Kemal Burkay’la söyleşi
Soruları yönelten: Ali Usta
Sayın Ali Usta, sitemize gönderdiği mektupta
benimle bir söyleşi yapmak istediğini belirtmiş
ve sorular iletmişti. Belli bir yayın organı
veya site adına olmadığı için kendisinin
de onayını alarak, bu soruları sitemizin
soru-cevap köşesinde yayınlanmak üzere cevaplamayı
uygun buldum.
Sorular ve cevapları aşağıdadır:
Sayin Burkay Kürdistan Sosyalist Partisi
(Partiya Sosyalist a Kurdistan-PSK) ne zaman ve ne için
kuruldu? Neler yaptı, neler yapamadı? Geriye dönüp
baktığınızda ne görüyorsunuz?
PSK’nın kuruluşu için hazırlık çalışmaları
1974 yılı boyunca sürdü ve PSK, o zamanki adıyla
Türkiye Kürdistanı Sosyalist Partisi, 1974 yılının
son gününde, yılbaşı gecesi Ankara’da, bir
kurucu arkadaşımızın (Ziya Acar’ın)
evinde yapılan toplantıda, tüzüğü benimsenerek
kuruldu. İlk yedi kurucu üye aynı zamanda partinin
ilk Merkez Komitesi’nin oluşturdular. TKSP, 1992 yılında
yapılan 3. Kongresinde adını Kürdistan Sosyalist
Partisi (PSK) olarak değiştirdi, yani ”Türkiye”
sözcüğünü kaldırdı.
PSK Kuzey Kürdistan’da, Kürtler tarafından oluşturulan
ilk sosyalist partidir. Daha önceki dönemde biz kürt sosyalistleri
legal Türkiye İşçi Partisi içinde çalışıyorduk.
TİP, bir sosyalist parti olarak Kürt sorununda da,
diğer partilerden farklı, demokratik ve olumlu
bir yaklaşıma sahipti. 1970 yılında
yapılan 4. Büyük Kongresinde Kürt sorunuyla ilgili
oldukça ileri, olumlu bir karar aldı; ama daha sonra
yöneticiler mahkemeler karşısında bu kararı
gereği gibi savunmadılar. TİP daha sonra
da Kürt sorunu konusunda geri adım attı. Bu nedenle
yollarımız ayrıldı.
Ayrıca, emeğin mücadelesini ilk plana alan Türk
solu, nerdeyse bir bütün olarak, Kürt sorununu ikincil derecede
ve sosyalist bir iktidar kurulduktan sonra çözülecek bir
sorun olarak gördü. Türk solu Kürtler üzerindeki baskıları
dile getirmeyi, sorunu gerçek boyutlarıyla tanımlamayı,
sorunun çözümü için gerçekçi bir program oluşturmayı
başaramadı. Tüm bu nedenlerle, bu görevi üstlenecek
bir Kürdistan Sosyalist Partisi gereğini duyduk.
Partimizin ömrü 30 yıla ulaştı. Bu süre
içinde PSK’nın Kürdistan politikasında, teorik,
örgütsel, kültürel alanlarda önemli bir rol oynadığı
kanısındayım. Böylesine bir söyleşide,
böylesine kapsamlı bir soruya cevap olarak özetle olarak
şunları söyleyebilirim:
Öncelikle PSK teorik alanda Kürt sorununun tanımını
yaptı, Kürdistan’ın sosyo-ekonomik yapısını
tahlil edici önemli bir çalışma yaptı, ulusal
kurtuluş mücadelesinin stratejik hedeflerini belirledi.
Kuzey Kürdistan bakımından bu ilk kez olmaktaydı.
Biz Kürt sorununu bir ulusal sorun olarak tanımladık
ve Kürdistan’ın sömürge durumunu ilk kez teorik planda
açığa kavuşturduk ve kamuoyu önünde tartıştık.
Kürdistan devriminin ilk aşamasını ulusal
demokratik devrim olarak niteledik Buna uygun bir ulusal
cephe gereğini belirledik ve bunu hedef olarak
koyduk. Çözüm için de iki seçenekli bir öneride bulunduk.
Duruma göre, eşitlik temelinde federatif çözüm veya
ayrı devlet.
PSK başından beri zorunlu olarak gizli, yani
illegal örgütlendi. 12 Eylül öncesi altı yıllık
nisbeten demokratik koşullarda mücadelesinin ağırlığı
yurt içinde idi. Bu dönem bizim açımızdan yurt
içinde yoğun bir örgütlenme ve eylem dönemi oldu. Bildiğiniz
gibi, 1975 yılından başlayarak Özgürlük
Yolu adında teorik dergi çıkardık.
Yine bir süre de Roja Welat adında iki dilde
(Kürtçe-Türkçe) gazete çıkardık. Özgürlük Yolu
Yayınları arasında teorik nitelikte ve
Kürt tarihi, edebiyatıyla ilgili Kürtçe-Türkçe kitaplar
yayınladık.
Bu dönemde bize yandaş olarak örgütlenen Devrimci
Halk Kültür Dernekleri (DHKD) adlı kitlesel dernekler
Kürtdistan’ın pek çok il ve kasabasında ve Türkiye’nin
metropollerinde örgütlendi. Newroz bayramanın
Kuzey Kürdistan ve Türkiye’de kutlanması ilk kez bu
dönemde DHKD’ler eliyle başlatıldı. Bu dönemde
1. Mayıs gösterileri dahil, Kürdistan’da ve metropollerde
bir dizi kitle gösterisine katıldık. Sosyalist
dünya görüşünün Kürt aydınları ve emekçileri
arasında yayılmasında, Kürt ulusal bilincinin
kitleler arasında dal budak salmasında, ulusal
coşkunun yükselmesinde partimiz önemli bir rol oynadı.
Kürdistan’ın birçok ilinde, özellikle Diyarbakır,
Ağrı, Bingöl, Van, Muş, Hakkari ve Siirt’te
geniş bir kitle desteği kazandık. Bu bölgede
ırkçı-faşist hareketin püskürtülmesinde önemli
bir rol oynadık.
Gösterdiğimiz bağımsız adaylarla
Diyarbakır (1977) ve Ağrı
(1978) gibi iki önemli ilde belediye başkanlığı
seçimlerini kazandık. Sol ve Kürt hareketi bakımından,
Kuzey Kürdistan’da ve Türkiye’de bu da bir ilkti.
12 Eylül darbesinden daha önce
rejim bize karşı operasyon başlatı.
Darbe ve faşist rejim ise bunu derinleştirdi.
Tüm sol ve yurtsever örgütler gibi biz de önemli kan kaybına
uğradık. Ben ve bir bölüm yönetici kadromuz Kuzey
Kürdistan’ın dışına çıktı.
Ama mücadelemiz durmadı. Ağır faşizm
koşullarında yurt içinde mücadeleyi bu koşullara
uygun biçimde aksamasız sürdürdük. Yurt dışında
da mücadelemiz, hem daha önce burada varolan, hem de yurt
dışına çıkan kadrolar eliyle, basın-yayın,
diplomasi, kültürel çalışmalar ve kitle eylemleri
planında birhayli güçlendi.
Yurt içi ve yurt dışındaki örgütlü
mücadelemiz durmaksızın bugüne kadar geldi. Partimiz
bu 30 yıl boyunca sosyalizm ve ulusal kurtuluş
yolundaki mücadelede önemli bir emeğin sahibir. Yurt
içinde ve dışında, örgütlü legal mücadele
planında (HEP, DEP, DDP, DBP gibi legal partilerin
kuruluşlarına katkıda bulunarak, çalışmalarına
destek vererek; yurt dışında KOMKAR, KOMJIN,
KOMCIVAN, IMK gibi, bazısı emekçi ağırlıklı
kitle örgütlerinin oluşmasına ve çalışmalarına
destek vererek (Salt KOMKAR’ın yurt dışındaki
etkinliği, eylem düzeyi somut bir örnektir) yurtsever
güçlerin örgütlenmesi için birhayli çaba gösterdi. UDG,
Hevkari, Sol Birlik, TEVGER, dört parça için ”Ulusal Kongre”
gibi ulusal cephe ve kurumlar oluşturmaya yönelik çalışmalarının
içinde yer aldık, hatta çoğunda başı
çektik. Son olarak çok sayıda politik ve demokratik
örgütün, inisiyatifin içinde yer aldığı Avrupa
Kürt Platformu´nun oluşmasında önemli payımız
var.
Yurt içinde ve dışında onlarca periyodik
yayın (aylık dergi, haftalık ve 15 günlük
gazeteler, değişik batı dillerinde bültenler)
çıkardık. Bize yandaş birçok yayınevi,
Kürt dili, tarihi ve mücadelesiyle ilgili olarak toplam
olarak sayıları yüzlere ulaşan kitaplar ve
broşürler, yayınladı. Bu yayınlar küçük
bir kütüphane tutacak boyutlara ulaştı.
Bu dönem boyunca Kürtçe-Türkçe
ve çeşitli batı dillerinde yüzlerce bildiri ve
rapor yayınladık.
Bu dönem boyunca onlarca, hatta yüzlerce konferansın,
toplantının, yürüyüşün, kültür gecesinin
düzenlenmesine, gerçekleşmesine öncülük ettik veya
içinde yer aldık. Kürt sorunuyla ilgili ilk uluslararası
konferans bizim girişimimizle 1989 yılında
Bremen’de toplandı. Bonn Konferansı
Partimizin girişimiyle toplanan diğer bir uluslararası
büyük konferanstı. Bu yıllar boyunca, başta
Avrupa ülkeleri olmak üzere, hiçbir Kürt partisinin yapmadığı
ölçüde, yoğun bir diplomasi yürüttük. Parlamento ve
üst düzey hükümet temsilcleriyle, siyasi parti liderleriyle,
dışişleri bakanlarıyla görüştük.
Benim başkanlığımda bir parti heyeti
üç kez davetli olarak Avrupa Parlamentosu’nu ziyaret
etti ve orada Yeşiller Grubu’nda ve Politik Komisyon’da
konuşmalar yaptım.
Bu 30 yıl boyunca Kürdistan’ın diğer
parçalarındaki mücadeleye elimizdeki tüm olanaklarla
dayanışma gösterdik.
Bu kararlı, yorulma bilmez ve çok yönlü çalışma
sayesindedir ki PSK 30 yıl boyunca, ayakta kalmayı
başardı. Ve partimiz bütün bu çalışmaları
bağımsız politikasından taviz vermeden,
ilkelerinden sapmadan, büyük ya da küçük herhangi bir güce
bağımlı duruma düşmeden yaptı.
Bunun içindir ki PSK aynı zamanda hem ulusal saflarda,
hem de dış kamuoyunda saygın bir örgüttür.
Bize zaman zaman, bütün bunları görmez veya
görmek istemez gibi, ”ne yaptınız?” diyenler var.
İşte bütün bunları yaptık. Bir tek şeyi
yapmadık: silahlı mücadele. Bunu da neden yapmadığımızı
geçmişte pek çok kez tartıştık. Koşulları
yokken silahlı mücadeleye girmek, size değil karşı
tarafa yarar. PKK’nın durumu, kendisi ve Kürt toplumu
bakımından yol açtığı yıkıcı
sonuçlar ortada.
Politikada bir lider ya da örgüt için en önemli ve
başta gelen niteliklerden biri hedefi doğru saptamaktır.
Bunu yapamayan zaten daha baştan kaybetmiş demektir.
Yanlış bir yolda giden, mesafe almış
görünse bile sonuçta hem bir yere varamaz, hem de zamanın
yanı sıra çok şey yitirir. Biz bu konuda,
haklı olarak övünç duyacak kadar sağlıklı
hedefler belirlediğimiz kanısındayız.
Başından beri demokrasi mücadelesine, faşizme
karşı mücadeleye önem verdik (O dönende Türk ve
Kürt solundan, yurtsever kesimden kimileri demokrasi mücadelesiyle
alay etmekteydiler. Kürt kesiminde kimi çevreler, faşizme
karşı mücadele bizi ilgilendirmez diyorlardı.
Bunların demokrasi mücadelesinin önemini kavramaları
için yılların ve üstlerinden 12 Eylül merdanesinin
geçmesi gerekti).
Biz daha baştan federasyonun gerçekçi bir çözü
olduğunu söyledik. (Kuzeyli Kürt örgütlerinin çoğu,
nerdeyse tamamı bu istemle de yıllar boyu alay
ettiler, onu küçümsediler. Bunun küçümsenecek bir istem
olmadığını, aksine koşullara daha
uygun düştüğünü anlamaları yine yılları
aldı).
Bazıları, koşullar uygun mu değil
mi diye düşünmeden silahlı mücadeleyi fetiş
haline getirdiler, temel ve başlıca mücadele biçimi
saydılar. Bunların da yanılgılarını
anlamaları için en azından bir 20 yıl geçmesi
ve büyük yıkıntıların yaşanması
gerekti..
Partimiz daha birçok konuda öncü ve ileri görüşlü
politikalar oluşturdu. Daha 1980’li yılların
sonlarında Kürt yurtsever hareketi için legal bir partinin
gereğini ve önemini savunduk. Buna karşı
çıkanlardan, ”ihanet” sayanlardan biri PKK idi, sonradan
içine girip dejenere etti (HEP ve DEP olayı).
1990’lı yılların başlarında
Kuzey Kürdistan’da kitle hareketinin kabarma koşullarını
fark ettik ve barışçı kitle gösterileri için
çağrı yaptık. Nitekim, özellikle Newroz kutlamaları
döneminde barışçı kitle hareketi öyle yükseldi
ki, bölgeye koşturan Paşazade Erdal İnönü,
gördüğü manzara karşısında ”Güneydoğu’yu
kaybettik!” diye kederli demeçler verdi. Ne var ki bu kez
de ”Apomuz”un imdatlarına yetişmesi çok sürmedi.
”Nisan Tezleri” diye Leninvari bildiri yayınlayarak
”bu ilkbaharda ayaklanıp kentleri ele geçireceğiz”
dedi ve kitleleri ayaklanma hazırlığına
çağırdı! Böylece güzelim kitle hareketini
sabote etti. Bu temelsiz dayanaksız çağrı,
Türk devleti için aranıp da bulunmaz fırsat oldu,
”ayaklanma bastırıyorum” diyerek Nusaybin’de,
Cizre’de, Şırnak’ta bayram alanlarını
kan tarlalarına çevirdi, kitle hareketini boğdu.
Elbet, aradan geçen 30 yıla rağmen, ne
yazık ki nihayi amaçlarımıza ulaşmış
değiliz. Sosyalizm gibi şu anda ne yazık
ki uzak bir hedef bir yana, hala Kürt halkının
özgürlüğünü de sağlayabilmiş değiliz.
Yeterince kitlesel ve güçlü bir örgüt de değiliz. Ama
son kongredeki konuşmamda da belirttiğim gibi,
bu durumun nedenleri arasında bizden kaynaklanan eksikler
kusurlar olsa bile (eksik ve kusurumuzun ne olduğu
tartışılabilir, biz de zaman zaman tartışıyoruz),
asıl olarak parti ve ulus olarak içinde bulunduğumuz
koşulların, yani objektif nedenlerin etkileyici
ve belirleyici olduğu kanısındayım.
Ben kendi hesabıma PSK’nın bu 30 yıllık
mücadelesinden ve bunun ürünlerinden onur duyuyorum. Benim
açımdan bu, TİP içindeki yıllar da dahil,
kırk yıl boyunca süren soluksuz bir çalışma
idi.
O umut ve kanıdayım ki yoldaşlarım
bundan böyle de bu çalışmayı yorulmadan sürdürecekler
ve ben de, yönetici planda olmasa bile, bir üye ve bir yazar
olarak katkılarımı sürdüreceğim.
PSK Genel Sekreterliği’nden
ayrılmanız yalnızca "uzun yolda soför
değişimi iyidir" mantığı mı?
Ya da sizin kendi edebiyat calışmalarınıza
daha fazla zaman ayırma ihtiyacı mıydı?
Yoksa bazılarının iddia ettigi gibi partinin
adı da dahil olmak üzere, partide bazı degişikliklere
gidilerek Türkiye’de legal politika yapma düsüncenizin parti
organlarınca benimsenmemesinden mi kaynaklandı?
Genel Sekreterlikten ayrılmamın nedeni,
elbette yalnızca uzun yolda şoför değişiminin
yararı değildir. Ama bu bile tek başına
yeterlidir. 29 yıllık bir yöneticilik, bu zor
ve yorucu görev, zaten, kendi başına çok uzun
değil mi? Bence neden bu kadar uzun bir süre bu görevi
sürdürdüğüm merak konusu olmalıydı asıl.
Ben yeterince yaptım, direksiyona artık öteki
yoldaşlarım geçsin, onlar sorumluluk üstlensin,
benim yaptığım işleri yaparak daha çok
deney kazansın istedim. Ayrıca demokratik bir
örnek olsun istedim. Görevi devretmemin temel nedeni budur.
Gizliliğe artık gerek kalmadığını,
program ve tüzükte belli düzenlemeler yapılarak tümüyle
legal biçimlere geçilmesi önerisini de 8-10 yıldan
beri yapmaktayım. Ama buna örgüt, ve en üst organ olarak
da kongre karar verir. Bizim örgütümüz hala buna hazır
değil. Ben görüşlerimi dile getirdim ve sonuca
da saygılı davrandım. Belki ben yanılıyorum.
Ama yöneticilik görevlerini bırakmamda neden bu değil.
Böyle bir öneri daha hiç gündemde değilken de, 1988
yılında görevi yurt içindeki yoldaşlara devretmek
istedim.
”Edebiyat çalışmalarına daha fazla
zaman ayırma” meselesine gelince. Buna ”yazı çalışmalarına”
demek daha doğru olur. Zaten ”edebiyata zaman ayırmak
istiyorum” diye bir şey de demedim. ”Yazı çalışmalarıma,
kitaplarımın yayınına daha çok zaman
ayırmak istiyorum” dedim. Çünkü ben sadece edebi konularda
yazan biri değilim. Teorik konularda ve güncel politikaya
ilişkin daha çok yazdım; tarih ve dil konularında
da. Ama şiire ve diğer bazı edebi ürünlere
(piyes, mizah öyküleri, çocuk öyküleri gibi) de zaman ayırdım.
Zaten bunların bile çoğuna siyasi bir içerik verdim.
Edebiyat yaşamın dışında bir şey
değil ki. Eğer siyasi bir kavganın içindeyseniz
bu şiirinize de yansır, mizah siyasi bir mizah
olur.
Kac yildir sürgünde yasiyorsunuz? Sürgün
hayatinizi kisaca anlatabilir misiniz?
Ben nedense bu ”sürgün” lafını fazla kullanmıyorum.
Dah çok ”yurtdışı” diyorum. Elbette ülkemizi
isteyerek değil, siyasi baskı sonucu terk ettiğimiz
için sürgünde sayılırız. Ama yenilgi, acı,
bezginlik ve hasret gibi şeyler çağrıştırdığı
için ”sürgün” sözüne pek içim ısınmadı. Bu
açıdan kendimi bir sürgün gibi de hissetmedim hiç.
Yurt dışında da mücadelemi, çalışmamı
yorulmaksızın sürdürdüm. Hastalık derecesinde
bir ”hasret”, hele hele bezginlik, yenilgi duygusu hiç duymadım.
Elbette içimde ülkemin ve halkımın özgür olmamasından,
bu azgın, acımasız zulüm rejiminin sürmesinden
ileri gelen bir acı var. Ama bu zalim rejime karşı
kavga sürüyorsa acı da hafifler, onun yerini emeğimizin
ürünlerinin yarattığı sevinç alır.
1980 başından beri, yani tam- 24 yıldır
yurt dışındayım. Yurt dışındaki
yaşamım az çok herkesçe biliniyor: Parti ve yazı
çalışmaları, oradan oraya koşturmak,
parti toplantıları, konferanslar, görüşmeler…
Başımı kaşıyacak zamanım olmadı.
Bu süre içinde Avrupa ülkelerini birçok kez dolaştım,
iki kez davetli olarak SSCB’yi, Moskova’yı ve Leningrad’ı
ziyaret ettim, Avustralya’ya gittim. Bir tek Amerika’ya
gitmedim. (Bundan böyle fırsat bulursam gitmek istiyorum).
Yine 1981’de İran üzeri Doğu Kürdistan’a, 1992-1994’te
ise iki kez Güney Kürdistan’a gittim, orada bir yıl
kaldım. Kendi ülkemin diğer parçalarına bile
hep illegal yollardan gidip gelmek zorunda kaldım..
Okurlar bu satırları okuduğunda bir kez daha
Güney Kürdistan’da olacağım.
Şimdiye kadar yayınlanmış
kaç kitabınız bulunuyor, adlarını ve
alanlarını yazar mısınız?
Otuzdan fazla kitabım, bir o kadar da broşürüm
yayınladı. İçlerinde 7-8 şiir kitabı
(Dört tanesi aynı zamanda Kürtçe), Kürdistan tarihinin
birinci cildi, Anılarımın birinci cildi,
Kürtçe Dil dersleri Kitabı (Baran adıyla), çocuk
kitapları (Kürtçe), mizah yazıları (bazısı
değişik isimlerle), iki piyes, ”Seçme Yazılar”ın
iki cildi, dergi ve gazetelerde çıkan yazılarımın
bir bölümü (kitap halinde) basıldılar. 3-4 kadar
da Kürtçeden Türkçeye, bir tane İngilizce’den kürtçeye
çeviri var.
Bazı kitaplarım diğer dillere çevrildiler.
(Kürdistan Tarihi’nin birinci cildi Yunanca ve Bulgarca
basıldı. Şiirlerimden seçmeler (iki kitap-biri
rübailer) ve bir çocuk kitabım Almanca basıldı.
Şiirlerim çok çeşitli dillere çevrildi.
Basılan kitaplarımın adını
tek tek vermeyeyim. Merak edenler, bizim sitemizde (www.kurdistan.nu) benim arşivdeki Türkçe
ve Kürtçe biyografime, ayrıca Roja Nu sitesine bakabilirler.
Anılarımın geriye kalan üç cildi (belgelerle
birlikte) yazılmış hazır, sadece basım
için uygun zamanı bekliyorum. Son olarak basım
öncesi bir daha gözden geçireceğim. 2. Cilt, bir ihtimal
bu yıl basılabilir. Ayrıca gazete ve dergilerde
çıkan pek çok yazım, röportajlarım yayınlanmış
değil. Bir bölümünü 6 kitap (ikisi Kürtçe) geçen yıl
yayınladım. Bir bölümü de yayın için hazır;
uygun bir zamanda belki basılır.
Tarihin 2. Cildi için çalışmayı ise
yakında başlatmayı düşünüyorum.
Abdullah Öcalan’ın yakalanması
ve ardından PKK’nın çözülmesi, en son, KONGRA
GEL süreci hakkındaki düsüncenizi alabilir miyim? PKK
ya da Öcalan nerede hata yaptı?
Öcalan’ın yakalanması ve daha sonrası
için onun ve partisinin politikasındaki değişikliklerle
ilgili olarak görüşlerimi birçok kez yazdım, tekrarlamayı
gereksiz buluyorum. Kongra Gel ise kanımca yeni bir
durum, bir çıkış yolu değil. Önemli
olan, yaz boz tahtası gibi isim ve biçim değiştirmek
değil, eski yanlışlardan kurtulmak, önüne
doğru politikalar koymak. Ama İmralı´nın
yönlendirmesinden kurtulmadıkça (ki bu kolay değil)
bir şey değişmez, örgüt bir Kürdistan örgütü
değil, Apo örgütü olur. Apo´nun ise kimin hizmetinde
olduğu ortada.
”PKK ya da Öcalan nerede hata yaptı?” diye sormak
bence yanlış. ”Nerede yapmadı?” diye sormak
gerekir..
DEHAP’ın, yerel seçimlere
SHP’nin çatısı altında girmesini nasıl
değerlendiriyorsunuz? Kısaca HAK-PAR üzerine de
görüşlerinizi alabilir miyim?
Öcalan yakalandığından beri DEHAP’da
sözde değişime, ”demokratik cumhuriyet” gibi garipliklere
ayak uydurabilmek için hazan yaprakları gibi savrulup
duruyor. Mevlana gibiler, herkesle işbirliğine
açıklar… Son olarak SHP çatısını, hatta
Mümtaz Soysal, Volkan Vural gibi Cuntacılar, şovenler,
ırkçılarla işbirliğine bile evet demeleri
bir ibret olayıdır. Kanımca fazla söze gerek
yok.
HAK-PAR’a gelince, henüz örgütlenme düzeyi, kitle
bağlarıyla küçük bir parti. Ama en başta,
oluşumuyla örnek. Bir birlik ürünü. Değişik
görüşlerdeki (sosyalist, sosyal demokrat, liberal,
hatta dindar) Kürt yurtseverlerinin ortak bir program ve
hedef üzerinde birlikte çalışmalarının
zemini. Hedef ise açık: demokrasi ve özgürlük. Kürt
sorunu konusunda açık, net konuşuyor. Bence Kürt
halkının seçeneği bu partidir. Desteklenirse
güçlenir de. Bu ise yurtseverim diyenlere düşüyor.
Güçlünün ya da ”çokluğun” yanında değil,
doğrunun ve haklının yanında olmak gerekir.
Şartlar olgunlaşırsa,
Türkiye’de politikaya devam etme gibi bir niyetiniz var
mı? Sizce bu çok mu uzak bir ihtimal?
Bunun için Türkiye’ye dönme koşullarımın
olması gerekir. Şu anda yok. Türk Ceza Yasası’na
göre PSK’yı yönetmenin cezası en az 15 yıl,
”suçun” zaman aşımı ise yine bir o kadar..
Gelecekte durum değişir mi bilemem. Bir genel
af çıksa dönebiliriz. Ama buna niyetleri yok.
Öte yandan, dönmek mümkün olsa da artık yönetici
planda hiçbir örgütte politika yapmak istemiyorum. Ben 40
yıl en önlerde koştum; görevimi yaptığım
kanısındayım. Ama bu politikadan çekilmek
anlamına gelmez. Şu anda da, yönetici planda olmasa
bile, partime ve halkıma karşı görevlerim
var ve bunları yapıyorum. Bu anlamda siyasi kavganın
içindeyim. İnsanın kendisi bakımından
bile olsa, geleceğe ipotek konamaz elbet; ama öyle
sanıyorum ki özgürlük ve adalet için bu kavgamız
ölünceye kadar sürer, sürmeli.
Güneyli kardeşlerimizin
kazanımlarını nasıl degerlendiriyorsunuz?
Samimi bir değerlendirmeyle size göre Güneyli Kürtler
bağımsızlığa ne kadar yakınlar?
İlişkileriniz ne düzeyde?
Güneyli Kürtlerin kazanımları elbette olumlu;
ama çevrelerindeki kuşatma ve risk de devam ediyor.
Bence eşitlik temelinde, coğrafi ve ulusal baza
dayanan federal bir çözüm, koşullar bakımından
mümkün ve gerçekçidir. Yani Kürtlerin çoğunlukta oldukları
her yer (ki buna Kerkük de dahil) federal Kürdistan’a dahil
olmalı. Mevcut koşullarda, eğer Araplarla
Kürtler anlaşabilirse en iyisi bu. Kürt halkı
birlik halinde davranırsa bunu başarır. Ayrı
devlet anlamında bağımsızlık da
elbet kürt halkının hakkıdır; eğer
Araplar böylesi bir federasyona karşı çıkarlarsa
Kürtlerin boyun eğmeleri için bir neden yoktur. Onlar
Irak’ın sıradan bir eyaleti haline gelmek için
bunca yıl mücadele edip böylesine ağır bir
bedeli ödemediler. Böyle bir durumda hem son 13 yıllık
kazanımları elden gider, hem de 1970 anlaşmasıyla
sağladıkları otonominin bile gerisine düşmüş
olurlar. Kürtler bunu kabul edemez.
Güneyli Kürt örgütleriyle ilişkilerimiz iyidir,
kardeşçedir. Yanlış yaptıkları
zaman eleştirdik, ama özgürlük mücadelelerine her zaman
destek olduk.
Son olarak sizin kamu yöneticiliğinizin de
olduğunu bildigimden biraz da sırf fantazi olarak
soruyorum:
Örneğin Kerkük’e vali olarak hizmet etmeyi
düşünür müydünüz? Ya da Güneyli kardeşlerimize
eğitmen olarak yardımcı olmayı düşünür
/ düşünüyor musunuz?
Kerkük’ün şu anda seçilmiş bir valisi var
ve bana veya başkasına ihtiyaçları olduğunu
sanmıyorum. Kaldı ki benim de böyle bir hevesim,
1960’lı yıllarda kaymakamlık stajı yaptığım
dönemde bile olmadı; bundan sonra hiç olmaz. Ama Güney’de
bir köy okulunda öğretmenliği severek yapabilirim.
Bunu zaman zaman düşündüm.
Sorularıma yanıt
vereceğinize olan inancımla, şimdiden teşekkür
ediyor, bundan sonraki yaşamınızda sağlık
ve başarılar dilğimle, saygı ve selamlarımı
iletiyorum.
Ben de ilginize ve yukardaki konulara ilişkin
olarak görüşlerimi dile getirmeye fırsat verdiğiniz
için teşekkür ederim.
10 Ocak 2004