PSK PSK Bulten KOMKAR Roja Nû Weşan / Yayın Link Arşiv
Dengê Kurdistan
PSK
PSK Bulten
KOMKAR
Roja Nû
Weşan/Yayın
Arşiv
Link
Pirs û Bersiv
Soru - Cevap
Webmaster
psk@kurdistan.nu
 
 
AB’nin Yeni İlerleme Raporu

Kemal Burkay

Avrupa Komisyonu’nun 6 Ekim’de yayınlanan Türkiye ile ilgili “İlerleme Raporu” bizce herhangi bir sürpriz taşımıyor, yani beklendiği gibi çıktı. Onun Türkiye’ye müzakere tarihi verilmesini tavsiye edeceği ve bunun için yeni şartlar koşmayacağı tahmin ediliyordu. Bu durumda, eğer arada beklenmedik sürpriz gelişmeler olmazsa,  örneğin Türkiye’deki AB karşıtları son bir hamle ile bu süreci provoke etmezlerse, önümüzdeki 17 Aralık’ta liderler zirvesinden, bu tavsiyeye uygun olarak Türkiye için müzakere tarihi çıkacak görünüyor.

Rapor Türkiye’de, AB karşıtı belli bir kesim hariç, genel olarak olumlu karşılandı. Türkiye bakımından olumlu olduğuna kuşku da yok. AB’ye üyelik yolunda önemli bir dönemeç aşıldı. Öte yandan, raporla ilgili olarak, hem leyhte, hem aleyhte abartma ve çarpıtmalar da az değil. Bu ise Türkiye siyasi çevreleri ve basını bakımından doğal, alışıldık bir şeydir.

Türkiye’de son iki-üç yıldaki gelişmeleri değerlendiren İlerleme Raporu ne kadar gerçekçi? Bu yazıda daha çok insan hakları ve Kürt sorunuyla ilgili olarak, raporda yer alan bazı belirlemelere değineceğim.

Rapor, düşünce va basın özgürlüğü ve kültürel haklar gibi bazı konularda, Türkiye’de yapılan “reformları” aynen Türk basını ve siyasi çevreleri gibi oldukça abartıyor, tabloyu pembe gösteriyor. Örneğin “Azınlık Hakları ve Kültürel Haklar, Azınlıkların Korunması” bölüm başlığı altında şöyle deniyor:

“Kültürel hakların korunmasında 1999’dan beri önemli gelişmeler sağlanmıştır.” Eğitim planında bazı Kürt illerinde açılan özel dil kursları ile Kürtçenin iki lehçesindeki yarımşar saatlik TV yayını buna örnek gösteriliyor. Bu göstermelik adımları “önemli” saymak için, insanın 20 milyonluk bir halkı çok önemsiz sayması gerekir. Bu tutum Türk rejiminin süregelen yasakçı tutumunu perdelemekte, hoş görmektedir; yalnız ayıp değil, çirkindir.

Yine rapordaki “Kürt dilinin kullanılışına ve Kürt kültürünün ifade edilmesine yönelik daha fazla tolerans gösterilmektedir,” ibaresi de gerçek durumu yansıtmıyor.

Bu raporun da, daha öncekiler gibi, Kürt sorununu gerçek boyutlarıyla ele almadığı, bu konuda Türkiye’nin önüne net görevler koymadığı açık. Bu, AB’nin öteden beri süregelen tutumu. Avrupa, Kürt sorununun gerçek boyutlarını elbet biliyor. Yani bunun bir azınlık sorunu olmayıp ulusal sorun olduğunu, eşitlik temelinde bir çözüm gerektiğini, bunun biçiminin, ya kendi kaderini tayin hakkı ya da gönüllü federasyon olabileceğini... Ama bu konuda ilkeli, kararlı ve dürüst davranmıyor. Kürtlerin durumunu kendisine dert etmiyor. Türkiye’yi incitmemek, ilişkileri koparmamak için, Türkiye’nin makyaj türünden yaptığı göstermelik düzenlemeleri övüyor, müzakereleri başlatmak için yeterli buluyor.

Raporun da gösterdiği üzere, AB, şu aşamada Kürt sorununu daha çok azınlık hakları düzeyinde ele alıyor ve Türkiye buna bile razı olmuyor; Türk yöneticiler bunu engellemek, azınlık haklarını bile Kürtlerden esirgemek için yırtınıyorlar. Nitekim, bir yandan raporu çarpıtmaya, orada Kürtler için istenenleri gizlemeye çabalıyor, öte yandan 17 Aralıkta, Kürtler için önerilenleri silmek, daha geri bir düzeye çekmek için nerdeyse seferber oluyorlar.

Gerek Türk politikacılar, gerekse Türk basını ağırlıkla raporu çarpıttılar ve Kürtlerin orada bir azınlık sayılmasının Bay Erdoğan ve Gül’ün çabalarıyla engellendiğini, son anda değişiklik yapıldığını söylediler. Yani iddialarına göre Kürtlerin ve Alevilerin azınlık sayılmasına itiraz edilmiş, Alevilerinki değiştirilememiş, Kürtlerinki ise değişmiş…

Besbelli Kürtler neyse odur, kağıt üzerinde azınlık sayılmış ya da sayılmamış, gerçeği değiştirmez. Kürtler geniş bir vatanları olan 40 milyonluk bir ulustur. Bunu ne Bay Gül değiştiribelir, ne Erdoğan, ne Avrupa!

Ayrıca, rapordaki değişikliğe ilişkin söz konusu iddia da doğru değil. Baylarımız neye itiraz ettiler ve raporda neler değişti, elbet bilmiyoruz, ancak raporun son hali yine de onları yalanlıyor. Türk tezini reddediyor. “Azınlık Hakları, Kültürel Haklar ve Azınlıkların Korunması” başlığı altındaki bölümde aynen şöyle deniyor:

“Türk otoritelerine göre 1923 Lozan Antlaşması’nda sayılan gayrimüslim azınlıkların dışında Türkiye’de azınlık yoktur. Bunlar ise Yahudiler, Rumlar ve Ermenilerdir. Ne var ki Türkiye’de Kürtler de dahil (abç) başka topluluklar da var. Bu kapsamda, Türkiye’nin  BM Politik ve Sivil Haklar Sözleşmesi ile BM Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklar Sözleşmesi’ne koyduğu ihtirazi kayıtlar, bu sözleşmelerde belirlenen eğitim hakkının ve azınlıkları ilgilendiren öteki hakların korunup geliştirilmesini engellemektedir.

“AGİT (OSCE) Ulusal Azınlıklar Yüksek Komiserinin, ulusal azınlıkların haklarıyla ilgili olarak diyalog kurmak için 2003 yılında Ankara’ya yaptığı ziyaret henüz bir sonuç vermemiştir. AGİT Ulusal Azınlıklar Yüksek Komiseri, Kürtleri de kapsayan azınlıklara (abç.) modern ve uluslararası standartlara uygun davranılması için Türkiye ile tam bir anlayış birliği sağlanmasında değerli bir rol oynayabilir.

“Yukarda belirtildiği gibi, Türkiye henüz Avrupa Konseyi’nin Ulusal Azınlıkların Korunması İçin Çerçeve Sözleşmesi ile Bölgesel ve Azınlık Dillerine İlişkin Avrupa Şartı’nı imzalamış değil. Yine, İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi’nin ayrımcılığı yasaklıyan 12 Nolu Protokolü’nü de imzalamış değil.”

Bu ifadelerden açıkça anlaşılıyor ki AB komisyonu Kürtleri -en azından- ulusal azınlık stütüsünde görüyor ve yine -en azından- azınlık hakları çerçevesinde haklar tanınmasından yanadır ve bunu raporuna işlemiştir. Bu çerçeve, Kürt sorununun gerçek boyutlarına uygun eşitlikçi bir çözümü sağlamaya yetmese bile –ki yetmez- eğer hayata geçirilebilirse, Kürt halkına önemli hak ve özgürlükler sağlar. Çünkü bu, ilkokuldan üniversiteye kadar eğitim demektir; Kürt dilinde kısıtlı olmayan tam bir basın özgürlüğü, radyo ve TV yayını vb. Demektir; Kürtlerin anadillerini siyasal toplantılarda, seçim propagandalarında da dile getirebilmeleri (bu konu raporda ayrıca işaret edilmiş) demektir; örgütlenme alanında yeni ve ileri haklar demektir.

Sonuç olarak diyeceğim şu: Tüm eksiklerine, yetersizliklerine rağmen bu raporda da, daha öncekilerde olduğu gibi, Kürt halkını ilgilendiren ve Türkiye bakımından eksik bulunup yerine getirilmesi istenen bir dizi hak ve özgürlük var. Bunlar önem taşıyor. Bunları yetersiz bulup burun kıvırmak, ya hep ya hiç türünden bir tutum takınmak, yanlış olur ve tam da karşı tarafın istediği şeydir. Aksine, Kopenhag Kriterleri’nde belirlenen ve bu raporlara yansıyan hak ve özgürlüklere sahip çıkmak, onları hayata geçirmesi için Türkiye’yi, uygulamayı ciddi biçimde izlemesi için de AB’yi zorlamak son derece önemli.

Her zaman dediğimiz gibi, bu hakların hayata geçmesini istemek, Kürtlerin bir halk ve ulus olarak çok daha temel haklarından vazgeçmek anlamına gelmiyor. AB çerçevesindeki haklara ilişkin mücadele genel mücadelenin bir parçasıdır.

Aslında, legal ve illegal planda sahnede var olan Kürt örgütleri, Kürt demokratik kurumları, aydınlar ve ülkesinin özgür olmasını isteyen, özgürlüğe değer veren her Kürt yurtseveri kendisine sormalı: AB’den çok şey bekliyorum, ama ben ne yaptım, biz ne yaptık? Kürtler, Kürt sorununun çok daha ciddi boyutlarda ele alınması için ne ölçüde üstlerine düşeni yaptılar?

Elbet, bu konudaki görevleri iyi kavrayan ve yıllardır bunun için, olanakları ölçüsünde yoğun ve sistemli çaba gösteren kişiler, örgütler de var. Örneğin Kürdistan Sosyalist Partisi bunlardan biri. Yıllardır her önemli aşamada bildiriler yayınlayarak, mektuplar göndererek, kapsamlı raporlar sunarak, AB kurumlarına ve ilgili ülkelerin hükümetlerine, siyasi partilerine diplomatik ziyaretler ve görüşmeler yaparak, bu konuya ilişkin konferanslar ve kitlesel gösteriler düzenleyerek veya bunlarda yer alarak içte ve dışta kamuyu oluşturmaya, AB kurumlarını etkilemeye çalışıyor.

Ülkedeki bir legal parti, HAK-PAR da  bu konuda düzenlediği rapor ve Diyarbakır’dan Brüksel’e yaptığı son yürüyüşle, orada düzenlediği gösteri ve yaptığı diplomatik görüşmelerle iyi bir örnek sundu.

Avrupa Kürt Platformu bir rapor hazırlayıp kamuoyuna ve AB kurumlarına iletti.

Bunlar iyi örnekler. Ama yetmez. Sadece dert yanmak ise bir işe yaramaz. Bu önemli bir mücadele alanıdır ve nasıl Türk devleti bizim haklarımızı kırpmak, yok etmek için Hükümetinden basınına, diplomatlarından işverenine kadar seferber oluyorsa, bizler de olmalıyız. Bizim geleceğimiz söz konusu.

17 Aralık’a kadar olan dönem bizim için de önemlidir. Kürtler geçen her günü iyi değerlendirmeli.

Öte yandan, 17 Aralıkla iş bitmiyor. Türkiye, demokratikleşme yönünde ciddi adımlar atmadan, yaptığı yasa değişikliklerini ise hayata geçirmeden, diğer bir deyişle Kopenhag Kriterleri’nin gerçekte yerine getirmeyip getirmiş gibi görünerek, Avrupalıların da işine geldiği giçin, 17 Aralık’ta müzakere tarihi alsa bile, tam üyelik için en azından 10-15 yıllık, çekişmeli, inişli çıkışlı bir süre söz konusu. Kürt ulusal hareketi de bu dönemde yurt içinde ve dışında aktif olmalı.

Bu konudaki etkinliğimiz, başarılarımız gibi, genel olarak özgürlük mücadelemizin zafere ulaşması, Kürt halkının kendi kadirini özgürce belirlemesi, en azından eşitlik temelinde bir federasyonun gerçekleşmesi, başkalarının lütfunun, bağışının sonucu değil, bizim mücadelemizin eseri olacaktır. Bize gerekli olan, her şeyden önce kendine güven ve sorumluluk duygusudur. Bu duyguyla güçleri birleştirmeli, kararlı, sistemli bir mücadele yürütmeliyiz. 

 
 
PSK Bulten © 2004