PSK 6. Kongre
Sonuç Bildirisi
TÜRKİYE BİR YOL
AYRIMINDADIR:
YA DEMOKRASİ YA MİLİTARİST
DİKTATÖRLÜK
Kürdistan Sosyalist Partisi’nin
6. Kongresi Eylül ayının son haftasında toplandı.
Bu, parti tarihindeki en geniş katılımlı
kongre idi. 6. Kongre son iki yıldaki parti çalışmalarını
ve gündemindeki öteki konuları görüştü, kararlar
aldı, yeni merkez komitesini seçti ve kamuoyuna aşağıdaki
bildiriyi yayınladı:
Barışın Koşulu
Teslimiyet Olamaz
Son iki yılda Kürt ulusal
hareketi bakımından önemli gelişmeler oldu.
Öcalan’ın Suriye’den çıkarılması ve Türk
devletinin eline geçmesinin ardından, onun tutumuna ve
durumuna endeksli olarak PKK politikaları temelden değişti.
PKK Türk rejimine karşı silahlı eylemlere son
vermekle kalmadı, ideolojik ve politik hattında
sömürgeci
rejimin dümen suyuna girdi. Tek ulusçu, üniter devletçi Kemalist
ideolojiyi savunur oldu. Ayrı devlet, federasyon, hatta
otonomi dahil, Kürt halkı için tüm temel istemlerden
vazgeçti. Kürt sorununu “anayasal vatandaşlık” kapsamında
bazı kültürel haklara
indirgedi.
Bu, sözde ulusal kurtuluş
mücadelesi adına ortaya çıkmış bir örgüt
açısından son derece utanç verici, Kürt ulusal hareketi
bakımından ise acı bir durumdur.
Şimdi PKK, içi boş ve
çarpıtılmış bir “barış ve demokratik
cumhuriyet projesi” adı altında, bu tutumu Kürt
ulusal hareketinin tümüne mal etmeye, Kürt halkına benimsetmeye
çalışıyor. Oysa bu ne bir barış projesidir
ne de bu anlayışla demokratik bir cumhuriyet oluşabilir.
Bu, PKK açısından tam bir teslimiyettir, Kürt halkına
yönelik olarak da
tam bir aldatmacadır.
Partimiz, barışa da
demokratik cumhuriyete de karşı değildir. Ve
bunu, gerçek özü ve biçimiyle, PKK’dan çok daha önce savunmaktadır.
Öyle ki, bizim barışa ve demokrasiye ilişkin
kararlı mücadelemiz, yıllar yılı bizzat
PKK şeflerinin alay ve saldırılarına yol
açtı.
Biz başından itibaren,
Yurt ve dünya durumunu göz önüne alarak, ulusal kurtuluş
mücadelemizin barışçı siyasal yöntemlerle yürütülmesini
savunduk ve silahlı eyleme karşı çıktık.
PKK silahlı eylem yolunu açtıktan sonra ise, savaşın
yolaçtığı büyük kayıp ve acılara
işaret ederek, silahların bir an önce ve karşılıklı
olarak susturulmasını istedik; sorunun ancak diyalog
yoluyla, barışçı yöntemlerle çözülebileceğinin
altını çizdik ve bunun için ısrarla, gerçeği
kabul etmekten ve diyalogdan
kaçınan Türk devletine çağrıda bulunduk.
Ancak barışçı
çözüm istemek, hiçbir şey istememek değildir. Biz
barışçı, ama adil ve eşitlik temelinde
bir çözüm istedik. Bu da Kürtler bakımından ya ayrı
devlet, ya da federasyondur.
Partimiz yurt ve dünya
koşullarını göz önüne alarak ve sosyalist bakış
açısıyla, Türk halkıyla federal bir birliğe
daha başından açık oldu ve bunu tercih etti,
vurguladı. Bugün de istediğimiz budur. Çok uluslu,
çok etnik gruplu bir ülkede demokratik cumhuriyet ancak böylesine
federal bir cumhuriyet olabilir. Onun ötesi eşitsizliğin,
ulusal baskının, sürtüşme ve kavganın
sürmesi, sorunun çözümsüz kalması demektir.
PKK ise bir uçtan bir uca savruldu.
Yıllarboyu, ayrı devleti ve silahlı mücadeleyi
mutlaklaştıran, bir fetiş haline getiren, farklı
önerileri ihanet sayan PKK, şimdi, Öcalan’ın ele
geçmesinden sonra, salt onun hayatını kurtarma pahasına,
Kürt ulusal tezlerini bir yana bırakmakta ve tüm temel
istemlerden vazgeçmektedir.
Kürt sorunu böyle çözülmez. Bunun
adı teslimiyettir!
Barışın koşulu
Kürt halkının tüm haklı istemlerinden vazgeçmesi,
zorba rejimin önünde dize gelmesi olamaz.
PKK eğer silahlı mücadeleyi
artık bir çıkmaz yol olarak görüp bundan dönmeyi
uygun bulmuşsa, biz buna karşı değiliz.
Ama Kürt halkının haklı istemleri uğrundaki
mücadeleyi, pekala siyasal yöntemlerle sürdürebilirdi. Doğru
ve onurlu tutum budur.
Rejimin Planları ve Kürt
Hareketine Düşen Görevler
Türk devleti ise şimdi, PKK’nın
bir puta dönüştürülmüş başını ele
geçirmiş olmanın verdiği rahatlıkla, Kürt
ulusal hareketini bir bütün olarak istemlerinden vazgeçirmeye,
teslim almaya çalışıyor; asimilasyona, Kürt
kimliğini yok etmeye yönelik çabalarına hız
veriyor. Son dönemde deşifre olan “Gizli Eylem Planı”,
Kürdistan’ın kalkındırılması veya
Kürt halkının
sorunlarının çözümüyle hiçbir ilgisi olmayıp
tümüyle buna yönelik, “Şark Islahat Planı” türünden
sömürgeci bir plandır.
Öte yandan Türk hükümeti, bu
durumdan yararlanarak Avrupa Birliği adaylık sürecinde
artık bir Kürt sorunu olmadığını,
varolan ve PKK’dan kaynaklanan “terör sorununa” ise son verdiğini
ileri sürüyor; böylece Kürt halkına kültürel haklar bile
tanımadan, AB kapısından geçmeye çalışıyor..
Kürdistan Sosyalist Partisi 6.
Kongresi, PKK’ya ve Öcalan’a hala inananlar ve onu gözü kapalı
biçimde izleyenler dahil, bir bütün olarak Kürt kamuoyunu,
bu olumsuz ve tehlikeli durum konusunda uyarır.
Kongremiz, Parti yönetimimizin
bu süreçte, iç ve dış kamuoyunu olup bitenler konusunda
aydınlatmak, PKK’nın yanlış politikalarına
ve rejimin planlarına dikkati çekmek, bu planları
boşa çıkarmak için izlediği kararlı ve
ilkeli politikayı onaylar.
Partimizin ve bu olumsuz gidişi
fark eden, yanlışlara karşı çıkan,
rejimin oyun ve planlarını boşa çıkarmak
isteyen öteki yurtsever güçlerin ve aydınların son
bir yılda, Kürt ulusal hareketini uyarmak, doğru,
onurlu ve mücadeleci bir hatta birleştirmek için gösterdikleri
çabaları destekler.
Bu kapsamda, Partimizin Genel Sekreteri
Burkay Yoldaş’ın çağrısıyla gerçekleşen
11 Mart 2000 tarihli Stokholm, 18 Haziran 2000 tarihli Köln
ve yine, Partimizin de içinde bulunduğu Kuzey Kürdistan
Ulusal Platformu’nun girişimiyle düzenlenen 9-10 Eylül
2000 tarihli Köln toplantılarını olumlu ve
değerli çabalar olarak görür, bu toplantıların
ürünü olan bildirilerde dile getirilen görüş ve
istemleri destekler, bu doğrultuda çaba harcanmasını
ister.
Kürdistan Sosyalist Partisi 6.
Kongresi, son iki yılda Kuzey Kürdistan bakımından
köklü biçimde değişen durumu değerlendirerek
olayların geldiği noktanın, partimizin yıllar
yılı kararlılıkla izlediği politikaları
doğruladığını vurgular. Gelinen nokta,
yurt ve dünya durumunu iyi değerlendirmeden, silahlı
mücadeleyi başlıca çıkar yol sananların
hesaplarını boşa çıkardı. Koşullarda
olağanüstü ve beklenmedik değişiklikler olmadıkça,
halkımızın Kuzey
parçasındaki ulusal kurtuluş mücadelesi bundan böyle
barışçı siyasal yöntemlerle sürecektir. Bunun
için döneme uygun yeni örgüt ve mücadele biçimlerini yaratmak
gerekir.
Bu mücadelenin sürmesi ve başarısı
rejimin bu aşamadaki oyun ve planlarını iyi
biçimde görmeye, bunun yanısıra, yurtsever güçleri
biraraya getirmeye, Kürt ulusal potansiyelini yurt içinde
ve dışında seferber etmeye ve sağlıklı
bir doğrultuda yürümeye bağlıdır.
Kongremiz bu amaçla yurt içinde,
Kürt halkının mümkün olduğunca en geniş
kesimlerini biraraya getirecek, onlara güven verecek ve çekim
merkezi olacak bir legal kitle partisinin oluşturulmasını
hayati derecede önemli görür; tüm yurtsever kesimleri, kişisel
hesapları ve dar grup çıkarlarını aşarak
bunun gerçekleştirilmesi için çaba göstermeye
çağırır.
Kongremiz yurt dışında
varolan önemli Kürt potansiyelini harekete geçirmek, Kürt
halkının sesini ve istemlerini uluslararası
kamuoyuna duyurmak ve mücadeleye yurt dışından
gerekli desteği örgütleyip yükseltmek için de, yurt dışındaki
Kürt kitlesinin, siyasal ve demokratik plandaki örgütlerinin,
aydınların biraraya gelerek çabalarını
yurtsever bir doğrultuda birleştirmelerinin gereğine
ve önemine değinir; son dönemde Stokholm ve Köln toplantılarıyla
belirlenen hedefleri destekler.
Bu kapsamda,
hedeflenen aydın insiyatiflerinin bir an önce oluşturulmasını,
siyasal ve demokratik örgütlerle, aydın insiyatifi temsilcilerinin
biraraya gelerek yurt dışındaki çalışmaları
ortak hedefler doğrultusunda koordine etmelerini diler,
bu yöndeki çabaları destekler.
Kongremiz, Kürt yurtsever hareketinin
sesini duyurmak, zorba rejimin ve işbirlikçilerinin propagandasını
boşa çıkarmak için günlük gazete, televizyon gibi
kurumların oluşturulmasının önemine değinir
ve tüm yurtsever insanlarımızı, olanakları
ölçüsünde bu yöndeki çabalara destek vermeye çağırır.
İrtica İle Mücadele
Demagojisi
Son iki-üç yılda ülkenin
politik yaşamını etkileyen önemli gelişmelerden
biri de, sözde laiklik, Atatürkçülük, “cumhuriyetin temel
ilkelerini koruma ve kollama” ve irticayla mücadele adına
yaratılan baskı ve terör ortamıdır.
28 Şubat süreci bir tür askeri
müdahale; hükümete, parlamentoya ve tüm topluma bir dayatma
olarak başladı. Genç kızların başörtüleri
gereksiz yere bir sorun haline getirildi, ileri ve gerinin
ölçüsü yapıldı. Bunu memur kıyımına
yönelik, Cumhurbaşkanı Sezer’in Anayasa’ya aykırı
bularak geri çevirdiği kanun hükmündeki kararname girişimi
izledi. Geçmişte sola ve Kürt yurtseverlerine yönelik
olarak işletilen ve islami kesimin de gönüllü ve aktif
olarak içinde rol aldığı
makkartizm, şimdi Kürtlerle birlikte, aynı zamanda
islami kesime yönelmiş bulunuyor. Her taşın
altında bir mürteci aranıyor! Refah Partisi’nin
ardından Fazilet Partisi de kapatılmak isteniyor.
Bu anlayış ve tutum,
laiklik ve çağdaşlık, ileri ve geri kavramlarının
bir kez daha çarpıtılmasıdır. Bu uygulama
gerçek laikliğe, çağdaşlığa, ileriye
yönelik değildir; tipik, bunaltıcı bir baskı
uygulamasıdır.
Laikliğe en büyük darbeyi
12 Eylül faşizmi vurdu ve radikal islami eğilimler
en çok bu dönemde beslendi, kışkırtıldı.
12 Eylül ise tüm kurumlarıyla bugün de ayaktadır.
Sözde laiklik ve çağdaşlık için mücadele edenler,
bu çarkın tek dişlisine bile dokunulmasını
istemiyorlar.
Kürdistan Sosyalist Partisi gerçek
laikliği, çağdaşlığı, ileriyi
ve değişimi savunan bir partidir. Türkiye gerçekte
hiçbir dönemde laik bir ülke olmadı. Laik bir toplum,
devletin yurttaşların inançlarına saygı
göstermesi, inançlar karşısında eşit mesafede
olması, taraf tutmaması, baskı yapmaması
demektir.
Bugün savunulan laiklik bu türden
değil. Devlet, din alanında da topluma istediği
şekli vermeye çalışıyor; müdahale ediyor,
belli inanç biçimlerini, giyim-kuşam tarzı dahil,
zorla empoze ediyor; bazılarını ise yasaklıyor,
baskı yapıyor, suçluyor ve terör estiriyor. Bu çağdışı,
despotik bir
uygulamadır.
Bugünkü baskı rejimi zaten
yeterince tutucu ve gericidir. Tüm enerjileriyle bu rejimi
ayakta tutmaya çabalıyanların, insan hakları
ve özgürlüklerine karşı, değişime karşı
dikilenlerin gericilikle savaştıkları iddiasının
inanılır hiçbir tarafı yoktur. Hala vatan millet
adına düşünceyi cezalandıranların kendileri
tipik gericilerdir.
Kürdistan Sosyalist Partisi,
irtica ile mücadelenin en doğru ve sağlıklı
yolunun da özgür ve demokratik bir toplumu gerçekleştirmek
olduğu görüşündedir. Toplumu ileriye taşıyacak
olan özgür düşüncedir, özgür örgütlenmedir, demokratik
ilişkilerdir. Bugün sözde irtica ile mücadele adına
toplumun iki ayağını bir ayakkabıya sıkıştırmaya
çalışanlar, gölge etmesinler başka ihsan istemez!
Türkiye AB’ye Verdiği
Sözleri Tutmalı
Reformlar Biran Önce Gerçekleşsin
Kürt Sorununa Adil ve Barışçı
Çözüm
Aralık 1999’da yapılan
Helsinki Doruğu’nda Türkiye, Kürt sorununun çözümü ve
insan haklarının iyileştirilmesi yönünde hiçbir
olumlu adım atmadığı halde, vaatleri göz
önüne alınarak ve sözde etkilemek için, Avrupa Birliği
aday üyeliğine kabul edildi ve önüne Kopenhag Kriterleri
kondu. Ne var ki Türk hükümeti o günden bu yana verdiği
sözleri yerine getirmek, Kopenhag Kriterleri’ni hayata geçirmek
için olumlu hiçbir adım atmamıştır ve
atmaya da niyetli görünmüyor.
Aradan geçen on aylık süreye
rağmen insan hakları alanında kayda değer
hiçbir iyileştirme olmadı. Bugün de düşünce
Türk yasalarında suç olmaya ve mahkemelerde cezalandırılmaya
devam ediyor. Bugün de basın, özellikle Kürt basını
ağır baskılar altında. Üstelik son on
aylık sürede baskılar daha da ağırlaştı.
Kürt sorununa değinen veya Kürt diliyle çıkan yayınlar
olağanüstü hal bölgesine sokulmuyor. Bunlara yönelik
ağır hapis ve para cezaları, süreli veya süresiz
yasaklamalar ise devam
ediyor. Böylece Kürt basını yasal ve fiili engel
ve baskılarla boğuluyor.
PKK silahları susturduğu,
güçlerini sınır dışına çektiği
ve artık savaşmak istemediğini ısrarla
belirttiği, hatta bazı grupları gönderip teslim
ettiği halde, rejim olağanüstü hale son vermiyor,
köye dönüşlere olanak tanımıyor, bir genel
af çıkarıp ortamı yumuşatmıyor; aksine
gerilimi tırmandırmak isteyen bir tutumla operasyonları
sürdürüyor.
Rejim barış istemiyor.
Türk hükümeti, hala Kürt gerçeğini kabul etmemekte, akılcı
bir çözümden kaçınmakta ısrar ediyor.
Kopenhag Kriterleri’ni bile dejenere
etmek, bu konudaki yükümlülüğünden kaçmak için gülünç
gerekçeler buluyor; örneğin, konuşma ve yazı
dili olarak Türkçeden çok daha eski, ve zengin olan Kürtçenin
bir dil olmadığını ileri sürüyor! Ortadoğu’nun
büyük uluslarından biri olan ve salt Türkiye sınırları
içinde nüfusu 20 milyonu aşan Kürt ulusunu, azınlık
bile saymıyor, halkımıza azınlık
haklarını bile çok görüyor!..
Türk devleti bu kez de AB’yi
ve uluslararası kamuoyunu oyalamaya, aldatmaya, olup
bittiye getirmeye çabalıyor.
Kürdistan Sosyalist Partisi,
Kürt sorununu adil ve eşitlikçi bir temelde çözmek, demokratikleşmek
ve komşularıyla sorunlarını diyalog yoluyla
ve uluslararası hukuk ilkelerine göre çözmek koşuluyla,
Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne girmesinden yanadır.
Türk hükümeti AB’ye verdiği sözleri dejenere etmeden,
gerekli reformları bir an önce hayata geçirmeli ve ülkeyi
AB tam üyeliğine hazırlamalıdır.
* İşkenceye, yargısız
infazlara ve benzeri uygulamalara son verilmeli; Türkiye insan
haklarıyla ilgili olarak imzaladığı uluslararası
sözleşmelere uymalıdır.
* En başta, saygın
hukuk adamlarının bile “bir polis tüzüğü” diye
niteledikleri 12 Eylül Cuntası’nın “anayasası”nın
yerine demokratik bir anayasa yapılmalıdır.
* Türk hukukundan
anti demokratik yasa ve hükümler ayıklanarak düşünce,
söz, basın, örgütlenme, toplanma ve protesto özgürlükleri
tam olarak tanınmalıdır.
* Bir genel af çıkarılarak
politik ortam yumuşatılmalı, böylece siyasi
tutuklular da özgürlüklerine kavuşmalı ve yurt dışındakiler
serbestçe dönebilmelidir.
* Parlamento, hükümet ve bir
bütün olarak sivil yönetim üstünde demoklesin kılıcı
gibi duran ve ülkenin tüm temel sorunlarına ilişkin
politikaları belirlemeye kalkışan MGK ile 12
Eylül faşizminin öteki baskı kurumları; YÖK,
RTÜK ve DGM’ler kaldırılmalıdır.
* Kontrgerilla ve JİTEM
gibi soğuk savaş döneminden kalma ve Kürdistan’daki
kirli savaşın ürünü olan devlet güdümlü terör örgütleri,
çeteler ve “özel timler” dağıtılmalıdır.
* Yeni Anayasa’da Kürt kimliği
belirlenmeli, Kürt ulusal hakları güvence altına
alınmalıdır.
Kürt sorununun barışçı
ve adil çözümü önündeki yol açılmalı. Bu kapsamda
öncelikle şu acil adımlar atılmalıdır:
* Olağanüstü hale bir an
önce son verilmeli, Bölge Valiliği ve köy koruculuğu
kaldırılmalıdır.
* Kirli savaş döneminde
köy ve kasabaları yıkılarak göçe ve sürgüne
tabi tutulan, Kürdistan’daki ve batıdaki büyük kentlerin
varoşlarında evsiz, işsiz, perişan bir
hayata mahkum edilen milyonlarca insanımızın
köy ve kasabalarına dönmelerine izin verilmeli, yaraları
sarılmalı, zararları tazmin edilmelidir.
* İçinde partimiz de olmak
üzere, Kürt sorununun barışçı yöntemlerle çözümünden
yana olan tüm Kürt siyasi partilerinin kendi adları ve
programlarıyla serbestçe faaliyetine olanak tanınmalıdır.
Biz Kürdistan Sosyalist Partisi olarak yasal çalışma
hakkı istiyoruz. Rejim artık duvarları kaldırmalı,
kapıları açmalı.
* Kürt basını ve kültür
kurumları üzerindeki baskı ve teröre son verilmeli;
Kürtçe radyo ve televizyon yayını başlatılmalı
ve serbest bırakılmalıdır.
* Kürdistan’da ve Kürtlerin yaşadığı
her yerde Kürtçe eğitim başlatılmalıdır.
Türkiye Bir Yol Ayrımındadır
Türkiye bugün bir yol ayrımındadır.
Ya Avrupa Birliği adaylık sürecinin yarattığı
bu olumlu ve tarihi fırsatı kullanıp kendisini
çağa uyduracak, ülkede barışı ve demokrasiyi
gerçekleştirecek, ya da Avrupa’dan kopup daha da geri,
despot, militarist bir Ortadoğu ülkesi olmayı seçecektir.
Bir başka deyişle, ya demokrasi ya militarist diktatörlük..
Türkiye’deki tutucu, şoven,
militarist çevreler şimdi demokratikleşme ve barış
çabalarına direniyor, Avrupa Birliği’ne hiç değişmeden,
bugünkü işkenceci, baskıcı, ilkel yapı
ile girmeyi istiyorlar. Demokratikleşmeyi, Kürt sorununun
çözümünü, insan haklarını ülkenin ve ulusun parçalanması
gibi gösteriyorlar.
Biz, Kürdistan Sosyalist Partisi
olarak Avrupa Birliği’ni normlarına sahip çıkmaya
çağırıyoruz. Türkiye’nin bu normları ve
Kopenhag Kriterleri’ni dejenere etmesine, uluslararası
kamuoyunu oyalayıp aldatmasına izin verilmemelidir.
Türkiye’nin hangi yönde
yürüyeceği, barış, demokrasi ve değişim
güçleriyle tutucu, şoven ve ırkçı güçler arasındaki
mücadelenin sonucuna bağlıdır. Eğer değişimden
yana güçler ağır basarsa Türkiye Avrupa Birliği’ne
girmeyi başaracak ve gerçekten çağ atlayacaktır.
Aksi halde rejim
daha da gericileşip despot, militarist, hatta faşist
bir nitelik kazanacak, Türkiye uygar dünya ile köprüleri atacaktır.
Bu da rejimin soyutlanması, uluslararası desteklerini
yitirmesi olur. Böyle bir rejim çağımız dünyasında
uzun ömürlü olamaz ve onun
için erken bir çöküş kaçınılmazdır. Sonuç
olarak, Türkiye’de bugünkü çağdışı sistemi
koruma çabalarının geleceği ve başarı
şansı yoktur.
Kürdistan Sosyalist Partisi 6.
Kongresi, ülkemizin Kürt-Türk tüm emekçilerini, aydınları,
barış ve demokrasiden yana insanları, Kürt
ve Türk halkları için iyi bir gelecek isteyen herkesi
değişim yönünde tavır almaya çağırır.
Ülkemizde insan haklarını, özgürlükleri tam olarak
hayata geçirmek, ülkeyi ekonomik, sosyal, kültürel her alanda
geliştirip ileri ülkeler düzeyine
çıkarmak, yanyana kardeşçe,
ama eşitlik içinde, özgürce yaşamak için el ele
verelim. Bunun siyasal biçimi Kürt-Türk federasyonudur.
Güney Kürdistan’da Silahlar
Susmalı
PKK Güneyin İşlerine
Karışmamalı
Kongremizin toplandığı
şu günlerde Güney Kürdistan’da PKK ile Kürdistan Yurtsever
Birliği arasında çatışmalar yaşanıyor
ve bu durum Kürt kamuoyunu birkez daha üzüyor.
Biz, geleneksel politikamıza
uygun olarak her zaman kardeş kavgasına karşı
olduk ve bugün de, iki tarafın gerekçeleri ne olursa
olsun, bu çatışmanın da biran önce durmasını
istiyoruz.
Öte yandan, bir Kuzey Kürdistan
örgütü olan, öyle olması gereken PKK’nın, Türkiye’ye
karşı silahlı eyleme son verdiğine ve
-eğer söyleminde samimiyse- artık tümüyle barışçı
siyasal çalışmayı önüne koyduğuna, hele
hele, Kürt halkının tüm temel istemlerini bir yana
bıraktığına göre, Güney Kürdistan’da silahlı
güç bulundurmasının bir nedeni yoktur. Güney’li
örgütlerin içişlerine karışmaya, Güney parçası
üzerinde hak iddia etmeye ise hiç hakkı yoktur.
O kanıdayız ki PKK, bu
parçanın içişlerine karışmaz, Güney’deki
ulusal yönetime karşı –Türkiye’nin Irak’ın
veya başka bölge devletlerinin çıkarına olarak-
hasmane bir tutum takınmaz, ordaki ulusal yönetimin otoritesine
saygı gösterirse çatışmak için bir neden kalmaz.
PKK geçmişte
bu anlamda büyük yanlışlar yaptı ve şimdi
de bu tutumunu sürdürüyor, İmralı’daki Öcalan’ın
yönlendirmesine ve kışkırtmalarına uygun
olarak bu parçadaki ulusal yönetimi ve önde gelen Kürt partilerini,
KDP ve KYB’yi suçluyor, onlara karşı hasmane bir
tavır
takınıyor. Bu tutum Kürt halkının çıkarlarına
hizmet etmez ve kabul edilemez.
1 Ekim 2000
Kürdistan Sosyalist
Partisi (PSK)
|