17 Aralık yaklaşırken
ve Belkemiği olmayanlar…
Kemal Burkay
17 Aralık yaklaştıkça ilginç gelişmeler
yaşanıyor. Bir yandan Kürdistan’da ormanlar yakılıyor,
yargısız infazlar yeniden boy gösteriyor, 12 yaşındaki
Kürt çocuklar, 19 yaşındaki Kürt çobanlar “terörist”
denip kurşun yağmuruna tutuluyor, böylece ortalık
kızıştırılıyor; öte yandan,
AB’den gelen müzakere koşullarına karşı
Türk tarafı, hükümeti, muhalefeti, asker–sivil bürokrasisi
ve basınıyla iğne üstünde gibi; hop oturup
hop kalkıyor.
Tepki uyandıran gelişmelerden biri, AB dönem başkanlığını
yürütmekte olan Hollanda’nın, 17 Aralık zirvesine
sunmak için hazırladığı tavsiye raporunun
–son hali de değil- basına sızan taslakları.
Türk tarafının bu taslaklara öfkelenme nedenleri
birçok. Bunlardan biri, artık AB’nin 25 üyesinden biri
olan Kıbrıs Cumhuriyeti’nin tanınması
gereği. Bir diğer neden müzakere tarihi verilse
bile ucunun açık olması ve bazı AB üyelerinin
Türkiye için düşündüğü, tam üyelik değil de,
“özel statü”. Bir diğeri, serbest dolaşımla,
tarım alanındaki AB destekleriyle ilgili kısıtlamalar…
Türkiye’de hükümet ve AB’ye katılım taraftarı
olan çevreler, bunları aşmak için tam bir seferberlik
halinde. Bir yandan da öfkeli demeçler birbirini izliyor.
AB’ye karşı olanlar ise zaten, her şeyi tam
bir felaket gibi göstererek bir kez daha AB ile ilişkileri
torpillemeye çalışıyorlar.
Tepki toplayan noktalar bunlardan ibaret değil. Kamuoyuna
yansıtılanlar var, Kürt sorunu, Alevi sorunu gibi,
sakıncalı bulunup şimdilik yansıtılmayanlar
var. Ama bunlar da çeşitli biçimlerde kamuoyunun gündemine
giriyor ve yoğun tepkilere, patlamalara yol açıyor.
Bu gelişmelerden biri Avrupa Parlamentosu Başkanı
Josep Borrell’in bir süre önce Ankara ve Diyarbakır’a
yaptığı gezi idi. Borrell, “Ankara’dan sonra
Kürdistan’a gideceğim” demişti.. Bu söz malum çevreleri
çılgına çevirdi. Sayın Borrell’e bu sözü geri
aldırmaya çalıştılar. Borrell ise, “bunu
coğrafi anlamda kullandım” diyerek onları yatıştırmaya
çalıştı; ama yetmedi, yetmez. Çünkü baylarımız,
etnik ya da cografi, Kürdistan adını duymaktan deliye
dönerler.
Bu nedenle, gazeteci geçinen militan herifler eliyle Borrell’den
hesap sormaya kalktılar. Basın toplantısına
sivil kılıklı mit ajanlarını sokup
Borrell’in üstüne sürdüler, zorbaca engellemeye çalıştılar.
Kimisi işi tam bir düzeysizliğe vardırıp
“orospu çocuğu” diyecek kadar alçakça manşetler
attı, küfürler savurdu.
Buna rağmen, Katalan–Sosyalist Borrell, bu saldırganlık
karşısında boyun eğmedi, onurlu tavrını
sürdürdü ve döndükten sonra Avrupa Parlamentosu’nda yaptığı
konuşmada Kürt sorununun çözümünün gereğinden söz
ederek Türkiye’ye kendi ülkesinden Bask örneğini hatırlattı.
Türk tarafındaki malum şoven çevrelerin Borrell’in
sözleri karşısındaki bu tutumu doğaldır,
anlaşılırdır; onların her zamanki
halidir. İşin garibi, Leyla Zana gibi, sözde Kürt
halkını temsil adına piyasa çıkmış,
ya da çıkarılmış bazılarının
da, aynen Türk tarafının agzını kullanıp,
ulusal kimliğini ve ülkesinin adını inkara
yeltenmesidir. Hanımefendi Borrell’e verdiği yemekte
“biz Türkler çok konukseveriz” diyerek Kürt kimliğini
silme yolunda yeni bir adım attı.
Sormak gerekir: Bayan sen Türksen artık
ne istersin, Kürtler adına ne ortada dolaşıp
durursun?
Baylarımızı hoplatan diğer bir gelişme
de son günlerde bir bölüm Kürt aydınının ve
politikacısının imzasıyla Le Monde
ve International Herald Tribune gibi Avrupa gazetelerinde
yayınlanan “Kürtler ne istiyor” başlıklı
ilan oldu.
Ben kendim, Kürt istemlerine ilişkin bu ilanı,
hem dili bazı bakımlardan muğlak olduğu,
hem de kendi istemlerimizin gerisinde bulduğum için imzalamadım.
Ama böyle bir eyleme karşı değilim, olumlu
buluyorum. Açıklama, gerek imzacıların sayısı,
çeşitliliği ve niteliği, gerekse içerik bakımından
önemlidir ve bu aşamada olumludur.
İstemler içinde zorla boşaltılan 3400 köyün
yeniden inşası ve 3 milyona yakın Kürt göçmenin
(siz sürgüne gönderilen diye anlayın) yurtlarına
dönüşüne olanak verilmesi var.
Bir genel af istemi var.
Kürt halkının varlığını tanıyan,
Kürt dilinde resmi eğitim-öğretime, medya faaliyetlerine;
Kürtlerin kendi kimlikleriyle dernek ve parti kurmalarına,
istemlerini özgürce dile getirmelerine olanak tanıyacak
yeni ve çağdaş bir anayasanın yapılması
istemi var.
Bunlar önemli ve olumlu istemler. Bunun yanı sıra,
“Kürt vatandaşlarına, Avrupa’nın demokratik
ülkelerinin yurttaşları olan Bask, Katalan, İskoçyalı,
Lapon, Güney Tirollu, ya da Walonlara tanınan ya da bizzat
kendisinin (Türkiye kast ediliyor) Kıbrıs Türkleri
için talep ettiği haklara eşdeğer haklar garantilenmelidir”
deniyor.
Bu son istem, bazı yönleriyle, bizim Kürt sorununun
çözümü için önerdiğimiz, eşitlik temelinde iki cumhuriyetli
federatif çözüm önerimizin oldukça gerisindedir. Kürt sorunu,
ülkesi ve ulusuyla net ifade edilmemiş, Türkiye’nin “Kürt
vatandaşları” düzeyine indirilmiştir. Ayrıca
“Tirollu, Lapon” gibi küçük etnik gruplara eş düzeyde
gösterilmesi de kanımca yanlıştır. Öte
yandan Walon (Belçika) , özellikle de Kıbrıs örneğinin
verilmesi bence önemlidir.
Evet, Türk yönetimi Kıbrıs Türkleri için istediğini
Kuzey Kürdistan halkımıza, Türkiye’nin bugünkü resmi
sınırları içindeki 20 milyonu aşkın
Kürde tanımalıdır. (Açıklamada Türkiye
nüfusunun dörtte biri deniyor ki bu yanlıştır,
Kürtlerin nüfusu üçte birdir). Bu, iki cumhuriyetli bir konfederasyon
demektir…
Bu bildirinin yayınlanmasının ardından
Türk yönetimi, hükümeti, muhalefeti, düzen basınıyla
adeta yerinden hopladı. Baylarımız ateş
püskürüyorlar, tehditler yağdırıyorlar. Efendim
bu istemler “anayasaya” aykırıymış, suçmuş…
Türkiye üniter devletmiş, çok güçlüymüş ve kimse
ondan bir taş koparamazmış…
Onlar bakımından bu öfke son derece doğal.
Bu her zamanki halleri. Yalnız anlamadıkları
bir şey var: Dedikleri anayasa, demokratik bir anayasa
değil, 12 Eylül faşizminin ürünü, onun topluma giydirdiği
deli gömleği. Bizzat Türkiye’nin seçkin hukukçularının
deyişiyle bir polis tüzüğü. Biz de zaten onun değişmesini
ve adam gibi, “çağdaş ve demokratik” bir anayasa
yapılmasını istiyoruz.
Üniter devlete gelince, o da bu bayların kendi tabuları,
kendi putlarıdır. Gerçeğe uygun değil
ve ne kadar tapınsalar da, Kürt sorununun çözümü için,
barış için, demokrasi ve çağdaşlık
için, sonunda onu terk etmeleri kaçınılmaz...
Evet, Türkiye’deki malum çevrelerin söz konusu bildiri karşısındaki
bu öfkesi, afra tafrası anlaşılır ve alışık
olduğumuz bir şeydir. Burada ters olan şey,
imzacılardan bir bölümünün, Leyla Zana ve onunla birlikte
hareket eden bir grubun, daha ilk tepkiler karşısında
dize gelip imzalarını geri almaları ve buna
ilişkin yayınladıkları bildiridir. Güya
birileri 17 Aralık öncesi ortalığı karıştırmak
istiyormuş. Kürtleri temsil ettiğini iddia eden
bu hanımefendiye göre Kürtler ne federasyon, ne de otonomi
istiyorlarmış, bunların modası geçmişmiş!..
Utanmazlığın bu derecesi karşısında
insan şaşakalıyor. Sözde Kürt sorunu nedeniyle
onca mağdur olup, hapse düşüp, sekiz yıl yattıktan
sonra çıkan insanların yapacağı şey
mi bu? Akıl alır gibi değil.
Anlaşılıyor ki bir kez kaygan zemine düşen
bu bayan ve yanındakiler en aşağıya kadar
düşecekler ve zaten düşmüş durumdalar. Ama
bu halleriyle Kürt halkını asla temsil edemezler.
13 yıl öncesi onlara oy verip parlamentoya gönderenler,
onların Kürt halkının haklarını ve
çıkarlarını savunacaklarını ummuşlar,
bu nedenle kendilerine oy vermişlerdi.
Oysa şimdi rejime teslim olmuş, güdümlü Apo’nun
kuyruğunda, Kürt halkının temel istemlerini
inkar eden ve bir gün attığı imzaya ertesi
gün sahip çıkmayan zavallıların durumundalar.
13 tarihli Hürriyet Gazetesi’nde Cüneyt Ülsever, Leyla Zana
ve arkadaşlarının bu tavrına bakıp,
“Kürt aydını ne menem aydındır?” başlığı
altında haklı olarak bu tutumu eleştiriyor.
Yalnız Ülsever’in haklı olmadığı
bir nokta var: Zana Kürt halkını temsil edemiyeceği
gibi Kürt aydınlarını da temsil edemez. Bir
günden diğerine imzasına bile sahip çıkamayan
kişiye nasıl aydın denir?
Böyleleri Kürt toplumunda vardır, Türk toplumunda da.
Mehmet Ali Aybar’ın “Türk aydını belkemiksizdir”
sözü ünlüdür. Ama elbet bu sözü tüm Türk aydınlarına
mal etmek haksızlık olur. Türk aydınları
içinde belkemiksiz olmadığı için zindana, açlığa,
sürgüne göğüs geren, hatta ölüme giden nice yürekli,
onurlu insan var. Kürtler içinde de var; kimsenin kuşkusu
olmasın.
Belkemiği olmayanlara ise zaten aydın denemez.
|