Kuzey Kıbrıs’daki Seçimler:
Militarizm ve İşgal
İçin Sonun Başlangıcı
Mesut Tek
1974 yılında yapılan askeri hareket sonrası
Türkiye’den getirtilip Kuzey Kıbrıs’a yerleştirilen
Türklerin dışında kalanlar, 14 Aralık
günü yapılan seçimlerde tercihlerini Annan Planı
çerçevesinde çözümden ve Rumlarla birlikte AB’ye üye olmaktan
yana kullandılar. Bu talepleri açıkca dile getiren
partilerden birini, Mehmet Ali Talat yönetimindeki Cumhuriyetçi
Türk Partisi’ni oylarıyla birinci parti yaptılar.
14 Aralık seçimi sonuçları, sadece kendisini
Rauf Denktaş ve politikalarında ifade eden militarist,
tutucu, ırkçı ve şoven siyasetlere değil,
aynı zaman bu politikaların Türkiye’deki destekçilerine
-yaratıcılarına demek daha doğru olur-
vurulan bir darbe, verilen önemli bir mesajdır.
Birinci Dünya Savaşı sonrasında, sınırların,
halkların iradesi dikkate alınmadan emperyalist
çıkarlar doğrultusunda belirlenmesinin sonucu
ortaya çıkan “Kıbrıs Sorunu”, 1955 yılındaki
“6-7 Eylül Olayları”, 1960’lı yıllardaki,
“Kıbrıs Türktür, Türk kalacaktır” adı
altında düzenlenen mitinglerde de görüldüğü gibi,
Türk militaristlerinin, şoven milliyetçilerinin elinde,
halkın ulusal ve dini duygularını kışkırtarak,
ülkede yaşayan azınlıklara, ilerici, devrimci
ve demokratlara saldırtmada kullanıldı..
Bir kısım Rum subayın, Kıbrıs
Cumhurbaşkanı Makarios’a karşı düzenlediği
darbe sırasında Türkiye, uluslararası anlaşmaların
kendisine verdiği garantörlük hakkını kullanarak,
1974 yılında, “Kıbrıs Türklerini korumak”
için gerçekleştirdiği askeri harekat giderek bir
işgale dönüştü. Daha sonraki süreçte ise, peş
peşe gelen Türk hükümetleri, gerici egemen sınıfların
çıkarları doğrultusunda oluşturulan
militarist, ırkçı ve şoven politikalar uyarınca,
“Kıbrıs ulusal onurumuzdur, milli davamızdır”
teraneleri eşliğinde, askeri harekat esnasında,
boşalan/boşaltılan Rum köylerine Türkiye’den
insan getirerek yerleştirdiler; sivil-askeri yöneticiler
atadılar; adadaki askeri varlıklarını
güçlendirmek ve haklı göstermek amacıyla provakasyon
da dahil, her yola başvurdular. Kara para aklama ve
kumar cennetine çevirdikleri Kuzey Kıbrıs, Denktaş
ve ekibinin marifetleri sonucu, Kontrgerilla örgütlerinin
cirit attığı, eğitim amacıyla kullandıkları
alan haline geldi.
Türk hükümetleri ve onların Kuzey Kıbrıs’daki
uzantılarıyla gerginlik politikasını
ranta çevirenler, sorunun çözümü için yapılan her türlü
uluslararası girişimin sonuçsuz kalması için,
deyim yerindeyse “ipe un serdiler”. Kamuoyunda “en iyi çözüm,
çözümsüzlüktür” diye nitelendirilen politikayı sürdürdüler.
“Sorun Kıbrıs’taki Türklerin güvenliği sorunu
olmaktan çıkmış, Türkiye’nin güvenliği
sorunu haline gelmiştir” deyip, militarist yapıyı
güçlendirmekle kalmadılar, sadece kendilerinin tanıdığı
bir devlet de kurdular. “Yavru vatan”da, militarist, gerici
politikalara karşı çıkan, sorunun görüşmeler
yoluyla çözülmesini isteyen aydınlar, gazeteciler,
yazarlar, “Ana Vatan”da olduğu gibi “vatan hain”i
diye damgalandılar, saldırıya uğradılar.
Tıpkı ana vatandaki gibi, milliyetçi duygular
yükseldikçe, militarizm palazlandıkca toplumsal çürüme
başladı, halk gittikçe yoksullaştı.
Kıbrıs sorununun çözümsüz kalmasında sadece
Türk tarafındaki ırkçı-şoven, militarist
çevreleri suçlarsak haksızlık yapmış
oluruz. Taraflardan biri olan Yunanistan ve Güney Kıbrıs’daki
gerici, şoven ve militarist güçlerin de, Kıbrıs
sorununu kendi amaçları doğrultusunda kullandıklarını,
çözümün gecikmesi için her türlü yola başvurduklarını
söylemek gerekir. Zaten başka türlü olması eşyanın
tabiatına aykırıdır. Halklar arasındaki
ayrılıkları derinleştirme, düşmanlıkları
körükleme, dünyanın neresinde olurlarsa olsunlar, tüm
militaristlerin, ırkçı ve şövenlerin ortak
özelliğidir. Kıbrıs’da her iki kesimden militaristler,
ırkçı ve gerici güçler, birbirinden güç aldılar,
birbirlerini geliştirdiler.
Ama Kuzey Kıbrıs halkı, anavatandaki halkın
tersine kaderine razı olmadı, sokaklara döküldü,
alanlara çıktı. Vefasızlıkla suçlanmasına
aldırmadı, “mehmetçik olmazsa namusumuz paymal
olurdu, Türklük kalmazdı” diye atılan haması
nutuklara kulak asmadı; Türk askerlerinin işgalcı,
Türk devletinin sömürgeci olduğunu haykırdı.
Kıbrıs sorununun çözümü için BM Genel Sekreteri
Kofi Annan tarafından hazırlanan AB ve ABD başta
olmak üzere birçok devlet tarafından desteklenen barış
planına sahip çıktı.
Türkiye ve Kuzey Kıbrıs’daki, militaristlerin,
kemalistlerin, faşistlerin, sağcısı
ve solcusuyla statükodan yana olanların desteklediği
Denktaş, “Kıbrıs’da Türk varlığını
ortadan kaldırmak için hazırlanan tuzak” olarak
nitelendirdiği Annan Planı’nı, görüşmek
üzere oturmak zorunda kaldığı müzakere masasında
sonuç alınmaması için elinden gelen herşeyi
yaptı. “AB, Rumları üye olarak alırsa biz
de Türkiye ile birleşiriz” diyerek AB’yi tehdit etti,
Türkiye’ye Kuzey Kıbrısı’ı ilhak etmeyi
önerdi.
İşte 14 Aralık seçimleri, yukarıda
kısaca belirtmeye çalıştığımız
bir sürecin davamında yapıldı. Genel kurmay’ın,
Türk hükümetinin, statükonun devamından yana olan tüm
parti, kurum ve kesimlerin çabalarına, yüksek miktarlarda
para akıtıp oy satın almalarına, seçim
öncesi kukla devletin olanaklarını kullanarak
oy toplama çabalarına karşın, Annan Planı’nı
görüşülebilir bir plan olarak değerlendirenler,
Rumlarla birlikte AB’ye üye olmak isteyen güçler seçimlerden
başarı elde ederek çıktılar.
AKP hükümeti, Türkiye’nin diğer temel sorunlarında
olduğu gibi Kıbrıs sorununuda da önce esti.
Daha sonra Genelkurmay’dan aldığı komut üzerine
hazırola geçerek “milli dava” için çizilen devlet politikasının
izleyicisi, uygulayıcısı oldu. Başlangıçta
Denktaş ve temsilcisi olduğu anlayışı,
Kıbrıs’da çözümün önündeki engellerden biri olarak
gören, Annan Planı’nın çözüm için bir şans
olarak değerlendiren ve görüşülmesini isteyen
AKP, daha sonra bu tavrından tam bir dönüş yaparak
Denktaş çizgisini savundu.
AB’ye girmeye can atan AKP hükümeti, AB’nin kasım
ayında yayınladığı İlerleme
Raporu’nda açıkca Annan Planı’na sahip çıkmasını
görmezden gelerek, seçim öncesinde iktidarı destekleyen
tavır içine girdi. Derin devletin Kıbrıs
konusundaki kırmızı çizgilerini iletmesinden
sonra, hükümetin Eroğlu hükümetine 160 milyon dolarlık
yardımı serbet bırakması, bir bakanını
seçimlerden bir hafta önce Kuzey kıbrısa göndermesi
de, Kuzey Kıbrıs halkının çözüm, barış
ve değişim yönündeki iradesine engel olamadı.
Hiç kuşku yok ki Kuzey Kıbrıs’daki tablonun
ortaya çıkmasında dış dinamiklerin önemli
bir rolü olmuştur. “Kıbrıs’ın stratejik
öneminin” soğuk savaşın sona ermesiyle birlikte
azalması, globalleşmenin etkileri ve AB ile ABD’nin
Annan Planı’ndan yana tavır almaları Kuzey
kıbrıs halkının değişim talebiyle
birleşince, militaristlerin, kuzey Kıbrıs’ın
ilhakı hayalini kuranların, her konuda kırmızı
çizgi çekmeyi adet haline getiren derin devletin uykusunu
kaçıran durumu ortaya çıkardı.
Seçimler sonrası Denktaş’ın açıklamaları,
“hükümeti kurmayı ancak devleti tanıyan ve koruyanlara
veririm” deyip, devlet başkanlığı yetkilerini
kullanarak değişimin yolunu tıkama çabaları
Kuzey Kıbrıs’daki değişim sürecini geciktirebilir
ama önleyemez.
AKP hükümeti, Kuzey Kıbrıs seçimlerinin verdiği
mesajı anlamışa benziyor. “Seçimler yeni
politika ve politikacıların gereğini ortaya
koydu” diyen Başbakanla, yeni bir plan hazırladıklarını
söyleyen Dışişleri Bakanı’nın açıklamaları
bunu gösteriyor.
Umarız bu kez AKP hükümeti estirilecek milliyetçi
ve şoven rüzgarlara karşı direnir, yetkisini,
ağırlığını kullanarak Kıbrıs’da
çözümü kolaylaştırır. Aksi takdirde, yani
statükocular, Mehmet Altan’ın değimiyle “arsız
ganimetçiler”in başarı kazanması halinde
çözümsüzlük hakim olacaktır. Ama her iki halde de bu
kesimin mücadeleyi kaybettiği kesin. Çözümsüzlüğün
devamı halinde, Kuzey Kıbrıs’daki militarist
ve statükocu güçler, Türkiye’den getirtilen Türklerle baş
başa kalacak, kendi içine kapanıp tükenecektir.
Çünkü sayıları 120 bin olarak tahmin edilen yerli
Türklerden yaklaşık 65 bin kişi, AB üye olmanın
getirdiği nimetlerden yararlanmak amacıyla daha
şimdiden Kıbrıs pasaportu alarak “hainlik
mertebesi”ne ulaşmışlar. Mayıs ayında,
Kıbrıs’ın AB’ye tam üye olmasından sonra
“hainlerin” sayısının artacağını
söylemek ise, müneccimlik olmasa gerek.
Türkiye’de şovenizm ve militarizme kaynaklık
eden odaklardan birisi olan Kıbrıs sorununun çözümü,
Kuzey Kıbrıs’daki gerici ve milliyetçi yapının
ortadan kaldırılması, kuşkusuz Türkiye’deki
özgürlük, barış ve değişimden yana olan
güçlerin işini kolaylaştıracaktır..
İşte bu nedenle de Türkiye’deki gerçek solcular,
devrimci ve demokratlar, kısacası özgürlük ve
değişimden yana olan güçler, Kuzey Kıbrıs’da,
militarizm ve işgal için sonun başlangıcı
anlamına gelen süreci desteklemelidirler.
Bu, sadece Kıbrıs halklarına değil,
aynı zamanda özgürlüğü için mücadele eden Kürt
halkına da bir destektir.