Kemal Burkay’la söyleşi
Sorular:
Murat Yalnız
Yangını Doğudan Batıya
Taşıyanlar… (*)
Bir çalışma içerisindeyim. Son yıllarda
kapkaç, otopark, uyuşturucu, haraç, fuhuş mafyaları
gibi örgütlenmelerde Doğu kökenlilerin etkinliğinin
artmasıyla, özellikle Batı ve Marmara bölgelerinde
gençler arasında yükselen yeni tür bir Kürt karşıtlığı
da gözleniyor. “Yeni tür” diyorum çünkü bu karşıtlık
siyasi öğeler içermiyor ve bir ideolojisi yok. Tamamen
ideolojisiz bir tepki ve korkuyla ilgili. Gençler İstanbul’a
güneydoğudan gelen gençlerin suçu arttırdığını
(kapkaç, otopark mafyası, fuhuş, uyuşturucu,
haraç...), büyükşehirleri bir korku şehri haline
getirdiğini, Kürt gençlerden ve Kürtlerin yoğun
yaşadığı yerlerden uzak durulması
halinde suçtan ve beladan da uzak kalınacağını
düşünüyor. Bu ideolojisiz tepki giderek tehlikeli bir
hal alıyor (Kürtlerin yaşadığı yerlerden
uzak duruluyor, ev iş verilmiyor, hatta karşısındakinin
Kürt olduğunu öğrenen insanlarda korkuyla karışık
tavır değişikliği oluyor.) Aşağıdaki
sorularımla ilgili varsa somut bilgiler verebilir ve
görüşlerinizi iletirseniz sevinirim.
Bu gözleme katılıyor musunuz? Yükselen
ama siyasi olmayan bir tepki var mı? Nasıl bir tepki
bu ve somut örnekleriyle karşılaştığınız
oldu mu?
Uzun zamandır yurt dışında olduğum
için, açık ki bu konuda gözleme dayanan bilgilerim olamaz.
Ancak ülkede olup bitenleri medyadan izliyorum, bu konudaki
yakınma ve tartışmalardan haberdarım.
Kendim de bu ve benzer konular üstünde zaman zaman yazıyorum.
Nitekim bundan üç ay kadar önce, Hürriyet Gazetesi yazarlarından
Ferai Tınç’ın, ”İstanbul sorunu bir Güneydoğu
sorunudur” başlıklı yazısını
okuduktan sonra aynı konuda ve benzer başlıklı
(İstanbul sorunu bir Kürdistan sorunudur) bir yazı
yazıp kendi internet sayfamızda yayınladım.
(Bu yazıyı ayrıca size gönderiyorum.)
Bence böyle olması şaşırtıcı
değil. Bu tepki şu anda, çoğu insan için belki
bilinçli bir siyasi tepki değil; ama kanımca tümden
siyasi ve ideolojik renkten yoksun da değil. Bazıları
bunu değişik amaçlarla örgütlü bir biçime ve eyleme
de dönüştürmek istediler. ”Bayrak olayı” nedeniyle
yaşananlar taze… Böyle giderse duyulan tepkiler çok daha
geniş boyutlu bir gerilime ve çatışmalara dönüşme
riski taşıyor.
Bu tepki kaynağını nereden alıyor?
Suç ve Kürt kelimesinin bu kadar yan yana telafuz edilmesinin
müsebbibi kimler?
Sözünü ettiğiniz tepkilerin görünürdeki nedeni, son
dönemde özellikle İstanbul’da, bir ölçüde de diğer
kentlerde artan kapkaç, hırsızlık, haraç, otopark
olayları ve benzeri kriminal eylemlerdir. Elbet bunların
tümünü Doğu ve Güneydoğu’dan gelmiş olanlar
yapmıyor. Ama bu türden eylemlerde o yörelerden gelenlerin
payı son yıllarda birhayli arttı. Bu da insanların
kriminal olaylarla Kürtler arasında bir bağlantı
kurmalarına yol açabiliyor. Ancak bu tepkileri besleyen
başka nedenler de var. Yıllardır PKK terörü
ileri sürülerek, ”ayrılıkçılık”, ”bölücülük”
denerek, şu ya da bu ad altında Kürtlere karşı
toplumda olumsuz duygular yaratıldı. Kürt sorununu
adalet ölçüleri içinde, demokratik yöntemlerle çözmeyi başaramayan,
buna yanaşmayan rejim, sorunu kendi eliyle terörize etti
ve üstelik bu politikanın yol açtığı olumsuz
sonuçlar nedeniyle Kürtleri suçladı. Kamuoyu yaratan
büyük medya kuruluşları, TV ve gazeteler de bu konuda
kötü bir sınav verdiler, bu tür kampanyalara hizmet ettiler.
Bugünkü durumun baş sorumlusu, Kürt sorunundan kurtulma
hesabıyla, Kürtleri doğup büyüdükleri anayurtlarından
sürmeye yönelik devlet politikasıdır. 15 yıllık
kirli savaş döneminde dört bine yakın Kürt köyü
yakıldı, yıkıldı, boşaltıldı.
Kasabalar ve küçük kentler bile sık sık böylesine
bir teröre hedef oldu. Milyonlarca insanın bir bölümü
bölgedeki büyük kentlerin çevresine yığılırken
önemli bir bölümü İstanbul, İzmir, Bursa, Antalya,
Mersin ve batıdaki öteki kentlere sığındı.
Bu bir sürgündü. Böylece geniş kırsal alanlarda
halk göçe zorlandı, bölgenin demografik yapısı
altüst edildi.
Bu salt PKK ile mücadele için yapılmadı, o sadece
bu işin bahanesi oldu. 12 Eylül rejimi daha PKK eylemleri
başlamadan bölgedeki binlerce köyü, sözde istimlak ederek
boşaltma projesi yapmıştı ve bu plan o
dönemde basına yansıdı, 12 Eylül koşullarında
bile yaygın tepkilere yol açtı. Zaten bu yasal olarak
yapılamazdı, terör bahanesiyle yapıldı.
Böylesine bir kitlesel sürgünün Türkiye’nin sosyal dengelerini
de altüst edeceği, büyük kentlerin varoşlarına
yığılan bunca evsiz barksız, işsiz
ve eğitimsiz insanın çok ciddi sorunlara yol açacağı
belliydi. Biz yıllar boyunca dilimizde tüy bitercesine,
Demirel ve Çiller de dahil, bu pervasızca politikanın
yürütücülerine seslendik. ”Kendi komşusunda yangın
çıkaran kendi evini de riske atar” dedik. ”Sürgünlerle
yangını batıya taşıyorsunuz” dedik.
Ama aldıran kim!
Bu yanlış politikanın sonuçları işte
şimdi derleniyor, ama yine Kürtler suçlanıyor..
Kapkaç, otopark gibi sokak çetelerinin
arkasında PKK olduğu söyleniyor. PKK bu işi
destekliyor mu? Suçtan gelen para örgüte mi akıyor?
PKK’nın bu işte rolü var mı yok mu, varsa
ne kadar, bilemem. Ama bir yerde eğer rant var, işsiz
ve aç insan çok, toplumsal ahlak da dejenere olmuşsa
(ki Türkiye’de böyle) orada mafya da sokak çeteleri de türer
ve kısa yoldan ”köşeyi dönmek” isteyen birçok insan
bu suç örgütlerine takılır. Bu Kürt de olur, Türk
de. Uyuşturucu ağının yıllar içinde
kimlere ulaştığı, Türkiye’de sistemin
en kutsal yerlerini bile nasıl bir ağ gibi sardığı,
”siyaset-devlet-mafya” üçgeni, yani Susurluk, bunun somut
örneği. Ama suçu PKK’ya yüklemek rejimin sorumluları
bakımından bir kolaylık. Nasıl olsa PKK’nın
adı çıkmış ve kitleler buna inandırılmış..
Hani nerdeyse ülkenin yüzmilyarlarca dolarına mal olan
şu ünlü banka hortumlamalarını bile PKK’ya
yükleyip işin içinden çıkacaklar. İlginçtir,
sokaktaki insan küçük Kürt kapkaççıya duyduğu öfkeyi,
geleceğini karartan bu hortumculara duymuyor.. Demek
ki soyguncu olunca da büyük olmalısın!
Doğuda işsiz 10 binlerce Kürt
genci var. Batıda yaşayanlardaysa bu gençlerin göç
yoluyla büyükşehirleri istila edip, yaşanamaz hale
getireceği endişesi hakim. Sizce bu gerilim nereye
varabilir? Bir gettolaşma ve karşılıklı
şiddete dönüşür mü?
Bu insanlar köylerinden, zorla çıkarıldılar,
topraklarından edildiler, üretimden koparıldılar.
Yüzbinlercesi geçtiğimiz yıllarda Batıdaki
büyük kentlerin varoşlarına yığıldı.
Hala doğudaki büyük kentlerde onlardan onbinlerce, yüzbinlerce
var. Bunların iş güç ve ekmek peşinde batıya
yönelmesi doğal. Onlar sistemin yanlış uygulamalarının
kurbanları. Öte yandan, geldikleri yerde yeni sorunlara
yol açıyorlar. Batıdaki büyük kentlerde yaşayan
insanların da bu durumdan tedirgin olmaları doğal.
Ancak unutmamalılar ki bu işin asıl sorumluları
bu insanlar değil, onları bu duruma düşürenler.
Çözümü de ona göre aramalı.
Bu elbette ciddi bir sorun. Çözüm bulunmaz ve böyle devam
ederse, şu anda batıdaki –aynı zamanda doğudaki-
büyük kentlerde yaşanan sorunlar daha da büyüyüp içinden
çıkılmaz bir hal alabilir. Bir getolaşmaya,
daha ürkütücü bir kamplaşmaya ve çatışmalara
yol açabilir.
Bu gerilim nasıl ortadan kaldırılabilir?
Kimin üstüne ne görev düşüyor?
Yapılması gerekenlerin başında köye dönüşün
gerçekten yolunu açmak. Elbet bu aşamadan sonra, isteyen
istemeyen herkesi zorla geriye çevirmek olmaz. Ama yol açılırsa,
gelirken isteyerek gelmemiş, büyük kentlerde rahat olmayan,
işi evi olmayan birçok insan geri dönmek isteyecek ve
bu kentleri rahatlatacak, yeni yoğun göçleri de engelleyecektir.
Şu anda köye dönüşün lafı var, ama gerçekte
devlet buna karşı. Devlet Kürtlerin tekrar köylerine
dönmesini istemiyor. Arada bir salt AB’nin etkisiyle sanki
köye dönüş serbestmiş gibi bir hava veriliyor ve
nazarlık kabilinden dönen de oluyor. Ama gerçekte yol
açık değil. Kendi olanaklarıyla dönmek isteyenler
bile güvenlik güçleri ve onların denetimindeki köy korucuları
yoluyla tehdit ediliyor, gidenler yeni kurbanlar verip gittiklerine
bin pişman oluyorlar.
Kaldı ki bu insanlar mağdur. Hem onlara dönüş
yolunu açmak, hem bunu kolaylaştırmak, yaralarını
sarmak lazım. Bu konuda Türkiye’nin sırtına
fazla yük de binmez, belki de hiç binmez. Çünkü AB, dönüş
projelerini finanse etmeye açık olduğunu ısrarla
belirtiyor. Yani üstelik, depremlerde filan olduğu gibi,
bu vesileyle Türkiye’ye önemli miktarda döviz girecek…
Bu, sorunun çözümü için atılması gereken en önemli
adım.
Dönmek istemeyenler için de, zorla gerisin geri dönderilemiyeceklerine
göre, bulundukları yerlerde ciddi uyum programlarını
hayata geçirmek gerekir. Yani onlara ve elbet benzer durumdaki
tüm insanlarımıza konut ve iş sağlamak,
eğitimlerine yardımcı olmak. Çocukları
ve gençleri sokaktan kurtarmak…
Ne yazık ki rejim hem bu tür makul çözümlere itibar
etmiyor, hem de hala yanlışta, eski yöntemlerde
ısrar ediyor. Son dönemde, ortalığın yeniden
ısıtılması, aynı merkezden yönlendirilen
iki taraflı çabalarla bölgede şiddetin canlandırılması,
operasyonlara hız verilmesi boşuna değil. Öyle
anlaşılıyor ki boşaltma işi tamamlanmak
isteniyor!
Bu konuda ülkeyi dünden bugüne yöneten politikacılardan
umutlu değilim. Bu işin sorumluları onlar ve
bugün de sözde iktidarı ve muhalefetiyle sorunlara çözüm
getirici projeleri yok. Ama kamuoyu bilinçlendiği ölçüde
onlar belli adımlar atmaya zorlanabilir. Bu işte
basına, aydınlara, sivil toplum kuruluşlarına
görev düşüyor. Onlar ”ulusal çıkarlar” filan adına,
düzen politikalarına ayak uydurma anlayışını
bırakıp gerçekçi, adil ve çağdaş çözümler
için kamuoyu oluşturmalı ve yönetimi zorlamalılar.
Devletin, toplumda bir Kürt antipatisi
yaratmak için Kürt mafyasının önünü açtığını
iddia edenler de var. Siz ne düşünüyorsunuz?
Devletin özel olarak bunu yapıp yapmadığını
bilemem. ”Osmanlıda oyun çok!..” Ama Kürt mafyasının
önünü isteyerek açmasa bile, izlediği politikalarla sonuçta
Kürt-Türk, her türden mafyanın yolunu döşediği
kuşku götürmez.
--------------------------------------
(Bu söyleşi bundan dört ay kadar önce, 1 Temmuz 2005’te,
İstanbul’da yayınlanan haftalık Aktüel Dergisi
muhabirlerinden Murat Yalnız’ın sorularına
verilen cevaplardır. Ancak bu konuda yayın yapılmadı
ve bu söyleşi de yayınlanmadı. Konu Türkiye
bakımından hala canlı olduğu ve daha uzun
süre de öyle olacağı için, söyleşiyi kendi
sitemizde okurlara sunmayı yararlı buldum. 23 Ekim
2005)
|