Dünyanın bozulan dengesi
ve terör
Kemal Burkay
Şu günlerin sıcak gündemi Rusya´da, meydana gelen
olaylar. Terörist eylemler sonucu düşen iki sivil uçak,
Moskova metrosu yakınında patlayan bomba ve asıl
olarak da Kuzey Osetya´daki okul baskını sonucu
ortaya çıkan kanlı kıyım…
Bu son olayı yazmakta doğrusu güçlük çekiyor,
vahşetin bu denlisi karşısında tiksinti
duyuyorum.
Ortadoğu ve Kafkaslardaki yangın yerlerinden,
Filistin, Afganistan, Çençenya ve Irak´tan kaynaklanan terör
gittikçe tırmanıyor, yayılıyor.
Asıl nedenler ne olursa olsun, şu anda bunu yapanlar
sözde İslam adına hareket ediyorlar, yaptıkları
iğrenç eylemleri, bir kutsal savaş olarak niteliyorlar.
Birkaç yıl önce, daha 11 Eylül olaylarından, yani
New York´un İkiz Kuleleri vurulmadan önce Afganistan´da,
kız çocuklar okula gitmekten alıkonuyor, kadınlar
yüzlerini bile gizlemek zorunda bırakılıyor,
İslam adına taşlanıp öldürülüyor, binlerce
yıllık Buda heykelleri bombalanıyordu.
Filistin´de „intifada“ kendisiyle birlikte, sivil-asker
ayrımı yapmaksızın, masum insanların
kitlesel kıyımına yol açan canlı bombalara
dönüştü.
Şimdi Irak´ta aynı carnlı bombalar Kurban
bayramı törenlerini bile kana buluyorlar. Teröristler
rehin aldıkları masum insanları pazarlık
aracı yapıyor, kafalarını kesiyorlar.
Son olarak, 12 Nepalli´nin kafasına kurşun sıkıldı.
Çeçenistan terörü çoktandır Rusya´ya ve öteki Kafkas
ülkelerine doğru taşmış durumda. Hastaneler,
tiyatrolar, okullar bile bu terörün hedefi. Hiçbir sınır,
hiçbir kural yok...
Ve tüm bunlar İslam adına yapılıyor.
Ama bu eylemler aynı zamanda tüm dünyada İslama
ve Müslümanlara karşı büyük bir nefretin tohumlarını
atıyor. Bunun, böyle giderse, bir bütün olarak Müslüman
halklara karşı eylemsel bir tepkiye dönüşmesi
ve büyük zararlar vermesi de sürpriz olmaz. Bir anlamda, sanki
„medeniyetler savaşı“ tezi, bir kehanet olmaktan
çıkıp gerçekleşmeye yüz tutuyor...
Uygarlığın bu aşamasında, şu
21. Yüzyılda, insanlık için ne kadar büyük bir dram!
Bu vahşi, bu iğrenç eylemlerden daha fazla İslama
zarar veren bir şey olamaz. Bunu yapanlar, kendilerini
nasıl nitelerlerse nitelesinler, İslam dininin en
büyük düşmanları..
Peki, kendi dini, inançları adına bunca vahşet
yapılırken, geniş Müslüman kitlesi bu işin
ciddiyetinin farkında mı? İslam ülkelerinin
devlet başkanlarının, hükümet adamlarının,
yazarlarının, hele hele din adamlarının
bu konuda tepkileri ne? Bu eylemleri açıkça, dobra dobra,
yüksek sesle mahkum edebiliyorlar mı? Yoksa, „terörün
her türlüsü kötüdür!“ gibisinden bir mırıltıyla,
kem küm ederek geçiştirmeye mi çalışıyorlar?
Yoksa tüm suçu Bush´a ve Şaron´a, ABD ve İsrail´e
yükleyip işin içinden çıkmayı bir maharet mi
sanıyorlar? Hatta hatta, içlerinden „oh oldu!“ diyecek
kadar aptal, kör ve vicdansızlar mı?..
Kuşkusuz, bir de işin öteki yanı var. Yani
olayların bu dereceye gelmesinde bizzat emperyalist odakların,
ABD´nin, İsrail´in, Bush ve Şaron hazretlerinin,
hatta şu pek demokrat geçinen tuzu kuru Avrupalıların...
Yıllar yılıdır, sosyalizmle savaş
adına, sözde özgürlüğü ve demokrasiyi savunma perdesi
altında, bir yeşil kuşak politikası izleyip,
pek çok ülkede sola, demokrasi güçlerine karşı İslam
radikalizmini besleyip örgütleyenler, destekleyenler onlardır.
Birkaç yıl öncesi Afganistan´da olanları hatırlayalım.
Devrimci hükümet kız çocukları okutmaya, toprak
reformuyla feodalizmi çözmeye çalışırken, onlar
El Kaide, Taliban türünden örgütleri eğiterek, parayla,
stinger füzeleriyle donatarak devrimci hükümete saldırttılar
ve Afganistan´ı tam bir yangın yerine çevirdiler.
Endonezya´da solculara karşı kıyım yapan,
yüzbinleri katleden Suharto´nun arkasında da onlar vardı.
Aynı şey, şu veya bu biçimde tüm Ortadoğu
ve Müslüman ülkelerde cereyan etti. Türkiye´de l960‘lı,
70‘li yıllarda, ülkeyi teröre boğan ırkçı
ve şeriatçı örgütlerin arkasında aynı
merkezler vardı.
O zaman bu güçler „dost“tular, „mücahit“tiler...
Sonuçta emperyalizm ve yandaşları üstün geldi,
Afganistan‘da devrimci hükümet yenildi, devletin sosyalist
başkanı ipe çekildi. Sovyetler yıkıldı
ve sosyalist sistem çöktü; ama dünyanın dengesi de bozuldu.
Şimdi yaşanan durum ve kaos, aynı zamanda bu
bozuk dengenin ürünüdür. Sosyalizm yönündeki rüzgar başka
kanallara aktı, başluktan yer yer ırkçılık,
şovenizm, ve radikal İslam fışkırdı.
Öte yandan, dünyanın etkili ülkeleri ve liderleri,
dünyamızdaki pekçok haksızlık ve trajedi karşısında
sessiz kaldılar, el ele verip bu sorunları çözecek
sağduyuyu, öngörüyü, sorumluluğu gösteremediler.
Filistin halkının, Kürt halkının dramı
ve benzeri sorunlar; açlık, yoksulluk, zulüm sürüp geldi.
Güçlüler, halkların dirineşini ezmek için gönüllerince
şiddet kullanmayı bir hak saydılar. Bu ise
baskı ve zulüm görenlerin, yoksulların öfkesini
biledi, şiddet şiddeti doğurdu ve hiçbir sınır
tanımayan acımasız kör teröre vardı.
Şimdi, terör dalgası, rüzgarın sağa
sola savurduğu bir zehirli gaz gibi, dünyanın dörtbir
yanına yayılıyor. Dünyamız, ağır
basan bir öngörüsüzlüğün, sağduyu yoksunluğunun,
bencilliğin, acımasızlığın ağır
bedeli ile yüzyüze.
Şimdi bu durumdan dert yanan ülkelerin, partilerin,
liderlerin birçoğu, en az Usame Bin Ladin ve şu
anda Irak´ta kelle kesen vahşiler kadar bu işten
sorumlular.
Ya söz konusu kişiler ve çevreler, hiç değilse
yaşanan bunca trajediden sonra kendi sorumluluklarının
farkına varabildiler mi? Bugünkü büyük tehlikenin aşılması
için üstlerine düşeni yapmaya hazırlar mı?
Sorunun özü işte burada. Onlar ne yazık ki hala,
bugüne kadar olup bitenin farkında değil gibiler.
Sosyalizmle yan yana, barış içinde yaşamayı
sindiremiyen, uluslararası sorunları çözmek için
gerekli sorumluluğu, fedakarlığı gösteremeyen
bencil ve obur emperyalizm, sonuçta terörün ve kaosun tüm
dünyaya yayılmasına yol açtı. Şimdi çıksın
bakalım işin içinden!
|