Kürt sorunu ve kafası
karışık olanlar...
Kemal Burkay
Öteden beri, gerek Türk gerekse Kürt çevrelerinde Kürt sorununu
çarpıtanlar ve Kürt halkının temel istemlerini
sulandıranlar az değildir.
Türk devleti ve ırkçı-şoven çevreleri için
bu doğaldır. Onlar yıllarca Kürtleri yok saydılar,
Kürt dilini kültürünü yasakladılar, Kürt halkını
zorla asimile edip yok etmeye çalıştılar, Kürt
halkı direndiği zaman da en acımasız yöntemlerle,
işkenceden, kırımdan geçirerek, sürgüne tabi
tutarak sindirmeye çalıştılar. Tek partili
dönemde de, çok partili dönemde de hükümet olan her türden
yönetim, liberal, dinci, hatta sosyal demokrat geçineniyle
bu politikayı izledi.
Türk solunun Kürt sorunu konusundaki tutumu da, bazı
istisnaların dışında, genellikle pek Marksistçe
olmadı. İlk kez, Türkiye´de hem sol hareketin, hem
de Kürt ulusal hareketinin gelişip serpildiği 1960-1980
döneminde, Türkiye´nin Marksist sol örgütleri, ulusların
kendi kaderini tayin hakkına ilişkin, Marksist-Leninist
ilkeyi benimsediler ve Kürt sorununun çözümü için de dile
getirdiler. Ne var ki, solun 1990´larda yediği ağır
darbelerin ardından zayıflayan Türkiye solu, şimdi
Kürt sorununda bu ilkeyi unutmuş görünüyor. Kimi liberal
çevrelerin, Kürt sorununu sulandırma, bireysel kültürel
haklar, ya da bir alt kimlik haline indirme çabaları
solu da etkilemiş görünüyor.
Bu kadarına, yani Kürt adına, bireysel haklara,
Türk üst kimliği altında alt kimliklere, ya da azınlık
haklarına bile tahammül edemiyen rejimin tutucu güçlerine
karşılık, söz konusu sözde „liberal ve demokrat“
çevrelerin yanı sıra solda da, Kürtlere „bununla
yetinin“ diyenler ağırlıkta görünüyor...
Açık ki, bu Kürt sorununu sulandırmaktır,
bir yönüyle Kürtlerin suskun olduğu, Kürt hareketinin
Cumhuriyetin ilk döneminde yediği ağır darbelerden
sonra çok zayıf düştüğü 1940´lı, 50´li
yıllara, 60´ların başlarına dönmektir.
Öyle anlaşılıyor ki, PKK´nın yol açtığı,
en çok da Kürtlere zarar veren ne idüğü belirsiz –bizce
belirli- çatışmanın ardından, Kürt hareketinin
bir kez daha şiddetle sindirilmesi, bir zafer havasına
giren rejime, Kürt haklarını en asgari düzeye, hiçe
indirme heves ve umudu veriyor. Bu durum demokrat ve sol çevreleri
de etkiliyor.
Öte yandan, rejimin ve yandaşlarının yol
açtığı bu kafa karmaşası, Türk solunun
yanı sıra bizzat Kürtleri de etkiliyor. Önceki yazılarımdan
birinde (Azınlık Tartışması ve Kürt
Sorunu) „biz Kürtlerin kafası karışık
değil, ne olduğumuzu ve ne istediğimizi iyi
biliyoruz“ demiştim. Oysa gerçek, ne yazık ki hiç
de böyle değil. Bütün Kürtler adına konuşmakla,
hepsinin bilincini açık göstermekle hata etmişim,
özür dilemem gerekiyor. Aslında o satırları
yazarken de bunun farkındaydım..
Çünkü şu anda sahnede olan örgütlü-örgütsüz, siyaset
adamı ve aydın geçinen bir dizi Kürdün de bu konuda
ya kafaları karışık ya da bu kesimler
ve baylar bile bile rejimin dümen suyuna girmiş durumdalar.
Onlar da Kürt sorununu sulandırmak için rejime epeyce
destek oluyorlar.
Örneğin, aslında mucidi, Kürt halkının
deva bulmaz bir düşmanı Süleyman Demirel´in olduğu
şu „anayasal vatandaşlık“ lafı... Bunu
yılların düşüp kalkmış Kürt politikacılarının
ağzında da görünce şaşıp kalıyorum.
Kürtlerin kimliği anayasada tanınmadıkça, bu
kimliğe uygun eşit ve adil haklar belirlenmedikçe
bu laf saçmalıktan başka neyi anlatır?
Demirel ve bu lafa sarılan ötekiler, aslında,
yıllardır tanıdık bildik bir sakızı
çiğnemiş oluyorlar: „Kürtler de bu ülkenin vatandaşı
ve Türklerin yararlandığı her haktan yararlanıyorlar.
Memur, belediye başkanı, milletvekili, bakan, hatta
başbakan ve cumhurbaşkanı bile oluyorlar...“
Bir yönüyle doğru, Kürt kimliğini inkar ettikten,
sömürgeci politikaları benimsedikten, yani Kürtlükten
çıkmış Kürt olduktan sonra neden olmasın?.
Öteki yanıyla yalan. Kürtlerin dili yasaklı. Kürtler
anadilleriyle eğitim almıyorlar, Kürtlerin dilinde
TV, radyo yayını yok. (Üstelik Lozan´ın 39.
Maddesinde bu hak verildiği halde, bu devlet 80 yıl
bu hakkı çiğnedi, hala da çiğnemeye devam
ediyor.) Bana şu soytarıca 3-4 özel dil kursundan
ve haftada yarım saatlik maskaraca TV yayınından
söz etmeyin. Bu, susuz adamın dudaklarını ıslatma
bile değil.
Kürtler kendi kimlikleriyle ne memur, ne milletvekili, ne
bakan oluyorlar. Eğer bu iş o kadar kolaysa Kıbrıs´lı
Türkler ne istiyorlar ve Türkiye onlar için ne istiyor? Varsınlar
Kıbrıs´ın „anayasal vatandaşları
olarak“ çoğunluğa uyup salt Rumca okusunlar, salt
Rum televizyonunu izlesinler, Rum adıyla parlamentoya
girsinler. Cumhurbaşkanı bile olurlar!
Ama görülüyor ki Türk tarafı bırakın bunu,
onlar için federasyonu bile az buluyor, Türk kimliğiyle
cumhurbaşkanı yardımcılığıyla
yetinmiyor, dönerli cumhurbaşkanlığı istiyor...
Ya şu alt kimlik-üst kimlik sorunu? Türkiye´nin kimi
siyaset, bilim ve hukuk adamları böylesine bir yol öneriyorlar.
Kimisi Türk üst kimliği altında Kürt, Çerkez, Boşnak,
Arap vs. kimliği olabilir, bunda bir sakınca yok
diyorlar... Peki bu kimliklerin altı nasıl dolacak?
O da işte „bireysel kültürel haklar“ adı altında
üç-beş özel kurs ve haftada yarım saatlik bir TV
yayını...
Bazıları biraz daha merhametli, bunlar Türk üst
kimliği etnik bir anlam taşıyor, Kürde veya
Araba zorla Türk demek olmaz; Türkiye´li diyelim diyorlar.
Yani burası Türkiye ve Kürtler de buranın vatandaşları...
Peki baylar, „Türkiye“ sözcüğü de etnik bir adı
yansıtmıyor mu, „Türklerin yurdu“ anlamına
gelmiyor mu? Öte yandan burası neden Türkiye, ne zamandan
beri? Bizim ülkemiz Kürdistan´a ne oldu, o kayıp ülke
Atlantis mi artık, haritadan mı silindi?
Birlikte yaşamamız arzu ediliyorsa neden Anadolu´nun
tarihi ve kültürel dokusuna, çeşitliliğine uygun
bir devlet yapısı benimseyip, ona, belli bir etnik
grubu çağrıştırmayan, tüm grupların
evet diyebileceği bir isim bulmuyoruz? Örneğin „Anadolu
Federe Cumhuriyeti“ diyelim... Türklere tanıdığımız
hakları, nüfusları nerdeyse onlar kadar olan ve
kendi ülkelerinde Kürdistan´da çoğunluk oluşturan
Kürtlere de tanıyalım, yani Türkiye´yi iki cumhuriyetli
bir federasyona dönüştürelim. Diğer Türk ve Kürt
olmayan gruplara da, durumlarına uygun olarak azınlık
hakları tanınır ve doğrusu budur.
Ama belli ki siz, şu şeriatçı Kaplan Hoca
kadar bile adil ve demokrat olamıyorsunuz!
Peki bu ayvayı rahatlıkla yutan Kürtlere ne diyelim?
Bay Öcalan´ı ve onun izindekileri kast etmiyorum. Onun
ve onların durumu malum. Onlar da Kürt isteklerini, kimi
liberal ve demokrat Türklere bile komik gelecek biçimde, bireysel
kültürel haklara indirdiler. En son „seçmeli ders“te karar
kıldılar ve efendilerinden bolca aferin aldılar...
Ama onların dışında da yılların
birçok Kürt politikacısı bu türden önerilere mal
bulmuş mağribi gibi sarılıyor, onları
Kürt sorununa makul çözüm diye lanse ediyor ve rejimin katı
yüreklilerini merhamete getirmeye çalışıyor...
Baylar, kendilerini yurtsever sayan ve sözde Kürtlerin özgürlüğü
için mücadele etmiş, hala da etmekte olan insanlar için
bu tavırlar, bu kafa karışıklığı
ayıptır! Bu, rejimin baskıları, tehditleri
ve ideolojik saldırıları önünde dize gelmektir.
Bu, onurlu bir tavır değil.
Biz, bin kez söylenmiş, yıllardır uğrunda
kavga edilmiş, zındana ve sürgüne düşülmüş,
ölünmüş Kürt ulusal sorununun ne olup ne olmadığını
bir kez daha söyleyip yazmaktan sizler adına utanç duyuyoruz.
Kürt sorunu, sağır sultan da, dost da düşman
da bilir ki bir ulusal sorun. Bu, ulusu ve ülkesi parçalanmış
bir halkın sorunu. Toplam 40 milyonluk bir nüfus ve Fransa
ya da Almanya büyüklüğünde bir ülke... Bunun, Kürdistan´ın
küçük bir ili kadar coğrafyası ve 150 binlik nüfusuyla,
Kuzey Kıbrıs kadar da mı hükmü yok?.
Niçin halkımızın kendi kaderini tayin hakkı
gibi en temel hakkından böyle kolayca vazgeçiyorsunuz?
Bu, ayrı devlet olur veya eşitlik temelinde bir
konfederasyon ya da federasyon olur; ama hangi durumda olursa
olsun eşitliği ve gerçek özgürlüğü içermeli.
Karşı tarafın sopası güçlü de gözünüz
yıldı mı? Yoksa önce şu ufak tefekle yetinelim,
sonra gerisini düşünürüz, fırsat düşerse...
mi diyorsunuz?
Birincisi yılgınlıktır, boyun eğmedir,
ikincisi ise ufku dar kurnaz köylülerin tavrıdır.
Ama her ikisi de onurluca değil ve yanlıştır,
Kürt halkını teslimiyete götürür, yıllardır
verilen emekleri de boşa çıkarır.
40 milyonluk büyük ve mücadeleci bir ulusa, onun temsilcilerine
böyle tavırlar yakışmaz. Biz en temel haklarımızı
asla taviz vermeden savunuruz; asıl amacımızı
şaşırmadan, feda etmeden… Bugünden atılabilecek
demokratik adımları ise destekleriz, mücadelenin
yan ürünlerine hayır demeyiz. Ama o yan ürünler için
asıl hedefi terk edersek, işte o zaman her şeyi,
hatta yan ürünleri de kaybederiz.
Bunlar siyasetin abc´si... Bu aymazlıktan, bu utanç
verici durumdan sıyrılın artık! Eğer
gerçekleri dile getirmekten korkuyorsanız, bari susun;
yanlışları söylemek zorunda değilsiniz.
|