PSK PSK Bulten KOMKAR Roja Nû Weşan / Yayın Link Arşiv
Dengê Kurdistan
PSK
PSK Bulten
KOMKAR
Roja Nû
Weşan/Yayın
Arşiv
Link
Pirs û Bersiv
Soru - Cevap
Webmaster
psk@kurdistan.nu
 
 

D R A M

Kemal Burkay

26 Aralık günü Hint Okyanusu’nda meydana gelen 9 şiddetindeki depremin ve bunun neden olduğu su baskınının çevre ülkelerde yol açtığı felaketin etkileri hala devam ediyor ve daha uzun zaman da edecek.

Bu satırların yazıldığı sırada ölü sayısı 150 bine ulaşmıştı. Ayrıca onbinlerce kişi kayıp ve yüzbinlercesi yaralı. Beş milyon insan evsiz barksız kaldı. Doğa ve altyapı büyük tahribata uğradı; bu nedenle bölgeye yardım ulaştırılması bir sorun. Açlık ve salgın hastalıklar sağ kalanların da hayatını tehdit ediyor

Eğer insan eliyle açılan savaşları saymazsak, bu son iki yüz yılın en büyük felaketi.

Deprem gibi bir doğa olayını, bunun yol açtığı tsunomiyi elbet bugünkü teknikle de önlemek mümkün değil. Belki ilerde de olmayacak. Ama depremin ve su baskınlarının etkilerini azaltmak ve bunun için önlem almak mümkün. Çağımızın bilim ve tekniği buna el veriyor.

Örneğin ABD ve Japonya gibi sık sık büyük depremlerle yüz yüze gelen gelişkin ülkelerde hem depreme, hem su baskınlarına karşı ciddi, etkili tedbirler alınmış. Binalar ve diğer altyapı oldukça sağlam inşa ediliyor ve bir deprem anında nasıl davranacakları konusunda insanlar eğitiliyor. Bu nedenle, şiddetli bir deprem birçok geri kalmış ve tedbirsiz ülkede onbinlerin ölümüne yol açarken, bu iki ülkede pek az insanın ölümüne ve yaralanmasına yol açıyor.

Yine söz konusu iki ülkenin (ABD ve Japonya) öncülüğünde Pasifik Okyanusu’nda, deprem sonraları zaman zaman yaşanan şiddetli su baskınlarına karşı da oldukça etkili bir uyarı sistemi geliştirilmiş. Deprem zamanında saptanıyor ve okyanusa kıyısı olan ülkeler hızla uyarılıyor. Böylece, insanların sahilden ayrılmaya, iç kesimlerde güvenli, yüksek yerlere sığınmaya zamanları oluyor. Su baskını yine mala zarar verse bile insan hayatı kurtuluyor.

Son felaket gösterdi ki Hint Okyanusu’na kıyısı olan ülkelerin ne depreme karşı sağlıklı bir konut yapısı, ne de tsunumiye karşı bir uyarı sistemi yok. Olsaydı, herhalde, depremin ana merkezine en yakın Endonezya dahil, okyanusa kıyısı olan tüm ülkeler bu büyük felaketi belki de çok küçük kayıplarla atlatabilirlerdi.

Bölgenin ve bir bütün olarak dünyamızın dramı da bir yönüyle işte budur. İnsanoğlu çağımızın gelişkin bilgi ve tekniğini doğa olaylarının yıkıcı etkisinden korunmak için gereği gibi kullanmıyor. Zamanında tedbirini almıyor. İş işten geçtikten sonra da, eski insanların benzer felekatler karşısında yaptıkları gibi döğünüyor, ah vahla teskin olmaya çalışıyor.

Hint Okyanusu’na kıyısı olan ülkeler tümüyle yoksul ve geri kalmış ülkeler. Bu nedenle hem sağlıklı bir alt yapıya sahip olmadıkları, hem böylesine modern bir uyarı sistemini uygulamalarının zor olduğu düşünülebilir. Ne var ki aynı ülkeler, örneğin Hindistan ve Pakistan, pekala atom bombalarını ve bunları taşıyacak füze sistemlerini üretip, birbirlerine karşı kullanmak üzere mevzilendirebiliyorlar… Hindistan’ın bilgisayar alanında oldukça iyi eğitimli geniş kadrolara sahip bir ülke olduğunu da biliyoruz.

Son depremden büyük zarar gören Endonezya ve Sri Lanka da birer güçlü orduya, tank ve toplara, savaş uçaklarına sahipler ve bunları pekala, kendi denetimleri altındaki coğrafyada, özgürlük isteyen halklara karşı kullanıyorlar. Endonezya yıllarca Doğu Timor’a, Sıri Lanka ise Tamillere karşı savaştı ve bu sonuncusu hala devam ediyor. İki ülke de ulusal servetlerinin önemli bir bölümünü bu uğurda tükettiler. Oysa bu kaynakları pekala daha sağlam bir alt yapı için kullanabilirlerdi. Kendi ülkelerinin özgürlük isteyen insanlarını öldürmeye, oraları yakıp yıkmaya ayırdıkları fonların küçük bir bölümüyle bile iyi bir alarm sistemi kurabilirlerdi…

Aynı şeyi Irak ve İran için düşünemez miyiz? Petrol kaynakları bakımından zengin olan bu iki ülke yıllar yılı, bir yandan özgürlük isteyen Kürt halkını bombaladılar, Kürdistan’ı yakıp yıktılar, bir yandan da kendi aralarında savaşa tutuşup bir milyon dolayında genç insanın cephelerde telef olmasına yol açtılar. Böylece hem geniş kaynakları boşa harcadılar hem de kendi elleriyle ülkelerini yakıp yıkarak, insanları kırımdan geçirerek hayatı kendi halklarına zehir ettiler.

Acaba, orta şiddette bir depreme bile binlerce kurban veren İran, bu kaynakların bir bölümüyle kendi yurttaşlarına, kerpiç ve taş yığını evler yerine, depreme karşı sağlam konutlar yapamaz mıydı?

Saddam’ın salt 1988 yılında Kürt halkına karşı ilan ettiği “enfal”de yok ettiği Kürt sayısı birkaç ay içinde 175.000’dir. Çoğu kadın, çocuk ve yaşlı olan bu insanların elbiseleriyle gömülüp çürümüş cesetleri şimdi ülkenin değişik yerlerindeki yüzlerce toplu mezarda ortaya çıkıyor. Tek başına bu bile, acaba Güney Asya’daki felaketten önemsiz midir?

Güney Asya’da bunca ölüme ve yıkıma yol açan deprem ve su baskınıydı, yani bir doğa olayıydı.  Oysa bir çırpıda 175. 000 Kürdü öldüren, bir ülkenin yönetimi ve ordusu idi...

Saddam 1988 yazında Kürt köy ve kasabalarını peş peşe yerle bir edip bu soykırımı yaparken, dünya Kürtlerin çığlıkları karşısında ne yaptı? Şimdi bu aşağılık katilin avukatlığına soyunanlar, o zaman nerede idiler?

Aynı şeyi, sözde Kızılay eliyle bölgeye yardım toplayıp göndermeye soyunmuş (bu yardımın oraya gidip gitmeyeceğini ise tanrı bilir) Türkiye’ye soramaz mıyız? 1985-2000 yılları arasında kaç bin Kürt köyü ve kaç Kürt kent ve kasabası Türk ordu birliklerince yakıldı, yerle bir edildi? Lice’de, Cizre’de, Şırnak’ta yaşananlar neydi?

Neden Türk ordusu Kürdistan’da yıllar yılı savaştı? Kürtlerin dillerini, kültürlerini, en doğal kültürel ve siyasal haklarını yasaklayıp işkenceyle, zindanla, kıyımla onları dağa sürüklemek yerine, onlara özgürlüklerini tanıyarak yan yana barış içinde bir yaşamın ortamı yaratılamaz mıydı?.

Kürt halkını özgürlükten yoksun tutmanın, zincire vurmanın bedeli Türkiye için nedir? Her yıl on milyarlarca doları yutan büyük bir ordu; tank, top, savaş uçağı; ülkenin yakılıp yıkılması; nice can kaybı, acı; psikolojik ve sosyal sorun değil mi?

Türkiye daha birkaç yıl öncesi Doğu Marmara depreminde  onbinlerce insanını yitirdi ve nice kenti kasabası yerle bir oldu. Acaba tüm Cumhuriyet tarihi boyunca Kürtlerle savaşacağına, kendi halkının nerdeyse ezici çoğunluğunu, Kürt, komünist, mürteci diye düşman gibi göreceğine, onların özgürlük, iş ve ekmek istemlerini bastırmak için boyundan çok büyük bir ordu besleyeceğine, kaynakları militarizme, yakıp yıkmaya aktaracağına ülkenin inşasına ayırsaydı, Türkiye şimdi çok farklı bir ülke olmaz mıydı?

Türkiye şu anda yine, İstanbul’u da altüst edebilecek büyük bir Orta Marmara depremi tehlikesi ile yüzyüze. Modern bir kentleşmeye ve sağlam konutlara sahip olmadığı için, 7-8 şiddetinde bir deprem bile burada yüzbinlerce konutun yıkımına, yüzbinlerce insanın hayatını yitirmesine yol açar ve Türkiye’yi felç eder.

Kürtleri sindirmek, Kürt kültürünü, dilini ve kimliğini yok etmek için bunca büyük bir ordu besleyen, kaynaklarını militarizme yatıran Türkiye, acaba yeni bir Marmara depremine karşı hangi hazırlığı yapmakta?

Kaldı ki, yalnız Marmara bölgesi değil Türkiye bir bütün olarak deprem bölgesidir. Türk devleti, bu ülkenin insanlarını sağlam konutlara kavuşturmak, onları eğitmek, onlara iş bulmak ve yaşamlarını iyileştirmek için ne yapıyor? Neden kaynaklarını buna değil de öldürme ve yıkım sanatına ayırıyor?

Irak’ın, İran’ın, Suriye’nin ve Türkiye’nin dramı da işte budur.

Bu vesileyle söylenecek söz çok. İnsanoğlu, başta ABD ve Çin olmak üzere, havaya hesapsızca karbon dioksit saçarak, çevreyi kirleterek, havada ve yer altında atom denemeleri yaparak, habire dünyanın dengesini bozmakla meşgul. Ozon tabakası bozuldu, sular bozuldu, bitkiler hastalandı. Bozulan doğal denge eriyen buzullar, fırtınalar, artan seller, su baskınları, yangınlar ve salgın hastalıklarla cevap veriyor.

Bu tür felaketler, son olayda da görüldüğü gibi, yalnız yoksulları değil, zenginleri de vuruyor. Son su baskınında zengin batılı ülkelerden gelmiş binlerce turist de yaşamını yitirdi. Böyle giderse, insanoğlu aklını başına toplayıp etkili tedbirler almazsa, daha korkunç felaketler kapıdadır.

İnsanlığın dramı işte burada. Zengin ya da yoksul, Modern ya da ilkel, dünyamızı yönetenler, çeşitli ülkelerin devlet ve hükümet adamları, sanki aptal ve sorumsuzlar. Silahlanma ve savaş için bunca emek ve çaba harcar, kafa yorarken, daha iyi bir dünya, insanlar ve öteki canlılar için daha iyi bir yaşam yaratma işine aldırdıkları yok.

Depremin, selin ve fırtınanan önünden kaçıp kurtulmaya çalışan çaresiz insanlar ise, dönüp de bir sel gibi bu sorumsuz aptalların üstüne yürümüyorlar. Böylesi bir bilinç ve örgütlülükten na yazık ki yoksunlar. Oysa dünyanın gidişini iyiye çevirmek, yani bir bütün olarak kurtuluşları buna bağlı.

 
 
PSK Bulten © 2004