Irak olayları ve
sol siyaset üzerine..
Kemal Burkay
Irak’ta, Saddam rejiminin yıkılışının
birinci yıldönümüne rastlayan şu günlerde ABD ve
öteki koalisyon güçlerine yönelik eylemler tırmandı.
“Sünni Üçgen”deki direniş boyutlandı ve buna Şii
kesimde Mukteda El Sadr’ın adamları da katıldı.
Birçok kentte tam bir savaş yaşanıyor.
Eylemlerin böylesine boyutlanmasına yol açan ise Şii
kesimdeki gelişmeler oldu. Şiiler de Kürtler gibi
Saddam rejiminin yıkılmasını sevinçle
karşılamışlardı. Ama ondan öte istedikleri
Amerika ve yandaşlarının bir an önce çekip
gitmesiydi. Din adamlarının denetimindeki Şii
çoğunluğu, Irak’ta iktidarı, seçimli ya da
seçimsiz, kendi eline almayı umuyordu. Bu ise Irak’ta
İran türü, belki de daha muhafazakar İslami bir
rejimin kurulması demek olacaktı. Bu nedenle, iktidarın
Iraklılara devri için Koalisyon güçleri ile Irak Geçici
Konseyi’nin üzerinde uzlaştıkları geçiş
takvimi, söz konusu Şii kesimin hoşuna gitmedi.
Sistani tepkilerini başka türlü gösterirken, Mukteda
El Sadr, eyleme döktü.
Mukteda El Sadr yanlılarının sokağa dökülmesi
ve Koalisyon güçleriyle çatışması ise hem eylemi
Irak ölçeğinde çok daha geniş bir alana yaydı,
hem de Sünni kesimdeki direnişi daha da ateşleyerek
boyutlanmasına yol açtı. Olayların bu aşamadan
sonra nasıl bir seyir izleyeceğini kestirmek elbet
kolay değil. ABD açısından Irak’ın denetimi
biraz daha zorlaşmış görünüyor. Öte yandan,
Bush yönetiminin işleri bu hale getirdikten sonra kolayca
bırakıp gitmesi, yalnız Irak’ı değil,
belki tüm bir bölgeyi Şii ve Vahabi radikalizmine, El
Kaide ve benzerlerine, yani bir bakıma meydanı ortaçağ
güçlerine bırakması da beklenemez. Kanlı çekişmeler
bir süre daha sürebilir, yatışabilir, ya da büyüyebilir.
Zaman gösterecek.
Son gelişmeler Irak üzerine tartışmaları
da yeniden canlandırdı. Ben de asıl bu konu
üzerinde durmak ve Irak sorunu ile ilgili olarak bir kez daha,
ülkemizde ve uluslararası planda solun politikalarını
değerlendirmek istiyorum.
Irak olayında kimi sol çevreler, Bush’a, ya da Amerikan
emperyalizmine karşı olma gibi bir gerekçeyle, El
Kaide ve Taliban türünden bir ortaçağ fanatizmini, Irak’taki
kanlı, şoven Saddam rejimini savunma gibi akıl
almaz, gülünç bir duruma düştüler. Buna sağlıklı
bir sol siyaset denebilir mi? Besbelli bu, şu bildik
“düşmanımın düşmanı dostumdur” anlayışı.
Ama aynı zamanda, matematikteki, iki kere iki dört etse
bile, ikilerden birinin ya da her ikisinin önüne eksi işareti
geldiği zaman toplama, çarpma ve öteki işlemlerin
sonucunun ne olacağını kavramayacak kadar basit
ve yanlış bir anlayış.
Afganistan’a ve Irak’a yönelik savaşın ve işgalin
başını çeken Bush yönetimi kimin çıkarlarını
temsil ediyor? Hıristiyan dünyasının mı,
Amarikan halkının mı? Hayır, ne birinin
ne de ötekinin; çünkü Hıristiyan dünyası da Amarikan
halkı da, çıkarları her konuda uyuşan
bir bütün değil. Bush Hıristiyanların ve Amerikan
yoksullarının, emekçilerinin değil, sermayenin
temsilcisi; ama onun bile tamamının değil,
bir bölümünün, petrol ve silah tekellerinin. İzlediği
siyeset de tam buna uygun düşüyor. Bu, silahlı güce
de dayanarak dünyadaki enerji kaynaklarını denetime
alma, aynı zamanda silah pazarlama politikası…
15-20 yıl öncesi de bu güçler, sermayenin çıkarlarını
korumak ve sosyalizmi geriletmek için Afganistan’da savaştılar.
O zaman destekledikleri Taliban ve El Kaide türünden fanatik,
yüzü ortaçağa dönük İslami hareketlerdi. Onlar,
Sovyetlere karşı yeşil kuşak politikasının
ürünü idiler. Emperyalist güçler aynı dönemde Saddam’ı
da askeri-siyasi alanda destekleyip kendileriyle çelişen
yeni İran yönetimine, Mollalar rejimine karşı
kullandılar.
Ya şimdi? Durum değişti, Sovyetlerde ve bir
bütün olarak Doğu Avrupa’da sistem çöktü. El Kaide ve
Taliban türü rejimler ise, dünkü efendilerine ters düştüler
ve bu iş New York’taki İkiz Kuleler’e saldırıya
kadar vardı. Derken ABD, dün besleyip büyüttüğü
El Kaide, Taliban, Saddam rejimi ve benzeri güçlere karşı
harekete geçti.
Bu durumda ne yapmak gerekiyor? Bu sorunun muhatabı
kimse, cevabını da elbet en iyi o verebilir. Örneğin
biz, Kürdistan Sosyalist Partililer olarak, yani hem Kürt
hem de sosyalist olarak, Kürtlerin özgür olmasına ve
sosyalizme yönelik her eylemi, her çabayı geçmişte
destekledik, bugün de destekleriz. Dün Afganistan devrimini
destekledik. Çünkü bu devrim en azından antifeodal nitelikte
idi. Köylüyü toprak sahibi yapmayı, kadını
özgürleştirmeyi, Afganistan halkını eğitmeyi
amaçlamıştı. Ne yazık ki başarılı
olamadı. Bunun nedeni ise yalnızca kendi yanlışları
ya da boğuştuğu iç gericiliğin gücü ve
direnişi değildi; ABD’den Avrupa’ya tüm bir emperyalist-kapitalist
dünya, ayrıca tüm bir Ortadoğu gericiliği,
üstelik Çin’den bizdekilere kadar Maocu cephe, Afganistan
karşı devrimcilerini destekledi. Sonuçta yitirenler,
Sovyetlerin yanı sıra ülkenin sol ve demokratik
güçleri, kazanan ise, emperyalizmin yanı sıra Taliban
ve El kaide gibi fanatikler oldu. Kısacası, dün
Afganistan’daki devrimci ve sol yönetime karşı açılan
cehpe hem bu ülke hem de uluslararası ilişkiler
bakımından olumlu sonuçlar vermedi.
Şimdi, taşlar yeniden dizildikten, dost düşman
cephesi değiştikten sonra bu kez ABD ile söz konusu
fanatikler kapıştı. Bu durumda ne yapmamız
gerekiyordu? Emperyalizme karşı çıkma adına,
şu ilkelden de öte iğrenç, çağ dışı,
zorba Taliban rejimine ve El Kaide’ye mi destek olmalıydık,
onların yanında mı saf tutmalıydık?
Bunun sonuçları kime yarar? Oysa kim ve hangi çıkarlar
adına yaparsa yapsın, Afganistan’da bu çağ
dışı rejimin yıkımı iyi olacaktı
ve iyi olmuştur.
Irak’ta otuz yıldır halka kan kusturan Saddam diktatörlüğünün
yıkılması ve Iraklıların baskıcı,
şoven Baas rejiminden kurtulması bile kendi başına
iyi bir olay değil mi? Bu, belli koşullarda, dış
güçlerin de desteğiyle kitlelere özgürlük ve demokrasi
getirebilir, en azından bu yolda adımlar atılmasına
yol açabilir.
Birinci Körfez Savaşı’ndan sonra Güney Kürdistan’ın,
bir parçasıyla da olsa özgürleşmesi, burada, serbest
seçimler sonucu bir parlamento ve ulusal hükümet oluşması
bunun örneği. 2. Körfez Savaşı’nın ardından
yer alan gelişmeler, rejimin çökmesi, sürgünlerin yurtlarına
dönmesi, federal ve demokratik bir Irak’ı hedefleyen,
temel hak ve özgürlükleri güvenceye alan son Geçici Yönetim
Yasası, genel seçim hazırlıkları da bunun
yeni örneği. Bunlar küçümsenebilir mi?
Amerika egemen güçlerinin, üstelik Bush yönetimi gibi oldukça
daha sağda bir yönetimin, Irak ve diğer Ortadoğu
ülkeleri için demokrasiyi istemesi mümkün müdür, bu çıkarlarına
uygun düşer mi? İşte sorun burada. Bize göre
belli koşullarda düşebilir. Dün ABD egemenlerinin
çıkarına olan, bölgenin demokratik güçleriyle savaşmaktı,
faşist ve gerici diktatörlükleri desteklemekti. Ama şimdi,
bir bölümü kendi yetiştirmeleri olan bu güçlerle burun
buruna geldiler.
Dün, diğer ülkelerdeki demokrasi güçleri sosyalizmin
yedeği idi, bugün ise sosyalizm, kapitalist sistem açısından
ciddi, en azından yakın bir tehlike değil.
Dün radikal İslam sosyalizmin panzehiri idi, bugün ise
kapitalist dünya için bir tehlike; çünkü yüzü çok daha geriye
dönük. Bu nedenle yeni dönemde gerek ABD, gerek AB, yeni baş
ağrısı radikal İslama karşı,
bu ülkelerdeki demokrasi güçleriyle dayanışma, onları
güçlendirme gereğini duyuyorlar.
İşte dünle bugün arasında durum bu kadar değişik.
Acaba, sosyalistler olarak bugün, bütün bu değişimleri
görmezden gelip, batı demokrasisine karşı (ki
bu bazılarının hala sandığı
gibi bir kapitalist demokrasi değil, aynı zamanda
komünist ve sosyalist partileri de içeren bir demokrasi, çağdaş
toplumun tarihsel bir kazanımı) Taliban türü rejimleri,
El Kaideleri, Baas rejimi gibi ırkçı ve iğrenç
zorba rejimleri mi desteklememiz gerekiyor?
Kimilerinin sol adına önerdikleri bu siyaset tam bir
tutuculuk, safını yanlış seçme olayı.
Her şey bir yana, bu rejimden bu kadar çekmiş, soykırıma
bile uğramış biz Kürtlerin ne yapması
gerekiyordu? Saddam’ı mı destekleyecektik, ona kalkan
mı olacaktık? Bizden apaçık bunu isteyenler
akıllarını peynir ekmekle yemiş olmalı.
Biz katillerimizi korumaya kalkacak kadar şaşkın
değiliz. Kötülüklerini en başta bize yapmış
olan bu eşi az görülür zorba rejimin yıkılmasına
çok sevindik, bu yıkıma destek de olduk; bundan
daha doğal bir şey olamazdı.
Biz elbet, Türkiye gibi ABD’ye çok yönlü bağımlı,
NATO paktı içinde bir ülkede bile, ABD’ye rağmen
Saddam rejimine gösterilen bu sempatiyi, bu rejimin yıkılmasından
duyulan büyük kaygı ve tedirginliği çok iyi anlıyoruz.
Bunun nedeni Kürt paranoyasıdır. Kendisi Kürtleri
esir etmiş olan Türk rejimi, onların sınır
ötesinde de özgür olmaması için şeytanla bile işbirliğine
hazırdır. Türkiye’de bir kesim ise aynı zamanda
İslami duygularla hareket ediyor. Bu kesimin, laikçi
militarizmin sopasından kaçarken Avrupa’ya, hatta Amerika’ya
sığındığına bakmayın, aslında
ne demokrasi umurunda, ne insan hakları. Eğer yapabilselerdi,
onlar da bu ülkede aynen Humeyni’nin ve Mukteda El Sadr’ın
yaptıklarını yapacaklardı.
Bunları anlamaya anlıyoruz da Türkiye solunu anlamakta
güçlük çekiyoruz. Bu sol besbelli sorunlara Bush gibi bakmak
zorunda değil ve bakmamalı; biz de öyle bakmıyoruz.
Terör denen şeyin ne olup olmadığı konusunda
de elbet, ABD ya da Türk yöneticileri ve benzerleri gibi düşünmüyoruz.
Dünyamızda terörün ve daha geniş anlamda, dünyayı
saran şiddet olgusunun ve savaşların önlenmesi
için de asıl yöntemin, kaba güce dayanan, yani daha çok
şiddet ve savaş içeren yöntemler olmadığının
bilincindeyiz. Gerekli olan, dünyamızın önemli sorunlarını;
ulusal zulmü, yoksulluğu, açlığı, kuraklığı,
salgın hastalıkları, baskıları vb.
sona erdirecek bir uluslararası etkin mekanizmanın
oluşturulması; toplumsal ve uluslararası ilişkilerin
uygar, adil bir hale gelmesi; böylece terörü yaratan temel
nedenlerin ortadan kaldırılmasıdır. Bunu
hep vurguladık. Solda olan herkese düşen de bu gerçeği
her zaman dile getirmek, uluslararası adalet, dayanışma
ve herkese özgürlük için çaba göstermek olmalı. Ama sol,
bu konudaki görevlerine bir yandan nerdeyse yan çizip, öte
yandan, Afganistan’da, Irak’ta veya bir başka ülkede,
rejimin demokratikleşmesi çabalarına ters düşüyorsa,
bu işte ABD emperyalizminden bile geri kalıyorsa,
o solun durumu ya trajedi ya da komedi sözcüğüyle nitelenebilecek
hale gelir.
Çünkü bu sol, sola özgün politikalar oluşturamıyor,
daha baştan, kendisini esir alan bir önyargı ile
yola çıkıyor, ABD’nin asla, herhangi bir ülkede
demokratikleşme sürecine destek olamıyacağı
önyargısıyla. Ama bu önyargı mevcut gerçekle
çelişiyor. ABD ve AB şu anda, yalnız Afganistan
ve Irak’ta değil, Türkiye’de de demokratikleşme
sürecine destek veriyor. Sol ise, kendisi açısından
ne acıdır ki, AB, Kıbrıs, Irak konularında
görüldüğü gibi, pratikteki eylemi ve söylemi ile ülkenin
en tutucu, ırkçı, militarist güçlerinin yanına
düşmüştür. Sola düşen bu kurt kapanından
bir an önce kurtulmak olmalı.
Besbelli Irak’ta süreç oldukça sancılı işliyor,
çünkü içerde ve dışarda bu süreci sabote etmeye
yönelik güçler az değil. Orta bölgelerdeki Sünni Arap
kesim, Saddam döneminin hem rantını hem cürmünü
bölüşmüştü. Bu nedenle iktidarı elinden gidip
de üstelik hesap vermek zorunda kalanların güdüleriyle
hareket ediyor. Güneydeki Şii çoğunluğun ise
hesapları başka. Bu çoğunluğu demokrasi
ve özgürlük düşüncesi değil, dini değerler
motive ediyor. Ezici çoğunluğuyla Şii din adamlarının
denetimindeki bu kesim adeta eski bir dünyada yaşıyor.
Kutsal kentlerdeki, yüzbinlerin katıldığı,
mazoşizm düzeyine varan kanlı dövünme olayları
bu kitlenin durumunu pek açık gösteriyor.
Irak’ın Kürt sorunundan muzdarip komşuları
ve bölgenin demokrasiden ödü patlayan tüm gerici, baskıcı
çağ dışı rejimleri ise Koalisyon güçlerinin
Irak’ta yenilmesi için dua ediyor ve söz konusu direnişe
gizli-açık destek veriyorlar.
Bu güçleri anlamak mümkün, asıl başka türlü davranmaları
şaşırtıcı olurdu. Ya Amerikan karşıtı
duygularla bu kesimlerin direnişini destekleyen sol ve
“demokrat” çevreler neye destek vermiş oluyorlar? Bu
direnişin Irak halklarına sunabileceği bir
gelecek var mı? Başarsalar bundan neler çıkacak?
Özgürlük ve demokrasi mi, yoksa Saddam döneminden bile çok
daha korkunç bir fanatizm, bir baskı rejimi mi?
Besbelli hiçbir ülkeye, özellikle de şu Ortadoğu
ülkelerine demokrasinin dışardan ihraç edilemiyeceği
açıktır. Kızılordu bunu Afganistan’da
yapamadı, Amerika’nın “Beyaz ordusu” da başka
yerde yapamaz. Ama içerdeki demokrasi ve özgürlük mücadelesine
destek verilebilir ve verilmeli. Amerika da, Avrupa da destek
verebilir ve bunda çıkarları var. Sol ise hayda
hayda, onlardan çok önce ve çok daha içtenlikle bu desteği
vermeli. Çünkü Irak’ta her şeye rağmen çağdaş
özgürlüklerin ve demokrasinin bilincinde olan kitleler de
var. Kürtler, Güney Kürdistan’da kendi olanaklarıyla
iyi bir deneyim geçiriyorlar ve bu deneyim bazı bakımlardan
Türkiye’nin şu seksen yıllık Cumhuriyet rejimi
ile 60 yıllık sözde demokratik yaşamından
çok daha demokrasiye yaraşır nitelikte. Irak’ın
Arap kesiminde de demokratik ve laik bir rejimden yana güçler
var ve bunlar küçümsenmemeli. Bir destek verilecekse, işte
federal ve demokratik Irak’ı kurmaya çalışan
bu güçlere verilmeli, vahşi teröre, canlı bombalara,
yüzü ortaçağa dönük fanatik gruplara değil.
Eğer Irak’ta Amerika ve bir bütün olarak Koalisyon güçleri
durumu denetleyemez duruma düşer ve çekilmek zorunda
kalırlarsa ortaya çıkacak manzara, hiç de gerçek
demokrat ve ilerici insanları sevindirecek türden olmayacaktır.
Böyle bir durumda elbet, Kürt halkı açısından
da, ister istemez yeni tercihler gündeme gelecektir. Kürt
halkı da o zaman Arap kardeşlerini, diledikleri
rejimi (Baas ya da Humeyni, belki de Taliban türü) kurma özgürlüğüyle
baş başa bırakıp Kürdistan’da kendi özgür,
bağımsız yönetimini kurma hakkına sahip
olacaktır. Bu Kürtler açısından bir kayıp
olmaz, belki de çok daha önemli, tarihsel bir kazanım
olur.
Böyle bir durumda, müdahale edip Güney Kürdistan’da da halkımızın
kendi kaderini tayin hakkını engelleyebileceklerini,
Güneydeki özgür ortamı da boğabileceklerini sananlar
varsa pek yanılıyorlar. Kimse böyle bir şeye
bel bağlamasın, heves etmesin. Böyle bir şey
eteklerini yangına kaptırmaktan başka hiçbir
sonuç vermeyecek ve korktukları belki de beklenenden
daha erken bir tarihte başlarına gelmiş olacaktır..
|