PSK PSK Bulten KOMKAR Roja Nû Weşan / Yayın Link Arşiv
Dengê Kurdistan
PSK
PSK Bulten
KOMKAR
Roja Nû
Weşan/Yayın
Arşiv
Link
Pirs û Bersiv
Soru - Cevap
Webmaster
psk@kurdistan.nu
 
 
KÜRTÇE BASIN-YAYIN ARTIK SERBEST Mİ?

Kemal BURKAY

Buna karşılık, ırkçı MHP’nin yöneticileri alel acele bir basın toplantısı yaparak, bu değişikliğin bu şekilde yorumlanamıyacağını, yani Kürtçe üzerindeki yasağın kalkmadığını, herşeyin eskisi gibi devam edeceğini ileri sürdüler!

Peki gerçek durum ne? Kürtçe üzerindeki yasak kalktı mı, yoksa devam mı ediyor? Hatta Kürtçe daha önce resmen yasaklı mıydı?

Öncelikle son sorunun cevabını verelim ve bunun için biraz eskiye gidelim.

Bilindiği gibi „yasak dil“ kavramı gibi ibreti alem bir kavram dünyanın hiçbir anayasasında yoktur. Çünkü herhangi bir dili yasaklamak, hele hele bunu bir kanun, bir anayasa hükmü haline getirmek dünyada hiç kimsenin, hiçbir zorbanın aklına gelmemiştir. Bu „şeref“ 12 Eylül darbecilerine aittir!

Ama Kürtçenin yasaklanması elbet onların başlattığı bir uygulama değil. Bu cumhuriyetin başından beri var.

Osmanlı döneminde Kürt ve Kürdistan adı yasaklı değildi, Kürt dili de yasaklı bir dil değildi. Örneğin 2. Meşrutiyet döneminde İstanbul’da çıkan bir dizi legal yayında Kürtçe de yazılıyordu.

Ama Cumhuriyetle birlikte, her şeyi Türkleştirme, tek ulus, tek dil yaratma çabasının bir sonucu olarak Kürt dili ve kültürü de yasaklandı. Bunun yazılı, ya da yasal bir gerekçesi yoktu. Aksine, TC’ye biçim veren Lozan Antlaşması, 39. Maddesinde tüm TC yurttaşlarının dil haklarına güvence getiriyor, anadilin basın-yayın alanı dahil, özel yaşamda serbestçe kullanılmasına hiçbir engel konamıyacağını belirtiyor.

Ama Türkiye anlaşmanın bu maddesini göz göre göre çiğnedi. Türk dilinin dışındaki dilleri pratikte yasakladı, bir kültür kırımına girişti. Bu dönemde Kürtçe yayın yapmak şurda kalsın, Kürtçe yazılmış bir kitap ya da dergi bulundurmak bile kişiyi idama götürebilirdi.

Lozan’ı imzalamış olan öteki devletler buna aldırmadılar bile. Onların sorunu değildi!

Böylece Kürt yazı dili adeta unutturuldu. Herkes bu duruma öylesine alışmıştı ki, bu yüzden, 1958 yılında Musa Anter, Diyarbakır’da çıkan İleri Yurt gazetesinde Kürtçe bir halk türküsü yayınlayınca kıyametler koptu. Birçok çevre, memleket bölünüyor diyerek polisleri, savcıları göreve çağırdı!..

Ama yasalarda bir engel yoktu. Kürt aydınları zindana girme, işkence görme, sürülme, diğer bir deyişle kelle pahasına, yayın çıkarıp Kürt sorununu tartışma ve Kürtçe yazma çabalarını sürdürdüler.

Bunlardan biri de 1977 yılında yayın hayatına atılan ve ilk kez, yarı yarıya, yani geniş boyutlu Kürtçe yayın yapan Roja Welat gazetesiydi. Ama rejim Roja Welat’ı da engellemek için elinden geleni yaptı. Onu çıkarmak için Ankara Valiliği’ne başvuranlara polis, „Kürtçe yayın yapamazsınız, kafanızı koparırız!“ dedi. Buna rağmen Roja welat bu yasa dışı uygulamaya, zorbalığa karşı direnerek yayına başladı ve ağır polis baskısına, engellemelere rağmen, sıkıyönetim tarafından tümden yasaklanıncaya kadar sürdürdü.

İşte 12 Eylül rejimi, yasadaki bu „boşluğu“ doldurmak için de „tedbirler“ aldı, „Anayasa“ adı altında çıkardığı „polis tüzüğü“ne „kanunla yasaklanmış dil“ kavramını koydu. Yani zorbalığı anayasa maddesi haline getirdi.

Ama bu „anayasa“da hangi dillerin yasaklı olduğu söylenmemişti. Bu nedenle 2932 sayılı kanun çıkarıldı. Bu kanun, „devletlerin birinci resmi dilleri dışındaki dillerini“ yasaklıyordu! Ayrıca Radyo ve Televizyon Üst Kurumu (RTÜK) yasasına konan benzer bir hükümle de yine Kürtçe yayının önü kesilmek istendi.

İşin iç yüzünü bilmeyen okurlarımızın kafası karışmış olmalıdır. Murat Kürtçeyi yasaklamaksa, kulağı böylesine ters göstermenin, başka devletlerin „birinci resmi dili dışındaki dillerini“ yasaklamanın anlamı ne? Türk rejimini böylesi bir soytarılık yapmaya sürükleyen neden ise şuydu: Koca bir halkın dilini yasaklıyacak kadar utanmazlaşan rejim, dünya aleme açıkça „ben Kürtçeyi yasaklıyorum“ diyemedi, beylerimiz  bundan utandılar, böylesi dolambaçlı bir yola başvurdular.. Kürtçe Irak’ta, Arapçanın yanısıra resmi dildi. Türk rejimi böylece, Kürtçeyi yasak kapsamına soktuğunu düşünüyordu. Yani Arapça birinci resmi dil, Kürtçe ikincisi...

Ne var ki 2932 sayılı yasa da bir işe yaramadı. 12 Eylül sonrası Kürtler, ilk fırsatta, kendi dilleriyle yayın yapmakta direnerek, dergi, gazete ve kitaplar yayınlayarak faşist rejimin bent ve duvarlarını deldiler. Buna uluslararası plandaki eleştiriler de eklenince, Türk rejimi daha fazla rezil olmamak için ve sözde demokratikleşme yolunda bir adım atarak 2932 sayılı yasayı kaldırdı. Ele güne karşı „Kürtçeye serbestlik tanındığını“ ileri sürdü.

Oysa rejim bir kez daha göz boyamıştı. Bununla birşey değişmiş olmadı. Pratikte Kürt basını üzerindeki baskılar sürüp geldi. Radyo ve TV yayını ise zaten, hem RTÜK yasasındaki engel devam ettiği, hem de baskı çarkı bu alanda daha katı işlediği için yapılamadı.

Şimdi, 1982 anayasasında, yani şu mahut „polis tüzüğü“nde yapılan değişiklikle, 26 ve 28. maddelerdeki „kanunla yasaklanmış dil“ ibareleri de çıkarılmıştır. Bunun üzerine Türk medyası bir kez daha „Kürtçe yayın üzerindeki yasak kalktı“ diye ilan ediyor. Türk devletinin sözcüleri de elbet Avrupa’daki muhataplarına bunu anlatacaklar.

“Yasak dil“ kavramı gibi ancak faşistlere, vandallara özgü bir kavramın bu anayasadan çıkarılması, elbet bir rezalete son verdiği için Türk rejimi bakımından iyi olmuştur. Ama bununla Kürtçe üzerindeki baskının son bulduğu söylenebilir mi? Yukardan beri anlattıklarımızın ışığında, böyle bir yoruma varmak aşırı iyimserlik olur.

Öncelikle RTÜK yasasındaki engel devam ediyor ve bunun da değişmesi gerekir. Ama bundan da önemlisi, rejimin Kürtlere ilişkin niyet ve politikasının değişmesidir. Bu olmadıkça, Anayasa´nın ve öteki yasaların değişmiş olması da bir şey ifade etmez. Oysa bu konuda, geçmişteki çağdışı, ilkel, şoven politikanın değiştiğine dair en küçük bir emare bile yok.

Türk hükümeti ve parlamentosu, eğer bu değişikliğin gerekçesini, Kürtçe basın ve yayının üzerindeki yasakları kaldırmak olarak gösterse, bunu kamuoyuna açıklasaydı, „bundan sonra Kürtçe basın-yayın artık serbest, Kürtçe radyo ve TV yayını yapılabilir“ deseydi, bunun bir anlamı olurdu.

Oysa böyle bir şey yok. MHP’lilerin değişiklik sonrası yaptığı açıklamalar bunun bir göstergesi. Ama yalnızca onlar değil. Ötekilerin ve bu arada sivil-asker bürokrasinin de Kürtçe yayın konusundaki korku ve kaygılarını biliyoruz. Bu paranoya bir günde ortadan kalkmaz.

Sözkonusu değişiklik, kendileri açısından sadece „zararsız“ bir göz boyamadır. Türk rejiminin Kürt halkına yönelik baskı ve asimilasyon politikası değişmemiştir.

Değiştiğini ileri süren varsa bunu da önümüzdeki günlerde ve aylarda test etmek zor olmayacak, uygulama gerçeğin ne olduğunu gösterecek. Bakalım rejim Kürtçe radyo ve TV kanallarının kuruluşuna izin verecek mi?

Yukardan beri anlattıklarımızdan da anlaşılacağı gibi, sorun sadece yasaların belli şeylere açık olup olmaması değildir, bundan da önemlisi anlayıştır, uygulamadır. Türk rejimi Lozan’ın 39. maddesini bugüne kadar açıkça çiğnedi, hiç işletmedi. 12 Eylül Anayasası´ndan ve 2932 sayılı yasadan önce Kürtçe yayına yasal bir engel yoktu; ama buna rağmen bu hakkı kullanmak Kürtler için aslan ağzından lokma kapmak kadar zordu. 2932 kaldırılınca da birşey değişmedi. Son 12-13 yılda Kürt aydınları, eşi az görülür bir direnişle, baskıyı, zindanı, sürgünü, hatta ölümü göze alarak İstanbul’da ve öteki bazı kentlerde Kürtçe yayın yapıyorlar. Ama bu yayınlar habire toplanıyor, onların kitlelere ulaşması, dağılması, satılması engelleniyor.

Kaldı ki sorun salt Kürt dilinde yayın yapılıp yapılamıyacağı değildir. Düşünceyi ifade özgürlüğü güvence altında olmadıkça bu yayınların yaşama şansı yine olmayacaktır. Nitekim, şu anda Kürtçe çıkmakta olan dergi, gazete, kitap ve müzik kasetlerinin toplanması, engellenmesi, görünüşte Kürtçe çıktıkları için değildir. Polisin, savcıların ve mahkemelerin toplama gerekçesi, onların diline değil, içeriğine ilişkindir. Bu yayınlarda hep „milli duyguları zayıflatıcı, ulusal birliği bölücü propaganda yapıldığı“ ileri sürülmektedir. Diyarbakır’da yayın yapan bir TV kanalı, bir Kürtçe halk türküsü yayınladığı için bir yıl süreyle kapatıldı! Kanal bir yıl kapalı kaldıktan sonra halk türküsünde hiçbir suç olmadığı mahkeme kararıyla anlaşıldı! Ama idam yapılmıştı bile..

Böyle bir uygulamaya hangi TV kanalı, hangi radyo, hangi gazete ve dergi dayanabilir?

Düşünce suç sayıldıkça bu yayınları suçlu bulmak hiç zor değil. Düşünce ise suç olmakta devam ediyor. Son anayasa değişikliği de düşünce özgürlüğünün önündeki engelleri kaldırmadı. Türk parlamentosu yine, tahminlerimize uygun olarak, ufak bir rötuş yaptı ve yasağın özüne dokunmadı.

Bu adamlar düşüncelerin özgürce dile getirilmesine katlanamazlar, buna alışık değiller. Belli ki bu ülkede baskı çarkı daha uzunca bir dönem sürecek. Demokrasi ve barış, ülkenin uygar dünya ile bütünleşmesi, halkın soluk alması, ekonominin düzelmesi yakında değil. Bu hamur daha çok su götürür.

Gerçekler budur, kimse rejimin yalanlarına kanmasın ve kendisini aldatmasın.

Kürtler, her konuda olduğu gibi, basın-yayın alanında da haklarını mücadele ile kazanacaklar. Sözkonusu haklarımızı kullanmak, Kürtçe kitap ve gazete yayınının yanısıra, radyo ve TV yayını yapmak için de her olanağı zorlayıp direnmeliyiz. Bu hak, herşeyden önce Lozan Antlaşması’nda var. Ama şimdiye kadar hep engellendi, rejim tam bir zorbalıkla Kürtlerin kendi dillerini kullanmalarına, bu dilde yayın yapmalarına, kendi kültürlerini geliştirmelerine engel oldu. Şimdi, AB’ye katılma çabasına ve uyması zorunlu olan Kopenhag Kriterleri’ne rağmen zorbalıkta direniyor. Kendi yasalarına göre de suç teşkil etmesine rağmen, işkencede nasıl direniyorsa..

Kürtler de hakları kullanmak için direnmeli. Rejim zorbalığını sürdürürse hiç değilse gerçeğin ne olduğu anlaşılır, maskesi bir kez daha düşer.

 
PSK Bulten © 2001