PSK PSK Bulten KOMKAR Roja Nû Weşan / Yayın Link Arşiv
Dengê Kurdistan
PSK
PSK Bulten
KOMKAR
Roja Nû
Weşan/Yayın
Arşiv
Link
Pirs û Bersiv
Soru - Cevap
Webmaster
psk@kurdistan.nu
 
 
Bizans’tan TC’ye..

Kemal Burkay

Türkiye’de son günlerde MİT ve yargının önde gelen elamanlarının kapışması ortalığı müthiş ısıttı. Medya günlerdir bunu konuşup yazıyor. Bizim „basından“ köşemizdeki yazıların şu andaki önemli bir bölümü de bu konuya ilişkin.

Olayın bir kahramanı yine mafya babası Çakıcı. Hani geçende bir MİT’çiye ait yeşil pasaportla Avusturya’da yakalanmıştı. Daha önce de yine MİT‘in verdiği bir kırmızı pasaportla Fransa’da yakalanmıştı.. MİT başkanı ile Yargıtay Başkanı’nın kapışması da onunla ilgili.

Çakıcı’nın bir mahkumiyet kararının Yargıtay’da bulunduğu bir aşamada, MİT’in Dış Operasyonlar Daire Başkan Yardımcısı , Yargıtay Başkanı Eraslan Özkaya‘ya giderek ricada bulunmuş. „Ya kararı bozun, beraat ettirin, ya da oyalayın, zaman aşımına uğrasın. Yoksa Çakıcı yurt dışına kaçar, elinde çok önemli devlet sırlarına ait kasetler var, Fransızlara verebilir“ demiş...

Yargıtay Başkanı’nın ise, tümden beraat kararı sağlamasa bile, bu işle epeyce ilgilendiği anlaşılıyor. Zaten, bu türden MİT-yargı ilişkileri bu ülkede adeta dogal, gelenekten. Yüce yargının yüce başkanı „öneri MİT‘ten geldiği için görüşmeye hayır demedim,“ diyor. MİT Başkanı ise, „benzer konularda en az elli kez Yargıtay’la görüştük“ diyor.

Bu arada yüklü bir rüşvet suçlaması var. Erkaya’nın kooperatif evi aynı günlerde ve aynı kanaldan tamir edilmiş, önemli paralar akmış. Rüşvetin „belgesi yok“ elbet... Ama telefon konuşmaları var. Olay da zaten böyle ortaya dökülüyor.

Olay ortaya dökülünce ise tezgah bozuldu, taraflar birbirlerine girdiler. MİT başkanı Şenkal Atasagun ile Yargıtay Başkanı Eraslan Özkaya birbirlerini yalancılıkla suçluyorlar.

Hangi açıdan baksanız, Türk devleti bakımından tam bir rezalet, tam bir çöküntü. Türk basını kendi adaletlerinin düştüğü durumu yeni keşfetmiş gibi ağıtlar yakıyor. Oysa, Türk siyaseti gibi, Türk eğitim sistemi, güvenlik sistemi gibi, daha doğrusu sistemin tamamı gibi, Türk adaletinin çürümüşlüğü de yeni bir olay değil. Biz kendi payımıza, yıllardır bu konuda yazdık çizdik.

Türk generalleri, valileri, polis şefleri yıllardır mafya ile, uyuşturucu, kara para ticareti ile iç içe. Türkiye 20 yıllık kirli savaşını bu paralarla finanse etti. Bu yüzden Türkiye’nin adı dünyada, Kolombiya gibi bir „uyuşturucu cumhuriyeti“ne çıktı. Bu arada bal tutanlar da parmaklarını yaladılar...

Çakıcı‘nın elinde olup başka bir devletin eline geçeceğinden korkulan bilgiler, Türk güvenlik güçlerinin, nasıl çeteler eliyle yurt içinde ve dışında cinayetler işlediğini, komplolar tezgahladığını gösteren bilgilerin küçük bir bölümü olmalı. Ama sanki, Fransızlar dahil, tüm Avrupa ve Amerika bunları bilmiyor mu, onlar Türk Gladyosu‘nun yaptıklarından habersizler mi? Besbelli değiller; bunlar, bir yönüyle ortak kirli çamaşırlardır…  

Evet, ötekiler soğuk savaş ertesinde belli bir temizlik yaptılar; ama Türkiye yapamadı, yapmamakta direndi. Bu ülkede sistem fena çürümüş, kokmuş.

Bu ülkeyi dünden bugüne yöneten politikacıların, Demirel‘in, Çiller‘in, Erbakan‘ın ve ötekilerin aile boyu yüklerini nasıl tuttukları malum…

Türk üniversitesi özgür düşünen kafalar değil, Kemalist dogmaları ezberleyen papağanlar yetiştiriyor. Bu üniversitenin en büyüklerinden birinin rektörünün, başkasının eserini çalıp altına imzasını atıp yayınladığı yıllardır ayan beyan ortada, ama aldıran yok.

Bu üniversitenin hocaları yıllardır Genelkurmay brifinglerinde sıraya dizilip eli sopalı generallerden ders alıyorlar. Bu ülkenin yargıçları da öyle!

Yargıtay, daha kısa süre önce aldığı bir kararla, yani içtihatla, rüşvete karışan üyelerini yargıdan korudu!

Bu ülkede yalnız askeri mahkemeler, sıkıyönetim mahkemeleri ve DGM’ler değil, tüm mahkemeler adeta emir-komuta zinciri içinde karar veriyorlar. Bu yüzden bu ülkede düşünce zincire vurulu, işkence ise özgür... Yoksul, masum insanlar, aydınlar, hakkı yenenler „suçlu“, içerde; vurguncular, yalancılar, katiller ise dışarda, el üstünde...

Öyle olunca da Çakıcı’nın suçu ne? Bazı kirli işlerin, haracın yanı sıra, eğer adam da öldürmüşse, onlar, yani devleti yönetenler istediği için, „vatan-millet için“ öldürmüştür... O bir kahraman! Çatlı ve Korkut Eken gibi, onunla da gurur duymak gerekir değil mi?!.

Ahmet Altan son yazısında devletin içine düştüğü bu durumdan dert yanıyor, „devleti öldürüyorlar!“ diyor ve onu kurtaramamaktan dert yanıyor.

Bırak sayın Altan, bırak, bu yoz ve çürümüş devlet için ağıt yakma! O ne senin ne de bizim devletimiz. O büyük hırsızların, zalimlerin, yalancıların devleti. Yeni öyle olmuş da değil, başından beri böyle. Çöküp gitmesinde büyük yarar var. Ama nerde bu ülkenin insanlarında o şans! Yüzlerce yıldan beri bu iş böyle sürüp geliyor.

Bizanstı, Osmanlı oldu, sonra TC... Durum değişmiyor.

Dinozorlar dönemi çoktan kapandı, ama çamurda yaşayan ve sürünen türleri bugün de hayattalar...

Bu sistemin, tüm kurumlarıyla bir bütün olarak boğazına kadar pisliğe battığı ortada. Durumun düzeltilmesini, temiz bir sistem kurulmasını, herhalde bu pislikte yaşamayı bir alışkanlık ve tarz haline getirenlerden, çıkarları ve varlıkları bu batağın sürmesine bağlı olanlardan bekleyemeyiz. Bunu sistemden zarar gören ve temiz, demokratik bir toplumda çıkarı olan kitleler yapacak.

Onlar ise ne yazık ki fena sindirilmiş ve harekete geçtikleri yok. Özgürlüğü de demokrasiyi de hak etmek gerekiyor.

 
 
PSK Bulten © 2004