PSK PSK Bulten KOMKAR Roja Nû Weşan / Yayın Link Arşiv
Dengê Kurdistan
PSK
PSK Bulten
KOMKAR
Roja Nû
Weşan/Yayın
Arşiv
Link
Pirs û Bersiv
Soru - Cevap
Webmaster
psk@kurdistan.nu
 
 
AB-Türkiye ilişkilerinde son durum

Kemal Burkay

Türkiye 40 yıldır AB’nin kapısında bekliyor. Belli ki, müzakere tarihi verilse bile tam üye oluncaya kadar 10-15 yıl daha bekleyecek. AB ile üyelik için ilişki kuran hiçbir ülke bu kadar beklemedi. Bunun nedeni de Türkiye’nin özel durumu. Türkiye öyle bir ülke ki Avrupalılar ne onsuz, ne de onunla edemiyorlar!

Türkiye, ekonomik bakımdan Avrupa standartlarının çok altında, bir yoksullar ülkesi. Demokratik standartlar bakımından ise durum daha da kötü. Ayrıca Avrupa ile kültür uyuşmazlığı da var. Buna rağmen Avrupa Birliği, önce 1990’lı yılların başında Türkiye ile gümrük birliğini oluşturdu. Bu ekonomik bir ilişkiydi ve Avrupa’nın da işine yarıyordu. Üyelik yönünde ilişkileri geliştirmek içinse Kopenhag Kriterleri’nin yerine getirilmesini istedi.

Türkiye uzun zaman bu kriterlere ayak diredi ve yılları boşa harcadı. Buna rağmen AB, biraz da ABD’nin baskısıyla, Aralık 1999’da, 12 ülkenin yanısıra Türkiye’ye de aday üyelik statüsü tanıdı. Böylece ona kapıyı aralayıp reformlar konusunda teşvik etmeyi daha uygun buldu. Ama Türkiye 2000 yılını da boş geçirdi.

AB, 8 Kasım 2000'de Türkiye’nin önüne "Katılım Ortaklığı Belgesi”ni koyarak, onun ev ödevlerini bir bir sıraladı ve bir takvime bağladı. Türk tarafı bu belgeye, içerdiği reformlar nedeniyle büyük tepki gösterdi. Ona karşılık, söz konusu reformları kırpıp sulandıran kendi “Ulusal Belge”sini ilan etti. Gerekenleri yapma konusunda ayak sürümeyi sürdürdü. Bu nedenle bir yıl kadar sonra, 13 Kasım 2001’de AB, aday 12 ülkeye müzakere tarihi verirken Türkiye’yi dışında tuttu. Söz konusu ülkelerden 10’u Mayıs 2004’te AB’ye tam üye oldular. Türkiye ise hala müzakere tarihi almayı bekliyor.

Türkiye bu kez, önümüzdeki Aralık ayında bu tarihi alacak gibi görünüyor. Peki bunun için gerekli koşulları yerine getirdi mi? AB içinde buna evet diyen de var, hayır diyen de. Bizce de söz konusu koşulları yerine getirmiş olmaktan hala çok uzak. Son 4-5 yıl boyunca, sözde Kopenhag Kriterleri’ne uyum kapsamında, Türk hükümetinin hazırladığı ve parlamentodan geçirdiği paketlerin, reformların, anayasa ve yasa değişikliklerinin sayısını unuttuk. Ne var ki onların eğer tamamı değilse büyük çoğunluğu göstermelikti, makyaj türündendi. Türk yönetimi sürekli olarak hem kendi kamuoyunu hem de AB’yi aldatmaya çalıştı.

Peki başarabildi mi? Türkiye kamuoyunu zaten önemseyen yok. AB’ye gelince, o da yapılanların çoğuna inanmasa bile, işine geldiği için inanır gibi göründü.

Bugün AB’de birçok kişi ve çevre, Türkiye konusunda Türk yönetecilerin ve bembe tablolar çizen basının dediklerini tekrarlıyorlar. Sözde Türkiye büyük ve cesur reformlar yapmış..

Peki nedir yapılan? Sistematik işkence sona erdi mi? Hayır. İnsan hakları örgütlerinin bu konuda verdikleri bilanço ortada. İşkencecileri hakim karşısına çıkarmak bile mümkün değil. Herkes onları idare ediyor.

Ya düşünce ve örgütlenme özgürlüğü? TCK  değişti ama, 312, 159 ve benzeri, düşünceyi suç sayan maddelerin sadece numarası değişti. Üstelik, düşünce ve örgütlenme özgürlüğüne yeni tuzaklar geldi, yer yer cezalar daha da ağırlaştı. Tüm bunlar, zina konusundaki tartışmanın yarattığı toz duman ortamında güme gitti.

Askeri vesayet rejimi sürüyor.

12 Eylül faşist çarkı, 1982 Anayasısıyla, MGK, YÖK, RTÜK ve benzeri kurumlarıyla varlığını sürdürüyor.

Bugün de ırkçılık sistemin ideolojisi. Reformcu diye göklere çıkarılan Başbakan Erdoğan bile, Brüksel dönüşü ayağının tozuyla, halkının çoğunluğu Kürt ve Arap olan Siirt’te, ülkenin malum ırkçılarını bile gölgede bırakan bir tonla Türkçülük nutukları atıyor ve “biz Türkler bütün dünyaya milliyetçiliği öğrettik” diye övünüyor. Sanki adamın iki yüzü var; Brüksel’de başka, Siirt’te başka…

Peki Kürt sorunu bakımından değişen ne? Onca övgüsü yapılan reformlar Kürtlere ne verdi?

Haftada yarım saatlik –o da yayıncılık bakımından tam bir ucube olan- televizyon yayını ile Kürdistan’ın iki-üç kentinde açılmış birer Kürtçe kursla Kürt dili ve kültürü özgürleşti mi? Yirmi milyonu aşkın bir halkın dil ve kültür hakları bu mudur?

Ya kirli savaş döneminde köyleri kasabaları yerle bir edilip, sürgüne tabi tutulmuş, büyük kentlerin varoşlarında perişan olan milyonlarca Kürt? Onların dönüşlerine izin verildi mi?

Kısa süre önce Diyarbakır’ı ziyaret eden AB’nin genişlemeden sorumlu komiseri Verheugen, dönmeyi göze alabilmiş veya dönmelerine “teftiş fırçası” kabilinden izin verilmiş bir grup  köylünün durumunu kendi gözleriyle gördü. Verheugen AB’nin dönüş için yardımcı olmaya hazır olduğunu söyledi. Yani bu köylerin yeniden inşası ve üretime geçebilmesi için gerekli maliyeti de büyük ölçüde AB üstlenecek. Peki neden dönüş bir türlü gerçekleşmiyor?

Çünkü onları sürmüş olan Türk devleti Kürt köylülerinin topraklarına geri dönmesini istemiyor. Çünkü kirli savaş bu amaçla, Kürdistan’ı Kürtlerden boşaltmak, Kürt halkını, kültürünü, dilini, Kürt varlığını yok etmek için tezgahlandı. Söz konusu politika bugün de değişmiş değil.

AB ülkelerinin ve kurumlarının ilgili ve yetkilileri de yukarda kısaca dile getirdiğimiz manzarayı, kuşku olmasın ki görüyor, biliyorlar. Bu durumun Kopenhag Kriterleri’yle, demokrasiyle bağdaşır yanı yok. Buna rağmen AB önümüzdeki aralık ayında Türkiye’ye müzakere tarihi verebilir. Bunun nedenini ise elbet şöyle açıklayacaklar: “Tamam, hala yapılması gerekenler, uygulamada eksikler var; ama bu da müzakere süreci içinde tamamlanacak. Nasıl olsa bu iş 10-15 yıl sürer..”

Geçmişte de bu konuya değindikçe hep söyledim: Türkiye ile ilişkilerinde AB, asıl olarak kendi çıkarlarını göz önünde tutuyor. Türkiye AB için iyi bir pazar. Ayrıca Ortadoğu, Kafkaslar ve İslam dünyasıyla ilişkiler bakımından oynamasını bekledikleri bir rol var. ABD gibi onlar da bu rol kendi işlerine yaradığı oranda Türkiye’yi önemseyecek ve onu insan haklarının ve Kürtlerin hatırına itmeyecekler.

Türkiye’ye demokrasi gibi Kürt halkına özgürlük de, TC’nin AB’ye üyelik sürecinin işlemesiyle, otomatik olarak kendiliğinden gerçekleşmeyecek. Bu, her iki halkın demokrasi ve özgürlük isteyen güçlerinin mücadelesinin boyutuna bağlı olarak yol alacak. AB’nin bu konuda vereceği destek de buna bağlı.

Bir başka deyişle, kendi işimizi başkasına havale etmeyelim. Özgürlük de demokrasi de hak edilmeli. Kürtler, her şeyden önce kendi güçlerine güvenmeli. TC’nin PKK eliyle sahnelediği oyunu bozup sağlıklı bir seçenek yaratmalı. Yurt içinde ve dışında, kitleleri yurtsever amaçlar doğrultusunda harekete geçirmeli, siyasal mücadeleyi güçlendirmeliyiz. Başarı buna bağlı.  

 
 
PSK Bulten © 2004