PSK PSK Bulten KOMKAR Roja Nû Weşan / Yayın Link Arşiv
Dengê Kurdistan
PSK
PSK Bulten
KOMKAR
Roja Nû
Weşan/Yayın
Arşiv
Link
Pirs û Bersiv
Soru - Cevap
Webmaster
psk@kurdistan.nu
 
 

Konferanslar
Kimi sorular ve cevaplar

Kemal Burkay

31 Ağustos´tan başlayarak, Almanya´nın beş kentinde (Hamburg, Berlin, Duisburg, Münih ve Manhaym), bunun yanısıra Viyana, Lozan, Paris, Londra ve Den Haag´da, yani toplam olarak on Avrupa kentinde konferanslar verdim. Konferans konusu “Türkiye-Avrupa Birliği ilişkileri ve Kürt sorunu” idi. Konferanslar zaman olarak, yaklaşık 3- 4 saat sürdü ve iki bölüm halinde yapıldı. Birinci bölümde ben konuya ilişkin görüşlerimi toplu olarak sondum. İkinci bölümde ise izleyenlerin sorularını cevaplandırdım.

Türkiye-AB ilişkilerine ve bu çerçevede Kürt sorununa ilişkin görüşlerim kamuoyunda, en azından Dema Nu´nun okurları bakımından biliniyor. Buna ilişkin olarak partimizce hazırlanan bir rapor da Türkçe, İngilizce ve Almanca olarak internet sayfamızda yer alıyor. Bu nedenle, bu yazıda söz konusu görüşlerimi özetlemeye gerek görmedim. Ancak, özellikle söz konusu konferanslar sırasında, bu konuyla ve başka güncel konularla ilgili olarak bana yöneltilen kimi ilginç sorulara ve buna ilişkin cevaplarıma değinmek istiyorum. Bunları, söz konusu konferansları izlememiş olan okurlarımla da paylaşmak istedim. Sorular ve cevaplar tuttuğum notlara göre ve aklımda kaldığı kadarıyla özetlenmiştir.

Soru: Türkiye´nin Avrupa Birliği´ne girmesinden yana olduğunuzu söylediniz. Kürt sorunu çözülmeden Türkiye´nin AB´ye tam üye olması Kürtlerin aleyhine olmaz mı?

Cevap: Türkiye´nin AB´ye koşulsuz üyeliğini istiyor değiliz. Kopenhag Kriterleri´ni tümüyle yerine getirmesi koşuluyla bu üyeliği destekliyoruz. Bu kriterlerin yerine gelmesi insan hakları alanında Türkiye´nin Avrupa standartlarına yaklaşması ve Kürt sorununun çözümü yönünde adımlar atması demektir. Bu önemlidir.

Türkiye´nin AB üyesi olması bize göre sorunun çözümünü zorlaştırmaz, kolaylaştırır. İnsan haklarının Avrupa ölçülerinde hayata geçmesi, geniş bir düşünce, basın ve örgütlenme özgürlüğü, gösteri hakları, Kürt-Türk herkes için önemlidir. “Azınlık Hakları”na ilişkin olanlar ise en başta Kürtleri ilgilendiriyor: Anadilde eğitim, anadilde yayın, etnik grupların kimliklerinin kabülü, kendi derneklerini ve siyasi partilerini kurabilmeleri gibi..

Kürtler elbette bir azınlık değiller. Kürt sorunu ulusal bir sorundur ve çözümü de eşitlik temelinde ve bize göre bir Kürt-Türk federasyonuyla mümkündür. Diğer bir deyişle, salt Kopenhag Kriterleri çerçevesinde çözüm mümkün değil. Ama bu hakların tanınması bile Kürt halkı ve diğer etnik gruplar bakımından önemli bir kazanım olur. Bu hakların tanınması, inkar ve zoraki asimilasyon politikasının durması demektir. Kürt dili ve kültürünün gelişmesinin önündeki engellerin kalkması demektir. Kürt halkının kültürel ve politik örgütler kurması ve Kürt sorununun nihayi çözümüne ilişkin istemi dahil, tüm istemlerini özgürce ve barışçı biçimde dile getirebilmesi demektir.

Ne var ki Türkiye, Kopenhag Kriterleri´nin gereğini yapacağına kağıt üzerinde söz vermiş olmasına rağmen gerçekte böyle bir niyeti yoktur. Nitekim, aday üyeliğe kabul edildiği 1999 Aralık ayından bu yana geçen üç yıllık sürede bu kriterleri sulandırmak, baypas etmek için ne lazımsa yapmaktadır. Türk yönetimi böylece hem Kürt halkını ve bir bütün olarak yurttaşlarını, hem de Avrupa Birliği´ni aldatmaya çalışmaktadır.

Demokratikleşme ve Kopenhag Kriterleri´ne uyum diye yapılanlar göstermeliktir. Anadilde eğitim özel kurslar değil, ilkokuldan üniversiteye kadar okullar demektir. Anadilde yayın serbestisi demek günde 15-20 dakikalık yayın değildir. Bÿrakın Kürtlerin kendi kimlikleriyle kültürel örgütler ve siyasi partiler kurmaları, siyasi partilerin Kürt sorunundan, hatta kültüründen söz etmeleri bile hala yasaktır ve kapanma nedenidir.

Kÿsacası, bugün yapılanlar Kopenhag Kriterleri´nin yerine getirilmesi değil, bir aldatmacadır. AB´nin, kriterlerin böylesine dejenere ve baybas edilmesine göz yumacağını sanmıyorum. Kriterlerin gerçek anlamda hayata geçmesi içinse bir bütün olarak Türkiye demokrasi güçlerinin, özel olarak da Kürt halkının aktif ve kararlı bir mücadele içinde olması gerekir. Bu olmadan Avrupa´nın Türkiye´yi yeterince zorlaması, Türkiye´nin ise ciddi adımlar atması beklenemez.

Soru: AB kapitalist bir birlik, AB´ye katılım Türk ve Kürt emekçilerinin çıkarlarına aykırı değil mi?

Cevap: Avrupa´da sistem elbette kapitalisttir ve emekçiler üzerinde gizli açık, türlü biçimlerde sömürü var. Ama Türkiye de sosyalist bir ülke değil. Üstelik burada oldukça geri, ilkel, vahşi bir kapitalizm geçerli.

Kürt ve Türk emekçileri ezici çoğunlukla Türkiye´nin AB´ye üyeliğini istiyorlar; çünkü bunun yaşamlarını olumlu yönde etkileyeceği kanısındalar. Böyle olacağına da kuşku yok. AB hem ekonomik olarak, hem insan hakları alanında Türkiye´den, kıyaslanamıyacak kadar iyi durumda. AB ülkelerinde emekçiler politik alanda da çok daha geniş haklara sahipler.

Türkiye parlamentosunda sosyalist bir parti temsil edilmiyor; ama AB ülkelerinin çoğunda sosyalistler, hatta kiminde komünistler temsil ediliyor. AB parlamentosunda da, muhafazakarların ve liberallerin yanı sıra sosyal demokratlar, sosyalistler, Komünistler ve yeşiller gruplara sahipler. Demek ki AB düzeyinde yalnızca sermaye değil, emek de birleşiyor. AB´ye katılmakla emekçilerin mücadelesi son bulmuyor; aksine, bu mücadeleyi çok daha elverişli koşullarda sürdürmek mümkün.

Türkiye´nin ırkçıları, şoven ve militarist çevreler AB üyeliğinden korku duymakta kendi açılarından haklılar. AB´nin demokratik değerleri onların çağdışı görüşleriyle bağdaşmıyor. AB´de generaller yönetmiyor. AB´nin istenmeyenleri ırkçılar ve faşistlerdir. Orada Heider´in ve Le Pen gibilerin başına geleni gördük. Ama solun AB´den korkması için bir neden yoktur.

Soru: ABD´nin Irak´a yönelik bir operasyon hazırlığı var ve yakında savaş çıkabilir. Bu konudaki tutumunuz nedir?

Cevap : Biz savaş yanlısı değiliz. Güney Kürdistanlı iki büyük parti, KDP ve KYB de savaş istemediklerini kaç kez açıkladılar. Çünkü savaş yalnız Araplar için değil, Kürtler için de oldukça risklidir. Sonuçları yıkıcı olabilir. Saddam´ın topları ve füzeleri ABD´ye ulaşamaz ama Kürt kentlerine kolayca ulaşabilir.

Ayrıca, Güneyli Kürtler Körfez Savaşı´ndan bu yana on yıldır nisbeten özgür bir ortamda yaşıyorlar ve özerk bir yönetim oluşturdular. Kendi hükümetleri ve parlamentoları var, ilkokuldan üniversiteye kadar anadillerinde okuyorlar, kültürlerini özgürce geliştiriyorlar; ekonomik yaşamda , sağlık ve konut sorunlarının çözümünde önemli yol aldılar. Onlar, haklı olarak bu özgür ortamı ve öteki kazanımlarını yitirmek istemiyorlar.

Öte yandan ABD bu işte kararlı görünüyor ve biz olacak bir savaşı önleyemeyiz. Öyle olunca da, başta Güneyli Kürtler olmak üzere, gelişmelerin dışında kalamayız. Güneyli Kürtler, doğal olarak savaş halinde Saddam´ın saldırılarına karşı güvence istiyorlar. Savaş sonrası içinse demokratik ve federal bir Irak istiyorlar. Irak muhalefeti, Kürtler ve Araplar, Londra ve Waşington´da yaptıkları toplantılarla bu konuda anlaştılar. Biz bu istemi destekliyoruz. Sonuç olarak Saddam rejiminin gitmesi, yerine federal ve demokratik bir rejimin kurulması olumlu olur. Böyle bir gelişme bölgedeki statükoyu sarsar ve bu iyi de olur. Bölgedeki çağı dolmuş baskı rejimlerinin, diktatörlüklerin telaşı ve paniği bu nedenledir.

Soru: ABD gibi emperalist bir ülke eliyle Irak´a demokrasi gelmesi mümkün mü? Sosyalist bir parti olarak bunu nasıl söyleyebilirsiniz?

Cevap: ABD´nin kendi çıkarları için hareket ettiğine kuşku yok. Irak kriziyle ilgili olarak da hem ABD, hem Türkiye, İran, Suudi Arabistan gibi Irak´ın komşuları, hatta AB, Rusya ve Çin, herkes kendi çıkarına göre bir tutum alıyor. Kürtler de öyle.

ABD bir dönem Sovyetler´e karşı “yeşil kuşak” politikası izledi ve bu amaçla bölgede radikal dinci akımları kışkırttı ve destekledi. Pakistan ve Afganistan´da, İran´da, hatta Türkiye´de. 1960´lı, 70´li yıllarda sahneye çıkarılan “Komünizmle Mücadele Dernekleri” ve “İlim Yayma Cemiyetleri”nin CIA-MİT ortak yapımı olduklarını biliyoruz. Bunlar sola, demokrasi güçlerine ve Kürt ulusal hareketine karşı kullanıldılar. Ama Sovyetler Birliği dağıldıktan, sosyalist sistem çöktükten sonra durum değişti. Şimdi radikal İslam ABD için bir baş ağrısına, tehdite dönüştü ve ABD bu kez de kendi eliyle onları sahneden silmeye çalışıyor.

Dünden bugüne dünya durumunda önemli bir değişme var, bunu hesaba katmak gerekir. Eski Başkan Clinton, İngiliz İşçi Partisi´nin kongresinde yaptığı konuşmada, “biz de geçmişten dersler çıkardık, şimdi en kötü demokrasinin diktatörlükten daha iyi olduğu kanısındayız,” dedi.

Ayrıca, sorunlar, özellikle de ulusal soruna ilişkin olanlar siyah-beyaz gibi ele alınamaz. Olaylar kendi özgün koşulları içinde değerlendirilmelidir. ABD karşıtı her hareket de ilerici olarak nitelenemez. Biz ABD´ye kafa tutuyor diye Saddam gibi acımasız bir diktatörü veya Noriyega gibi bir uyuşturucu tacirini desteklemek zorunda olamayız.

Afganistan´da olanlar ilginçtir. Taliban yönetiminin ardından orada çoğulcu, parlamenter, hatta bir ölçüde federal bir yönetim oluşturulmaya çalışılıyor. Elbet Afganistan gibi demokratik geleneklerin olmadığı bir ülkede demokrasiye geçiş kolay değil. Ama durum şimdi Afganlılar için de eskisinden oldukça iyi.

ABD Irak´ta da hasım bir rejimin yerine, kendisine dost bir yönetimin geçmesini istiyor. Bu, bir diktatörün gidip bir diğerinin gelmesiyle olmaz. ABD´nin çoğulcu, demokratik bir yapıyı tercih ettiğine kuşku yok. Ama elbet devrim gibi demokrasi de ihraç edilemez. Söz konusu toplumun kendisi bunu istemeli, buna uygun düşmeli.

Öte yandan Irak için bu şansın olduğu kanısındayım. Güney Kürdistan´da Kürtler 1991 yılından beri, kendi özerk bölgelerinde demokratik bir yapıyı yerleştirmeye çalışıyorlar ve birhayli yol aldılar. Komünist partisi dahil tüm partiler serbest. Seçimler sonucu bir parlamento oluştu. Her türlü basın yayın serbest. Özerk Kürdistan´daki azınlıklar (Süryaniler, Türkmenler) oldukça geniş haklardan yararlanıyorlar. Dil ve kültürleri serbest; okulları, gazeteleri, televizyonları, siyasi partileri var; bazısı parlamentoda ve hükümette temsil ediliyor. Burada daha şimdiden, Türkiye´deki adı var kendi yok demokrasiden çok farklı bir ortam var.

Bu çoğulcu, demokratik yapının tüm Irak´a örnek olması mümkün. Nitekim Irak muhalefeti, Kürtler, Sünni ve Şii Araplar Londra ve Waşington´da yaptıkları toplantılarda Saddam sonrası için demokratik ve federal bir Irak üzerinde anlaştılar. Bu olumlu ve sevindirici bir şey. Kürt ya da Arap, diktatörlükten bıkmış olan halkın demokrasi, hak ve özgürlük istemesi son derece doğal.

Soru: Önümüzde 3 Kasım seçimleri var, toplantı asıl buna yönelik olmalıydı. Seçimlere DEHAP çatısı altında ilerici, sol bir blok katılıyor. Bunun desteklenmesi gerekmez mi?

Cevap: Önümüzdeki seçimler hem Kürtler, hem de Türkler bakımından AB üyeliği ve Irak gerginliği kadar önemli değil. Bu ikisi her iki halkın, özellikle de Kürtlerin geleceğini ilgilendiriyor.

Şimdiye kadar böylesine onlarca seçim yapıldı, bundan sonra da yapılır. Ama AB süreci tekrarlanmaz ve Irak´ta olup bitecekler tarihsel önemdedir. Kimi fırsatlar bir daha geri gelmez. Kürt halkı bu tarihsel dönemeçte açık seçik bir politikaya sahip olmalı, etkin olmalı, tavır almalı. Bu konferansların asıl amacı da kitleleri bu konularda uyarmaktır.

Elbet seçimler de bazı durumlarda böylesi bir önem kazanabilir. Ama 3 Kasım seçimlerinin bu önemi taşıdığı kanısında değilim. Bunun nedeni bu seçimlerin de demokratik olmaması ve halkın önünde kaderini değiştirecek bir seçeneğin bulunmaması.

Seçime katılan partilerin programları ve istemleri baskı rejiminin çizdiği sınırlara tabi. Özellikle Kürt sorunu konusunda hiçbirinin sistemden ayrılan bir çözüm önerisi yok.

Acaba DEHAP bu konuda farklı mı? Keşke olsaydı! DEHAP aslında HADEP. Kapanma tehditi yüzünden bu çatı altında seçimlere girdi. HADEP´in özelliği ise, kimi çevrelere göre “Kürt partisi” olması, ya da Kürt sorununa “ağırlık” vermesi, “çözüm” önermesi..

Peki önerdiği çözüm ne? Üniter devlete, Demirel´in “demokratik cumhuriyeti”ne bağlılık!.

Üniter devlete bağlılık zaten her şeyi izah ediyor. Bu, 20 milyon Kürt için, bağımsızlık şurda kalsın, federasyonun, hatta otonominin reddi demektir. Zaten HADEP de bunu açıkça söylüyor. Kürt istemlerini sonuçta bireysel kültürel haklar düzeyine indirgiyor. HADEP çevresinin anadilde eğitim diye şu göstermelik özel kursları, anadilde yayın serbestisi diye hazırlığı yapılan 15-20 dakikalık yayını sevinçle karşılaması zaten bunu gösteriyor.

Öyle olunca Kürtler için böyle bir partinin ANAP ya da DSP´den farkı ne? O kadarcık “reformu” zaten düzenin hükümeti istedi, parlamentosu kabul etti.

Denebilir ki HADEP de DEHAP da legal partiler. Programlarına federasyon gibi istemleri koyamazlar. Koysalar hemen kapanırlar. Doğru elbette. Ama bunun tersini de söylemek zorunda değiller. “Üniter devlete bağlıyız” diye bas bas bağırmak zorunda da değiller. Buna ilişkin olarak pekala susma hakkını kullanabilirler.

Çünkü üniter denen devlet, Kemalizmin yıllardır savunduğu şu tek dilli, tek uluslu, tek sınırlı, tek bayraklı, tek kültürlü, hatta tek dinli devlet demektir. Bu, gerçekleri yok sayan, çoğulculuğu reddeden kışla devletidir. Avrupa´da -Fransa dahil- artık böyle bir ülke yok. Kuzey yarımküresinde yok! Dünyamız, Kanada ve ABD´den İspanya ve İngiltere´ye, Rusya´ya, Hindistan ve Çin´e kadar federal devletlerden oluşuyor.

“Üniter devlete bağlıyım” demek, Kürt halkının en temel hak ve özgürlük istemlerinden vazgeçmek demektir.

Karşı taraf Kıbrıs´taki yüz bin Türk için Federasyonu bile reddedip “iki egemen devlete dayalı” konfederasyon isterken, sen gel de 20 milyon Kürt adına Türk üniter devletini savun! Olacak şey mi?

HADEP, bu İmralı yapımı oyuna evet demek zorunda mı?

Eğer öyleyse, biz böyle bir partiye neden oy vermek zorunda olalım?

Bu partiden milletvekili olacak Kürtlerin, öteki patilerden milletvekili olan Kürtlerden farkı ne? Çünkü Türk parlamentosunda her dönem yüzden fazla böylesi “Kürt” var..

Bu parti eğer “Kürtlerin” sayılıyorsa o daha da kötü.. Rejim tarafından kabul edilmek, parlamentoya girebilmek için Kürt haklarını bir yana bırakan, temel istemlerden vazgeçen bir “Kürt Partisi!..”

Böylesi bir parti Kürtleri düzen partilerinden daha kolay aldatabilir; farkı odur..

Sosyalistlerden liberallere, İslamcılara kadar Kürt yurtseverlerinin ortak partisi olan HAK-PAR seçimlere girebilseydi desteklerdim. Ne yazık ki o da mevcut siyasal partiler ve seçim sistemi nedeniyle, kongresini seçimden 6 ay önce yapamadığı için, seçime giremiyor. Ama Başkanı Abdülmelik Fÿrat Diyarbakır´dan bağımsız aday olarak seçime giriyor. Ona oy verilmesinden yanayım. Bunun büyük anlamı vardır.

 
PSK Bulten © 2002