PSK PSK Bulten KOMKAR Roja Nû Weşan / Yayın Link Arşiv
Dengê Kurdistan
PSK
PSK Bulten
KOMKAR
Roja Nû
Weşan/Yayın
Arşiv
Link
Pirs û Bersiv
Soru - Cevap
Webmaster
psk@kurdistan.nu
 
 

Kelin Merhemi Olsa?.

Kemal Burkay

Son Irak savaşı sırasında Türk siyasi çevrelerinde ve basınında oldukça sıkça tekrarlanan bir söz vardı:

“Türkiye laik ve demokratik sistemiyle İslam dünyasına örnek olacak ülkedir...”

Bu sözde biri olumlu, biri olumsuz iki peşin hüküm, yani önyargı var. Bunlardan birincisi Türkiye’nin laik ve demokratik bir rejime sahip olduğu, ikincisi de İslam dünyasındaki ülkelerden hiçbirinin böylesi “laik ve demokratik” bir rejime sahip olmadığı… Bu nedenle Türkiye onlara örnek olmalıdır..

O çokça tekrarlanan “stratejik konumunun” yanı sıra, bununla da elbet Türkiye’nin önemi vurgulanıyor ve beklentilere giriliyordu. Eğer Türkiye İslam dünyasındaki tek laik ve demokratik ülkeyse ve ötekilere örnek olacaksa Amerika ve Avrupa bunun gereğini yapmalıydı. Türkiye daha fazla ekonomik ve politik desteği hak ediyordu.. Gecikmeden AB’ye alınmalıydı.. Kıbrıs, Kürt ve Ermeni sorunlarında sıkıştırılmamalıydı..  Özellikle de 11 Eylül olaylarının ardından ortaya çıkan yeni durumda ve yeni ihtiyaçlar karşısında...

Şu ünlü tezkere olayının ardından ABD ile ilişkiler limonileşince ve ABD askeri operasyonu Türkiye’ye ihtiyaç duymadan yürütüp sanılanın aksine kısa sürede askeri zafer elde edince bu söz de bir süre için rafa kaldırıldı; şimdi eskisi kadar tekrarlanmıyor. Ancak ABD askerine karşı  şu günlerde Bağdat çevresinde gerilla türü saldırı eylemleri yoğunlaşınca Türkiye’deki belli çevrelerde umutlar yeniden yeşermiş ve “Türkiye’nin önemi” üzerine yeni tür bir referans devreye konmuş bulunuyor:

“Biz bölgeyi yüzyıllarca yönettik, burayı iyi biliriz, Amerika bize danışmalı; bölgenin istikrara kavuşmasında rol alabiliriz.”

Uzun çabalardan sonra kendisini ABD’ye davet ettiren Dışişleri Bakanı Gül de bunu tekrarlayıp duruyor.

Bu da yeni duruma göre piyasaya sürülen bir tür önyargı..

Kişisel planda olduğu gibi toplumsal planda da bazan böyle önyargılar oluşur. Yanlış bir görüş, temelsiz bir iddia, söylene söylene kitleler arasında yer eder ve gerçeğin kendisi gibi algılanır, doğruluğundan kuşkuya düşülmez, doğruluğu tartışılmaz!

Önyargı bazan gerçekten kişi öyle sandığı için oluşur. Ama birçok durumda o, onu oluşturanlar bakımından, doğruluğuna inanıldığı için değil, işlerine öyle geldiği, insanların öyle bilmesi ve inanması istendiği için oluşturulur. Yani o bir propagandanın, beyin yıkama işleminin ürünüdür.

Önyargı bazan kişinin ve toplumun kendisini bir tür aldatma biçimidir.

Önyargılar kişinin kendisini düşünce planında yenilemesini, doğruya ulaşmasını, sorunlar karşısında doğru bir tavır takınmasını zorlaştırır. Toplumsal önyargılar ise çoğu zaman toplumların önünü tıkayabilecek, değişimi engelleyecek kadar olumsuz sonuçlara yol açabilir.

Türkiye önyargıları bakımından zengin bir ülke. Şu ya da bu sorunla ilgili olarak her zaman hazır cevaplar, peşin kalıplar vardır. Bu, verili sistemin düşünce yapısını oluşturur. Sistemin sahipleri, devlet adamları, siyasetçiler, başta basın olmak üzere sistemin kurumları bu önyargıları tekrarlayıp dururlar.

Sözünü ettiğimiz iki önyargıdan birincisiyle başlayalım: “Türkiye tek laik ve demokratik İslam ülkesidir ve bu nedenle ötekilere örnek olmalıdır…”

Türkiye’de bu sözü dillerine pelesenk yapan politikacılar, basın mensupları, sözde aydınlar, dediklerine gerçekten inanırlar mı, bilemem. Belki içlerinde inananlar vardır. Söyleye söyleye –hadi kendi yalanlarına demiyeyim- kendi laflarına kendileri de inanıyor olabilirler. Ama başkaları böyle bilsin ve inansın diye tekrarladıklarına kuşku yoktur. Öte yandan, Türkiye’de kitleler arasında buna inanan birhayli insanın varlığı da bir gerçek. Bu onlarda bir önyargıya dönüşmüştür.

Oysa bu ülkenin ne laiklik ne de demokrasi ile uzak yakın bir alakası olmadığını bilmek için ne hukuk profesörü, ne de siyaset dehası olmaya gerek yoktur. Sıradan bir insan da, eğer belli bir mantık ve yargılama yetisine, laiklik ve demokrasi konusunda asgari bir bilgiye sahipse bunu bilir. Ayrıntıya girmeden bu alanda şu birkaç ölçüye bakalım yeter:

Bu ülkede düşünce özgürlüğü var mı? Yok. Görüşlerinden dolayı tutuklanan, baskı gören, hatta öldürülen yazarlar, sanatçılar, gazeteciler, düşünce ve siyaset adamları bu ülkede her dönemde bol miktarda vardı ve bugün de var. Bu alanda pek az ülke Türkiye ile yarışabilir.

İşkence bu ülkede yaygın bir uygulamadır ve bu alanda da pek az ülke Türkiye ile yarışabilir.

Bu ülkede çok partililik, ancak sisteme, Kemalist ideoloji ve uygulamaya evet diyen partiler bakımından vardır.  Başka bir deyişle burada siyaset tek renk. Sisteme muhalif seslerin örgütlenme, parlamentoya girme, iktidar olma şansı binbir yasakla, engelle, baskı ve terörle önlenmiştir. Anayasa Mahkemesi kararlarıyla, o olmazsa darbe yönetimleri eliyle kapanan, kesilip biçilen partiler, dernekler ortada...

Dünyanın en büyük emperyalisti ABD’de bile komünist partisi legaldi.  Hatta, pek despot rejimler arasında sayılan Irak’ta ve Suriye’de bile geçmişte, bazı dönemler dışında Komünist partisi serbestti. Türkiye‘de ise durum malum; komünizm paranoyası yıllar yılı ülkeyi kasıp kavurdu.

Bu durumda “çok partili” hayat ve seçimler ne ifade ediyor?.

20 Milyonluk Kürt halkının ise zaten legal parti kurabilmesi şurda kalsın, adı, tarihi, dili, şarkıları bile yasaklandı ve hala yasaktır. Yirmi milyon insan kendi anadilinde ilkokulu bile okuyamıyor. Oysa Saddam döneminde bile Güney Kürdistan’da Kürt diliyle eğitim yapan yüzlerce okul, Bağdat’ta Kürt akademisi vardı. Kürtlerle savaş sürerken bile Bağdat radyo ve televizyonu Kürt diliyle saatlerce yayın yapıyordu..

İran’da Kirmanşah, Ermenistan’da Erivan radyoları yıllardır Kürtçe yayın yapıyorlar.

İran’da Kürdistan diye resmi bir eyalet var..

Bu durumda eğer Türkiye bir demokrasi ise İran, Irak ve Suriye süper demokrasi!

Öte yandan, bu göstermelik Türk-işi demokrasi bile 3-4 kez darbelerle ezildi; son olarak ise, 23 yıldan bu yana ülke faşist bir anayasa ve darbe kurumlarıyla yönetiliyor. Bu durumdan askerler de siviller de pek memnun; AB’nin zoruyla yapılanlar ise faşist gövdeye makyajdan başka bir şey değil.

Böyle bir ülkeye demokrat diyen kişi aklını peynir ekmekle yemiştir. O ya demokrasi konusunda bir cahildir, ya da pek pişkin bir yalancı...

Ya laiklik? Eğer laiklik kişinin dini inançlarında özgür olması, sistemin dini esaslara (örneğin şeriate) dayanmaması, yurttaşlar arasında ayrım yapılmaması (ne baskı, ne imtiyaz) ise –ki öyledir- Türkiye’de böyle bir durum var mı?

Bu ülkede Müslüman olmayan inanç grupları, Hıristiyanlar ve Yezidiler üzerindeki baskılar bir yana, bizzat Müslüman kesim içinde, sayısı onmilyonları bulan Alevi kitlesi üzerindeki baskılar da bir sır değil.

6-7 Eylül olayları hafızalarda taze. Baskılar yüzünden İstanbul’daki Rum ve Ermeniler, hatta Yahudiler çoğunlukla göç ettiler. Süryaniler ve Yezidiler de öyle.

Alevilere karşı izlenen ve zaman zaman, Maraş’ta, Çorum’da Malatya’da ve Sivas’ta olduğu gibi “pogrom” derecesine varan kıyımlar ise ortada.

Her şey bir yana, nerdeyse Milli Eğitim Bakanlığı‘na eş bir kadro ve bütçe büyüklüğüne varan Diyanet İşleri Teşkilatı neyin nesidir? Bunun masrafları aynı zamanda Yezidi, Hıristiyan, Alevi ve ateist yurttaşların cebinden çıkmıyor mu?

Ya okullardaki zorunlu din dersleri?.

Demek ki devlet, Sünni Müslüman inancını, onun bir mezhebini esas almış, örgütlemiş, desteklemiş, öteki inanç ve mezhep mensuplarına da bunu empoze ediyor. Yani birine imtiyaz, ötekilere baskı. Zorla Müslümanlaştırma ve Sünnileştirme programı...

Bu kadarını, halifeliği de padişahın şahsında birleştiren Oslanlı bile yapmamıştı.

Kemalist rejim başından beri yurttaşların dini inanç alanına müdahale etti, kendi ideolojisine uygun olarak biçim vermeye çalıştı. Şu anda bile, halkının çoğunluğu müslüman olan bir ülkede, öğrenim kurumlarında başörtüsünü yasaklamak ne anlama geliyor?

Kız ya da kadınlardan isteyenler okulda başörtüsü taksa bunun kime ne zararı var?

Bunca baskı sözde çağdaşlık ve laiklik adına yapılıyor. Oysa laiklik inanç alanına özgürlük tanımaktır. Dileyen başörtüsü taksın, dileyen takmasın.

İslamcılar bakımından da başörtüsü ciddi bir sorun -belki de ülkenin en büyük sorunu!- ama onların Diyanet İşleri Teşkilatı‘na, zorunlu din dersine bir itirazı yok; hayır bu durumdan pek memnunlar!.

Yani bu ülkede laiklik de bir koca yalandan başka bir şey değil. Ne Kemalistler laik, ne de –doğal olarak- İslamcılar..

Mollalar yönetimindeki İran’da Ermeniler Türkiye’den çok daha özgür; kimliklerini gizlemiyorlar ve zaman zaman gösteriler bile yapıyorlar. Suriye’de Hıristiyanlar ve Yezidiler Türkiye’den çok daha özgürler. Saddam Irakı’nda bile öyleydi.

Türkiye bu haliyle, “demokrasi ve laiklik konusunda” nasıl öteki Müslüman ülkelere örnek olacak?.

Ya şu ikincisi, “biz bu bölgeyi yüzlerce yıl yönettik, iyi tanırız, sorunlarını biz çözeriz” iddiası?..

Osmanlı döneminde bu ülkeleri yüzlerce yıl yönetmiş olmak, Türkiye’ye, bölgeyi daha iyi tanıma olanağı verse bile, otomatik olarak sorunlarının çözümüne katkıda bulunmasını da sağlar mı?

Öncelikle şunu sormak gerekir: Osmanlı burayı yönetti ama, nasıl yönetti? Bu halkların gönül rızasıyla mı, yoksa fetih yoluyla, haraca ve öşüre bağlayarak, arada bir ordularını gönderip tedip ederek mi?.. Kuyucu Murat usulleriyle mi?..

Bu yönetim çok hoştu da neden bu halklar fırsatı bulur bulmaz ayaklanıp Osmanlı’yı kovdular? Yalnız Hıristiyan Balkan halkları değil, Müslüman halklar da, Osmanlı’dan kurtulmak için neden “elin gavuruna” İngilize ve Fransıza sığındılar?..

Bunu bir tek Kürtler yapmadı, bir tek onlar Türklerle birlikte davrandı, sonuç da ortada... Osmanlı mirasçısı Türk yönetimi tarafından dilleri bile yasaklandı, zulmün, işkencenin, kırımın türlüsünü tanıdılar...

Böyle bir Türkiye nasıl öteki Müslüman ülkelere örnek olacak ve nasıl bölgenin sorunlarını çözecek? Fırsattan istifade ordusunu Güney Kürdistan’a ve Irak’a sokup orayı da yeniden sömürgeleştirerek mi? Kuyucu Murat yöntemleriyle mi? Köyleri yakarak, kentleri kasabaları yerle bir ederek mi? Kürt okullarını, üniversitelerini, televizyonlarını kapatarak, mevcut Kürt özerk yönetimine, yerel hükümet ve parlamentoya son vererek mi? Cümle Kürt partilerini, bu arada komünist partisini ve ılımlı İslami partileri kapayarak, türlü baskılarla Yezidi ve Hıristiyanları Güney Kürdistan ve Irak’tan da sürerek mi?..

Baylar, sizin demokratlığınız da boş laf, laikliğiniz de! Siz kendi ülkenizdeki sorunları ne derece çözdünüz ki, başka ülkelerde yönetime ve çözüme hevesleniyorsunuz? Kelin merhemi olsa kendi başına sürer.

Bu laflarla ancak kendinizi aldattığınızın farkında mısınız?

Bu ülkenin yönetiminde ırkçı şoven kafalar “Adriyatik’ten Çin Seddi’ne kadar bir Türklük dünyası” hayalinden bir türlü kurtulamadılar. Türk-İslam sentezine bulanmış bazıları ise hala Osmanlı mirasının davasını güdüyor, geçmişi geri getirme düşleri kuruyorlar.

Oysa o dönemler geçti ve Osmanlı-TC türü yöntemler 21. Yüzyıl‘da para etmiyor, sorun çözmeye yetmiyor.

Türkiye bu haliyle başkalarına olsa olsa kötü örnek olur. Bu nedenle yapacağı iş başkalarından önce kendisini düzeltmek, gerçek demokrasileri örnek alarak değişmek, çağa uyum sağlamak.

Yıllar yılı faşizm ve militarizmle terbiye edilmiş, zulme baskıya koşullanmış ve önyargılarına tutsak olanlar için bu elbette çok zor, ama başka yolu da yok..

 
PSK Bulten © 2003