşam tarzına müdahale ediyor, bunu bahane edip politik yaşamı daha da daraltıyor, öte yandan bu iğreti "demokratik ve laik” rejimi uluslararası planda pazarlamaya kalkışıyor.

Avrupa'ya ve Amerika’ya "Türkiye'nin tek laik ve demokratik İslam ülkesi olduğu" söyleniyor, bu gerekçeyle batının daha fazla ekonomik ve askeri destek vermesi, rejimin zulüm ve kötülüklerine ise göz yumması isteniyor.

Yani Türk rejimi dün komünizme karşı kale idi, şimdi de radikal İslama karşı..

"Demokratik ve Laik Türkiye" İslam ülkeleri için "örnek" gösteriliyor.. Son dönemde bu güzelim "demokrasi" ve "laiklik" Afganistan'a ihraç edilmek istendi! Oysa kelin merhemi olsa başına sürer..

Batılılar bu temelsiz ve komik iddialara ne kadar inanıyorlar bilemem. En azından bu dönemde, bu laflara inanır gibi görünebilirler. İslam dünyasında kullanılacak birilerinin olması işlerine gelir..

Kimileri şu sorunun cevabını arıyor: Demokraksi ve laiklik İslamla bağdaşır mı? Bağdaşacağı konusunda hiçbir kuşkum yok. Hıristiyanlıkla nasıl bağdaştıysa İslamla da öyle bağdaşır. Bütün dinler katı kurallar koyar, dogmalara dayanırlar; ama zaman tümünü etkiler, değiştirir.

Demokrasi ve laiklik ortaçağ toplum yapısıyla bağdaşmaz, ister İslam, ister Hıristiyan, ister Musevi ya da Budist olsun..

Eğer günümüzde, Türkiye de dahil, herhangi bir İslam ülkesinde demokrasi ve laiklik yoksa, bu ülkeler çağdaş, gelişkin bir ekonomiye sahip olmadıkları içindir.

Hatta eğer, Latin Amerika ülkelerinde olduğu gibi, birçok Hristiyan ülke demokrasiye ulaşamıyorsa, bize benziyorsa, bu da yine aynı nedenledir.

Kuşkusuz dinlerin sosyal yaşama verdikleri farklı renkler vardır. İslam dini kadınlar ve sanatlar konusunda oldukça tutucudur. Ama gelişen bir ekonomi ve sosyal yaşam bunu da değiştirir. Nitekim Lübnan, hatta Suriye, Mısır, Irak gibi ülkelerde kadınlar giyim kuşamlarında ve sosyal yaşama, iş hayatına katılmada oldukça mesafe almışlarsa, bu, nisbi de olsa, sözkonusu ekonomik ve sosyal değişim nedeniyledir. Bu ülkeler hiçbir "Atatürk devrimi" yapmadılar...

Öte yandan, gerek Afganistan için, gerek ekonomik ve sosyal olarak geri öteki İslam ülkeleri, hatta Türkiye için demokrasi ve laiklik bakımından bir umut yok mu?

Türkiye de dahil, bu ülkelerde manzara hoş değil. İnsan özellikle, demokrasi ve laiklik üzerine bunca demagoji yaptıkları halde değişmemekte bu kadar direnen Türk yöneticilere bakınca karamsarlığa kapılabilir. Ne var ki dünyayı sarsan değişim rüzgarı bu adamların inadından ve kalın kafasından daha güçlüdür. Bir bütün olarak İslam dünyası da Türkiye de –düşe kalka da olsa- zaman içinde değişecektir. Bugünkü kuşakların yaşadığı acılar bir gün geride kalacak. Bu uğurda ödenen bedeller boşa gitmiş olmuyor. Bu bedeller olmasa değişim de olmazdı.

Laik ve demokratik ülkeler –Avrupa, Kuzey Amerika, Japonya ve ötekiler de çileli, ağrılı değişim dönemleri yaşadılar. Onlar bakımından da herşey çok kolay olmadı.

Toplumsal doğumların acıları daha uzun süreli, kan kayıpları daha büyük oluyor.

------------------------------

(*) Dema Nû gazetesinin 1 Ocak 2002 tarihli 20. sayısından alınmıştır.

 
PSK Bulten © 2002