Federal ve Demokratik Irak
yönünde
Olumlu ve büyük bir adım
Kemal Burkay
Irak seçimleri yapıldı. Sonuçların açıklanması
birkaç gün alacak.
Seçimlere katılım Kürdistan’da ve Şiilerin
ağırlıkta olduğu bölgelerde yüksek oldu.
Sünni kesimde bile halk yer yer, terör gruplarının
tehdit ve saldırılarına, patlayan bombalara
ve sünni din adamlarının boykot çağrılarına
aldırmadı, engelleri aştı.
Irak halkı seçimlere, yurt içinde ve dışında,
birçok kişinin ve çevrenin beklemediği, ummadığı
bir ilgi gösterdi. Büyük bir coşkuyla, çoluk çocuğuyla
birlikte, bir bayram havasında seçim sandıklarına
koştu. Şarkılar söyleyip halay çekti. Can pahasına
bile olsa, seçimlere, oy hakkına bu sahip çıkış,
bu yüreklilik, dünyanın dört bir yanında saygı
uyandırdı, destek gördü.
Bu seçim Irak halkının yaygın tercihini gösterdi.
Felaket tellallarına, terörden medet umanlara, “direniş”
adı altında, oy kullanan insanlara bombalarla saldırıp
kan döken ilkel ve barbarlara ise iyi bir cevap oldu. İyi
niyetle veya önyargıyla, Irak’ta demokrasi olmaz diye
kestirip atan karamsarlara da.
Elbet bununla Irak’a dörtbaşı mamur bir demokrasinin
geldiğini kimse iddia etmiyor. Ama bu önemli bir başlangıçtır.
Irak halkı yönünü belirlemiştir. Düşe kalka
da olsa bu yolda yürüyecektir.
Bu aynı zamanda Türkiye’yi yönetenlere, bu ülkedeki
birçok çevreye verilmiş bir derstir.
Seçimler öncesi Türkiye’de malum çevreler, özellikle Kerkük’le
ilgili olarak felaket senaryoları çizmişlerdi. Sanki
seçimler sırasında Kerkürk’te Kürtler Türkmenlere
saldırıp katliam yapacaklar ve Türk ordusunun Türkmenleri
bir soykırımdan kurtarmak için Güney Kürdistan’a
girmesi, Musul ve Kerkük’ü işgal etmesi gerekecekti.
Önlerinde bir tek engel vardı, ABD’nin zorluk çıkarması.
Bunun için de diplomatik çabalarla ABD’nin böylesi bir müdahaleye
yeşil ışık yakması isteniyordu.
Türkiye’deki çok daha azgın ve gözüdönmüş bazı
çevreler ise, ABD’nin yeşil ışık yakmasını
filan beklemeden ve ABD’ye rağmen Türk ordusunun sınırları
aşıp Musul ve Kerkük’ü alması için yırtınmaktaydılar.
Fiziki olarak bir ayağı çukurda, siyasi olarak ise
zaten çoktandır bir mevtaya dönüşmüş Bay Ecevit
bunlardan biriydi. Bunlar, Türkmen bahanesini, yani yüzlerindeki
maskeyi de bir yana atarak Güney’de, federal ya da bağımsız
olsun, bir Kürt devletinin kurulmakta olduğunu, bunun
Türkiye’nin geleceği için büyük tehlike olduğunu,
ne pahasına olursa olsun bunu önlemek gerektiğini
söylüyorlardı.
Irak seçimleri bu heves ve tutkuları da, üstüne bir
kazan soğuk su dökülmüş gibi söndürdü. ABD ve İngiltere’nin
yanısıra, Alman ve Fransız hükümetleri, bir
bütün olarak AB, NATO, hatta Rusya ve Çin, yani dünyamızdaki
etkili tüm güçler bu seçimleri desteklediler, sonuçları
selamladılar. Uluslararası gözlemci örgütü seçimleri
demokratik kriterlere uygun buldu ve onayladı. Kimse
seçimleri sabote etmek için kan döken gözüdönmüşleri
alkışlamadı. Kerkük’te bazı çevrelerin
umduğu ve beklediği türden bir kanlı boğazlaşma
olmadı. Kürtler de Türkmenler de özgürce oylarını
kullandılar ve kimsenin burnu kanamadı.
Bu durumda, 30 Ocak gününe kadar “Irak seçimleri demokratik
değil” diye sayıklayan, kendi durumlarına bakmayıp
bu alanda dünyaya ders vermeye kalkışan Türk yöneticilerinin
de umdukları kursaklarında kaldı. Çığırtkan
sesler ister istemez bir parça düştü.
Evet, Kerkük’e sefer için ne yazık ki ortada bir neden
yok ve yollar açık değil!
Peki bundan sonra ne olacak? Bu çevreler Kerkük ve Musul
düşlerinden, Güney Kürdistan’ın özerkliğini
boğma tutkularından tümden vazgeçecekler mi? Elbette
hayır. Onu, uygun fırsatlarda yeniden ısıtmak
üzere bir kez daha erteleyecekler, pusuda bekleyecekler. Bu
fırsatların çıkıp çıkmaması
ise Irak’ta işlerin nasıl gideceğine bağlı.
Son seçimlerle, Federal ve Demokratik Irak yönündeki takvimde
bir etap daha olumlu yönde aşıldı. Ama önümüzde
çekişmelere, gerginliklere yol açabilecek başka
gündem maddeleri var. Bunların başında ise
hazırlanacak ve önümüzdeki Ağustos ayında parlamento
tarafından onaylanacak, 15 Ekim'de de halkoyuna sunulacak yeni anayasa tasarısı geliyor. Tarafların
bu anayasa üzerinde uzlaşması gerekiyor. Geçici
Yönetim Yasası bu bakımdan bir temel. Elbet bu arada
terörün hızının kesilmesi ve Sünni Arap kesiminin
bu sürece katılması önem taşıyor.
Bu süreci kesintiye uğratabilecek en olumsuz senaryo,
Sünni kesimin yeni hükümete katılmaması ve terörün
hızlanarak devam etmesi, çeşitli etnik grupların
çatışmasına yol açmasıdır. Kerkük
sorunu da bu bakımdan ortamı ısıtabilir.
Seçim sonuçları henüz resmen açıklanmış
olmasa da Kerkük’te Kürt partilerinin, bir bölüm Arap ve Türkmeni
de içeren ortak listesinin yüzde 68 oy aldığı
ve il meclisinin 41 üyesinden 26’sını kazandığı
anlaşılıyor. Böylece herkesin saçları
önüne düştü, gücü anlaşıldı. Irak Geçici
Yönetim Yasası’nın 58. Maddesinin uygulanması
halinde (ki taraflar bunda anlaşmış durumdalar)
Kerkük sorunu adil biçimde çözüm yoluna girecektir. Herkes
de bu uzlaşmaya ve seçim sonuçlarına, yani demokratik
çözüme saygılı olmalı.
Irak’ın komşusu Türkiye’ye düşen de budur.
Ama Türkiye bu anlayışı, bu olgun tavrı
gösterebilecek mi? Şimdiye kadar göstermedi ve bundan
sonra da göstermesi zor… Değişen güç dengelerine,
dünya gerçeklerine uygun olarak bir ölçüde geri çekilseler
bile, eski alışkanlık, tutku ve paranoyalarının
son bulmasını beklemek hayalcilik olur. Komplo ve
teröre koşullanmış derin devlet çevreleri ise,
malum yöntemlerini elden bırakmıyacaklar. Nitekim,
bunun işaretleri daha şimdiden görülüyor.
Türk Başbakanı Erdoğan, Irak seçimlerinin
tüm dünyada yarattığı olumlu havanın bile
sanki farkında değil. Seçim sonuçlarından duyduğu
düş kırıklığını, “huzursuzluğu”
gizlemesini bile başaramıyor ve bundan dolayı
hem ABD’yi yüksek sesle suçluyor, hem de Kürtleri tehdit ediyor.
“Kimsenin bizi böyle huzursuz etmeye hakkı yok, Türkiye
buna müsaade etmez!” diyor.
Acaba Türkiye’nin Kasımpaşalı Başbakan’ını
huzursuz etmemek için Kürtler ne yapmalı, sürgünden yurtlarına
dönmemeli, aday olmamalı, oy kullanmamalı mı?
Hak ve özgürlük istememeli mi?..
Böylece, AKP hükümeti bir kez daha, şoven, militarist
ve yayılmacı çevrelerin dümen suyuna giriyor. Bu
“delikanlıca” çıkışlar, herhalde yalnızca
şer güçlerinin gönlünü hoş etmek, onları yatıştırmak
için değil; bu aynı zamanda AKP yöneticilerinin
“Türk-İslam sentezci” ve “Akıncı” geçmişlerinin
de bir ürünü.
Bu kesimler iki kanaldan Irak’taki, özellikle de Güney Kürdistan’daki
süreci sabote etmeye çalışacaklar. Birincisi Kerkük,
Musul ve çevresinde türlü provokasyonlarla Kürtler, Türkmenler
ve Araplar arasında bir çatışma yaratmak. (Nitekim
seçimlerin üstünden daha iki gün geçmeden, Kerkük’teki Türkmen
televizyonuna bir gece vakti açılan ateş tam da
böylesine bir oyundu. Bunun bölgedeki Türk ajan provokatörleri
tarafından düzenlendiğine kuşku olmasın).
Diğeri ise Apo yoluyla PKK’yı harekete geçirip sınır
boyunda ve iç kesimlerde Türk birlikleri ile PKK gerillaları
arasında danışıklı dövüşler
yaratmak, hatta PKK’nın güçlerini Güney’deki ulusal güçlere
saldırtmak.
Gerçi bu oyun çoktandır ki sahnede. Ama şimdiye
kadar başarılı olamadılar. Ne Türkmenlerle
Kürtler arasında kanlı kavgalar yaratabildiler,
ne de PKK ile Güney Kürtleri arasında yeni bir çatışma..
Her şeye rağmen PKK-Kongra Gel kesimi, Apo’nun “görüşme
notları”, yani avukatları vasıtasıyla
kamuoyuna ilan ettiği bu talihsiz fermanların gereğini
yerine getirmedi veya ilk kez getiremedi. Bu kendileri için
de Kürt halkı için de iyi bir şey! Umarım ki
bundan böyle de İmralıdaki Bay’ı kaderi ile
baş başa bırakır ve onun bu türden, derin
devlet orijinli ve Kürt halkına kötülükten başka
bir şey getirmeyeceği apaçık olan emir ve fermanlarına
aldırmazlar.
Kürtler ve Türkmenler arasında yeni bir çatışmaya
yol açmamak da her iki kesimin sağduyulu tutumuna bağlı.
Her iki halk şimdiye kadar bu oyuna gelmedi. Bundan böyle
de dikkatli olmalılar. Kürt yönetimi zaten bu konuda
olgun ve duyarlı. Türkmenlere de büyük görev düşüyor.
Onlar, Türkiye’deki ırkçı-şoven, yayılmacı,
militarist güçlerin kendilerini yalnızca bir provokasyon
aracı, bir kurbanlık olarak kullandıklarının
elbet farkındalar. Türk yönetimi geçmişte, Saddam
diktatörlüğü altında onlara sahip çıkmadı,
bir kez bile sorunlarını gündeme getirmedi. Şimdi
ise diktatörlüğün çöküşü Kürtler gibi onlara da
özgürlük getirmiştir. Kürdistan’daki özerk yönetim bu
bakımdan tam bir demokrasi örneği sunmuş; Türkmenler
ilk kez anadillerinde okullarına, radyo ve televizyonlarına,
siyasi partilerine kavuşmuşlar, yönetime ortak olmuşlardır.
Türkiye’nin yapması gereken, şu anda barış
içinde yaşayan Kürt ve Türkmenler arasında kanlı
bir boğazlaşma yaratmak değil, Kuzey Kürtlerine
haklarını tanıyarak aynı barış
ve özgürlük ortamını Kuzey Kürdistan’da ve Türkiye’de
de yaratmaktır.
Aklı olan böyle yapar, olmayan ise zararını
er geç görür.
|