Bizans’tan TC’ye..
Kemal Burkay
Türkiye’de son günlerde MİT ve yargının önde
gelen elamanlarının kapışması ortalığı
müthiş ısıttı. Medya günlerdir bunu konuşup
yazıyor. Bizim „basından“ köşemizdeki yazıların
şu andaki önemli bir bölümü de bu konuya ilişkin.
Olayın bir kahramanı yine mafya babası Çakıcı.
Hani geçende bir MİT’çiye ait yeşil pasaportla Avusturya’da
yakalanmıştı. Daha önce de yine MİT‘in
verdiği bir kırmızı pasaportla Fransa’da
yakalanmıştı.. MİT başkanı ile
Yargıtay Başkanı’nın kapışması
da onunla ilgili.
Çakıcı’nın bir mahkumiyet kararının
Yargıtay’da bulunduğu bir aşamada, MİT’in
Dış Operasyonlar Daire Başkan Yardımcısı
, Yargıtay Başkanı Eraslan Özkaya‘ya giderek
ricada bulunmuş. „Ya kararı bozun, beraat ettirin,
ya da oyalayın, zaman aşımına uğrasın.
Yoksa Çakıcı yurt dışına kaçar, elinde
çok önemli devlet sırlarına ait kasetler var, Fransızlara
verebilir“ demiş...
Yargıtay Başkanı’nın ise, tümden beraat
kararı sağlamasa bile, bu işle epeyce ilgilendiği
anlaşılıyor. Zaten, bu türden MİT-yargı
ilişkileri bu ülkede adeta dogal, gelenekten. Yüce yargının
yüce başkanı „öneri MİT‘ten geldiği için
görüşmeye hayır demedim,“ diyor. MİT Başkanı
ise, „benzer konularda en az elli kez Yargıtay’la görüştük“
diyor.
Bu arada yüklü bir rüşvet suçlaması var. Erkaya’nın
kooperatif evi aynı günlerde ve aynı kanaldan tamir
edilmiş, önemli paralar akmış. Rüşvetin
„belgesi yok“ elbet... Ama telefon konuşmaları var.
Olay da zaten böyle ortaya dökülüyor.
Olay ortaya dökülünce ise tezgah bozuldu, taraflar birbirlerine
girdiler. MİT başkanı Şenkal Atasagun
ile Yargıtay Başkanı Eraslan Özkaya birbirlerini
yalancılıkla suçluyorlar.
Hangi açıdan baksanız, Türk devleti bakımından
tam bir rezalet, tam bir çöküntü. Türk basını kendi
adaletlerinin düştüğü durumu yeni keşfetmiş
gibi ağıtlar yakıyor. Oysa, Türk siyaseti gibi,
Türk eğitim sistemi, güvenlik sistemi gibi, daha doğrusu
sistemin tamamı gibi, Türk adaletinin çürümüşlüğü
de yeni bir olay değil. Biz kendi payımıza,
yıllardır bu konuda yazdık çizdik.
Türk generalleri, valileri, polis şefleri yıllardır
mafya ile, uyuşturucu, kara para ticareti ile iç içe.
Türkiye 20 yıllık kirli savaşını
bu paralarla finanse etti. Bu yüzden Türkiye’nin adı
dünyada, Kolombiya gibi bir „uyuşturucu cumhuriyeti“ne
çıktı. Bu arada bal tutanlar da parmaklarını
yaladılar...
Çakıcı‘nın elinde olup başka bir devletin
eline geçeceğinden korkulan bilgiler, Türk güvenlik güçlerinin,
nasıl çeteler eliyle yurt içinde ve dışında
cinayetler işlediğini, komplolar tezgahladığını
gösteren bilgilerin küçük bir bölümü olmalı. Ama sanki,
Fransızlar dahil, tüm Avrupa ve Amerika bunları
bilmiyor mu, onlar Türk Gladyosu‘nun yaptıklarından
habersizler mi? Besbelli değiller; bunlar, bir yönüyle
ortak kirli çamaşırlardır…
Evet, ötekiler soğuk savaş ertesinde belli bir
temizlik yaptılar; ama Türkiye yapamadı, yapmamakta
direndi. Bu ülkede sistem fena çürümüş, kokmuş.
Bu ülkeyi dünden bugüne yöneten politikacıların,
Demirel‘in, Çiller‘in, Erbakan‘ın ve ötekilerin aile
boyu yüklerini nasıl tuttukları malum…
Türk üniversitesi özgür düşünen kafalar değil,
Kemalist dogmaları ezberleyen papağanlar yetiştiriyor.
Bu üniversitenin en büyüklerinden birinin rektörünün, başkasının
eserini çalıp altına imzasını atıp
yayınladığı yıllardır ayan beyan
ortada, ama aldıran yok.
Bu üniversitenin hocaları yıllardır Genelkurmay
brifinglerinde sıraya dizilip eli sopalı generallerden
ders alıyorlar. Bu ülkenin yargıçları da öyle!
Yargıtay, daha kısa süre önce aldığı
bir kararla, yani içtihatla, rüşvete karışan
üyelerini yargıdan korudu!
Bu ülkede yalnız askeri mahkemeler, sıkıyönetim
mahkemeleri ve DGM’ler değil, tüm mahkemeler adeta emir-komuta
zinciri içinde karar veriyorlar. Bu yüzden bu ülkede düşünce
zincire vurulu, işkence ise özgür... Yoksul, masum insanlar,
aydınlar, hakkı yenenler „suçlu“, içerde; vurguncular,
yalancılar, katiller ise dışarda, el üstünde...
Öyle olunca da Çakıcı’nın suçu ne? Bazı
kirli işlerin, haracın yanı sıra, eğer
adam da öldürmüşse, onlar, yani devleti yönetenler istediği
için, „vatan-millet için“ öldürmüştür... O bir kahraman!
Çatlı ve Korkut Eken gibi, onunla da gurur duymak gerekir
değil mi?!.
Ahmet Altan son yazısında devletin içine düştüğü
bu durumdan dert yanıyor, „devleti öldürüyorlar!“ diyor
ve onu kurtaramamaktan dert yanıyor.
Bırak sayın Altan, bırak, bu yoz ve çürümüş
devlet için ağıt yakma! O ne senin ne de bizim devletimiz.
O büyük hırsızların, zalimlerin, yalancıların
devleti. Yeni öyle olmuş da değil, başından
beri böyle. Çöküp gitmesinde büyük yarar var. Ama nerde bu
ülkenin insanlarında o şans! Yüzlerce yıldan
beri bu iş böyle sürüp geliyor.
Bizanstı, Osmanlı oldu, sonra TC... Durum değişmiyor.
Dinozorlar dönemi çoktan kapandı, ama çamurda yaşayan
ve sürünen türleri bugün de hayattalar...
Bu sistemin, tüm kurumlarıyla bir bütün olarak boğazına
kadar pisliğe battığı ortada. Durumun
düzeltilmesini, temiz bir sistem kurulmasını, herhalde
bu pislikte yaşamayı bir alışkanlık
ve tarz haline getirenlerden, çıkarları ve varlıkları
bu batağın sürmesine bağlı olanlardan
bekleyemeyiz. Bunu sistemden zarar gören ve temiz, demokratik
bir toplumda çıkarı olan kitleler yapacak.
Onlar ise ne yazık ki fena sindirilmiş ve harekete
geçtikleri yok. Özgürlüğü de demokrasiyi de hak etmek
gerekiyor.
|