Kürt ulusal hareketi için yeni
dönem
Kemal Burkay
Kürt Halkının ulusal kurtuluş mücadelesi
bakımından yeni dönemi, Ortadoğu´da şu
anda yer almakta olan gelişmeler ve Türkiye´nin AB süreci
belirleyecektir. Yeni koşulları ve muhtemel gelişmeleri
göz önüne alarak politikalarımızı belirlemek
gerekiyor.
Irak´taki gelişmeler ya Kürdistan´ın da bir sacayağını
oluşturacağı federal veya konfederal bir Irak´ı
yaratır, ki bu Güney Kürdistan bakımından özgürleşme
yolunda büyük bir adım olur, ya da, bugünkü terör devam
eder de bu başarılamazsa, Irak bölünüp kuzeyde bağımsız
bir Kürt devleti oluşur. Bu ise Kürdistan bakımından
daha da önemli bir adım olacaktır.
Birincisinin, yani federal ve demokratik bir Irak‘ın
yaratılmasının kolay olmayacağı,
şu anda süregelen kavga dövüşten bellidir. İkincisi,
yani Irak‘ın bölünüp yeniden şekillenmesi ise daha
kolay olmayacak. Bu, Irak‘taki farklı ulusal ve dinsel
gruplar arasında kanlı bir boğuşmaya yol
açabilir.
Günümüz koşullarında zayıf bir ihtimal de
olsa, Türkiye, İran ve ötekilerin, gelişmelerden
duyacakları panikle veya Irak‘ın yeniden şekillenmesi
üzerinde etkin olmak için bölgeye silahlı güçlerle müdahale
etmeleri halinde ise, yalnızca bu parça değil, Kürdistan´ın
tamamı ve bu ülkelerin kendileri bir yangın alanına
dönebilir.
Kürdistan´ı aralarında paylaşmış
olan devletler, gelişmelere uygun olarak değişik
senaryolar üzerinde çalışıyorlar, ona göre
hazırlık yapıyorlar. Kürt halkını
temsil eden çeşitli parçalardan örgütlerin de her ihtimale
hazırlıklı olmaları gerekir.
Dileğimiz o ki Irak´ta süreç demokrasi ve barış
yönünde gelişsin ve üzerinde uzlaşılan federal
çözüm hayata geçsin. Ama eğer bu gerçekleşmez, ABD
ve müttefikleri Irak´ta denetimi daha da yitirir ve çekilmek
zorunda kalırlarsa, kimse Kürtleri, bir kez daha Saddam
yönetimi benzeri şoven güçlerle veya Taliban benzeri
radikal İslamcılarla bir arada yaşamaya zorlayamaz.
Böyle bir durumda Kürtlerin kendi kaderlerini ayrı devlet
biçiminde belirlemeleri haklarıdır. Türkiye, İran
gibilerinin buna karışmaya hakları yoktur.
Bunların, hele hele silahlı güçlerle müdahaleye
kalkışmaları tam bir çılgınlık
olur.
Güney Kürdistan‘daki gelişmeler ne türden olursa olsun
Kürdistan‘ın diğer parçaları üzerinde de çok
büyük etkiler yapacaktır. Bu parçadaki kazanımları
korumak tüm parçalardaki ulusal güçler için hayati önemdedir.
Ama diğer parçaların özgürleşmesi, asıl
olarak her bir parçanın kendi ulusal güçlerinin mücadelesine
bağlı olacaktır.
Türkiye´nin AB üyeliği sürecine gelince: Türkiye son
derece gerilimli, tartışmalı bir bekleyişin
ardından 17 Aralık‘ta AB‘den müzakere tarihi aldı.
Türkiye‘nin, Kopenhag Kriterleri‘ni gereği gibi yerine
getirmediği halde, 2005 yılı ekim ayında
başlamak üzere –yine bazı koşullarla- müzakere
tarihi alması bir sürpriz olmadı. Aslında,
AB de Türkiye‘nin kriterleri tam olarak yerine getirmediğinin
farkında; ama yapılanları, görüşmelere
başlamak için „yeterli“ buldular; Türkiye‘yi itmek istemediler.
Türkiye ile müzakerelere başlayıp başlamama
konusunda ikiye ayrılan ve bunu 17 Aralık gününe
kadar yoğun biçimde tartışan –ki tartışma
şu anda da devam ediyor- Avrupa‘nın, sonuçta ağırlıkla
Türkiye‘ye kapıyı aralık bırakması,
elbet en başta Avrupa‘nın kendi çıkarları
nedeniyledir. Bu aynı zamanda, çağımızın
küreselleşme yönündeki değişim sürecine uygun
bir tavır oldu.
Türkiye‘nin tutucu güçlerinin; ırkçıların,
şovenlerin, militarist çevrelerin telaşına
ve korkusuna karşılık, bu Türkiye halkı
bakımından elbet olumlu bir karar. Ülkenin önüne
ekonomik, sosyal, siyasal her yönden gelişme ve demokratikleşme
ufkunu açıyor.
Öte yandan, tarafların hep dile getirdiği gibi,
müzakere dönemi en azından on yıl sürecek ve ucu
açık olacak. Yani Türkiye‘nin üyeliği bu süreç içinde
Kopenhag Kriterlerini tam olarak yerine getirmeye, ekonomik,
sosyal, siyasal tüm alanlarda Avrupa standartlarına ulaşmaya,
ya da aradaki farkı büyük ölçüde kapamaya bağlı.
Bunun içinde Kürt halkını da yakından ilgilendiren
insan ve azınlık hakları da var. Diğer
bir deyişle, üyeliğin kabulü ya da reddi gününe
kadar Türkiye ile uzun ve çekişmeli bir müzakere dönemi
yaşanacağı belli.
Biz bu aşamaya kadar, Türkiye‘nin AB üyeliğini,
Kopenhag Kriterleri‘ni tam olarak yerine getirmesi ve Kürt
sorununun çözümü yönünde ciddi, iyi niyetli adımlar atması
koşuluyla destekledik. Ne yazık ki böyle olmadı.
Türkiye‘nin hem yasal planda attığı adımlar
göstermelik, hem de bunlar bile uygulamaya yansımış
değil. Yani gerçekte Türkiye müzakerelere başlamayı
hak etmemişti. Buna rağmen AB‘nin Türkiye‘ye kapıyı
kapatması Kürt halkının da çıkarına
olmazdı.
Söz konusu değişim süreci ve Türkiye‘nin demokratikleşmesi
Kürt halkının da çıkarınadır. Kürtler,
akıllıca ve sistemli bir çalışmayla söz
konusu müzakere dönemini iyi biçimde değerlendirebilirler.
Elbet bu dönemde Kuzey Kürdistan bakımından Kürt
sorununun kendiliğinden ve kolayca çözüme ulaşacağı
gibi bir umut son derece yanıltıcı olur. Müzakere
dönemi dahil, Türkiye´nin AB adaylığı bu bakımdan
elverişli olanaklar sunuyor; ama Kürt sorununun çözümü
doğrultusunda Türkiye´nin ciddi adımlar atmasını
sağlamak gibi, AB´nin bu konuda Türkiye´yi etkilemesi
ve zorlaması da, tümüyle Kürt halkının örgütlülük
ve mücadele düzeyine bağlıdır.
Yurt içinde legal plandaki örgütlenme ve mücadele ile, yurt
dışında buna sağlanacak destek hayati
önemdedir. Eğer Kürt halkı yurt içinde, legal planda,
temel ulusal istemlere sahip çıkan, teslimiyeti reddeden
bir hat üzerinde güçlerini yoğunlaştırabilirse
bu kötü gidişi değiştirebilir, özgürlüğe
giden yolu açabilir.
Ne yazık ki şu anda yurt içinde geniş bir
kesim, hala, Apo´nun onlara çizdiği teslimiyet çizgisi
üzerinde çözüm arıyor. Bu beyhude bir çabadır, boş
yere zaman yitirmek ve halkı oyalamaktır, Kürt halkı
bakımından çok talihsizce bir tutumdur.
İmralı‘daki Öcalan‘ın ve onu izleyenlerin
çizgisi tam bir ihanettir. Kürt ulusal hareketine düşen
bir an önce bu engeli aşmak, kitleleri onun çürütücü
etkisinden kurtarmaktır.
İhanetin tüm çıplaklığına rağmen,
Öcalan´ın Kemalist, uniter devletçi çizgisini benimseyenler;
beyinleri, yürekleri ve mideleri buna rıza gösterenler;
buyursunlar, onun çerçevesini çizdiği, adını
koyduğu örgüte gitsinler.
Ama teslimiyeti ve ihaneti gören, bunu reddeden, halkımızın
temel haklarından, özgürlük ve eşitlikten ödün vermeyen
tüm onurlu insanlar ise gecikmeden bir araya gelmeli, seçenek
oluşturmalı. Mücadele alanında daha şimdiden
HAK-PAR gibi yurtsever istemleri dile getiren demokratik bir
parti var. Ben, tüm iyi niyetli, yurtsever insanlarımızı,
her türlü önyargıyı, kişisel ve grupsal hesabı
bir yana bırakarak orada bir araya gelmeye çağırıyorum.
HAK-PAR varken bu saatten sonra ayrı baş çekmeye,
hareketi bölmeye gerek yoktur.
Tek tek pınarları, küçük derecikleri ortak bir
kanala akıtmalıyız. Büyük ırmaklar böyle
oluşur.
Yaşadığımız dönemde yurtseverlik
de, sorumluluk duygusu da budur.
Eğer şu anda HADEP çevresinde olan kesim –ki önemli
bir kitle desteği var- Apo‘nun teslimiyet çizgisi ile
arasına kalın bir hat çekebilirse o zaman legal
demokratik hareketin en geniş kitleleri kapsayacak biçimde
birliği mümkün olabilir. Bu kolay değil elbet; en
başta Türk devleti, Apo ve adamları yoluyla ipleri
kendi elinde tutmak için ne lazımsa yapacaktır.
Ama bir yandan Kongra Gel içindeki bölünmenin, Osman Öcalan,
Nizamettin Taş ve arkadaşlarının ayrışması,
öte yandan, yabancı basında yer alan son bildiri
olayının gösterdiği gibi, bu elbise artık
dikiş tutmuyor. Kürt halkına ihaneti bir elma şekeri
gibi yutturmak günden güne zorlaşıyor. Taban ve
kadrolar bir arayış içinde ve ehlileştirme
hattından önemli „sapma“ işaretleri gösteriyor..
Yurt dışında da yurtsever bir çizgide birliği
temsil eden, teslimiyeti reddeden partileri, demokratik örgütleri,
aydın inisiyatiflerini bir araya getiren Avrupa Kürt
Platformu, yurtsever güçlerin birliği için iyi bir
zemin, doğru bir adrestir.
Gerek HAK-PAR, gerek Avrupa Kürt Platformu, yıllar
süren birlik çabalarının ürünüdürler.
Ülkesi ve halkı için bir şeyler yapmaya çalışan
her Kürt devrimcisinin, yurtseverinin, aydınının
ve bu nitelikteki örgütlerin yapması gereken bu birliğe
katılmak, güç vermek, görev almak, iş yapmaktır.
PLATFORM´a düşen ise, bir an önce, temsil ettiği
örgüt ve kesimlerin ortak istemlerine uygun bir çalışma
programı ve işbölümünü yapıp bu doğrultuda
etkin bir çalışma içine girmektir.
|