PSK PSK Bulten KOMKAR Roja Nû Weşan / Yayın Link Arşiv
Dengê Kurdistan
PSK
PSK Bulten
KOMKAR
Roja Nû
Weşan/Yayın
Arşiv
Link
Pirs û Bersiv
Soru - Cevap
Webmaster
psk@kurdistan.nu
 
 
TCK, Zina, AB…

Kemal Burkay

Yeni Türk Ceza Kanunu tasarısı, zinanın suç sayılıp sayılmaması tartışmasına takıldı.

Bir son dakika golü olarak, zinayı suç sayan bir maddenin tasarıya eklenme çabası üzerine, kamuoyunda başlayan ve günlerdir süren yoğun tartışmalar malum.

AKP’nin parlamento grubu ve hükümet, en başta da Başbakan Erdoğan, zinayı suç sayan bir hükmün eklenmesini desteklediler. Hatta, sözde muhalefet lideri ve pek laik Baykal hazretleri de başlangıçta destekledi, ama tepkiler yükselince caydı. Derken, AB’nin de devreye girmesiyle hükümet sıkıştı ve sonuçta, artık son iki maddesine gelinmiş, Meclis’ten geçip kanunlaşmak üzere olan tasarıyı komisyona geri çekti, görüşmeler ileri bir tarihe ertelendi.

Erdoğan bununla da kalmadı, AB’ye rest çekti, “biz Türküz, içişlerimize karışamazlar, AB olmadan da olur!” diyerek, Türk yöneticilerde görmeye alışık olduğumuz bir tarzda efelendi. AB Sözcüsü Verheugen ise, haklı olarak, “Türkiye’ye girmek isteyen AB değil, Türkiye AB’ye girmek istiyor” diyerek, Türkiye’nin “içişlerini” de ona göre düzenlemek zorunda olduğunu hatırlattı.

Şimdi Türkiye’de yoğun biçimde bu konu tartışılıyor. Zina konusundaki tutum ve Erdoğan’ın sözleri, AB’den müzakere tarihi almaya hazırlanmış kamuoyunda soğuk duş etkisi yaptı. Tabi, Erdoğan’ın tutumundan belki ilk kez memnun olanlar da var. Bunlar Türkiye’yi AB’den uzak tutmaya çalışan ırkçılar, Kemalistler, militaristler filan…

Erdoğan böyle yaparak AB konusundaki inandırıcılığını büyük ölçüde sarstı ve Türkiye’nin AB’den müzakere tarihi almasını da zora soktu.

Şimdi herkes bunun nedenlerini tartışıyor. AB projesi, Türkiye ve Erdoğan’ın kendi partisi, hükümeti için böylesine, zinanın suç sayılıp sayılmaması türünden bir TCK maddesine feda edilebilecek basit bir şey midir? Yoksa Erdoğan ve partisi, AB konusunda, başından bu yana inanmadığı, benimsemediği bir uğraş içinde mi idi? Yani bazılarının deyişiyle takiye mi yapıyordu? Yoksa Erdoğan, sözlerinin yol açacağı sonuçları ölçemiyecek kadar öfkesine yenilen, deneyemsiz biri mi?

Lider olarak yeter donanımlı, deneyimli olmadığına kuşku yok. Attığı adımlarda ve sözlerinde yeterince dikkatli olmadığı, iyi hesap yapmadığı da belli. Daha önce, güç dengelerini iyi hesaplamadan attığı kimi adımlarda geri çekilmek zorunda kaldı. Türban ve imam-hatip okullarıyla ilgili girişimlerinde olduğu gibi. Bu kez de belki sonuçta yine geri adım atacak.

Ama son olay kanımca, yalnızca Erdoğan’ın kişisel zaaflarının ürünü değil. Geçmişte de zaman zaman değinmiştim: AKP’nin demokratik bir geleneği yok ve bu konuda geçmişi umut vermiyor. Kadroları demokrasi mücadelesinde pişmediler. Aksine, dinci kesim de aynen MHP gibi, rejimin solu ve demokrasi güçlerini sindirmek için kullandığı bir stepne idi. Bu şekillenme ve düşünce yapısı, bir anda silinip gitmiş olamaz.

Elbet zaman ve değişen koşullar kişileri ve örgütleri belli değişimlere zorlayabilir. AKP bir yönüyle, İslamcı hareketteki böylesi bir değişimin ürünü. Bir kere, İslamcı hareketin yolu hep Kemalist-militarist güçlerle kesildiği için, onların başa oynamasına göz yumulmadığı için, onlar da daha esnek yöntemler seçer oldular. Demokrasinin kendilerine de gerekli olduğunu, en azından işlerine yarıyabileceğini gördüler. Bu nedenle, daha önce AB’ye karşı iken ona sığındılar. Ama bunun içtenlikli bir demokratik tutum olmadığı açık. Demokratlıkları salt kendilerine gerekli olduğu kadarıyla ve gerekli olduğu yere kadar…

Örneğin, AB tarafından aydınlara, Kürt yurtseverlerine yönelik haksız uygulamalar dile getirildiğinde, Erdoğan hep “bir şiir yüzünden yasaklandığımda bana neden sahip çıkmadınız!” diye tepki gösterdi. Bir bakıma, başkalarının hakları, özgürlüğü Erdoğan’ın pek umurunda değil; o hep kendisiyle ve temsil ettiğini düşündüğü cemaatin çıkarlarıyla meşgul.

AB ile bu alışverişin ise yürekteki kimi özlemleri karşılamaya yetmediğini zamanla gördüler. Kimi beklentiler gerçekleşmedi. AB’nin bazı tavır ve tutumları, ona yönelik umutlarını zayıflattı. Örneğin AİHM türbana ilişkin başvuruları reddetti. Fransa, türbanı da kapsayan yasasıyla, hoşlarına gitmeyen bir uygulama başlattı. Zina konusundaki AB tepkisi ise işin tuzu biberi oldu. AKP’liler de aynen ırkçılar, şovenler gibi, AB’nin kendi muhafazakar dünya görüşleri ve İslami kimlikleri için oluşturduğu reski adeta yeniden keşfettiler..

Öyle olunca da Erdoğan ve partisi herhalde düşünmüşlerdir: Bu demokrasi bize yarıyor mu? Böyle olduktan sonra bizim generallerle ne diye çekişelim?. Onlarla bir güzel uzlaşır, işimize devam ederiz. Demokrasinin de canı cehenneme!

Zaten türban, imam-hatiplilerin istemleri, içki-işret konularını çıkarırsan, öteki konularda bayağı uzlaşıyorlar. Zinayı suç sayma konusunda bile.. AKP eğer AB’ye rest çekerse o zaman, temel siyasi ve ekonomik konularda pek bir farkları kalmıyor. MGK da, onları böylece hizaya getirdikten sonra, iktidar değilse bile, hükümet olmalarına izin verir; neden vermesin!

TCK konusunda da AKP ile öteki statükocular arasında pek fark yok. Tartışmalar şu sürpriz zina maddesine düğümlendi de, öteki maddeler güme gitti. Yeni tasarı ne kadar demokratik, temel özgürlüklere güvence getiriyor mu? Bu pek tartışılmadı, ya da çok az tartışıldı.

Aslında yeni tasarı da eskisinin birçok olumsuzluğunu sürdürüyor, hatta yer yer ağırlaştırıyor. Örneğin, tasarının 216. Maddesinde düzenlenen mevcut yasadaki 312. Madde. Yeni formülasyon eskisinin nerdeyse aynı: “Halkın sosyal sınıf, ırk, din, mezhep veya bölge bakımından farklı özelliklere sahip bir kesimini, diğer bir kesimi aleyhine kamunun güvenliği için tehlikeli tarzda kin ve düşmanlığa alanen tahrik eden kimse bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.” Bu, daha önceki ünlü 141-142. Maddelerde de yazılı olan şey. Numara değişiyor ama özü korunuyor.

Bu maddenin geçmişten beri nasıl uygulandığını ise biliyoruz. Maddeye göre sözde “sosyal bir sınıfın diğer sosyal sınıflar üzerinde baskı kurmasını” propaganda edenler veya hedefleyenler cezalandırılıyordu. Ama pratik? Bu baskıyı kuranın ve baskı görenin hangi sınıflar olduğu belliydi. Baskı kuran burjuvazi ve bürokrasi iken, hep baskıya karşı çıkanlar, solcular ve işçi sınıfının temsilcileri cezalandırıldı.

Maddeye göre sözde ırkçılık yapanlar cezalandırılıyordu. Ama hep ırkçılığa hedef olan, haklarından yoksun tutulan Kürt aydın ve yurtseverleri ve onlara dayanışma gösteren Türk sosyalistleri ve demokratları cezalandırıldı.

Mezhep ve bölge ayrımı konusunda da aynı şey oldu. Hep ayrıma tabi tutulanlar, hakları yenenler cezalandırıldılar.

Bu madde geçmişten bu yana baskı sistemine kalkan oldu, baskıya karşı çıkanlara, hak ve özgürlük isteyenlere karşı ise demoklesin kılıcı. Bundan sonra da öyle olacağına kuşku yok.

Başkalarının hak ve özgürlüklerine ilişkin inkarcı, baskıcı anlayış değişmemişse yasalarda ne yazılı olduğu fazla önem taşımıyor.

Düşünce özgürlüğünü biçenlerden 159. Madde de bu tasarıda, numara değiştirerek varlığını sürdürüyor.

Bugüne kadar hem sola, emekçilerin mücadelesine, hem Kürt halkının hak ve özgürlük taleplerine karşı işletilmiş olan “Devlete Karşı Suçlar” bölümü ise varlığını sürdürdüğü gibi, “cebir ve şiddet”e eklenen “tehdit” gibi esnek bir ibare ile daha da agırlaştırılıyor. Çünkü bu ülkede devlet kutsal, halk ve bireyler ise önem taşımıyor. Ceza yasasının görevi, aynen 1982 Anayasası gibi baskıcı devleti, onun zorbaca uygulamalarını güvenceye almak, halkı zapturapt altında tutmak..

Bunlar yetmiyor, yeni tasarı ile düşünce ve örgütlenme özgürlüğüne darbe vuracak ek tuzaklar konuyor. Örneğin “temel milli yararlara karşı hareket”i cezalandıran 308. madde. Her anlama çekilebilecek son derece lastikli bir madde; politik iktidarın, genel kurmayın, polisin, savcının, yargıcın keyfine bağlı olarak içine her şey sokulabilir! Cezası ise 3 yıldan 10 yıla kadar…

Sistem geçmişten bu yana halka güvenmedi, ona hak ve özgürlük tanımayı göze alamadı. Bugün de durum değişmiş değil. Kürt halkına ulusal haklar, Türk halkına demokrasi tanımak bu insanları ürkütüyor.

Ülkeyi dünden bugüne yönetenler bu bakımdan tornadan çıkmış gibiler. Özgürlükler konusunda AKP’nin onlardan bir farkı yok.

Bu tasarının da asıl bu yüzü üzerinde durmalı. Oysa toplum gitti yine yatak odası ilişkilerine takıldı. Ya da birileri bile bile öyle yaptılar.

Sonuç olarak, böyle bir tasarının geri çekilmesi, demokrasi açısından pek bir kayıp sayılmaz.

Peki bu toplum nasıl değişecek? Evet, temel sorun da bu. Kimse kendi kendisini aldatmasın, ne Türk aydınları ne AB çevreleri..  Şu anda Türkiye’de büyük bir değişim, devrim veya reform diye nitelenecek bir durum yok. Bugünkü Türk yönetimi de, dünküler gibi sadece sisteme makyaj yapıyor. Canı sıkılırsa o makyajı bile yapmaz; hatta mevcut ucubeyi daha da çarpıtır.

Kurdun kafesi üstüne köpek levhası iliştirmekle o ehlileşmiyor.

Yine de umutsuz olmamalı elbet. Ama kendi kendini aldatmanın da alemi yok; işi ciddiye alıp çabaları sürdürmeli. Şimdiki köpeklerin de bir zamanların kurdu olduğunu unutmamalı..

 
 
PSK Bulten © 2004