PSK PSK Bulten KOMKAR Roja Nû Weşan / Yayın Link Arşiv
Dengê Kurdistan
PSK
PSK Bulten
KOMKAR
Roja Nû
Weşan/Yayın
Arşiv
Link
Webmaster
psk@kurdistan.nu
 

İki kazı bile güdemeyecek adam...
(Bölüm 4)

Kemal Burkay

Anılarımın 2. cildine gelen tepkilere 3 bölüm halinde cevap verdim. Bu  bölümde ise İbrahim Aksoy’un iddialarına değineceğim.

Yazımın ilk bölümünde tek tek kişilere cevap vermeyeceğimi söylemiştim. Ama bir istisna yapacağım, İbrahim Aksoy denen adamın bir Kürt sitesinde yayımlanıp, gelen yoğun tepki ve okur protestoları üzerine geri çekilen yazısından söz etmek istiyorum. Gerçi o, beni ve kendisini tanıyan birçok kişiden hak ettiği cevabı aldı, öyle olunca da benim yorulmama belki gerek yoktu. Ama bunu, Bay Aksoy’u ciddiye aldığım için değil, kamuoyunu, okurları ciddiye aldığım için yapacağım.

Öncelikle şunu belirteyim: Anılarımın ne birinci, ne de ikinci cildinde İbrahim Aksoy’un adı geçmiyor, ondan söz etmiş değilim. Onun bana karşı bu derece kin duyması, böylesine yalan ve iftirayla örülü bir yazı kaleme alması için başka nedenleri olmalı. Demek ki bazılarınca anılarımın 2. cildine gösterilen tepkiyi ve bana karşı açılan kampanyayı fırsat bilip o da meydana balıklama daldı...

Mevlana’nın tam da böyle durumlara uygun düşen bir sözü vardır: “Her lafa verecek bir cevabım var... Lakin bir lafa bakarım laf mı diye, bir de söyleyene bakarım adam mı diye...”

Buna bakınca benim Aksoy’a cevap vermemem gerekirdi. Ama herkes onu tanımaz ki;  söylediğini laf, kendisini adam sananlar da olabilir.

Aksoy’un yazısını ilk okuduğumda, değerli Necla Morsümbül’ün ve öteki arkadaş ve dostlarımın öfkelendiği kadar ben de öfkelendim. Ama aradan birkaç gün geçince, bunca ipe sapa gelmez yalan ve iftira karşısında bile artık öfke, hatta tiksinti duymuyorum. İbrahim herhalde şaka yapmış olmalı diyor, gülüyorum... Öyle ya, bu İbram şakacı bir adamdır; böylelerine kral meclislerinde bile rastlanır ve söylediklerine gülünüp geçilir. Ama siyasetle, böylesine ciddi işlerle uğraşıp başlarına iş açmasalar tabi...

Her neyse, sözü uzatmaya gerek yok, konuya dönelim:

1- Sayın Mesut Barzani’nin bana Hewlêr’de ev verdiği, 5000 dolar maaş bağladığı iddiaası yalandır. Bunun yalan olduğunu ben de bilirim, sayın Barzani’de bilir, benim tüm arkadaşlarım da.

Güney Kürdistan’a üç kez gittim. Birincisi 1992 yılındaydı ve iki ay sürdü. Arkadaşlarımla birlikte otelde ve Kandil’de İran KDP’nin üssünde konuk kaldık. Bu gezimin öyküsü röportaj olarak o yıllar İstanbul’da çıkan haftalık Azadi gazetesinde ve daha sonra  “Adım Adım Özgür Kürdistan” adlı kitabımda yayımlanmıştır.

Güney Kürdistan’a ikinci kez 1993 yılı sonbaharında gittim ve 1994 yazına kadar,  yaklaşık 10 ay kaldım. Dıhok ve Hewlêr’de evimiz vardı. Ama ne KDP’den veya onun lideri Barzani’den, ne de KYB ve onun lideri Talabani’den beş kuruş almadık, istemedik de. Buna gerek yoktu; hem kiralar ucuzdu, hem de tüm masraflarımızı partimiz, yurt dışında üye ve sempatizanlarımız arasında açtığı yardım kampanyaları ile sağlıyordu. O dönem PSK’nın yetkili organlarında olan bütün arkadaşlar bunu bilir.

Kimse beni veya bizi Kürdistan’dan kovmadı. Sayın Talabani de sayın Mesut Barzani de dostça ilişkilerim olan insanlardı, bugün de öyledir. 1994 Mayısı’nda, tam da Avrupa’ya döneceğim günlerde iki parti arasında patlak veren çatışma nedeniyle gelişimi erteleyip aracı oldum; ne yazık ki çabalarımız onları barıştırmaya yetmedi. Bunu her iki lider de onların yüzlerce kadrosu da bilir. Güney’de geçen  söz konusu dönemin öyküsü anılarımın daha yayımlanmamış olan 3. cildinde var.

Güney’e üçüncü kez 7. Kongre sonrası, yönetime seçilen yeni genel sekreter Mesut Tek ve diğer üç arkadaşımızla 2004 yılı başlarında, Amman-Bağdat üzeri gidip döndük. Yaklaşık 50 gün kaldık. Zamanımız gezi ve ziyaretlerle geçti. Görüştüklerimiz arasında sayın Mesut Barzani, sayın Nêçirvan Barzani ve sayın Celal Talabani de vardılar. Gittiğimiz yerlerde otellerde kaldık; o dönemde Güney’de evimiz yoktu.  (Bu gezinin öyküsü de “On Yıl Sonra Güney Kürdistan” adıyla sitemizde yayımlandı, “Adım Adım Özgür Kürdistan” adlı kitabımda da var.)

Kısacası, hiçbir dönemde Mesut Barzani’den veya başka bir Kürt liderden ne örgüt adına ne şahsım adına tek kuruş almış değilim. Bana kimse Güney Kürdistan’da ev de vermiş değil. Para veya evi örgütüm için alsam da ayıp sayılmazdı; kendim içinse böyle bir şeyi asla düşünmedim ve düşünmem. Söz konusu utanmazca yalanı uyduran Bay İbrahim Aksoy da bu kadarını bilir.

2- Halen Hollanda’da tutuklu olduğunu bildiğim Hüseyin Baybaşin’le siyasal ya da parasal hiçbir ilişkim olmamıştır. Bu da utanmazca bir başka yalan ve iftiradır. Yıllar önce Kürdistan İnsan Hakları Derneği’nden hümaniter ilgi ve destek istediğini ve bu kapsamda derneğin kendisiyle ilgilendiğini, söz konusu dernek yönetimindeki arkadaşlarım vasıtasıyla biliyorum. Ama ne partimiz, ne şahsım ne de dernek adına, ondan tek kuruş alınmış değil.

Partimiz ve söz konusu dernek, bizzat İbrahim Aksoy’a da Avrupa’ya gelişlerinde ilgi gösterdi, arkadaşlarımız onu evlerinde barındırdılar, hatta özel doktora harcadığı yüksek masrafları da karşıladılar. Üstelik o bu masrafların büyük bölümünü daha sonra makbuz gösterip TBMM’den aldığı halde geri ödemedi. Ama o, bu ve benzeri pislikleri yüzünden çevremizden kovulduktan sonra, duyduğu kinle şimdi bize böylesi iftiralar atacak kadar düşmüştür.

3- Aksoy, Güney’de olduğum sırada meydana gelen ve bir kişinin ölümüne iki kişinin de yaralanmasına yol açan bir olayı, benim “kamptan kaçan üç kişiyi kurşuna dizdirdiğim” biçiminde veriyor. Bu da bir başka alçakça iftiradır. Bu benim ve partimizin yetkili organlarının bilgisi dışında, farklı bir mekanda cereyan etmiş, istenmeyen, üzücü bir olaydır. Olaya karışanlardan iki kişi Güney’deki yerel otoriteye teslim olmuş, tutuklanmış yasal süreç işlemiştir. Ne benim ne partimizin örgütten ayrılan insanları cezalandırmak gibi bir yöntemimiz yoktur. Buna, partiye karşı suç işleyen sorumsuzlar da dahildir. 35 yıllık parti yaşamı bunun kanıtıdır. Eğer bu tür yöntemlerimiz olsaydı, bazıları bize karşı böylesine alçakça iftiraları atacak kadar pervasız olmazlardı.

Zaten bizzat bu olayda yaralanan gençlerden biri de (Vedat Kestan) Aksoy’un yazısını yayımlayan bir siteye gönderdiği notta, onun benimle ilgili iddialarını yalanlıyor ve olayın planlı olmadığını söylüyor.

4- Aksoy, Abdullah Öcalan’ı Türk istihbaratının adamı olmakla suçladığım halde neden 1993’te onunla görüştüğümü soruyor. (Siyaseti siyah-beyaz gördükleri, ya da salt benimle ilgili  bir çelişki yakaladıklarını sandıkları için, bunu sorup duran başkaları da var.) Bay Aksoy bununla yetinmiyor, bu nedenle beni de MİT ajanlığı ile suçluyor! Bu ciddiye alınacak bir şey mi?

Elbet okurlar 1993 yılında, Özal’ın barış girişimi ve Talabani’nin çabaları sonucu Öcalan’la Şam’da görüşüp bir protokol imzaladığımızı bilirler. Bu protokolde neler yazılı olduğu belgelerde ve benim “Seçme Yazılar” adlı eserimde de var.

Ben geçmişte bu görüşme nedeniyle gelen eleştirilere cevap verdim, tekrarlamak istemem. Ama varsayalım ki benim Öcalan’ı ağır biçimde suçlayan biri olduğum halde onunla görüşmem yanlıştı, İbrahim Aksoy o dönemde bu görüşmeyi ve protokolü nasıl karşılamıştı? Benim aklıma bile gelmezken dikkatli bir okuyucu Azadi gazetesi’nin 2-8 Ocak 1994 tarihli 86. sayısından çıkarıp göndermiş. Şöyle diyor Bay Aksoy:

“Özal’ın ölümünden bir süre önce PKK’nın tek taraflı ateşkes ilanı ve bunu izleyen PSK-PKK protokolü, Türkiye’de tam anlamıyla tam bir siyasal dönemeç oluşturdu. İlk defa Türkiye yönetimi Kürt Sorunu karşısında politikasız kalmış, Kürt tarafının “şah” demesiyle, Türk tarafı mat olmuştu. Değişmeler bununla da kalmadı; Kürt yurtsever çevreleri bir yumuşama süreci içine girdiler. Her alanda işbirliği süreci başladı. Bu ise Kürt halkı açısından çok önemliydi. Kürt yurtsever çevreleri uzun süreden beridir, böyle bir zemini arzuluyorlardı. Bu dostluk ve yumuşama süreci bir bütün olarak Kürt Halkına sevinç ve coşku yarattı. Öyle ki, Kürt Halkı ulusal bayramı olan Newroz’unu halaylarla, davullarla alanlarda kutladı. İki bayram bir arada yaşadı....

Gelişmeler bununla kalmadı, Kürt politikacılar farklı alanlarda yürüttükleri partileşme arayışlarını buluşturmak, Kürt halkının çıkarına olabilecek, geniş ve kitlesel bir parti kurmak için toplantılar ve çağrılar dizisi başlattılar. Hiç şüphesiz, PSK-PKK protokolü ve ateşkesin bu gelişmelerdeki payı büyüktü....”

Buna yorum gerekir mi, sevgili okurlar? Demek ki bu İbrahim bir zamanlar bayağı akıllıca laflar da ediyormuş!.. Üstelik o, benim Öcalan’la ilgili görüşlerimi yeni öğreniyor değil, bunlar söz konusu protokolden önce de, ta 1979 yılından beri onlarca kez dile getirdiğim, yazdığım görüşlerdir. O gün Öcalan’la görüşmemizi ve protokolü böyle değerlendiren bir kişinin şimdi bunu yaptığım için bana MİT’çi diyecek kadar pusulayı şaşırması nasıl açıklanabilir? Bu adam çifte kişilik mi taşıyor? Böyle birinin dedikleri ciddiye alınabilir mi?

5- Bay Aksoy’un bir başka yalanı: Sözde, “Türkiye’de milletvekilliği yapan bir insandan şeref kalmaz” demişim. (Bu söz gibi, cümle düşüklüğü de bana ait değil).

Ben böyle demem sevgili okurlar, çünkü böyle düşünmem. Ve ben Bay Aksoy gibi ağzına geleni, aklına eseni söyleyecek densizlerden değilim.

Elbet Türk parlamentosuna giren herkes düzeyli değildir. İşte Aksoy’un kendisi bunun örneği. Oraya girenler içinde mide bulandıracak örnekler sergileyenler, şeref yoksunları da çıkabilir. Ama bir ülkenin parlamentosunu böyle toptan suçlamak benim anlayışıma uymaz. Orada saygı duyduğum, geçmişte dostça ilişkilerim de olmuş Kürtler ve Türkler de var. Bir dönem TİP’den 15 arkadaşım bu parlamentoda idiler ve namusluca bir mücadele verdiler.

Bay Aksoy’a gelince, ben onun durumundan Türk parlamentosunun sorumlu olduğu kanısında değilim...

Bay Aksoy, Tunceli’den milletvekili seçilemediğimi başıma kakıyor, küfür de ederek!

Bay Aksoy, ben, yalnızca iki milletvekilliği olan Tunceli gibi küçük bir ilde, hem de TİP gibi bir sosyalist partinin adayı olarak 7200 oy aldım ve bu toplam oyların yüzde 20’siydi, Tüm Türkiye’de ortalama oyu o dönem % 2 dolayında olan TİP bakımından bu bir rekordu. Sen ise Malatya’da CHP listesinden seçildin. Peki sen, son olarak Malatya’da bağımsız girdiğin seçimlerde, koca bir aşiretin de olduğu halde ne kadar oy aldın? Sanırım ya 70 ya da sadece 7 oydu! Bu, Malatya bakımından kaç binde bir eder? Sözde mühendissin, hesapla! Hiç yüzün kızarmıyor değil mi? Kendi durumunu görmeyip bana bu konuda bile saldırırken hiç utanmıyor musun?

6-  İbrahim Aksoy, bütün bu iftiralarla yetinmeyip şöyle bir şey de yumurtluyor: “Sen biraz cesaretli davranıp, bu ilişkileri açıklarsan, bende senin Arğa (Akçadağ) köy enstitüsündeyken, Malatya Akpınar semtinde yaşadıklarını bütün insanlara açıklıyacağım.” (İmla hataları bu zata aittir).

Bunu okuyan kişi, “Vay canına!” diye düşünür, “acaba o zaman Kemal Burkay’ın başına neler gelmiş?..”

Sevgili okurlar, ben Malatya’nın “Akpınar semti” neresidir, böyle bir semt var mı yok mu, bilmiyorum. Malatyalı değilim ve kent merkezinde hiç yaşamadım. Ama Malatya’ya 60 kilometre ötedeki Akçadağ Köy Enstitüsü’nde okudum. Enstitüye 1949 yılında, yani bundan 61 yıl önce girdim, o zaman 12 yaşımdaydım. 1955 yılı başında Dicle’ye sürgün edilinceye kadar orada okudum, 1955 Haziranı’nda, yani 18 yaşımda Dicle Köy Enstitüsü’nde (Ergani-Diyarbakır) bitirdim.  Akçadağ’da okuduğum sürece, Bay Aksoy’un “açıklayacağı”, utanç duyacağım hiçbir olay yaşamadım. Zaten Akçadağ dönemini Anılarımın 1. Cildi’nde oldukça geniş biçimde yazdım, sürgün olayı da dahil. Merak eden okur. Akçadağ’dan son sınıfta ayrıldığımda, kendi dönemimin en başarılı öğrencisiydim. Doğal olarak Akçadağ’dan yüzlerce öğrenci beni tanır. Hâlâ hayatta olanlarının da saçı sakalı ağarmıştır ve içlerinde Bay Aksoy gibi bana iftira atacak kadar düşük insanlar olduğunu sanmam.

Peki  kendisi 1948 doğumlu, yani ben Akçadağ’a başladığımda daha 1 yaşında, ayrıldığımda ise 6 yaşında olan Bay Aksoy, benim o dönemde Malatya’nın  “Akpınar semti”nde neler yaşadığımı nerden bilmektedir?.. Yoksa Bay Aksoy daha bir yaşında hafiyeliğe mi soyunmuş?..

Açıkla İbram, açıkla! Nasıl olsa fantazin geniş, sen bu yetenekle daha çok şeyler uydurursun. Sen babana anana bile iftira atarsın... Daha bir yaşındayken, hiç görmediğim, bilmediğim Malatya’nın Akpınar semtinde “yaşadıklarımı” bildiğine göre, zaman tünelinde yolculuğu bile becermektesin! 

Ne diyeyim sevgili okurlar, bir utanmaza rastladık ve tüm bunları yazmak zorunda kaldık. Hani bir deli kuyuya taş atar, kırk akıllı çıkaramaz derler ya... Varın bu adamın düzeyini siz düşünün!..

Bu yazıya başladığımda ben bu adama, belki yarım sayfayı geçmeyecek bir cevap vermeyi düşünüyordum. O da salt okurlara bir açıklama niteliğinde. Ama ister istemez uzadı. Okuru aydınlatmayı bir görev bildim. Son olarak bir şey daha ekleyeyim: Değerli Ziya Laçin “Biz bu kadarını hak etmiş miydik?” başlıklı yazısında Aksoy gibi birini başlarına bela ettiğimiz için beni ve arkadaşlarımı şöyle eleştiriyor:

“Hazır herkes kılıcını bilemişken bir ok da benden Sayın Burkay´a: Aksoy´u ben, sizin ve ‘silah arkadaşlarınızın’ sayesinde tanıdım, aynı ortamı paylaştım, evimde ağırladım. Söyler misiniz Allah aşkına, böyle tiplerle muhatap olmak, aynı havayı solumak için ne kusurlar işledik biz?...”

Ziya bu sözleri söylemekte yerden göğe kadar haklı, ama beni suçlamakta haklı değil. Onu arkadaşlarımın ve kendimin başına bela eden ben değilim. Aksoy 1990’lı yıllarda yurt dışına çıkıp da kendisini tanıdıktan, çapını, düzeyini gördükten sonra, herhangi bir partiye üye bile olamıyacak, iki kazı bile güdemeyecek nitelikteki böyle biri, hadi Türk parlamentosuna seçilebilir, o beni ilgilendirmez; ama nasıl HEP’e genel sekreter, nasıl DDP’ye genel başkan olur diye şaşıp kaldım... Onu başımıza bela eden içerdeki arkadaşlarımıza aynen bunları söyledim.

Ama işte sorun da burada... Anılarımda gerçekleri yazınca, bazıları, “eski arkadaşlarını suçladı!” diye feveran ediyorlar. Peki İ. Aksoy gibi, bir partiye üye olma niteliklerine bile sahip olmayan böyle densiz birini legal partilerin başına getirmek suç değil midir, halkın umutlarıyla oynamak değil midir? Onlar, bu görev için, içlerinden birini kura ile de belirleseler, işler daha iyi yürürdü ve bizi böyle seviyesiz biri ile yüz yüze bırakmazlardı.

Ben bu kişiyi tanımış olmaktan ve kendisinden,  benim “eski arkadaşım” diye söz edilmesinden utanç duyuyorum; başka ne diyeyim...

Sevgili okurlar, anılarımın 2. Cildinde bir yerde, politik karşıtlarımın benimle ilgili türlü yalanlar uydurduklarını, örneğin villada oturduğumu, özel uçağım olduğunu, kaç kez ağır ve ölümcül bir hastalığa düçar olduğumu söylediklerini belirtiyor ve şöyle diyorum: “Politik karşıtlarım, üstelik çoğunlukla Kürt kesiminden karşıtlarım, politik ve ideolojik planda benimle kitleler önünde tartışıp boy ölçüşmeyi çoğu kez göze alamadılar da işte böyle yollara başvurdular...” (Anılar, Cilt 2, s. 315).

Evet, bu durum şu günlerde  bir kez daha tekrarlandı ve bu kez yalan ve iftiranın dozajı çok daha yükselmiş olarak...

Yine de olup biteni doğal karşılıyorum. Siyaset böyle bir şey işte! Yıllar önce yazdığım şu dörtlükte olduğu gibi:

Dostum, gam yeme, bu dünyanın kiri-pisliği için
Çamurdan yapılır en güzel heykeller, vazolar
Siyaset dünyasında olup bitenlerle gönlün daralmasın
Orda hem kara çalı, hem sümbül ve menekşe açar

-------------------------------------------------------

NOT: Anılar 2. Cild’e gelen haksız tepkilere ve bazı düpedüz yalan ve iftiralara cevabım burada bitiyor. Umarım bir kez daha buna gerek kalmaz, zaman ve emeğimizi daha yararlı, yapıcı işlere veririz. Bu arada, anılardaki kimi eleştirilere tahammül edemeyip bana karşı saldırgan bir kampanya açanlara ve bu bunu fırsat sayıp devreye giren kimi yalancı ve müfterilere karşı onlarca arkadaşımın, dostumun ve okurların protesto mektupları ve yazılarıyla, PSK yönetiminin ise yayımladığı bildiri ile gösterdiği dayanışma ve destekten dolayı kendilerine teşekkür ederim.

Anılarımın 2. Cildi ve
Gerçeğin aynasına öfke duyanlar... (1. Bölüm)

Anılarımın 2. Cildi ve
Pusulayı şaşıranlar...
(2. Bölüm)

Anılarımın 2. Cildi ve
Zeki Adsız’la ilgili tepkiler (3. Bölüm)

12 Mayıs 2010

 

----------------------------------

Yazarın önceki yazılarından:

Viyana-İzlanda, Dil ve Şiir
Bir Dünyalıyım
Kovancılar Depremi, Lazaref, Dema Nû ve Newroz...
Geçmişten bir sayfa...
Çok laf değil, somut adımlar...
KÜRT SORUNUNDA BU DURUMA NASIL GELİNDİ? 1960 VE SONRASI...
Pervasızlığın bu kadarı:
“Balyoz” derbe planı...
Kar – Şiir
Ali Baba Kırk Haramiler Mağarasında
Açılımda eksikler ve yanlışlar
İki ihtimal
Ergenekon eylemde
Tüm barış ve demokrasi güçleri uyanık olmalı
TBMM’de Kürt Sorunu ve Dersim…
Statükocu güçler, Ergenekon ve şiddet birbirine bağlı
Hey, Hürriyet! Orada kimse yok mu?..
Aptallık insana özgüdür
Alevi sorununu çözmeye Munzur’dan başlayın!
Abdülmelik Fırat’ın ardından
Aldatanlar ve aldananlar...
Sisteme kurban edilenler...
Ayıp diye bir şey vardır, Bay Akyol!
Şu bölme, bölünme hikâyesi...
Dema Nu ile söyleşi
Ne yazmalı?
Bu nasıl devlet, bu nasıl yargı?!
Statüko ile değişim arasında
Ahmet Altan sapla samanı karıştırıyor
Kelepir fiyatına çözüm!
Barış ve çözüm ortamı var mı?
Mardin olayı üzerine
Nesimi, Mahzuni, İhsani…
“Korku imparatorluğu”
ve arkadaşım Turgut Kazan...
Hizbullah-PKK, Jandarma silahları;
DTP’ye yönelik son operasyon

Güngören bombaları
Ve bir kez daha haklı çıkarken…
Ergenekon davası
Ve hukuk adına telaşlı çığlıklar..
.
Obama’nın ziyareti derde derman oldu mu?
29 Mart Yerel Seçimlerinin Sonuçları
Gül Kürdistan deyince...
Kar, bahar ve Newroz üzerine…
DTP sorumluları bu işlere ne der?
Bir hastane yazısı
Yerel Seçimler Üzerine
“Ergenekon”un kısa bir tarihçesi
İşte buna şaşıyorum!
Ergenekon üstüne titreyenler...
Bu telaş neyin nesi?
Onlar yalnız Ermenilerin değil, kendi halklarının da düşmanı
Din-siyaset ilişkileri
Ergenekon ve 33 asker
Din üzerine bir sohbet
Takke düştü, kel göründü
Türkiye sorunlarını neden çözemiyor?
Bezele de Dağlıca gibi bir provokasyon
Ergenekon ve Sol
Pirçandî û Pirsa Kurd
İçe kapanma olayı ya da kaplumbağa politikası
Kürtçe ve Türkçe yazma üzerine
Cambaza mı bakalım, hırsıza mı?
Komplolar, cinayetler, provokasyonlar… ”Devlet sırları!”
Sistemde açılan bu gedik önemlidir
Abant Platformu ve sömürgeci tezlerin yeni versiyonları
Ergenekon ve Dağlıca
”Bilgi Destek Planı” yıllardır yürürlükte..
Baskın Hoca’nın genellemeleri…
Bu nasıl bir ülkedir?
Umut ne AKP’de, ne Kemalizmde
AKP’nin “çözüm” paketi ve GAP
Kürt sorununda ekonomi ve siyasetin bağı
Sabancı Cinayeti’nin belgeleri de ortaya dökülürken...
AKP değişimin partisi değil
Eski film yeniden gösterimde mi?
Kedinin boynuna çanı kim takacak?
Ülkeyi batağa sokanlardan çözüm beklenemez
Yeni bir halk hareketine
gerek var
Canım tepki göstermek istemiyor
Sadun Hoca ve Hasretyan
Geçmiş olsun Sırp yoldaşlar!
Aslan Asker Şwayk ”Panodaki Şiir”e Karşı!
Türban ve laiklik üzerine
Ergenekon ve Türk medyasının çözülen dili
Düzenli köşe yazılarıma son verirken…
Hrant Dink’i anarken
AKP sistemle kaynaşırken..
Sekiz asker, bomba olayı ve Erdoğan…
Tarih, akıl ve ahmaklık üzerine
Kandil Operasyonu; hedefler, sonuçlar
Kürtlerin temsil sorunu
Sabah’taki söyleşi, DTP ve temsil sorunu üzerine
Oyunun yeni perdesi ve değişen taktikler
DTP’ye yönelik kapatma davası
Bush-Erdoğan görüşmesi ne sonuç verdi?
Militarizm Türkiye’yi teslim almak istiyor
Katil kim?.
PKK’nın silah bırakmasına veya yeni bir ateşkese karşıyım!
Bu çılgınlıkla nereye?..
Nasıl bir anayasa? – 3
Militarizm barışa, demokrasiye, gelişmeye engel
Türkiye Malezya olur mu? Keşke olabilse!
Nasıl bir anayasa? – 2 Kemalizm ayak bağı oldu
Nasıl bir anayasa?
Bir genel af  ”PKK sorununu” bitirir mi?
DTP’nin temel yanlışı ne?
Yedi kızın acı öyküsü Yaşamadan Öldüler
Yakın tarihe kısa bir gezinti
Kürdistan gerçeği, Kürt ulusal sorunu ve onurlu tavır
Türk dış politikasının rüşvetleri…
Yezidi Kürtlere yapılan saldırı
Türk Parlamentosu ve Kürtler
Seçimlerde Türkiye solu, Kürt Ulusal hareketi
22 Temmuz Seçimleri üzerine
Orman yangınları kimin işi?
Dink Davası ve Sivas
Bir mum yakmaya devam…
Kuzeyde bir hafta
Norveç sınırı, Laponlar, beyaz geceler…
Darbe ayağa düştü
Darbe planı işlemekte
Barzani “PKK terörü”nü destekliyor mu?
Hükümet gerçekleri halka anlatmalı
Sayın Sezer, nereden nereye!
Son terör eylemlerinin ardında kimlerin eli  var?
Sistem ne laik ne demokrat
“Dil Devrimi” ve “Güneş Dil Teorisi” komedisi
“Türk Tarih Tezi” komedisi
Paşalar Cumhuriyeti, berdevam mı?.
Kürt Dili nasıl kurtulur?
Türk medyası ya da Yalancı Çoban
General, istifa et!
Heyy, orada bir Müslüman yok mu?!.
Irkçı görüşlerin temeli yalan ve safsata-2
Türk-İslam sentezi ve Kürtler, Aleviler...
Irkçı görüşlerin temeli yalan ve safsata-1
Kim olursa olsun!
“Bu ırkçılık nerden çıktı?!”
Aman, 301’i değiştirmeyin!
Yanlışta direnenler, Sopayı çözüm sananlar...
“Halkın oyları” ve çıkar yol
Türkiye batağa nasıl saplandı..
Kerkük Kürdistan’a katılırsa...
Gerçek katil kim?
Ankara Konferansı üzerine
AB’ye sırtını dönen Türkiye’de Savaş hazırlığı mı, blöf mü?
Saddam cezasını buldu
Çıkara dayalı yanlış hesaplar
AB’nin son kararı üzerine
Baker Raporu ölü mü doğdu?
PKK neden taktik değiştirdi?
İlkesizlik ve Irak’ta çözüm
Bir kez daha Ermeni sorunu üzerine
Değişime direnen Türkiye
Sel, yangın vb. “doğal felaketler” üzerine..
Kürdistan, zenginlik içinde yoksul ülke..
Bir şarkı, bir şiir
Fransız Parlamentosu’nun kararı Ve Cezayir..
En büyük devletsiz ulus..
Oyunu gerçek sanmak-2
Oyunu gerçek sanmak.. (1)
Ana-babalar kirli savaşı sorgulamalı
Linç salgını yayılırken…
Lübnan’dan uzak dur, Kürdistan’a hücum!..
Uygarlıklar Savaşı mı?
Türkiye’nin Kerkük Sorunu!
Halkı yalanla besleyen rejimler…
Irak’ı bekleyen: Ya üçlü konfederasyon, ya üç ayrı devlet
Bölgemizde ve Dünyada barış ve istikrar için..
Statükonun yıkımına kim ağlar?
Terör ve PKK bahane, Hedefler çok başka…
Hürriyet’in tehlike çanları!
Kırk katır mı, kırk satır mı?..
Demirel, Çiller, Ağar, Güreş… Bunlar tanık mı, sanık mı?.
Şemdin’in yakalanması, destanlar, balonlar…
Başı türbanlı bir kadın neden cumhurbaşkanı olmasın?..
Çetelerle mücadelede hükümete destek vermeli
Ülkeyi esir alan ahtapot...
Sular ısınırken...
”Sanki herkes kör, herkes zincirlerle bağlı…”
Bu bir darbe değil mi?
Terör ne, terörizm ne?
TBMM Başkanı Arınç’ın kunuşması ve demokrasi üzerine..
Şemdinli’deki askeri yığınak neyin nesi?..
Rejimin Kürt halkına topyekün saldırısı
Baş terörist kim, PKK mı, Türk devleti mi?
Önyargı, tutku ve akıl...
Derin devlet oyununda Rejisör, figüran ve seyirci…
Suç ve Ceza
Yine bir şeyler dönüyor…
Sistem çürümüş, dökülüyor
Irak’ta iç savaş kaygısı ve kendi kendine gelin güvey olanlar..
ŞOVENİZMİN ESİR ALDIĞI BEYİNLER (*)
At izi it izine karışırken..
HAMAS ve PKK…

Sağduyu ve hoşgörü gerekli
Şemdinli’nin üstü örtülüyor
Adalet mi rezalet mi?.
Genelkurmay Gladyosuna sahip çıktı!
Türk Gladyosu tasfiye edilmedikçe…
Yalancının mumu yatsıya kadar yanar
“Demokratik Cumhuriyet”in patenti Bay Öcalan’ın mı?
Türk rejimi neden Apo´ya sarıldı?
Kürt sorununa çözüm çeşitlemeleri üzerine…
Türkiye Kürtler konusunda İran’ın bile çok gerisinde…
Erdoğan’ın Şemdinli ziyareti ve alt kimlik-üst kimlik üzerine
Paris olayları ve küreselleşme üzerine
Olaylar böyle mi aydınlanacak?
Şemdinli bir fırsattır
Bu nasıl bir ilerleme?

Değişimi anlamak ve Kürt sorununda akılcı çözüm
Bilimsiz üniversite, hukuksuz adliye..
Türkiye’nin AB üyeliği ne Sevr’dir, ne de Lozan…
AB ile müzakereler başlarken umutlar - kaygılar...
3 Ekim bir dönüm noktası olacak
Sevgisiz bir ülke..
“Demokrat, özgür ve çağdaş Kürtlerin sesi…”
Provokasyon dumanları…
Asıl ölüm susmaktır
PKK’yı muhatap yapan kim?
Erdoğan’ın son tavrı
Doğu Kürdistan’daki son gelişmeler üzerine
Kürtçe şu anda zincirlerle bağlı
Öcalan İmralı´dan alınmalı
Derin Devlet ve PKK el ele..
Bir kez daha terör ve uluslararası sorunlar üzerine
Bir toplum nasıl kandırılır?
Bazı dostların ardından
AKP Alevileri yok sayıyor
ÇIKAR YOL - III Buyrun, örgüt de var, iş de!
Erdoğan’ın ABD gezisi: Türk tarafı için düş kırıklığıürk tarafı için düş kırıklığı
ÇIKAR YOL – II Teslimiyete karşı ulusal seçenek
Fransız Referandumu üzerine düşünceler

ÇIKAR YOL - I En başta umut gerekli
İşe yaramaz bir karar…
NE DEĞİŞMİŞ?.
Soykırım ve Yüzyıllık Nazizm
Kendi ordusunun işgali altında…
Türkiye’nin Kürt Politikası: Döverek Islah..
PKK’yı kim çözsün?.
Dün cami, bugün bayrak…
İstanbul sorunu artık Kürdistan sorunudur
Ermeni Soykırımı ve Orhan Pamuk Olayı
Bir kez daha laiklik sorunu ve Aleviler konusu
Ş I M A R I K…
Kürt Devleti ve Deli Dumrullar…
Dezînformasyon û Prowokasyon

Derin Devlet Tiyatrosunda Kürtler ve Türkler...

 
PSK Bulten © 2010