PSK PSK Bulten KOMKAR Roja Nû Weşan / Yayın Link Arşiv
Dengê Kurdistan
PSK
PSK Bulten
KOMKAR
Roja Nû
Weşan/Yayın
Arşiv
Link
Pirs û Bersiv
Soru - Cevap
Webmaster
psk@kurdistan.nu
 
 
Federal ve Demokratik Irak yönünde
Olumlu ve büyük bir adım

Kemal Burkay

Irak seçimleri yapıldı. Sonuçların açıklanması birkaç gün alacak.

Seçimlere katılım Kürdistan’da ve Şiilerin ağırlıkta olduğu bölgelerde yüksek oldu. Sünni kesimde bile halk yer yer, terör gruplarının tehdit ve saldırılarına, patlayan bombalara ve sünni din adamlarının boykot çağrılarına aldırmadı, engelleri aştı.

Irak halkı seçimlere, yurt içinde ve dışında, birçok kişinin ve çevrenin beklemediği, ummadığı bir ilgi gösterdi. Büyük bir coşkuyla, çoluk çocuğuyla birlikte, bir bayram havasında seçim sandıklarına koştu. Şarkılar söyleyip halay çekti. Can pahasına bile olsa, seçimlere, oy hakkına bu sahip çıkış, bu yüreklilik, dünyanın dört bir yanında saygı uyandırdı, destek gördü.

Bu seçim Irak halkının yaygın tercihini gösterdi. Felaket tellallarına, terörden medet umanlara, “direniş” adı altında, oy kullanan insanlara bombalarla saldırıp kan döken ilkel ve barbarlara ise iyi bir cevap oldu. İyi niyetle veya önyargıyla, Irak’ta demokrasi olmaz diye kestirip atan karamsarlara da.

Elbet bununla Irak’a dörtbaşı mamur bir demokrasinin geldiğini kimse iddia etmiyor. Ama bu önemli bir başlangıçtır. Irak halkı yönünü belirlemiştir. Düşe kalka da olsa bu yolda yürüyecektir.

Bu aynı zamanda Türkiye’yi yönetenlere, bu ülkedeki birçok çevreye verilmiş bir derstir.

Seçimler öncesi Türkiye’de malum çevreler, özellikle Kerkük’le ilgili olarak felaket senaryoları çizmişlerdi. Sanki seçimler sırasında Kerkürk’te Kürtler Türkmenlere saldırıp katliam yapacaklar ve Türk ordusunun Türkmenleri bir soykırımdan kurtarmak için Güney Kürdistan’a girmesi, Musul ve Kerkük’ü işgal etmesi gerekecekti. Önlerinde bir tek engel vardı, ABD’nin zorluk çıkarması. Bunun için de diplomatik çabalarla ABD’nin böylesi bir müdahaleye yeşil ışık yakması isteniyordu.

Türkiye’deki çok daha azgın ve gözüdönmüş bazı çevreler ise, ABD’nin yeşil ışık yakmasını filan beklemeden ve ABD’ye rağmen Türk ordusunun sınırları aşıp Musul ve Kerkük’ü alması için yırtınmaktaydılar. Fiziki olarak bir ayağı çukurda, siyasi olarak ise zaten çoktandır bir mevtaya dönüşmüş Bay Ecevit bunlardan biriydi. Bunlar, Türkmen bahanesini, yani yüzlerindeki maskeyi de bir yana atarak Güney’de, federal ya da bağımsız olsun, bir Kürt devletinin kurulmakta olduğunu, bunun Türkiye’nin geleceği için büyük tehlike olduğunu, ne pahasına olursa olsun bunu önlemek gerektiğini söylüyorlardı.

Irak seçimleri bu heves ve tutkuları da, üstüne bir kazan soğuk su dökülmüş gibi söndürdü. ABD ve İngiltere’nin yanısıra, Alman ve Fransız hükümetleri, bir bütün olarak AB, NATO, hatta Rusya ve Çin, yani dünyamızdaki etkili tüm güçler bu seçimleri desteklediler, sonuçları selamladılar. Uluslararası gözlemci örgütü seçimleri demokratik kriterlere uygun buldu ve onayladı. Kimse seçimleri sabote etmek için kan döken gözüdönmüşleri alkışlamadı. Kerkük’te  bazı çevrelerin umduğu ve beklediği türden bir kanlı boğazlaşma olmadı. Kürtler de Türkmenler de özgürce oylarını kullandılar ve kimsenin burnu kanamadı.

Bu durumda,  30 Ocak gününe kadar “Irak seçimleri demokratik değil” diye sayıklayan, kendi durumlarına bakmayıp bu alanda dünyaya ders vermeye kalkışan Türk yöneticilerinin de umdukları kursaklarında kaldı. Çığırtkan sesler ister istemez bir parça düştü.

Evet, Kerkük’e sefer için ne yazık ki ortada bir neden yok ve yollar açık değil!

Peki bundan sonra ne olacak? Bu çevreler Kerkük ve Musul düşlerinden, Güney Kürdistan’ın özerkliğini boğma tutkularından tümden vazgeçecekler mi? Elbette hayır. Onu, uygun fırsatlarda yeniden ısıtmak üzere bir kez daha erteleyecekler, pusuda bekleyecekler. Bu fırsatların çıkıp çıkmaması ise Irak’ta işlerin nasıl gideceğine bağlı.

Son seçimlerle, Federal ve Demokratik Irak yönündeki takvimde bir etap daha olumlu yönde aşıldı. Ama önümüzde çekişmelere, gerginliklere yol açabilecek başka gündem maddeleri var. Bunların başında ise hazırlanacak ve önümüzdeki Ağustos ayında parlamento tarafından onaylanacak, 15 Ekim'de de halkoyuna sunulacak yeni anayasa tasarısı geliyor. Tarafların bu anayasa üzerinde uzlaşması gerekiyor. Geçici Yönetim Yasası bu bakımdan bir temel. Elbet bu arada terörün hızının kesilmesi ve Sünni Arap kesiminin bu sürece katılması önem taşıyor.

Bu süreci kesintiye uğratabilecek en olumsuz senaryo, Sünni kesimin yeni hükümete katılmaması ve terörün hızlanarak devam etmesi, çeşitli etnik grupların çatışmasına yol açmasıdır. Kerkük sorunu da bu bakımdan ortamı ısıtabilir.

Seçim sonuçları henüz resmen açıklanmış olmasa da Kerkük’te Kürt partilerinin, bir bölüm Arap ve Türkmeni de içeren ortak listesinin yüzde 68 oy aldığı ve il meclisinin 41 üyesinden 26’sını kazandığı anlaşılıyor. Böylece herkesin saçları önüne düştü, gücü anlaşıldı. Irak Geçici Yönetim Yasası’nın 58. Maddesinin uygulanması halinde (ki taraflar bunda anlaşmış durumdalar) Kerkük sorunu adil biçimde çözüm yoluna girecektir. Herkes de bu uzlaşmaya ve seçim sonuçlarına, yani demokratik çözüme saygılı olmalı.

Irak’ın komşusu Türkiye’ye düşen de budur.

Ama Türkiye bu anlayışı, bu olgun tavrı gösterebilecek mi? Şimdiye kadar göstermedi ve bundan sonra da göstermesi zor… Değişen güç dengelerine, dünya gerçeklerine uygun olarak bir ölçüde geri çekilseler bile, eski alışkanlık, tutku ve paranoyalarının son bulmasını beklemek hayalcilik olur. Komplo ve teröre koşullanmış derin devlet çevreleri ise, malum yöntemlerini elden bırakmıyacaklar. Nitekim, bunun işaretleri daha şimdiden görülüyor.

Türk Başbakanı Erdoğan, Irak seçimlerinin tüm dünyada yarattığı olumlu havanın bile sanki farkında değil. Seçim sonuçlarından duyduğu düş kırıklığını, “huzursuzluğu” gizlemesini bile başaramıyor ve bundan dolayı hem ABD’yi yüksek sesle suçluyor, hem de Kürtleri tehdit ediyor. “Kimsenin bizi böyle huzursuz etmeye hakkı yok, Türkiye buna müsaade etmez!” diyor.

Acaba Türkiye’nin Kasımpaşalı Başbakan’ını huzursuz etmemek için Kürtler ne yapmalı, sürgünden yurtlarına dönmemeli, aday olmamalı, oy kullanmamalı mı? Hak ve özgürlük istememeli mi?..

Böylece, AKP hükümeti bir kez daha,  şoven, militarist ve yayılmacı çevrelerin dümen suyuna giriyor. Bu “delikanlıca” çıkışlar, herhalde yalnızca şer güçlerinin gönlünü hoş etmek, onları yatıştırmak için değil; bu aynı zamanda AKP yöneticilerinin “Türk-İslam sentezci” ve “Akıncı” geçmişlerinin de bir ürünü.

Bu kesimler iki kanaldan Irak’taki, özellikle de Güney Kürdistan’daki süreci sabote etmeye çalışacaklar. Birincisi Kerkük, Musul ve çevresinde türlü provokasyonlarla Kürtler, Türkmenler ve Araplar arasında bir çatışma yaratmak. (Nitekim seçimlerin üstünden daha iki gün geçmeden, Kerkük’teki Türkmen televizyonuna bir gece vakti açılan ateş tam da böylesine bir oyundu. Bunun bölgedeki Türk ajan provokatörleri tarafından düzenlendiğine kuşku olmasın). Diğeri ise Apo yoluyla PKK’yı harekete geçirip sınır boyunda ve iç kesimlerde Türk birlikleri ile PKK gerillaları arasında danışıklı dövüşler yaratmak, hatta PKK’nın güçlerini Güney’deki ulusal güçlere saldırtmak.

Gerçi bu oyun çoktandır ki sahnede. Ama şimdiye kadar başarılı olamadılar. Ne Türkmenlerle Kürtler arasında kanlı kavgalar yaratabildiler, ne de PKK ile Güney Kürtleri arasında yeni bir çatışma.. Her şeye rağmen PKK-Kongra Gel kesimi, Apo’nun “görüşme notları”, yani avukatları vasıtasıyla kamuoyuna ilan ettiği bu talihsiz fermanların gereğini yerine getirmedi veya ilk kez getiremedi. Bu kendileri için de Kürt halkı için de iyi bir şey! Umarım ki bundan böyle de İmralıdaki Bay’ı kaderi ile baş başa bırakır ve onun bu türden, derin devlet orijinli ve Kürt halkına kötülükten başka bir şey getirmeyeceği apaçık olan emir ve fermanlarına aldırmazlar.

Kürtler ve Türkmenler arasında yeni bir çatışmaya yol açmamak da her iki kesimin sağduyulu tutumuna bağlı. Her iki halk şimdiye kadar bu oyuna gelmedi. Bundan böyle de dikkatli olmalılar. Kürt yönetimi zaten bu konuda olgun ve duyarlı. Türkmenlere de büyük görev düşüyor. Onlar, Türkiye’deki ırkçı-şoven, yayılmacı, militarist güçlerin kendilerini yalnızca bir provokasyon aracı, bir kurbanlık olarak kullandıklarının elbet farkındalar. Türk yönetimi geçmişte, Saddam diktatörlüğü altında onlara sahip çıkmadı, bir kez bile sorunlarını gündeme getirmedi. Şimdi ise diktatörlüğün çöküşü Kürtler gibi onlara da özgürlük getirmiştir. Kürdistan’daki özerk yönetim bu bakımdan tam bir demokrasi örneği sunmuş; Türkmenler ilk kez anadillerinde okullarına, radyo ve televizyonlarına, siyasi partilerine kavuşmuşlar, yönetime ortak olmuşlardır.

Türkiye’nin yapması gereken, şu anda barış içinde yaşayan Kürt ve Türkmenler arasında kanlı bir boğazlaşma yaratmak değil, Kuzey Kürtlerine haklarını tanıyarak aynı barış ve özgürlük ortamını Kuzey Kürdistan’da ve Türkiye’de de yaratmaktır.

Aklı olan böyle yapar, olmayan ise zararını er geç görür.

 
 
PSK Bulten © 2004