Kürdistan’a Haçlı Seferleri Ve Aynaya
Küsenler
Mesud Tek
Başlık, Güney Kürdistan’a yönelik saldırıların
kaynağı konusunda sizleri yanıltmasın.
Aksine, Güney Kürdistan’a yönelik son saldırılar
başka yerlerden, müslüman ülkelerden, bu ülkedeki basın
yayın organları ve yazarlarından geliyor. Bir
de “Demokratik Cumhuriyet” cenahından..
Irak’da egemenliğin Iraklılara devriyle ilgili
takvim işledikçe, seçimlerin tarihi yaklaştıkça
federasyon ve Kerkükü’ün yapısıyla ilgili tartışmalar
alevleniyor, saldırıların dozu artıyor...
Amerikalı gazeteci Seymour
Hersh’in, MİT’ten, bizzat görüştüğü Türk Dışişleri
Bakanı ’ndan aldığı bilgilere dayanarak
kaleme aldığı ve İsrail’in Kürtlere askeri
eğitim verdiğini iddia eden makelesinin, The New
Yorker’in 28 Haziran tarihli sayısında yayınlanmasının
ardından, Arap ülkeleri ve Avrupa’da yayınlanan
Arap gazetelerinde başlatılan Anti-Kürt kampanya
tüm hızıyla devam ediyor. Hemen hergün, herhangi
bir Arap gazetesinde konuyla ilgili bir veya bir kaç makale
yayınlanıyor. Kürtleri töhmet altında bırakan
makale ve yorumlarla, geçmişten beri Arap aleminde var
olan ve Arap şovenizminden kaynaklanan, Irak’ın
müttefikler tarafından işgaliyle daha da artan Kürt
düşmanlığı kışkırtılıyor.
Bu yazının konusu birçok
Arap devletinin ilişki kurduğu, Filistinlilerin
görüşme yaptıkları İsrail devletiyle Kürtlerin
ilişkileri değil. İçinde bulundukları
durum nedeniyle, uluslararası destek ve ilişkilere,
diğer halklardan daha çok ihtiyacı olan Kürtler’in
hangi ülkelerle ve nasıl bir ilişki kuracağını
belirlemek, -Kürt dostları da dahil- kimsenin harcı
değil. Hele İsrail ile “stretejik ortaklık”
kuran, birçok askeri ekonomik anlaşma imzayalan Türk
devletinin hiç değil.
Sözkonusu uğursuz koroya,
Kürt dostu olan Arap ve islami yazarların da dahil olması
insanı üzüyor doğrusu. Ilımlı islami görüşleriyle
tanınan Mısırlı yazar Fehmi Huveydi de
bunlardan birisi. Londra’da yayınlanan “Şark ul
Evsat” adlı gazetenin 7 Temmuz tarihli sayısında
yayınlanan makalesinde, “Kürt devletinin kurulması
üçüncü dünya savaşına yol açabilir” diyor.
“Kürtlerin mazlumiyetlerinin,
özgürlük ve saygınlık hakkına sahip vatandaşlar
olarak yaşama hakları olduğunun tartışma
götürmediğini” kaydeden Huveydi, Mesud Barzani’nin son
dönemde, Irak’ın geleceği ve federasyon konusunda
yaptığı son açıklamalara değindiği
makalesinde, Saddam rejiminin devrilmesi ve kabul edilen Irak
Gecici Yönetim Yasası’nın Kürtlerde “yakın
vadede ayrılma ve bağımsızlık hülyaları”
yarattığını ve bunun kabul edilemez olduğunu
belirtiyor. Bölgede, sınırların değişmesinin
“sonucunu sadece Allahın bileceği” savaşlara
yolaçacağını anlatan Huveydi, üçüncü dünya
savaşını öngörmeden Kürdistan’ın birliğinin
sağlanamayacağını söyleyerek, bölgede
Kürtler aleyhine kaynatılan kazanın altına
“dost” odunu atıyor. Kürtlerin “şer ve hayır”
arasında değil “iki şer” arasında tercih
yapmak zorunda kaldıklarını belirten Huveydi
“Kürtlerin şu anki hal üzere kalmaları kötü bir
durum şüphesiz; ancak Kürtlerin tek bir devlet içinde
toplanması girişiminin sonuçları ise daha kötü
olacaktır” diyor. .
Tartışma konusu olan Güney Kürdistan’lı partiler
ve onların liderleri, kısa dönemde, değil dört
parçada, Güney kürdistan’da da ayrı bir Kürt devleti
kurmayı amaçlamadıklarını defalarca dile
getirdiler. Varolan haklarını ve kazandıkları
mevzileri terketmeyeceklerini, federasyonunun kabul edilmemesi,
birlikte yaşamın zorla dayatılması halinde,
bağımsız devlet kurma haklarını kullanabileceklerini
söylediler. Bu durumda Huveydi ve öteki Kürt dostlarına
düşen ise, Kürtlere, “üçüncü dünya savaşına
yolaçmamak” için varolan yapıyı kabullenip değiştirme
çabalarından vazgeçmelerini öğütlemek değil,
şovenizmin etkisi altında olan Arap kamuoyunu, Kürtlerin
federasyon doğrultusunda belirlediği iradelerine
saygı göstermeye çağırmadır.
BAAS rejimi kalıntısı örgütleri bir yana bırakalım.
Irak’da müttefik güçlere karşı savaşan islami
örgütlerden “El-Jama” adlı gurub “Kürt hainleri” bitirmekten
dem vuruyor. Sözkonusu örgüt bir bildirisinde, “Allah'ın
istediği gibi Jalawla'da olmak ve Kürt hainleri bitirmek
için bizler bu hafta sizin şiddetli esen rüzgarınız
olacağız. Sizden işyerlerinizi 28 Haziran'dan
2 temmuz Cuma gününe kadar kapatmanızı istiyoruz”
diyor. Çok açık değil mi? Örgüt “Jalawla” adlı
yerleşim birimindeki Kürtleri bitirmekten ve bunun Allahın
arzusu olduğundan bahsediyor.
Daha düne kadar BAAS rejminin
her türlü baskı ve katliamına maruz kalan Şiiler
de federasyon karşıtları arasında yer
alıyorlar. ABD ve müttefiklerine karşı savaşan
Şii Mukteda Sadr’a bağlı “Mehdi Ordusu”nun
Necef sorumlusu Şeyh Ahmet El-Şeybani, federasyon
fikrine karşı olduklarını, federasyonun
Irak'ın bölünmesine yolaçacağını belirtiyor
ve “bu işten en büyük zararı komşularımız
Türkiye, Suriye ve İran görür. Bu bölgede yeni bir devlet
olmayacak. Böyle bir gelişme hepimizin başını
ağrıtır.” Diyor. “İşgalci güçlerle
birlikte direnişçilere karşı savaştıkları”
iddiasında bulunduğu peşmergeleri tehdit etmekten
de geri kalmıyor...
“Bölgede yeni bir devletin olması” halinde başı
ağrıyacak olan Türkiye, İran ve Suriye de boş
durmuyorlar bu ara. Kürt özgürlük hareketini bastırmak
amacıyla sık sık başvurdukları görüşmeler,
son dönemlerde sıklaşmış bulunuyor. Türkiye-Suriye,
Türkiye-İran, Suriye-İran ilişkileri Güney
Kürdistan’daki federasyon nedeniyle ısınıyor,
gelişiyor. Bir başka ifadeyle, Kürdistan özgürlük
hareketi, karşıtları arasındaki ilişkileri
güçlendirerek ilerliyor.
Kürdistan’ı aralarında bölüşen sömürgeci devletler
arasında, son dönemlerde ısıtılan ilişkilerden
muradı, İran eski cumhurbaşkanı Ali Akber
Rafsancani hiçbir yoruma yer bırakmayan net bir biçimde
ortaya koyuyor: "Irak'ın bölünmesini önlemek için
İran, Suriye ve Türkiye arasında işbirliğine
ve dayanışmaya ihtiyaç var.”
Bilmem, İran, Suriye ve Türkiye’nin “bölücülük” çerçevesine
yerleştirdikleri resmin ne olduğunu söylemeye, bölücüluğü
engellemek için, tek tek veya birlikte yaptıklarını
tekrarlamaya gerek var mı?
Son günlerde, Türkiye, Suriye ve İran’ın işbirliğini
savunan makaleler, Arap gazeteleri başta olmak üzere
birçok gazetede yayınlanıyor. Bu ülkelerin işbirliği
yapmalarının bölgedeki etkileri üzerine inciler
diziliyor. Hatta işi daha ileri götüren, bu işbirliğinin
Bolşevik Devrimi kadar etkili olacağını,
“Emeviler, Abbasiler, Eyyubiler ve Osmanlı” dönemlerindeki
rolü oynabileceğini söyleyenler bile var.
İran, Suriye, Türkiye, aralarındaki tarihi, dini
ve ideolojik sorunlara rağmen Bolşevik Devrimi kadar
etkili olabilecek, Fars, Arap, Türklere dayanan Emeviler,
Abbasiler, Eyyubiler ve Osmanlı imparatorluklarının
rolünü oynayabilecek bir birliği sağlayabilirler
mi?
Bilinmez.
Oysa biz Kürtler “önemli olan islam ümmetidir, islamiyette
ayrımcılık yoktur, hepimiz din kardeşiyiz”
ve benzeri söylemleri çok duyduk, bu söylemler eşliğinde
ulusal baskı ve asimilasyon politikasının nasıl
sürdürüldüğünü biliyoruz. “İslam ümmetinin” asli
unsurlarından Arapların 22 tane devleti varken,
Farslar ve Türkler kendi devletlerine sahipken, Kürtlerin
devlet kurmalarına neden karşı çıktıklarının
da farkındayız.
Türk devletinin Güney Kürdistan
ve Kerkük konusundaki tavrı, Genelkurmay 2. Başkanı’nın
ağzından tekrarlandı. Irak başbakanı
Allavi’nin, PKK’yı devre dışı bırakmak
için tedbirler aldıklarını, ancak Türk askerinin
bundan sonra sınır ötesi operasyon yapmasına
sıcak bakmadıklarını söylemesine rağmen,
PKK Güney Kürdistan’da olduğu müddetçe Türk askerinin
bölgedeki varlığının devam edeceğini
söyleyerek işgalde israrlı olduklarını
gösterdi. Genelkurmay 2. Başkanı’nın söylediğine
göre, bölgede bulunan Türk askerlerinin görevlerinden birisinin
de Kerkük’ün demografik yapısını ve Türkmenleri
korumak..
Kerkük’ün demografik yapısının
korunması demek, BAAS diktatörlüğün onlarca yıl
uyguladığı “araplaştırma politikasını”
onaylamaktan öte bir şey değil. Kerkük’ün demografik
yapısını korumak, araplaştırma politikası
uyarınca yerinden yurdundan edilen yüzbinlerce Kürdün
sefalet içinde yaşamaya devam etmelerini istemenin bir
başka biçimde ifadesidir.
Amaç ise besbellli ki Kerkük,
dolayısıyla petrol üzerinde söz sahibi olan Kürtler’’in,
petrol zanginliklerine dayanarak ve “İsrail’in yardımıyla
Kürt devleti kurma hülyalarını” gerçekleştirmelerini
önlemek. Yoksa “İkinci İsrail”in, Öcalan’ın
değimiyle “İkinci İsrail Kürdistan’ı”nın
kurulması, bölgede “sonucu sadece Allahın bileceği”
çatışmalara yolaçar, maazzallah üçüncü dünya savaşı
kopabilir, nükleer silahların kullanıldığı
bir dünya savaşında insanlık yokolabilir!..
O halde yapılması gereken
bellidir: Kürt devletinin kurulmasını önlemek, bunun
için de Kürtleri Kerkük’den uzak tutmak...
Uğursuz koroya İmralı
da katılıyor. Abdullah Öcalan AİHM'de görülen
mahkekemesine sunduğu ve kitap halinde de yayınlanan
savunmasında şöyle diyor: “Birinci Dünya Savaşı'ndan
sonraki Türk-Kürt uzlaşmasının demokratik temelde
(feodal-burjuva feodalizm milliyetçilikten kaynaklanan tehlikelerle
doludur) yenilenmesi, Ortadoğu kaosundan (tarihsel geçmişe
uygun, ama bu sefer demokratik özgür birliktelik halinde)
en güçlü taraf olarak birlikte çıkmalarına yol açacaktır.
Aksi halde, İkinci İsrail Kürdistan'ı kaçınılmazdır."
(15 temmuz tarihli Özgür Politika)
Görüldüğü gibi Abdullah Öcalan Türk yöneticilerini “Kürt
devleti” öcüsüyle korkutuyor, eger “Birinci Dünya Savaşı'ndan
sonraki Türk-Kürt uzlaşmasının demokratik temelde
yenilenmezse” yani “demokratik cumhuriyet” projesini kabul
edilmezse, Türkiye güç kaybeder, Ortadoğuda kaos ortamı
devam eder, Güney Kürdistanlı örgütler Kürt devleti kurarlar
diyor!...
Öcalan da İmralı adasından, söyledikleri ve
verdikleri direktiflerle Güney Kürdistan aleyhine kaynatılan
cadı kazanı altındaki ateşi canlandırıyor,
Güney Kürdistan’daki yapıya ta başından beri
var olan düşmalığını bir kez daha
açığa vuruyor.
Öcalan sözkonusu savunmasında 3 grub Kürtlerden bahsediyor.
Tahmin edileceği gibi grublardan birisi “işbirlikçi
Kürtler.” Öcalan’ın “İşbirlikçi Kürtler”le
kimi kastettikleri biliniyor. Ama Öcalan gerçek işbirlikçileri
görmek istiyorsa, her sabah yüzünü yıkadığında
lavabosundaki aynaya bakması yeter!..
Öyle anlaşılıyor ki Öcalan’ın hücresinde
ya ayna yok ya da Öcalan da ayna küskünlerinden biri...
Bu uğursuz ve şer korosuna karşı durmak,
mücadele etmek, ülke içinde ve dışındaki tüm
onurlu Kürtlerin önünde bir görev olarak duruyor.
|