İsrail-Kürt
ilişkileri ve
Psikolojik savaş
Kemal
Burkay
Şu günlerde Türk devleti yine
bir psikolojik savaş başlatmış görünüyor.
Tabi bu savaş her zaman olduğu gibi pek değerli
Türk medyası eliyle sahneye konuyor.
Bir yıl kadar öncesi psikolojik
savaş konusu bizzat bu işin baş aracı
Türk medyasında da birhayli tartışılmıştı.
Psikolojik savaşı MGK Genel Sekreterliği‘ne
bağlı „halkla ilişkiler“ denen bir birim
yürütüyor dendi. Gizlilik içinde çalışan bir birim.
Yönetmeliği bile gizli. Elemanlarının çoğu
subaylar, istihbaratçılar, çarkın hizmetindeki
sivil uzmanlar... Bu birim belli amaçlar için planlar yapıyor,
kamuoyu oluşturmaya çalışıyor ve bu
işin propagandasını örgütleyip yürütüyor.
Propaganda işinde ise her türlü yalan dolan, çarpıtma,
belden aşağı vurma, yani Makyavelizm serbest!
Bir başka deyişle bu, halkı
kandırma, kemuoyunu belli hedeflere yönelik saldırılara
psikolojik olarak hazırlama, bunun için ortam oluşturma
yöntemi. Psikolojik savaş...
Bu savaşın hedefi kitleler,
yani en başta ülkenin halkı...
Bu olunca, yani iş kıvamına
gelince de öteki devlet güçleri; polis, asker, savcılar;
birçok kez Kontrgerilla ve Jitem ve de onlarla iç içe geçmiş
devlet güdümlü çeteler eyleme geçiyor..
Bu birim geçmişte bu nitelikte
birçok kampanya yürüttü. 28 Şubat „postmodern darbe“
dönemindeki andıçlar da bu türdendi. Kitlelere öcüler
gösterildi, paranoyalar kışkırtıldı,
aydınlar, ilerici ve demokratik örgütler hedef gösterildi
ve bizzat dönemin hükümeti vuruldu.
Şeriat tehlikesi söz konusu öcülerden
biriydi. „Bölücülük“ ve de onunla eşleştirilen
„terörizm“ zaten değişmez bir öcü!
AKP iktidara geldikten, daha doğrusu
hükümet olduktan sonra (bu memlekette uzun zamandır
hiçbir hükümet iktidar olamamıştır, o iktidar
denen şey başkalarındadır) bu gizli
yönetmeliği açıkladı ve sözde ortadan kaldırdı.
Ama söylenenin aksine ne bu birim sona erdi, ne de onun
gizli faaliyetleri ve de psikolojik savaşları...
Basına yansıdığı kadarıyla,
bu faaliyet içişleri bakanlığına bağlanmak
istendi ve aynı „deneyimli, uzman kadrolarla“... Bizzat
AKP hükümetinin İçişleri Bakanı Aksu’nun
deyişiyle „devletin psikolojik savaş yapması
(yani halkı sürü yerine koyup aldatması) doğaldı
ve onsuz olmazdı!“
Böylece AKP’nin yaptığı,
ya da yapmak istediği, çoğu işte olduğu
gibi, kötülüğü ortadan kaldırmak değil, kendi
denetimine alma çabasıydı.
Alabildi mi, bilemiyorum. Bu iş
biraz zor. Çünkü bu, Türkiye egemen güçlerinin iç politika
kavgasında önemli bir silah. Bu silahı genellikle
derin devlet kullanmış; elinden bırakmak
istemez. AKP gibi, açık ya da kapalı şeriatçı
eğilimler taşıdığı ileri sürülen
İslami bir partiye hiç bırakılmaz.. Özellikle
de iktidar kavgasının hızla sürdüğü
şu kader döneminde..
Yine şu son psikolojik savaş
ataklarına dönelim... Böyle şeylere hem alışık,
hem de ondan artık gına getirmiş kamuoyunun
uyarılara aldırması için de „ciddi tehlikeler“
olmalı, öcüler basmalı... Aslında öcüler
çok! Örneğin, bölücülük, terör... Ama PKK, Apo’nun
yakalanmasının ardından ehlileşti; adını,
programını bile terk etti; savaşı bıraktı,
hizmete girdi. Kitlelerin böyle bir PKK’dan ürkmesi için
neden kalmadı.
Buna rağmen, Türk devleti PKK’nın
adı üzerinden korku salma, terör propagandası
yapma oyununu sürdürdü. Ama bunun ne iç ne de dış
kamuoyunda ciddiye alınacak tarafı kalmamıştı.
İşte derin devlet güçleri bunu büyük bir endişeyle
fark ettiler; PKK’yı ehlileştirmekte çok ileri
gitmişlerdi!
Derhal bir geri dönüş yaptılar.
Hizmetteki Öcalan’ın eliyle PKK’ya adı tekrar
iade edildi ve Kongra Gel eliyle de „ateşkes“ sona
erdirildi. Herkes hayretle sordu: Daha yeni oluşturulmuş
ve sözde bir „barış ve demokrasi“ misyonu üstlenmiş
Kongra Gel’in, üç yıl önce kendini feshetmiş olan
PKK’nın 6 yıl önceki ateşkesiyle ilgisi ne?
Hem PKK, daha sonra bizzat savaşı da sona erdirmedi
mi?.
Her neyse, ama görünürde yeniden bir
PKK’mız ve hem PKK olan hem olmayan bir Kongra Gel’imiz
var ve de savaş tehditleri savuruyor, hatta şurda
burda çatışmalar bile görülüyor...
Yani „kırmızı“ ve „mavi“
kuvvetlerin manevrası gerçek mermilerle icra edilmekte,
temsil bayağı inandırıcı biçimde
oynanmakta; hatta alt kademedekiler, yani kurşunlara
hedef olanlar bunu gerçek bir savaş sanmakta...
Bu temsilin tam da böyle bir dönemde
sahneye konması nedensiz değil. Irak’ta yeni bir
yapılanma söz konusu. Kürtler de yeni yapıda federal
bir statü kazanıyorlar. Ayrıca, zengin petrol
bölgesi Kerkük’ün Kürt federe bölgesine dahil olma ihtimali
var. Türkiye’deki militarist, şoven rejimin bundan
duyduğu korku ve panik malum. Irak’ta Geçici hükümet
şu günlerde, sözde de olsa, egemenliği İşgal
yönetiminden devr alıyor. Bu yüzden, süreci engellemek
isteyen kesimlerin çabaları yoğunlaştı.
Türk devleti de bir yandan ortalığı daha
da karıştırmak için ajanları ve işbirlikçileri
eliyle çaba gösterirken diğer yandan da bölgeye müdahale
için hazırlık yapıyor, fırsat kolluyor.
PKK ile yaratılan temsili çatışma işte
bu müdahale için bir gerekçe.
Ama bu kadarı, bir ölçüde bayatladığı
için, ortalığı kızıştırmak
için yetmiyor; buna yeni unsarlar eklemek, kazanın
altına yeni odunlar atmak lazım. O unsur bulundu
ve eklendi: Kürt-İsrail ilişkileri!
Türk medyası, her zaman olduğu
gibi, bir yerlerden düğmesine basılmış
gibi bir ağızdan, The New Yorker adlı derginin
son sayısında çıkan Seymour Hersch adlı
gazetecinin bir haberi üzerine atıldı. Buna göre
İsrailliler Kürt komandoları eğitiyorlarmış.
Bunlar Suriye ve İran’a karşı kullanılacakmış..
Bölgedeki „direnişçi liderlere“ karşı suikastler
düzenleyeceklermiş.. (Bu direnişçi liderler de
herhalde Irak’ta ortalığı kan banyosuna çeviren,
kaçırdıkları masum insanların kafasını
koparan El Kaide şefleri, Baas kalıntıları,
Mukteda El Sadr türünden Ortaçağ yaratıkları
olmalı..) Peki, Bay Hersh’ín kaynakları ne? Ortalığı
velveleye veren Türk medyasına göre:
Güya „İsrailli bir eski istihbarat
yetkilisi...“
Ayrıca: „Üst düzey bir CIA yetkilisi...“
Daha daha: „Bir üst düzey Türk yetkilisi...“
„İkinci Türk yetkilisi...“
„Üçüncü Türk yetkilisi...“
„Üst düzey bir Alman güvenlik yetkilisi...“
Daha ne olsun diyeceksiniz, bunlar
yetmez mi? Yeter de, çok gelir bile! Ama nedense bunların
hiçbirinin adı sanı yok. Yani tam bir hayaletler
ordusu... Bir tiyatro oyunundaki kahramanlar dizisini andırıyorlar...
Türk medyası, mal bulmuş
mağribi gibi, cümbür cemaat bu haberin üstüne atıldı.
Bu haber onların dilinde ve kaleminde daha da zenginleşip
renklendi. Sözde Yahudi Kürtler Kerkük çevresinde toprak
satın alıyormuş, İsrail Kürtleri istihbaratçı
olarak kullanıyormuş ve daha bir sürü iddia, zırva...
Aynı haberi doğal olarak
Arap medyası da kaptı. Ve bu haber hem Türk hem
Arap medyasında İsrail’in yanı sıra
Kürtlere karşı da yeni bir yaylım ateşi
açmak için araç oldu.
Aynı günlerde Fikret Bila, güya
Vashington’da yapılan bir gizli toplantının
tutanaklarını açıkladı. Bu da Kerkük’ün
Kürdistan özerk bölgesine dahil edilmesi halinde Türkiye’nin
göstereceği tepkiye ilişkindi.. Türk basını
buna da dört elle sarıldı: „Türkiye’ye karşı
büyük oyunlar tertipleniyordu!..“
Basının şamatası
karşısında hükümet de boş durmadı
elbet. Aynı günlerde Ankara’yı ziyaret eden Talabani
uyarıldı. Yeniden Türkmen sorunu ısıtıldı.
Dışişleri Bakanı Gül, bir kez daha müdahale,
yani savaş tehditinde bulundu.
Bir başka deyişle, psikolojik
savaşın alevleri dörtbir yanda yükseldi.
Ne var ki, bu kez yalanlar pek çabuk
ortaya döküldü. ABD Dışişleri Bakanlığı
böyle bir toplantının yapılmadığını
açıkladı. Bu toplantıya katıldıkları
söylenenlerden Henry Barkey’in aynı gün (28 Mayıs)
Ankara’da olduğu, Alan Makovsky‘nin de yine Amerika
dışında olduğu anlaşıldı.
Yine Adı geçen başkaları da (örneğin
Cengiz Çandar) yalanladılar. F. Bila’nın yazdıklarının
düzmece olduğu anlaşıldı; belki de oyuna
getirildi...
Öte yandan, Seymour Hersh denen gazetecinin
de 27 Mayıs’ta Türk Dışişleri Bakanı
Gül ve danışmanlarıyla, aynı zamanda
bakanlık sözcüsü Namık’Tan’la Ankara’da bir yemekte
buluştuğu ve söz konusu harika dedektiflik bilgilerinin
bu toplantıda kendisine aktarıldığı
anlaşıldı. Bir başka deyişle, Türk
ve Arap medyasının üzerine atıldığı
bilgiler, bizzat Türklerin Seymour Hersh’e aktardıkları,
yani kendi ürünleri idi...
İşte söz konusu yalan ve
düzmece bilgiler üzerine son günlerde kaynatılan müthiş
kazan... Bu kaçıncısı sevgili okurlar, biz
bunları yazmaktan bıktık, bu adamlar bu tür
psikolojik savaş oyunlarından, kepaze kampanyalardan
bıkmadılar. Ama bıkarlar mı, işleri
bu ve savaş bu!
Öte yandan, söz konusu „dehşet
verici“ haberlerde dile getirilen iddialara bir başka
açıdan bakalım: Türk ve Arap medyasının,
istihbarat kaynaklarının düzmece ve yakıştırmaları
bir yana, Kürtlerin İsrail’le ilişki kurmaları
suç mudur? Bunun suç olmadığını KDP
lideri Mesut Barzani açıkça dile getirdi, „Arapların
da ilişkileri var,“ dedi. Biz buna Türklerin de ilişkilerini
–hem de ne ilişkiler!- eklemeliyiz.
Varsayalım ki İsrail Güney
Kürdistan’da belli ekonomik, sosyal gelişme projelerine
destek oldu? Olsa fena mı? Ama böyle bir şey henüz
yok. Hatta, varsayalım ki Güney Kürdistan’da Kürtlerin
askeri eğitimine yardımcı oluyor.. Böyle
bir şeyi de biz duymadık; Güneyli Kürt liderler
de, İsrail’de bunu yalanlıyor. Ama olsaydı
fena mı olurdu? Kürtlerin silahlı güçleri, iddia
edildiği gibi başka ülkelere karşı kullanılmak
için değiller; Kürdistan’ın bu özerk parçasını
savunuyorlar; şu anda, Irak Geçici Anayasası‘na
göre de Irak ordusunun da bir parçasıdırlar.
Peki İsrail’le ilişkileri
Kürtlere yasaklamaya kalkışan, iki taraf için
de (hem İsrail, hem Kürtler) büyük bir suç sayan Türkiye’nin,
israil’le ekonomik ve askeri ilişkileri ne durumda?
Dünya alemin bildiği ve zaten Türk basınında
da yer alan bu ilişkilerden bazısını
hatırlatalım:
·
Türk pilotlar İsrail’de eğitim alırken İsrailli
pilotlar da Türkiye’de eğitim alıyor;
·
Kara birliklerinin eğitimi için de karşılıklı
işbirliği var;
·
Türk tankları büyük bedeller karşılığında
İsrail’de modernize ediliyor;
·
Türkiye’nin tank, helipkopter alımında İsrail
tercihli ülke;
·
Türkiye bir F-104 savaş uçağı filosunu İsrail‘den
aldı;
·
Geçtiğimiz yıllarda iki ülkenin savaş gemileri
Akdeniz‘de ortak tatbikatlar yaptılar; bu kime veya
kimlere karşı idi?..
·
İsrail’in büyük paralar karşılığı
Manavgat suyunu götürme projesi bir yana, Zorlu Holding
adlı Türk firması da İsrail’de bir milyar
dolarlık enerji santrali inşa etmekte.
·
Türkiye ve İsrail uzun zamandır karşılıklı
istihbarat alışverişi içindeler. Acaba kime
karşı bu alışveriş?..
·
Nice „faili meçhul“ cinayette, yargısız infaz olayında
kullanılan şu ünlü „Uzi“ler İsrail tarafından
Türk emniyetine hediye edilmişti...
·
Son olarak, İsrail’de yayınlanan Haretz gazetesinin
haberine göre iki taraf, hem İsrail‘de hem Türkiye’de
ortak olarak mühimmat ve cephane depolamak için büyük depolar
inşa etmekte anlaştılar. Ya bu kime, kimlere
karşı?. İsrail‘in düşmanları belli:
Araplar ve İran… Ya Türkiye’nin ki?..
İsrail’le böylesine ilişkiler
içindeki bir ülkenin devlet adamlarının, siyaset
ve basın erbabının, „İsrail Kürt komandolara
eğitim veriyor“ haberine, bu haber doğru olsa
bile, bu kadar tepki göstermeye ne hakları var? Bu
utanmazlıktan, arsızlıktan öte nedir?
İşin daha da garibi, bizzat
kendi yazdıklarına göre, İsrail kendilerine,
Kürdistan‘da Türkiye‘den habersiz herhangi bir gizli iş
çevirmemeye, yapılacakları da koordinasyon içinde
yapmaya söz vermişmiş… Dediklerine göre sözünde
durmamış…
Şu ahlaksızlığa
bakın: Kendileri bizim ülkemiz ve bizim kaderimiz üzerinde
İsrail‘le filimler çevirmeyi kendilerinde hak buluyorlar
da, Kürtlerin İsrail‘le ilişki kurmaları
büyük suç, büyük günah!..
Ya „Yahudi Kürtlerin“ Kürdistan’a
döndüğü, toprak satın aldığı haberi..
Bu düzmece iddia da çoktandır Türk medyasının
dilinde. Varsayalım ki doğru, ne var bunda? Şu
veya bu nedenle geçmişte ülkesinden göç etmiş
Yahudi Kürtler, koşulların düzelmesiyle ülkelerine
dönemez mi, toprak alamaz mı? Bu onların en doğal
hakkı değil mi?
Bunu böylesine yüksek perdeden söyleyenler,
aslında çirkin bir Yahudi düşmanlığı
ve ırkçılık yapıyorlar. (Son günlerde
Sebataycılara karşı estirilen karalama kampanyasını
da hatırlayalım..) Baylar, belli ki sizin hamurunuz
böyle şekillenmiş, zor değişirsiniz;
ama bizi de kendiniz gibi görmeyin. Zulmün, ayrımcılığın
ne olduğunu çok iyi bilen, yaşayarak öğrenen,
„hepimiz Müslümanız, kardeşiz“ palavraları
eşliğinde habire tepelenen, en masumane hakları
bile çiğnenen biz Kürtler için, Kürt olsun ya da olmasın,
insanların Müslüman ya da Hıristiyan, Yahudi ya
da başka dinden olması hiç önemli değil.
Esiri olduğunuz ırkçı ve şoven duygularla
tepeden baktığınız, beğenmediğiniz,
„aşiretçi, feodal“ vs. diye suçladığınız
şu Kürdistan halkı, ilk kez özerk bir yönetim
kurduğu ve özgürlüğü tattığı ülkesinin
bir parçasında, Güney Kürdistan’da, böyle bir ayrım
yapmıyor. Kürtler kendilerine özgür bir yaşam
kurarken başkalarını baskı altına
almayı düşünmüyorlar. Özerk Kürdistan’da yaşayan
her etnik grup, her azınlık, ister Türkmen ister
Süryani ya da Geldani olsun, özgürdür, siyasal ve kültürel
haklarına sahiptir, yönetime katılabilir.
Siz sömürgeciler bunu anlıyamazsınız!
Durumu engellemek, statükoyu korumak için giriştiğiniz
bütün sıcak ve soğuk savaşlar boşunadır.
Osmanlı nasıl çöküp gittiyse, tüm Ortadoğu
diktatörlükleri, çağı dolmuş gerici rejimleri
ve sizin yalan ve zulüm üzerine kurulu bu ırkçı,
militarist, köhnemiş şatonuz da çökecektir.
Derdinize ağlayın!