PSK PSK Bulten KOMKAR Roja Nû Weşan / Yayın Link Arşiv
Dengê Kurdistan
PSK
PSK Bulten
KOMKAR
Roja Nû
Weşan/Yayın
Arşiv
Link
Webmaster
psk@kurdistan.nu
 

Kürtler duymadan...
(Kamuoyuna açıklama...)

Kemal Burkay

Bundan dört gün önce, 10 Mart 2011 tarihinde bazı gazete ve televizyonlara, internet sitelerine bir haber yansıdı ve bu nedenle bazı gazeteci arkadaşlar beni aradılar. Bu habere göre 37 yıl önceki bir davadan hakkımda takipsizlik kararı verilmiş, böylece artık dönüşümün önünde bir engel kalmamış!

Beni arayan gazeteci arkadaşlara, bu konuda henüz bir şey söylemek istemediğimi, çünkü olayı bilmediğimi söyledim. Hâlâ da ayrıntılarıyla bilmiyorum. Bu hangi davadır? Takipsizlik kararını neresi vermiş ve neyi içeriyor?

Ayrıca haber bana tuhaf geldi; doğrusu tüm hukukçulara, hatta hukuktan biraz anlayanlara da tuhaf gelir. Bir kere 37 yıllık dava olmaz ve bu Türkiye gibi bir ülkede bile mümkün değildir! Gazeteci arkadaşlara da söyledim: Adam bile öldürmüş olsam, dava 37 yıl sürmez, en geç 30 yıldan sonra zamanaşımına uğrar... Parti davası olsa bunun da zamanaşımı (mürüru zaman) süresi 10 yıl, uzatmalarla birlikte en çok 15 yıldır.

Kaldı ki 37 yıl önce dedikleri, 1973-74 yıllarına denk geliyor. Bense o zaman yurt dışında idim. 1974 yılı yazında, genel aftan sonra yurda döndüm ve hakkımdaki iki dava da (TİP ve DDKO davaları) genel afla zaten düşmüştü.

1980 yılına kadar yurt içindeydim, Ankara’da kalıyor, Avukatlık yapıyor ve siyasetle uğraşıyordum; hakkımda açılmış herhangi bir soruşturma da yoktu.

Ama bu haberle birlikte basında, tek kalemden çıkmış gibi (herhalde haber kaynağından çıktığı haliyle) “Kemal Burkay’ın dönüşü önünde engel kalmadı” gibisinden iyimser, ya da “Apo’nun bir numaralı rakibi dönüyor” gibi kışkırtıcı, horoz döğüştürücü manşetler yer aldı.

Bunun üstüne elbet, malum çevreler, spekülasyon ustaları da atıldılar. Böylece benim AKP hükümetiyle “işbirlikçiliği”me, “kullanılmama” ilişkin tezlerine kanıt bulmuş gibi sevindiler. Ben bile daha bu haberle ilgili bir şey dememişken, Öcalan hücresinden, yıldırım hızıyla, orkestra şefinin sopasını uzattı, “KCK davasından binlerce kişi tutuklanırken hükümetin bir gecede benim 37 yıllık cezamı kaldırdığını” ileri sürdü!

Ne diyeyim sevgili okurlar? Deveye “boynun eğri” demişler, “nerem doğru ki!” demiş... Ben de Öcalan’ın sözlerinin neresini düzelteyim. Bir kere 37 yıllık dava veya ceza olmaz. İkincisi benim hakkımda kesinleşmiş bir ceza yok. Üçüncüsü, savcının biri benimle ilgili herhangi bir davada takipsizlik kararı vermişse, bunda benim veya hükümetin bir günahı yok; savcılar, yargıçlar, ne bana bağlı, ne hükümete...

Ayrıca, bu takipsizlik kararıyla birlikte artık dönüş için benimle ilgili hiçbir hukuksal engel kalmadı mı? O da ayrı mesele... Türk adliyesinin arşivlerine girmiş, taramış değilim. Benim yazı ve konuşmalarımdan dolayı benim ve yayınların sahipleri, sorumlu müdürleri hakkında açılmış onca davanın sonuçlarını bilmiyorum. (Kürtçe rubailerimi bile, içinde “Kürdistan” adı geçiyor diye toplamış ve dava açmışlardı...) Ayrıca Türkiye düşünce ve ifade özgürlüğü bakımından tekin bir ülke mi? Dönersem artık özgür olacak mıyım? Gazeteci arkadaşlara da söyledim: Beşikçi daha yeni bir yazısı yüzünden, içinde “Kürdistan” kelimesi geçti ve Q harfini kullandı diye 16 ay ceza aldı. Bense her konuşmamda, her yazımda belki on kez Kürdistan diyorum...

Ama bunu bilerek, bu riskleri ve başkalarını göze alarak dönüyorum. Dönüş kararımı, daha bu takipsizlik kararı gündemde yokken, aylar önce açıkladım.

Dönüşümün hükümetle yapılan herhangi bir pazarlıkla ilgisi yoktur. Kürt sorununun çözümünde “Muhatap alınma”, “görüşme” ve benzer şeyler de söz konusu değil. Bay Öcalan ve çevresi paniğe kapılmasınlar! 30 yıldan sonra ülkeme dönmek istiyorum, o kadar! Dönüşümle ilgili yakıştırmalar çirkin ve ayıptır. Ben ne kullanılacak adamım, ne işbirlikçi biri... Ben kimseye baş eğmeyecek bir şair ve onurlu bir siyaset adamıyım. Benim hayat hikâyem ortada. Alnım açık, başım dik. Bundan sonra da öyle olacak, kimsenin kuşkusu olmasın. Benimle ilgili bu tür spekülasyonları ancak kötü niyetliler yapar ve bu türden zırvalara ancak beni tanımayan saflar ve budalalar inanır.

İşbirlikçilerin, kullanılanların, bizzat kendi ifadeleriyle “hizmette olanların” kim olduğu ise açık. Geri zekâlı olmayan herkes bunu görebilir.

Öte yandan ülkede de, elbet Kürt sorununun çözümüne ve ülkenin genel olarak demokratikleşmesi üzerine görüşlerimi söylerim. Çözüm ve barış sürecine katkı sunmaya çalışırım. Bu konuda Kürt-Türk, sivil toplumdan ya da siyasi, herkesle diyaloga açığım. Kimse benim “bunca yıllık emeğimin boşa gitmesi”nden kaygı duymasın ve böylesine boş laflar etmesin. Bu emek boşa gitmez.

Bay Öcalan benim Kürt sorununun çözümüne ve barışa ilişkin bir projem olmadığını söylüyor. Bu da komik. Kürt sorununa ve çözüme ilişkin projemiz daha 1975 yılında, yani ortada PKK yokken vardı, Kürdistan Sosyalist Partisi’nin programında yazılıydı. Yıllar içinde yüzlerce kez kamuoyuna yansıyan bu çözüm önerileri bugün de anahatlarıyla devam ediyor. Bay Öcalan da elbet bunları bilir. Bunlardan biri de 1993 yılında kendisiyle birlikte kamuoyuna sunduğumuz protokolde yazılı olanlardı. Ben hâlâ bu protokole sahip çıkıyorum. Ya Öcalan?

Ya kendisinin çözüm önerileri? 30 yıl önce, 15 yıl önce ne diyordu, şimdi ne diyor? Özellikle son yıllarda, nerdeyse altı ayda bir değişen çözüm projeleri akıllarda kaldı mı? Öcalan ve partisi, gele gele “tek devlet, tek ulus, tek bayrak, tek resmi dil...” gibi gerçekte Türk rejiminin tüm sözcülerinin savunduğu yere kadar çıtayı düşürmedi mi?

Konuştuğum için Öcalan bana çok öfkeli, susmamı istiyor besbelli. Çünkü “yol haritası” dediği şeyin gerçekte kimin yol haritası olduğunu biliyor ve kitlelerin olan bitenden, bu asıl pazarlıktan haberdar olmasından ürküyor. Kürtler duymadan, ne olup bittiğini anlamadan, o her şeyi sessizlik içinde halletmek istiyor. Kimse bu projeyi bozmamalı...

Yapma Öcalan, iki gözüm yapma! Biliyorum canın tatlı, o hücrede hâlâ can kaygısı taşıyorsun. Ama bu kadarı da ayıptır! Ortada bir halkın kaderi söz konusu ve gerçekten bu halka öncülük yapmaya soyunanların, senin de dediğin gibi, “halkın onurunu çiğnetmemek” gereği bir yana, kendilerinin de onura ihtiyacı var.

Ölüme başı dik yürüyen Kürt kızı Leyla Kasım gibi...

 
PSK Bulten © 2010