PSK PSK Bulten KOMKAR Roja Nû Weşan / Yayın Link Arşiv
Dengê Kurdistan
PSK
PSK Bulten
KOMKAR
Roja Nû
Weşan/Yayın
Arşiv
Link
Pirs û Bersiv
Soru - Cevap
Webmaster
psk@kurdistan.nu
 
 
Kürdistan Sosyalist Partisi Genel Sekreteri Kemal Burkay´ın Kopenhag Konferansı´nda yaptığı Konuşma

14 Ekim, 2002

Sayın bayanlar, baylar!

Her şeyden önce, böyle bir toplantı düzenleyip bana da görüşlerimi dile getirme fırsatı veren dostlara teşekkür ederim.

Konferansın bu bölümünde konumuz Kürt sorununun çözümü ve bu çerçevede Kopenhag Kriterleri´nin önemi, Türkiye´nin bu alanda neler yaptıklarıdır.

Daha baştan söyleyeyim ki, Kürt sorunu salt insan hakları ya da azınlık hakları çerçevesinde ele alınıp çözülecek bir sorun değil, bundan çok daha geniş boyutlu, ulusal bir sorundur. Kürtler, Türkler, Araplar ve Farslarla birlikte Ortadoğu´nun büyük uluslarından biridir. Nüfusları günümüzde 40 milyona ulaşıyor ve kendi toprakları üzerinde, Fransa genişliğindeki Kürdistan´da yaşıyorlar.

Ne yazık ki ülkemiz bölgedeki dört devlet arasında parçalanmış ve halkımız tüm parçalarda temel hak ve özgürlüklerden yoksun kılınmıştır. (Güney Kürdistan´daki görece özerk durum yenidir ve ancak uzun ve çetin bir mücadelenin ve Körfez Savaşı´nın ardından ortaya çıkmıştır).

Kürt sorunu bu çerçevede ele alınmalı ve çözülmelidir.

Çözüm yolu ise tüm bağımlı uluslar için ne ise Kürtler için de odur. Kendi bağımsız devletini kurmak dahil, kendi kaderini özgürce belirlemek Kürtlerin de hakkıdır. Ama çözüm için federal veya konfederal bir biçim de mümkündür.

Partimiz başından beri, Kuzey Kürdistan bakımından böylesi bir çözümü savunuyor. Kürtler ve Türkler federal bir yapı içinde birlikte yaşıyabilirler.

Ne yazık ki Türk devleti Kürt sorunuyla ilgili olarak başından beri yanlış bir politika izliyor. Kürt halkının varlığını ve haklarını tanımamakta ısrar ediyor. Kürt dilini ve kültürünü yok etmeye, böylece Kürt ulusal varlığına son vermeye çalışıyor.

Türk devleti izlediği politikalarla, hatta kendi varlığına biçim veren Lozan Antlaşması´nı bile çiğnedi. Söz konusu antlaşmanın 39. Maddesinde “Tüm Türkiye Cumhuriyeti yurttaşlarının özel ve sosyal yaşamlarında, yayın alanında dillerini özgürce kullanmalarına hiç bir engel ve sınır konamaz” deniyor. Buna karşılık Türk yönetimi Kürtçe yayını başından beri yasakladı. Hatta Kürtçe konuşma ve Kürtçe şarkı söyleme bile uzun zaman suç sayıldı. Hala da benzeri uygulamalar devam ediyor.

Kürt halkı söz konusu haksız ve çağdışı uygulamalara karşı direndi . Ama bu direnişler her keresinde acımasızca bastırıldı. Ülkemizde zulüm ve baskı çarkı sürekli işledi. Bu yüzden Türk toplumu da barış yüzü görmedi. Kürdistan´ın ve Türkiye´nin kaynakları sonu gelmez savaş ve çatışmalarda telef oldu. Ülkemiz sık sık yıkıma uğradı, ekonomik ve sosyal alanda geri kaldı. Türkiye´de militarizm güçlendi ve ülke demokrasiden uzaklaştı.

Bugün de, şu 21. Yüzyılın başında, Türkiye´nin Avrupa Birliği yoluna girdiği bir zamanda, hala Kürt sorununda bu çağdışı politika terk edilmiş değil.

Türkiye´nin Avrupa Birliği adaylığı Kürtler için ne ifade ediyor?

Biz Türkiye´nin AB´ye üye olmasından yanayız. Ama bu haliyle ve kayıtsız şartsız değil. Türkiye Kopenhag Kriterleri´ni tümüyle ve dejenere etmeden yerine getirmeli, böylece demokrasi yolunda ileri adımlar atmalıdır.

Elbet biz, Kopenhag Kriterleri´nin Kürt sorununun çözümü bakımından yeterli olmadığının bilincindeyiz. Kürt sorunu eşitlik temelinde federal bir yapı ile çözülmedikçe ve Kürtlere yönelik bu baskı rejimi devam ettiği sürece, Türkiye demokratik bir ülke olamaz.

Öte yandan, Kopenhag Kriterleri bir bütün olarak ve dejenere edilmeden hayata geçerse Kürt halkının durumu da birhayli iyileşecektir.

Örneğin AB, Türkiye´nin önüne koyduğu Katılım Ortaklığı Belgesi´yle Türkiye´deki tüm etnik gruplar için anadilde eğitim ve yayın hakkının gerçekleştirilmesini istedi. Bu en başta Kürtleri ilgilendiriyor.

Ama Türkiye ne yaptı? Türk yöneticiler, Türkiye´nin üniter olduğunu, resmi dilin Türkçe olduğunu ileri sürerek bu isteklere öfkelendiler, kendi “Ulusal Program”larıyla AB´nin önerdiği birçok ev ödevine yan çizdiler. Kopenhag Kriterleri´ni dejenere ve baypas etmeye çalıştılar.

Türkiye 2001 yılında Anayasa´sında bazı değişiklikler yaptı. Ama bu gönülsüz değişiklikler, demokratikleşme anlamında bir makyaj olmaktan öteye gidemedi. O zamanki Yargıtay Başkanı Sami Selçuk´un deyişiyle, 1982 Anayasası bir polis tüzüğü gibidir, bu tür değişikliklerle demokratik olması mümkün değildir. Yapılması gereken yeni ve demokratik bir anayasa yapmaktır.

Ama söz konusu göstermelik Anayasa değişikliği ile ilgili olarak Türk basını ve siyasi çevreleri, büyük bir iş yapmış gibi şamata kopardılar. Bazı Avrupalı politikacılar da bu havaya aldandılar veya öyle görünmeyi tercih ettiler.. Ama o zaman da kamuoyunu uyarmış, “biraz sabredin, bir şeyin değişmediğini göreceksiniz,” demiştik..

Nitekim öyle oldu. Hatta pratikte rejim çok daha sertleşti. Bu değişikliklerin ardından Kürt gençleri anadilde eğitim hakkı isteyince, Kürtçe´nin okullarda seçmeli ders olması için dilekçeler verince, başlarına geleni herkes gördü. On bini aşkın üniversite öğrencisi terörist örgüt üyesi olmakla suçlandı. Yüzlercesi gözaltına alındı, tutuklandı, işkence gördü ya da okullardan uzaklaştırıldılar. Yüzlerce dava açıldı ve birhayli gence ceza verildi.

Aynı dönemde ¢çişleri Bakanı´nın bir genelgesiyle Kürtçe isimler yasaklandı. Gerekçe olarak bu isimlerin Türk kültürüne uymadıkları ileri sürüldü!

Son olarak, kısa süre önce, 2002 Ağustos başında, Türk Parlamentosu´ndan “AB´ye Uyum Paketi” adı altında 14 maddelik bir yasa değişiklikleri paketi daha geçti. Türk siyasi çevreleri ve basını bunun ardından da görülmemiş bir şamata kopardılar. Tarihi bir adım attıklarını, Kopenhag Kriterlerini artık yerine getirdiklerini ileri sürdüler ve AB´nin Türkiye´ye müzakere tarihi vermesini istediler.

Peki gerçek durum nedir? Evet bu pakette, idam cezasının “savaş ve yakın savaş hali dışında”, yani sınırlı olarak kaldırılması ve gayrimüslim azınlık vakıflarına mal edinme hakkı tanınması gibi bazı olumlu değişiklikler var. Ama bunun ötesinde, demokratikleşme yönünde ciddi bir adım yok. Kürt haklarının tanındığı iddiası ise tümüyle boş ve gerçekdışı.

Örneğin bu değişikliklerle Kürt halkına ve diğer gruplara anadilde eğitim hakkı tanınmış olmadı. Kürt dilinde ilkokuldan üniversiteye kadar bir tek okul bile açılmıyor.

Yalnızca anadilde kurslara olanak veren bir değişiklik yapıldı. Bu kurslar ise okul dönemi dışında ve ancak tatil günleri olabilecek. Öğretmenlerin ücretleri dahil, tüm masraflar kursiyerlere ait olacak.

Peki bu, 20 milyonluk bir halk için ne biçim anadilde eğitimdir? Bu düpedüz Kürtlerle alay ve onları aşağılama değil mi? ¢sveç, Danimarka gibi ülkelerde bile Kürt göçmenlerin bundan daha fazla hakları var. Bu ülkelerde Kürt çocukları okullarda anadil dersi görebiliyorlar. ¢sveç´te bir de Kürt öğretmen yetiştiren okul var.

Son değişiliklerden biri de anadilde radyo ve televizyon yayınıyla ilgili. Ama bu da bir aldatmaca. Çünkü bununla Kürtçe radyo ve televizyon yayını serbest bırakılmış olmadı. Yalnızca, devlet kanallarından birinde 15-20 dakikalık bir yayın düşünülüyor. Yüzlerce özel televizyon kanalının bulunduğu bu ülkede Kürtçe özel yayın yine tümüyle yasak.

Bu da Kuzey Kürdistan ve Türkiye´de yaşıyan 20 milyonluk Kürt halkı için yine göstermelik ve onur kırıcı değil mi?

Düşünce, inanç ve basın özgürlükleri bakımından da durum değişmedi. Türk hukuk sistemi bir labirent gibidir, öylesi birkaç değişiklik ve makyajla bu köhne sistem düzelmez.

Kürt kimlikli dernek ve partilerin kurulması da eskisi gibi yine yasak. Siyasi partiler kanununun 81. Maddesi, siyasi partilerin Türkiye´de Türk dili ve kültürü dışındaki dil ve kültürlerin varlığından söz etmeyi bile yasaklıyor. Ve bu dört başı mamur faşist madde yerli yerinde duruyor. Buna dayanılarak geçmişte bir dizi parti kapandı; çünkü Kürt halkından söz etmişlerdi. Şimdi de HADEP ve HAK-PAR aynı gerekçelerle ve kapanma istemiyle Anayasa Mahkemesi önündeler..

Özetle, Türk reimi Kürt sorununun çözümü için son üç yıl içinde de hiçbir ciddi adım atmış değil. Bu bakımdan Kopenhag Kriterleri´nin öngördükleri yerine gelmedi.

Hatta şu göstermelik dil kurslarının ve 15-20 dakikalık yayının ne ölçüde gerçekleşeceği bile kuşkuludur. Yetkililerin söz ve hazırlıklarına bakılırsa, onların gönlü bu kadarına bile razı değil. Binbir engel çıkarıp bu kadarcık şeyi bile pratikte engellemeleri hiç sürpriz olmaz.

Çünkü Türk yönetiminin Kürtlere yönelik politikası değişmiş değil. Onların niyeti bugün de asla Kürtlere dil ve kültür hakları tanımak değil. Aksine Kürt dilini ve kültürünü ortadan kaldırma heves ve tutkuları bugün de en şiddetli biçimde devam ediyor.

Kürt sorunu bu şekilde çözülür mü?

Kürt halkı böylesi komik “haklar”a kanıp susar mı, özgürlük mücadelesi durur mu? Bunu kimse boşuna hayal etmesin.

Türk devleti Kuzey Kıbrıs´daki yüz bin Türk için iki bölgeli ve iki toplumlu federasyonu bile az bulup gevşek bir konfederasyon, yani bağımsız devlet istiyor. Ama aynı Türkiye, kendi sınırları içindeki Kuzey Kürdistan´da yaşıyan 20 milyon Kürde anadilde eğitim hakkı, okullar ve doğru dürüst bir televizyon yayını olanağı bile tanımıyor.

Bu ne biçim bir tutumdur? Bunun mantıkla, adaletle, demokrasiyle ilgisi var mı?.

Bu eşi görülmemiş derecede haksız, ilkel bir zorbalık politikasıdır.

Kuşku yok ki AB sözcüleri ve yetkili kurumları da bu dediklerimizi ve vakit azlığı nedeniyle demeye fırsat bulamadığımız daha çok şeyi iyi biliyorlar.

Peki onlar böyle bir Türkiye´yi saflarına alırlar mı? Kürtlerin trajedisi karşısında sessiz kalırlar mı? Türkiye´nin, dünyamızın kökleri çok eskiye dayanan bir dilini ve kültürünü, koca bir ulusu süngü ve tank gücüyle ortadan kaldırmasına göz yumarlar mı?. Bu da onların sorunu..

Ümit ederiz ki Avrupa Birliği Türk devletinin tüm bu oyun ve aldatmacalarına, bu akıl almaz zulme göz yummayacak, kendi normlarına, prensiplerine sahip çıkacaktır.

Türkiye, ya oyalamadan, dejenere etmeden, gerçekten demokratik bir ülke olmak için gerekenleri yapmalı, bu arada Kürt sorununun çözümü yolunda da ciddi adımlar atmalı, böylece kendisi için de AB yolunun açılmasını hak etmeli, ya da bu çağdışı, ilkel düzende ısrar edip kendisine uygun yeni bir yer aramalı..

Bu kararı vermek Türkiye´yi yönetenlere düşer.

 
PSK Bulten © 2002