TÜRK POLİTİKASINDAN
MANZARALAR
Zavallı İsmail Cem!
İsmail Cem bir düzen partisinde politikacı ve Türk hükümetinde dışişleri
bakanı olmadan önce entellektüel geçinen biriydi. Demakrat,
hatta bir parça da sol görüşlü biriydi. Eğer öyle
kalsa, belki o da bugün demokrasiyi savunan, baskı rajimini
eleştiren yazılar yazardı.
Ama hayat yolu onu bir düzen partisine götürdü, düzenin bir sorumlusu, avukatı
yaptı. Bir başka deyişle roller değişti.
Bu nedenle şimdi rejimin pisliklerine perde olmaya çalışıyor
o da. Geçende AB-Türkiye Ortaklık Konseyi toplantısında
yaptığı konuşmada parti kapatmaları
savunmuş, Avrupa’da da neo nazi partiler kapatılıyor
demiş ve eklemiş:
“Türkiye’de bu tehdit yok.”
Doğru, Türkiye’de neo nazi tehditi yok; zaten bu partiler Türkiye’de iktidarlar.
Rejimin kendisi başından beri ırkçı ve
nazi benzeri. Hiç gitmedi ki yenisi gelsin..
Hey gidi dünya! Parti kapatmayı, bu ilkel, barbar, militarist ve ırkçı
rejimi savunmak da eski entellektüel ve neo politikacı
Cem’e düştü.. Şu düzen ne anasının gözü,
insanları nasıl da tornadan geçirip dönüştürüyor!
Çiller Dut Yiyince..
Gazeteler yazıyor: “Çiller dut yedi..”
Çiller zaten anlatım güçlükleri çekiyor, zaman zaman çamlar deviriyor,
zaman zaman da bazı sözcükleri, on kez denese bile söyleyemiyordu.
Şimdi, üstelik bir de dut yiyince ne olur dersiniz?
Ne olacak, dut yemiş bülbül olur!..
Kurtarıcılar ve Hortlaklar..
Kriz yalnız ekonomiyi değil, siyaseti de tam bir iflasa götürüp mevcut
liderler işportaya düşünce, toplumda kurtarıcı
arayışı yeniden başgösterdi ve görülmemiş
boyutlara vardı.
Önce bir “derviş” göründü, ama ondan umulan mucizeler gerçekleşmedi..
Arayış devam ediyor.
Kimisi ara rejim arayışı içinde ve paşaların sopasını
gözlemekte..
Kimisi eskici dükkanına ya da mezarlıklara başvuruyor.. Bunlardan
biri şu gariban Erdal İnönü.. Politikanın bu
Kemal Sunal’ı, 12 Eylül sonrası birtakım gözaçıklar
tarafından keşfedilip, baba yadigarı olarak
politika sahnesine çıkarılmıştı da,
bir uyurgezer gibi dolaştığı bu sahneden
gidinceye kadar epey “süphanallah!” çekmiştik.. Anlaşılan
bu kez bazı şaşkınlar onu geri getirip
yeniden asabımızı bozacaklar..
Ya Bay Demirel’e ne dersiniz? Biz nice “ya sabır!”dan sonra ondan artık
kurtulduğumuzu sanmış, hatta gidişini
bir rakı ziyafetiyle kutlamıştık.
Gerçi, “bu Demirel mezarında bile bize rahat vermez!” deyip kaygılarımızı
da belirtmiştik.. İşte korktuğumuz şimdi
başımıza geliyor: Bay Demirel, politika sahnesine
yeniden dönmek için atak yapmakta. Geçende, “Eğer bana
görev verilirse, kaçmam!” dedi.
Sanki gelinen durum; bu batak, bu kriz, bu cehennem, Demirel gittiği içindir.
Sanki herşey birkaç ayın içinde olup bitti! Sanki
ülkenin bu duruma düşmesi Demirel ve Ecevit’in kırk
yıllık tahtaravalli oyununun ürünü değil..
Demirel’e en iyi cevabı ise, o tatlı kalemiyle Bekir Coşkun verdi:
Sen kaçmazsın, ama bu gidişle biz kaçacağız!
Canlı cenaze
Muzip gazetecinin biri “Ecevit öldü” diye bir haber yapmış ve bu yüzden
borsa düşmüş, faizler fırlamış!
Ama canım, inanılmıyacak gibi değil ki! Adam ortalıkta
canlı cenaze gibi dolaşıyor. Bir gözü, bir
kulağı kapalı. Sesi ağlamaklı. Yeni
“atta”ya gelmiş çocuklar gibi yürüyor. Pek yakında
emeklemeye başlarsa hiç şaşmamak gerek. Hafıza
dersen o biçim.. Kutladığı bayramı, tedavi
gördüğü hastanenin adını şaşırıyor.
Bunlar ileri derecede yaşlılık belirtileri ve çoğu zaman
da ölümün eşiğindeki insanların görüntüsü.
Yaşlılıkta bunama bir tür çocuklaşmadır.
Ayıp da değil hani. Herkesin yaşamında
yaşlılık var, ölüm var. Bundan dolayı
Ecevit’i ayıplayacak halimiz yok.
Ayıp olan, buna rağmen geminin kapanlığında direnmek.
Ama bu yalnız onun suçu mu? Ya bu parlamento, bu siyasi partiler, en başta
kendi partisi?.. Alahaşkına bu memlekette başka
adam yok mu?
Ama canım, derdi bize mi kalmış!.. İyidir iyidir, devam
et sayın Ecevit! Gemi yan yatmış, ama sulara
hala gömülmedi, belki bu işi başarırsın…
Bu kokuşmuş, bu zalim, bu rezil sistemin çivi ya da lehim tutar yeri
yok. Batıp gitsin ki belki birşeyler değişsin.
Kurtuluş tam da bundadır.
|