PKK ve KADEK
Olup biten ne, değişen ne?(*)
Kemal BURKAY
Kürdistan İşçi Partisi ( Kürtçe adıyla Partiya Karkerê Kurdistan
- PKK) Nisan başında yaptığı 8. Kongresinin ardından, 16 Nisan
tarihinde Brüksel'de yaptığı bir basın açıklamasıyla ve kendi
deyişiyle adını ve stratejisini değiştirerek bundan böyle
Kongreya Azadi û Demokrasiya Kurdistan (KADEK) (Kürdistan
Özgürlük ve Demokrasi Kongresi) adıyla çalışmasını sürdüreceğini
açıkladı.
Gerçekte değişen nedir; yalnızca ad ve strateji mi?
PKK 8. Kongresi'nin açılış ve kapanış konuşmalarını yapan
Cemil Bayık, Özgür Politika'da yer alan habere göre şöyle
diyor: "Otuz yıllık mücadelesini PKK örgütlenmesiyle yürüten
Apocu hareket, bundan sonra PKK yerine, Kürdistan Özgürlük
ve Demokrasi Kongresi (KADEK) örgütlenmesiyle devam edecek."
Bu sözler açık. Yani PKK sona eriyor, ama, daha PKK'dan önce
başlayan "Apocu hareket" KADEK adıyla devam edecek. (Zaten
"otuz yıllık" olan o; PKK 1978'de kurulmuştu, bu da ancak
24 yıl eder..)
Yine dediklerine göre KADEK bir parti değil, "kongre", içinde
çeşitli örgütler olabilecekmiş.. Kendisi doğrudan iktidarı
amaçlamış bir örgüt değilmiş; ama Kürt sorununun, hem de yalnızca
Kuzey parçasında da değil, dört parçada birden çözümü için
rol oynayacakmış..
Şu anda somut olarak görünen PKK'nın bittiği, bir bakıma
"kadük" olduğu.. Peki neden buna gerek görüldü? Şöyle deniyor:
"Başkan Apo, farklı bir önderlik olarak mucizevi olanı başardı.
PKK sayesinde gerçekleştirdiği diriliş devrimimiz sayesinde
Kürt halkını var etti. 1990'lı yıllarla birlikte diriliş devrimini
tamamlayarak yeni bir stratejik sürecin başladığını vurguladı…"
Yine dediklerine göre, "1998 Eylül Ateşkesi ile yeni bir
stratejik süreç, demokratik çözüm süreci başlatılmış…"
KADEK'in başkanlığına da yine Öcalan seçilmiş. Sınır dışında
tuttukları gerilla güçleri de bundan böyle KADEK'e bağlı olacak.
KADEK'in silahlı eylem yürütmeyeceği, bu güçlerin ancak saldırıya
uğradığı zaman meşru müdafaa yapacağı söyleniyor. Ayrıca Apo'nun
idamı da savaş nedeni sayılıyor.
Türk rejiminin resmi ve gayri resmi tüm sözcüleri, hükümet,
basın bu gelişmeyi PKK'nın isim değiştirerek siyasallaşma
çabası olarak görüyorlar ve rahatsızlıklarını belli ediyorlar.
Israrla, birşey değişmedi diyorlar. PKK'yı AB'nin terör listesine
aldırmak için çaba gösteriyorlar. KADEK'i de bunun devamı
saymak için çabalıyorlar.
Türk rejimi açısından bu çaba ve telaş anlaşılır birşeydir.
Onlar yıllarca bu oyunu oynadılar. PKK'nın eylemlerini -birçoğu
da yanlış olan, sivil halka, yurtsever güçlere yönelik ve
Avrupa'daki şiddet eylemlerini- gerekçe yaparak onu iç ve
dış kamuoyuna bir terörist örgüt olarak sundular ve Kürt hareketini
de bir PKK ve terör olayı gibi göstermeye çalıştılar. Bunda
kısmen başarılı da oldular. 11 Eylül olaylarından bu yana
ise tam bir başarı peşindeler..
Ama böyle bir aşamada, PKK, neden ne olursa olsun, silahlı
eylemleri durdurmuş, silahlı güçlerini sınır dışına çekmiş,
adını ve yapısını da değiştirmekte, yeni bir oluşuma dönüşmekte,
tümüyle siyasal ve barışçı mücadele yöntemlerini önüne koyduğunu
söylemektedir.
Bu değişim rejimi korkutuyor. Çünkü oyunu bozuluyor. O oyununu
Kürt sorununu PKK ile eşitleme ve onun teröristliği üzerine
kurmuştu. Şimdi PKK da yok, en azından simge olarak yok oluyor,
onun silahlı eylemleri de. Türk rejimi bundan böyle neye terör
diyecek? Ne ile savaşacak? Yasaklarını, acımasız baskı çarkını
hangi gerekçeye dayandıracak?..
Görülüyor ki Türk rejimi oyuncağı elinden alınmış bir çocuk
gibi öfkeli ve hırçındır, nerdeyse gözyaşlarına boğulacaktır..
Oyuncağını kaptırmamak, tekrar elde etmek için hırslı bir
çaba içindedir. Son dönemde, bir yandan AB'ye üyelik için
sözde reformlar yapar gibi görünürken, uygulamada baskı çarkını
yoğunlaştırmasının, Kürt isimlerine bile saldırmasının, anadilde
eğitim isteyen genç ve çocuklara, Kürtçe türkü söyleyenlere
terör örgütü üyesi muamelesi yapmasının nedeni budur. Rejim
son derece bilinçli ve planlı olarak Kürt halkının onuruyla
oynuyor, sinirlerini zorluyor. Adeta "hadi ne duruyorsunuz,
ayaklanın, yeniden silaha el atın!" diyor. "Öyle ki ben de
bu terör oyununu sürdürebileyim…"
Evet, Türk rejimi açısından durum bu. Kürt halkı da Türkiye'nin
demokrat insanları da bunun bilincinde olmalı. Rejimin korktuğu
budur. Yıllar önce Kürt hareketi siyasal ve barışçı yöntemlerle
gelişirken, içine sızıp onu zamansız silahlı eyleme yönelten,
böylece Kürt hareketine düşük yaptıran bu rejimdi. Onun asıl
korktuğu yirmi milyon Kürdün siyasal mücadelesidir. Bunu baskıyla,
hileyle, ilelebet önleyemiyeceğinin bilincindedir. Özellikle
de bu çağda, AB'ye girme sürecinde.
Kürt halkı sabırla siyasi mücadeleye yönelmeli. Tahrike gelmemeli,
bir kez daha bu oyunun tekrarlanmasına fırsat vermemeli.
Bu işin bir yanı, yani rejimin politikalarıyla ilgili yüzü.
Peki olayın öteki yüzü ne? PKK gerçekte ne idi ve şu anda
ne yapmakta? Bunu da sağlıklı ve doğru biçimde değerlendirmek
lazım.
Şu anda, yani bütün bu değişiklikler yaşanırken PKK çevresi,
benzer durumlarda hep yaptığı gibi, büyük bir gürültü ve şamata
koparıyor. Apo Suriye'den çıkarıldığı ve can havliyle sığınacak
yer aradığı günlerde de aynen böyle yapılmıştı, kaçış bir
Roma seferine -ya da zaferine- dönüştürülmüştü! O zaman da
yoğun bir siyasallaşma ajitasyonu yapılmakta idi; hatta, sözde
"Avrupa'nın desteğiyle" bir Kürt devleti kuruluyordu!
Öcalan yakalanınca ise barışçı söylemler bir anda kesilip
yeni bir şiddet furyası başladı. Ama bu kısa sürdü. Öcalan'ın
can güvenliği kaygısıyla yaptığı çağrılar üzerine şiddet dalgası
yatıştı. Kürt devleti olayı unutuldu. Bu kez "demokratik cumhuriyet,
birlik, barış vs." üzerine görülmemiş bir şamata başladı;
Kürt devleti, hatta federasyon ve otonomi istemi bile gerici
ve "tu kaka" ilan edildi! Avrupa ise dosttan düşmana dönüştü..
Şu andaki durum bu raundun devamıdır. Ortada bir strateji
değişikliği varsa o da yeni değil, İmralı süreciyle başlayandır.
Aslında PKK'nın adından vazgeçeceği, hatta kendisini bitireceği
daha o zamandan belliydi. Eğer bu gelişme üç yıla yayıldıysa,
bu, tabanı ve taraftar kitleyi alıştırmak içindi. Eğer hala
bazı şeyler korunuyorsa (örneğin sınır dışındaki gerilla güçleri),
bu da Kürt halkına gerekli olduğu için değil, Apo'nun sağlığı
içindir. Nitekim PKK, KADEK'e dönüştüğü son kongresinde aldığı
bir kararla, "savaşı da barışı da" Apo'nun hayatına endekslemiştir..
Bu aşamada da PKK propagandası olup bitenin gerçek niteliğini
gizlemeye, kof bir ajitasyonla kitleleri oyalayıp peşinden
sürüklemeye yöneliktir.
Örneğin, "Başkan Apo"nun, PKK sayesinde gerçekleştirdiği
söylenen şu "mucize..." "Diriliş devrimi ve Kürt halkının
yeniden var edilmesi olayı…" Bu masal yeni değil, onu yıllardır
dinliyoruz. Bu, Kürt halkının tarihini kendisiyle başlatmaya
kalkışan PKK'nın zırvalarından biridir.
Böyle bir megalomani, belli koşullarda tüm toplumlarda çıkabilir.
Alman toplumu gibi gelişkin bir toplumda bile yaratılan "führer"
simgesi ve ona verilen rol.. İtalyanlarda Mussolini, Ortadoğu'nun
çeşitli türden diktatörleri, hatta kimi komünist ülkelerdeki
kişi putlaştırmalar.. Bu diktatörlerin ve diktatör taslaklarının
her biri, kendi taraftarlarına göre eşi bulunmaz önderlerdir
ve benzersiz işler başarmışlardır!
Kürtlerin yeniden var edilmesine gelince.. Binlerce yıllık
Kürt tarihi bir yana, ama en azından bu halkın iki yüzyıldan
bu yana, özgürlük ve bağımsızlık için Osmanlı ve İran imparatorluklarına,
daha sonra da Osmanlı'nın yerini alan bölge devletlerine ve
İran'a karşı yürüttükleri aralıksız mücadele, onlarca ayaklanma
ortada.. Bütün bunları "Başkan Apo" ve onun PKK'sı yapmadı
herhalde..
Apo'nun doğumundan birkaç yıl önce Mahabad Cumhuriyeti kurulup
yıkıldı ve Kadı Muhammed, düşmanının önünde diz çökerek değil,
darağacında onuruyla can verdi.
Apo'nun kuzu otlattığı veya hindi güttüğü 1960'lı yıllarda
Güney Kürdistan'da Mustafa Barzani'nin önderliğinde yaşanan
Partizan savaşı tüm Kürdistan'da yankı yaptı, yurtseverlere
moral verdi, ulusal hareketin canlanmasına yol açtı.
49 Kürt aydını 1959 yılında soğuk, nemli ve karanlık Harbiye
hücrelerinde aylarca direnirken onlara ilham veren "Başkan
Apo" değildi..
1967 yılında Kuzey Kürdistan'da "Doğu Mitingleri" Kürt kent
ve kasabalarını yurtsever coşkuya boğarken ortada Apo da PKK
da yoktu.
Apo 12 Mart dönemi sonrasında sahneye çıktı ve nasıl çıktığını
herkes biliyor. Onlarca kez yazılanı tekrarlamakta yarar yok.
Peki bu "mucizevi" kişinin ve onun başında olduğu PKK'nın
daha sonra yaptıkları nedir ve ne sonuç vermiştir? 15 yıl
süren savaşın ürünleri nedir? Kürdistan kurtuldu mu? Kürtler
herhangi bir hak elde ettiler mi?..
Olan şu: Devlet PKK'nın silahlı eylemini bahane ederek Kürdistan'a
ilişkin planlarını hayata geçirdi. 4 bin köyü boşalttı, yakıp
yıktı. Dağı taşı mayınladı. 4-5 milyon insanımızı sürdü, Kürdistan'ın
kırsal kesimini boşalttı. Bu insanlar gittikleri yerde perişan
oldular ve PKK savaşı üç yıldır durdurduğu, tekrar savaşmayacağına
dair yemin billah ettiği halde, devlet bu insanların dönmesine
fırsat vermiyor…
"Diriliş devrimi" öncesinde bu insanlar hiç değilse yurtlarında,
köy ve kasabalarındaydılar ve kendi dillerini konuşmakta idiler..
Bunca yıl sonra Newroz bile, ancak Sezen Aksu'nun Türkçe
şarkıları eşliğinde kutlanabiliyor.. Oysa daha 1970'li yıllarda,
PKK olayı daha yokken, İstanbul, Ankara, İzmir gibi kentler
dahil, Diyarbakır'da ve Kürdistan'ın çeşitli illerinde kapalı
salon toplantılarında Newroz coşkuyla, Kürtçe şarkı ve türkülerle
kutlanıyordu.
O zaman çıkarılan ve 30-40 bin basılan Kürtçe Roja Welat
gazetesi Kürdistan'ın dört bir tarafında dağıtılıyordu. Şimdi
Olağanüstü Hal bölgesine yayın sokmak kolay mı?..
Şimdi PKK Kürt halkı için, kala kala, kültürel haklar isteme
derecesine düştü. O da "özel okuma odaları" ve benzeri türden
komik şeyler..
KADEK şimdi strateji diye önüne, "mevcut rejimlerin demokratikleştirilmesi"
hedefini koyuyor. Hem de yalnız Kuzey'de değil, tüm parçalarda!
Bir kere KADEK'in başka parçalarda işi ne? Güneyde zaten özerk
bir yönetim, parlamento ve hükümet var. İran Kürdistanı'nın
ve Suriye Kürtlerinin kendi partileri var. Sen o parçalarda
ne hakla örgütleniyorsun? Sen Kuzey'i halletin, Türkiye'yi
demokratikleştirdin de, İran, Irak ve Suriye mi kaldı?.
Ayakları havada, tipik PKK politikaları işte.. Başka parçaların
içişlerine karışma, kendisini dev aynasında görme, megalomani..
KADEK'in sözkonusu "demokratikleştirme" için seçtiği yöntemler
ise şu: "siyasal mücadele, barışçıl, demokratik mücadele yöntemleri…"
Sormak gerekir: Böyle olacaktıysa neden 20-30 yıl önce bunu
seçmediniz? Neden silaha sarıldınız ve ülkenin yanıp yıkılmasına,
boşaltılmasına yol açtınız?.
Diriliş devrimi bu mu? Kürt halkını zamansız, güç dengesi
kendisinden yana olmayan bir savaşa sokup ülkeyi harap, halkı
perişan ettikten sonra, kof biçimde övünmek midir? Saddam
da aynen, ordusunu tarumar, ülkesini perişan ettiği Körfez
Savaşı sonunda bunu yapmıştı..
Strateji değişikliğine yol açan sebepler ne? İnsan karşı
tarafla bir uzlaşmaya varır, birtakım istekleri kabul edilir,
o zaman silahlar susar. Türk devleti hangi olumlu adımı attı,
Kürt halkının hangi isteğini kabul etti? Arada bir diyalog,
muhatap alınma olayı bile var mı?.
Yok eğer, silahlı eylemle bir sonuca ulaşamıyacağınızı anladınızsa,
silahlı mücadele yanlış olduysa bunu söyleyin. Halktan özür
dileyin. Ama olan biteni, hezimeti, teslimiyeti bir zafer
gibi insanlara yutturmaya kalkmayın.
Bakın siz ve sizin gibiler, daha 1970'li yıllarda silahlı
mücadele edebiyatı yaptığınız sırada sizi uyardık. Koşullar
uygun değil, dedik. Siyasal mücadeleye ağırlık verelim, kitleleri
örgütleyelim, Kürt ve Türk halklarının ortak mücadelesini
yükseltelim; demokrasiyi ancak böyle kazanabilir, devrim için
de şartları ancak böyle olgunlaştırabiliriz, dedik. Bu uyarılara
karşı o zaman tavrınız neydi, bir hatırlayın?. Başkaları da
hatırlasın..
Batağa girdikten, halkı felakete sürükledikten sonra insana
utanma duygusu ve özeleştiri mi, yoksa zeytinyağı gibi üste
çıkma, ölçüsüz ve kof bir övünme ve yeniden kahramanlık taslama
mı gerekir?..
Ya susanlar? Bütün bu hikayeyi görüp, yaşayıp, bilen ötekiler?..
Baylar, kitleleri aptal yerine koyuyorsunuz! Tüm olup bitenlere
rağmen, kavalınızın yanık sesine uyup şu anda arkanızdan hala
gelenler var.. Elinizde kitleleri etkilemek için araçlar var..
Ama unutmayın, bununla sadece halkımıza birkaç yıl daha kaybettirirsiniz.
Hiç değilse bu aşamadan sonra halka karşı dürüst olmalısınız.
"Mucizeler"den söz etmeyi bırakın, kuru ajitasyondan vazgeçin.
Gerçekte durum şu: PKK'nın politikaları iflas etti. PKK,
Kürt ulusal hareketi bakımından yanlış bir olaydı. Silahlı
mücadele hem zamansızdı, hem kötü yönetildi; bu haliyle yenilgi
kaçınılmazdı. Kürt halkına bedeli ise çok ağır oldu. Böylece
Kürt halkının devrimci ve yurtsever potansiyeli telef edildi.
Şimdi yapılması gereken bunu kitlelere açıkça söylemektir,
özür dilemektir.
Eğer siyasal çalışmaya, barışçı yöntemlere samimi olarak
ağırlık veriyorsanız, bu iyidir; ama bunu da Kürt halkının
temel istemlerinden vazgeçmeden yapmak gerekir. Oysa siz bir
uçtan diğer uca savruldunuz. Üniter devleti, kemalizmi savunur
hale geldiniz. Bu strateji değiştirmek değil, teslimiyettir.
Başkanınızla ilgili olarak da gerçekçi olun. Onun politik
yaşamı tam bir yanlışlıklar komedyasıdır. Ele geçtiği zaman
da direnmedi ve rejimin hizmetine girdi. Geçmişteki ilişkileri
bakımından bu da bir sürpriz sayılmaz. Buna rağmen onun hayatını
kurtarma çabanız doğal. İdama karşı çıkmak -yalnız onun için
değil, herkes için- bir demokratik görev. Ama Öcalan rejimin
avucunda iken ve Türk Genelkurmayı tarafından yönlendirilirken,
sizin yapacağınız onu izlemek değildir! Onurlu bir tavırla
buna hayır diyebilirdiniz, ama yapamadınız. Yanlışın neresinden
dönseniz yine de kardır.
(*) Dema Nû gazetesinin 28. sayısından alınmıştır.
|