Derin
Devlet Tiyatrosunda
Kürtler
ve Türkler... (*)
Kemal
Burkay
Şu günlerde Türk basınında ve siyasi çevrelerde en çok tartışılan
konulardan biri, PKK’nın yeni versiyonu „Kongra Gel“in
ateşkesi sona erdirme kararı.. Bir kesim bu nedenle
öfke ve panik içinde. Bir yandan „Kongra Gel“in, ya da önceki
adıyla PKK’nın eski gücünün kalmadığını,
Kürt halkının da artık savaş istemediğini
-sanki eskiden istermiş gibi- bu nedenle, PKK yeni
bir çatışma başlatsa bile halktan destek
alamıyacağını ve başarı şansı
olmadığını ileri sürüyorlar. Bir yandan
da Kürt aydın ve siyasilerini Kongra Gel’e tepki göstermeye,
onu mahkum etmeye çağırıyorlar.
Bence de Kürt halkı savaş istemiyor ve yeni bir çatışma
Kürt halkının çıkarlarına hizmet etmez.
Ama (Tük dostlarımız her ne kadar bize „ama“sız konuşun
diyorlarsa da!), Kongra Gel denen örgüt de zaten savaş
ilan etmiş değil ki. Tek yanlı ateşkesi
sona erdirmiş, „üzerimize gelirlerse karşılık
veririz“ diyor.
O zaman, bizim Türk dostlarımıza, onların da kendi kendilerine
veya „ilgili makama“ sorması gereken bir soru var:
Bu ateşkes neden hep tek taraflı? Ya da, Türk
tarafı neden hiç ateş kesmiyor?
PKK altı yıl önce üçüncü kez tek yanlı ateş kesti. Bununla
da kalmadı, „artık Türk devletine karşı
hiç savaşmıyacağım, sadece barışçı
siyasal çalışmayı önüme koydum“ dedi; askeri
güçlerini –Türk devletinin de onayıyla- sınır
ötesine taşıdı (500 kişi hariç. Onları
yurt içinde bırakmasını Türk subayları
İmralı’daki Apo’dan istediler, lazım olur
diye.. Galiba şimdi lazım olmakta..) PKK bunun
yanı sıra, Öcalan’ın kameralar karşısında
pişmanlık getirip „artık devletin hizmetindeyim,
ne istiyorsanız onu yapayım, yeter ki canımı
bağışlayın“ demesinden sonra, hızla
bu „hizmet yolu“na girdi, Öcalan’ın önerisiyle, adını
da programını da tümden değiştirdi,
temel istemlerini terk etti; „artık ne bağımsız
Kürdistan, ne de federe ya da otonom Kürdistan istiyorum,
bütün bunların modası geçti, ben demokratik Türkiye
istiyorum, bazı kültürel haklar yetişir“ dedi.
Öcalan bunun yanı sıra, tarihteki Kürt direnişlerini tümden mahkum
etti, üniter devleti savunur ve Kemalizme övgüler yagdırır
oldu. PKK da biri iki etmeden kuzu kuzu onu izledi...
PKK, silahları tümden bırakıp sivil yaşama geçmek için de
devletten bir genel af bekledi.
Türk devleti için bundan iyisi can sağlığı, değil mi?
Daha ne istenir?.
Bugünlerde Kongra Gel’in tek yanlı akeşkesi sona erdirmesinden bu
kadar tedirgin olan, Kürt aydın ve siyasilerini buna
„ama“sız tepki göstermeye çağıran Türk demokrat
dostlarımız, neden bu soruyu kendi devletlerine
sormuyorlar? Devletin ne yapmak istediği ve yaptığı
üzerinde neden hiç düşünmüyorlar? Yoksa düşünüyor
ve biliyorlar da kamuoyuna söylemek mi istemiyorlar?. Belki
de bunu göze alamıyorlardır..
Bakın baylar, ben kendi hesabıma ve düne kadar partimin adına
bu konuda çok konuştum ve çok açık konuştum.
Biz geçmişte PKK’nın başlattığı
bu savaşın Kürt halkına yarar getirmeyeceğini
daha ilk günden belirttik. Bu konudaki görüşümüz ve
söylemimiz zaman içinde değişmedi. Bundan birkaç
ay önce yazdığım bir yazıda da, adı
önce KADEK’e, sonra Kongra Gel’e dönüşmüş olan
PKK yöneticilerine seslenerek şöyle dedim: „Madem savaşmıyacaksınız,
o kadar adamı neden dağda tutuyorsunuz? Hem onlara
yazık, hem de sizin orada oluşunuz, terör gerekçesini
kullanarak reformların, demokratikleşmenin ve
Kürtlerle ilgili atılabilecek her olumlu adımın
önüne dikilen tutucu, militarist çevrelerin eline koz ve
bahane veriyor. Eğer dağdan inip hapse girmek
istemiyorsanız -kim olsa istemez- silahlarınızı
Güney Kürdistan hükümetine teslim edin ve orada sivil yaşama
geçin...“
İşte bizim tutumumuz böyle. Peki, sayın demokrat Türk dostlarımız,
siz kendi devletinize ve hükümetinize, „neden bir genel
af çıkarıp bu adamların silahları tümden
bırakmasını sağlamıyorsun?“ diye
hiç sordunuz mu? Ya da kaçınız bu soruyu sordunuz,
kaçınız peşine düştünüz?..
Yoksa çoğunuz, bu soruyu sormadığınız gibi, genel af
isteyenlere de ateş mi püskürdünüz? Bugün de yaptığınız
gibi..
Bu sorunun cevabını ise siz sormasanız ve Türk devleti vermese
de biz biliyoruz. Bunu da belki onlarca kez yazdık,
söyledik. Ama belli ki sevgili demokrat Türk dostlarımız
bunları hiç duymamış gibiler.. Belki de bizi
izlemeyi gereksiz buluyorlar.. Türk medyasında ise,
zaman zaman yapılan ufak kaçamakların dışında
zaten, „yukardan gelen emirlere“ uygun olarak ambargoluyuz..
Değerli dostlar, neden devlete, hükümete ve de Genelkurmay’a şu soruyu
da sormuyorsunuz: Apo, nasıl oluyor da İmralı’dan,
istense kuş uçurulmaz, kervan geçirilmez bu adadan,
örgütünü bu kadar rahat yönetiyor? Avukatlar haftada bir
gidip geliyor, Öcalan bir bir direktiflerini veriyor; hatta,
kendisini dinlemeyenlere, şuna buna tehditler ve küfürler
savuruyor ve bunlar her keresinde 5-10 sayfalık „görüşme
notları“ halinde kentteki, köydeki, dağdaki PKK’lıların
yanı sıra, basına da yansıyor, bizzat
Özgür Politika gazetesinde ve bazı Kürt internet sayfalarında
yayınlanıyor... Yoksa bunlardan haberiniz yok
mu?
Apo’nun orada söylediği her sözün, attığı her adımın
Genelkurmay yetkililerinin arzu ve direktifleri doğrultusunda
olduğundan kuşkunuz mu var? Böyle bir şey
olsa, avukatlarının ve yakınlarının
Apo’yu ziyaretine izin verilir miydi? Avukatlarının
anası ağlatılmaz mıydı? Kürtçe
iki laf ettiler diye onlarca parlamenterin dokunulmazlığını
kaldırıp kendilerini parlamentodan kovan, Zana
ve arkadaşlarını yaka paça cezaevine gönderen,
PKK üyesi ilan edip 15 yıla mahkum ettiren; katili,
gaspçıyı, vurguncuyu habire serbest bırakırken
onları on yıldır orada tutan ve ancak tahliyelerine
birkaç ay kala, AB borsasında bozdurmak için tahliye
eden „yüce Türk devleti“ Apo’nun İmralı’dan avukatları
aracılığıyla örgüt yönetmesine nasıl
izin veriyor?..
Hatta, sadece avukatları vasıtasıyla da değil, aynı
zamanda kendisine temin edilmiş cep telefonu vasıtasıyla...
Bunu PKK‘dan son yıllarda ayrılan birçok kişi
anlatıyor.
Bu sorunun cevabı da açıktır: Apo’nun daha yakalandığı
gün yaptığı hizmet teklifi tam da Türk devletinin
beklediği ve de istediği şeydi. O günkü hükümetin
yetkilileri, „ölüsü para etmez; herkes kullanıyor,
biz neden kullanmayalım!“ dediler.. Yerlerinde kim
olsa öyle yapardı. Teslim olmuş ve PKK üzerinde
bir şeyh gibi etkili olan Apo’yu kullanırdı.
Nitekim, o günden beri tüm istediklerini Apo’ya dikte ettiriyorlar.
PKK da bir bir yerine getiriyor. Kürt halkına yönelik
temel istemler bir yana atıldı. Üniter devletin
ve Kemalizmin övgüsü yapılıyor. Türk devleti,
25-30 yıl önce Kürt hareketini Apo ve PKK eliyle terörize
etmişti, şimdi de onun eliyle pasifize etmeye
çalışıyor.
Kısacası, PKK‘yı idare eden gerçekte Apo değil, Türk Genelkurmayı..
Apo garibanı sadece bir emir kulu..
Aslında, bir genel afla PKK’nın silahlı güçlerinin tümden dağılmasını
sağlamak mümkünken Türk devleti, özellikle de derin
devleti, iki nedenle bunu yapmıyor. Birincisi, Kürt
hareketine siyasal kanalları açmak istemiyor. İkincisi
PKK’yı bugün de provokasyon amaçlı, hem Güney
Kürdistan’a, hem de AB’ye karşı kullanmak istiyor.
PKK’yı yeniden örgütleme, ya da zaten hazır örgüte
adını iade girişimi ve Kongra Gel’den gelen
ateşkese son verme açıklamasının amacı
budur.
Türk devleti önce Amerikalıları ve Güneyli Kürt örgütlerini Kandil
dağı çevresinde kümelenmiş PKK güçlerine
saldırtmak için epey çaba harcadı, ABD ile pazarlıklar
yaptı. (Daha önce de PKK’yı onlara saldırtmak
istemişti; bunu bizzat Murat Karayılan açıkladı).
Amaç, hem Amerikalılarla Kürtleri, hem de bir kez daha
Kürtlerle Kürtleri karşı karşıya getirmek,
Kürdü Kürde kırdırmaktı. Bu plan tutmadı.
Baylarımızın kendileri tilki olsa bile, karşıdakiler
de öylesine avanak karga sayılmazdı..
Şimdi B planı devrede ve bir taşla birkaç kuş birden vurulmak
isteniyor. Kongra Gel ateşkese son vermiş oluyor,
şurda burda „kontrollü“ ya da danışıklı
çatışmalar olacak, bir miktar PKK gerillası,
bir miktar asker ölecek (bunlar nasıl olsa her iki
yanda da bol miktarda var ve savaş akbabaları
için bir değerleri yok. Ne demişti İstanbul
Üniversitesi‘nin Rektörü Kemal Alemdaroğlu: „Gerekirse
130 bin gencimizi daha kurban eder Kıbrıs‘ın
geriye kalanını da, Atina‘yı da alırız!..).
Ardından, bu olayların iç ve dış kamuoyunda
yaratacağı etkiler kullanılıp bir yandan
Güney Kürdistan’daki Türk askeri gücünün varlığı
devam ettirilecek, belki bölgeye yönelik yeni operasyonlar
yapılacak, ordaki ortam da Kuzeydeki gibi terörize
edilecek, bir yandan da AKP kuşatmaya alınıp
AB yönündeki süreç bloke edilecek...
Oyun işte budur ve derin devlet bunu aylardır hazırladı,
Öcalan eliyle devreye koydu.
Son günlerde Kongra Gel’in ve serbest bırakılan dört Kürt parlamenterin
açıklamalarına bakıp Kürtleri suçlayan, hatta
tehdite kalkışan Türk aydın ve siyasileri,
eğer bu oyunu farketmeyecek kadar gözleri perdeliyse
o zaman acınacak durumdalar, oyunun asıl senarist
ve rejisörünü görmüyorlar demektir. Yok eğer görüyor
da bilerek hedef saptırıyorlarsa bu çok daha kötü.
Tüm taraflar şu sorular üzerinde düşünmeli: PKK’yı dağıtan,
adını ve programını terkeden, savaşı
tek yanlı sona erdirdiğini açıklayan, bir
barış ve demokrasi söylemi tutturan İmralı’daki
Öcalan, nasıl oldu da birden bire „PKK’yı yeniden
kurun!“ diye direktif verir oldu ve Kongra Gel de buna hemencecik
uydu?..
Öcalan ve PKK neden TC´yi, hatta doğrudan Türk ordusunu kolluyor da AKP’yi
ve AB’yi suçluyor?
Öcalan neden Leyla Zana’yı Avrupa Parlamentosu’nun verdiği ödülü reddetmeye,
AB’ye karşı tavır almaya kışkırtıyor?
Bunun yararı kime; Zana’ya mı, Kürtlere mi, yoksa
Kürtlerle AB’nin arasını bozmaya çalışan
Kürt düşmanlarına mı?
Türk tarafı kendi derin devletinin oyununu görmüyor diyemem, bu olanaksız,
bunu görmemek için kör olmak lazım. Gerçi böyleleri,
dünyadan habersiz gibi ahkam kesenleri de az değil;
ama Türk medya erbabının bir bölümü zaten derin
devlet politikalarını canu gönülden destekliyor;
onlardan bu oyunu deşifre etmeleri beklenemez. PKK
olayı onlar için de bir „devlet sırrı..“
Bunlar sadece Kışlalı, Çölaşan, F. Bila,
G. Aktan gibi birkaç isimden ibaret değil, sayıları
oldukça çok. Bir bölümü ise derin devlete karşı
söz söylemeyecek, oyunun adını koyamıyacak
kadar korkak veya sindirilmiş. Bizzat hedefte olan
AKP susuyor. AKP yanlısı aydınlar ve AB’ye
katılım taraftarları ise sadece Kürtlere
sesleniyor, „Kongra Gel’i engelleyin!“ diyorlar. Üstelik,
Nazlı Ilıcak gibi bazıları, hiç de hanımlığına
ve „nazlı“lığına yaraşmayacak biçimde,
bir general veya polis müdürü edasıyla, „sonucuna katlanırsınız!“
diyerek Kürt halkını bir kez daha tehdit ediyorlar!
Hükümet sözcüsü Adalet Bakanı Bay Çiçek ise, kendi
üzerlerindeki general sopasına, demoklesin kılıcına
bakmaksızın, açıkça, Kürtleri sopayla tehdit
ediyor. Türk adaleti de böyle oluyor zaar!..
Oysa olan biten tümüyle Türk derin devletinin eseri. 12 Eylül rejimi demokrasi
güçlerini biçerek derin devleti, militarizmi, ırkçı
çeteleri güçlendirdi. 20 yıldır süren kirli savaş
bu gücü kat kat arttırdı. PKK, daha 12 Eylül öncesinden
Kürt hareketini terörize etmek için devlet eliyle yaratılmıştı.
Bir başka deyişle, Türk derin devleti eliyle Kürtlere
bir paravan örgüt ve bir güdümlü lider sunuldu! Türk devleti
bir ara bu örgütü ve bu lideri elinden kaçırır
gibi oldu. Ama sonra, Apo’nun kendi deyişiyle „kuş
yuvaya döndü“ veya dönderildi.. Bunu bu ülkede siyasetle
ilgilenen, aklı başında herkes biliyor. Sağcısı
ve solcusuyla Türk siyasileri de, Türk basını
da, PKK’yı yönetenler de, MEDYA-TV’nin yorumcuları,
Özgür Politika’nın köşe yazarları da, DEHAP’çılar
da, KNK’nın pek sayın üyeleri de, daha dün zindandan
çıkan Leyla Zana ve arkadaşları da... Bu
konuda basına, kamuoyuna yansımış yüzlerce
kanıtı bir yana bırakın, bu gerçek bizzat
rejimin PKK içindeki baş aktörü Öcalan tarafından
kaç kez Medya-TV’de, PKK basınında itiraf edildi.
Bu, Türk derin devletinin sahnelediği ve hem Türk hem Kürt tarafında
birçok kişinin rolünü bilerek oynadığı
bir tiyatro. Ama bu, aynı zamanda hem Kürtler, hem
de Türkler bakımından trajikomik bir durum...
Kürtlerin, hala küçümsenmeyecek bir bölümünün böyle bir „serok“un, ve böyle
bir örgütün ardından gitmesi hem gülünçtür hem de bir
trajedidir. Ama aynı şey Türkler için de söz konusu.
Türk Devleti yalnız Kürtleri değil, Türkleri de
oyuna getirmiştir, aldatmaktadır; aptal yerine
koymaktadır.
15 yıl süren kirli savaş –aslında bitmiş sayılmaz ya-
büyük zararlarını Kürt halkının yanı
sıra Türk halkına da verdi. Kürdistan yanıp
yıkıldı, Kürt halkı 40 bin dolayında
gencini, aydınını kaybetti, milyonlar sürüldü,
derbeder edildi; Türk hakının ise hem çocukları
savaşta öldü, hem lokması küçüldü, o da bu yüzden
bir dizi özgürlükten yoksun kaldı.
Şimdi de başta generaller olmak üzere, derin devlet güçleri, (istihbaratçılar,
Kontrgerillacılar, Jitemciler, „terör uzmanları“,
onlarla iç içe geçmiş mafya çeteleri, vs. vs…) ve kimi
sol kılıklı sahtekarlar, PKK’yı kullanarak
bir yandan Güney Kürdistan’ı destabilize etmeye, diğer
yandan AKP’yi kuşatıp, ürkek ve bir bölümüyle
göstermelik de olsa, şu demokrasi çabalarını
ve AB yolunu sabote etmeye çalışıyorlar.
Kuşkum yok ki, artık –pembe değil- kara bir
diziye dönüşen, yıllardır bitmeyen bu oyunun
kurucuları, Türkiye’nin Mefistoları, şimdi
perde gerilerinde, kuliste birbirlerinin kulaklarına
fısıldaşıp gülüşmekte, insanları
gütmenin ne kadar kolay olduğunu düşünmekteler...
Türk demokrat dostlarımız ise, PKK’nın kimin elinde oyuncak olduğuna
bakmaksızın, bu oyunun sorumluluğunu da biz
Kürtlere yüklemeye kalkışıyorlar. Oysa biz
bu oyunu tek başımıza bozamayız. Elimizde
kamuoyunu aydınlatacak, bilinçlendirecek olanaklar
yok. Medya araçları Türk devletinin ve devlet önünde
boynubükük Türk burjuvazisinin, Kürt kesiminde ise PKK’nın
elinde. Türk demokrat dostlarımız hiç değilse
söz konusu burjuva medyasının yorumcuları,
köşe yazarlarıdırlar; bizim ise böyle bir
olanağımız da yok. Ender olarak görüşlerimize
başvursalar da onlar ya hiç yayınlanmıyor,
ya da çarpıtılıyor. (Son olarak Milliyet
gazetesi, benim görüşüme de başvurdu, ama derin
devletten söz ettiğim için herhalde, çok kişinin
görüşünü yansıtırken benimkini yansıtmadı.)
Evet, bu oyunu ancak birlikte bozabiliriz. Biz, en azından Kürdistan Sosyalist
Partisi olarak, geçmişten bu yana, hem derin devletin
oyunlarını, hem PKK’nın durumunu teşhir
etmek için çok çaba harcadık. Ya Türk tarafındaki
sol, aydın ve demokrat geçinen kesim bunu ne ölçüde
yaptı? Dostlar, çifte baskı, ya da cendere içindeki
Kürt halkını suçlamadan önce kendi görevinizi
yapmaya çalışın hele... Siz kendi kutsal
devletinizin kirli ve oyunbaz yüzünü ne ölçüde deşifre
edebildiniz?
--------------------------------------------------
(*) 30 Haziran 2004 tarihli Dema nû´dan (80.
sayı)