Kürdistan sosyalist Partisi - PSK: “Türkiye
Bu haliyle AB Üyeliğini Haketmiyor”
Kürdistan Sosyalist Partisi Genel Sekreteri Mesud Tek,
3 Ekim tarihinde başlaması beklenen AB-Türkiye üyelik
görüşmeleriyle ilgii olarak, AB üyesi ülkelerin dışilişkiler
bakanlarına 23 Eylül tarihinde bir mektup göndererek,
partisinin konuya ilişkin görüşlerini dile getirdi.
Mesud Tek’n, AB Türkiye Temsilciliği’ne de gönderdiği
mektubu şöyle:
Ekselansları,
Eğer beklenmedik bir gelişme olmaz ve herhangi
engel çıkmazsa, 3 Ekimde Türkiye ile Avrupa Birliği
(AB) arasında üyelik görüşmeleri resmen başlayacak.
Bu vesileyle Türkiye ve Kürdistan başta olmak üzere
bölgedeki gelişmeleri derinden etkileyemeye aday bu süreçle
ilgili görüşlerimizi sunmak istiyoruz. Ayrıca sizi,
görüşme tarihini belirleyen kararın alındığı
17 Aralık Zirvesi’nden günümüze kadar olan gelişmeler
hakkında kısaca bilgilendirmek de, amaçlarımızın
arasında bulunuyor.
Ekselansları,
Türkiye’nin 17 Aralık Zirvesi’nde önüne konulan görevleri
layıkıyla yerine getirdiğini söylemek mümkün
değil. Türk hükümetinin AB’ye üyelik sürecinde, özellikle
de 17 Aralık Zirvesi öncesi bazı reformlar yaptığı,
bazı yasaları değiştirdiği bir gerçektir.
Ama insan hakları kuruluşları başta olmak
üzere, uluslararası kuruluşların yayınladığı
raporlar, yapılan değişikliklerin kağıt
üzerinde kaldığını, hayata geçirilmediğini
gösteriyor. Bu gerçek, AB yetkililerinin değişik
vesilelerle yaptığı açıklamalarda da dile
getirilmiştir.
Human Rights Watch’ın yayınladığı
raporda, Türk hükümetinin ilan ettiği “İşkenceye
Sıfır Tolerans” politikasına rağmen, işkencenin
devam ettiği belirtiliyor; Türkiye insan haklarının
en çok tehlike altında olduğu ülkeler arasında
sayılıyor. Human Rights Watch’ın, Cumhurbaşkanı
Necdet Sezer’e mektup göndererek temsilcilerine yönelik tehditleri
kınaması, Türkiye’deki insan hakları savunucularını
bekleyen tehlikeleri ortaya koyuyor. ''Human Rights Watch
gibi uluslararası saygınlığı olan,
tanınmış bir kuruluşun çalışanlarının
tehdit edildiği bir ülkede, yerli insan hakları
savunucalarını nelerin beklediğini siz de tahmin
edersiniz.
Mardin’in Kızıltepe ilçesinde, 12 yaşındaki
Uğur Kaymaz ve babasının “terörist” suçlamasıyla
katledilmesini araştıran Türkiye Meclisi İnsan
Haklarını İnceleme Komisyonu'nun raporu, Türkiye’nin
bu konudaki gerçek resmini ortaya koymaktadır. Raporda
“Emniyet güçleri ülkemizi, gerek kendi insanımıza
ve gerekse Avrupa Birliği üyeleri ile Batılı
ülkelere karşı zor durumda bırakmıştır"
deniliyor. Bu belirleme, AB üyeliği için yasal değişiklikler
yapan Türkiye’deki uygulamaların, AB standartlarına
uymadığının itiraf edilmesidir.
Ekselansları,
Saygın bir kuruluş olan ai-Uluslararası Af
Örgütü’nün Türkiye raporları da, bu ülkenin gerçeklerine
parmak basıyor. ai’nin bir raporundaki şu ifadeler,
Türkiye’deki durum hakkında fikir veriyor:
İz bırakmadan işkence ve kötü muamele
uygulaması var. Polis orantısız güç kullanıyor.
İşkence, kötü muamele, yargısız infaz
cezalandırılamıyor. İşkencede zamanaşımı
yeni TCK'da da var. Adli tıp bağımsız
değil. İşkenceden suçlu bulunanlarda 'iyi halden'
ceza indirimi yaygın bir uygulama. Siviller,
güvenlik kuvvetlerince öldürülüyor. Faili meçhul cinayetler
ve kayıplarla ilgili etkin soruşturma yürütülmüyor.
Hak ihlali yargılamasında emir komuta zinciri hesaba
katılmıyor. İfade özgürlüğü sınırlanıyor.
İnsan hakları savunucuları ve muhalif düşünce
sahipleri yargılanıyorlar. Gazetelere ve gazetecilere
ağır cezalar veriliyor. Kadınlara karşı
şiddet vakalarında soruşturmalar yetersiz düzeyde.
ai’nin dile getirdiklerini doğrulayan yüzlerce binlerce
örnek verip değerli zamanınızı almak istemem.
Dünyaca ünlü yazar Orhan Pamuk’un maruz kaldığı
uygulamalar, bu konuda yaşananları gösteren en iyi
örnektir. Ermeni Katliamı ve Kürt sorunuyla ilgili görüşlerini
dile getiren yazarın kitapları Nazi dönemini andırırcasına
yakıldı; hakkında bir mahkemede dava açıldı.
Ekselansları,
Kürt dili ve kültürü konusunda da aynı şeyler
yaşanıyor. “AB yolunda atılmış dev
adımlar” diye lanse edilen yasal değişiklikler
sonucu açılan Kürtçe kurslar, karşılaştıkları
zorluklar ve önlerine çıkartılan engeller nedeniyle
birer birer kapatıldılar.
TC Başbakanı Erdoğan’ın, Kürt sorunu
daha fazla demokrasiyle çözülür dediği” günlerde de radyo
ve televizyonlarda yapılan Kürtçe yayın konusunda
herhangi bir değişiklik olmadı. Radyo Televizyon
Üst Kurulu (RTÜK) Kürtçe yayın yapan ulusal kanallardan
istediklerini, yerel kanallardan da istiyor. Buna göre yerel
kanallar da ''kuruluşun farklı dil ve lehçelerde
yaptığı yayın süresince stüdyo düzenini,
mevcut logoyu değiştirmeyeceğine, tanıtıcı
ses ve işaretler dışındaki simgelere yer
vermeyeceğine, gerekirse sadece Türkiye Cumhuriyeti simgesi
niteliğindeki görüntü ve işaretleri kullanacağına,
çocuklara yönelik programların yapılamayacağına,
sadece yetişkinler için haber, ekonomi, spor ve müzik
yayını yapılacağına, ayrıca
bu dil ve lehçelerin öğretilmesine yönelik yayın
yapılmayacağına dair” taahhütname verecekler.
İşte 3 Ekimde AB üyeliği için görüşmeler
başlayacak olan Türkiye’de, sayısı 20 milyonu
aşan ve kendi ülkesinde çoğunluğu oluşturan
Kürtlere reva görülen radyo ve televizyonda haftada 4 saat
yayın hakkı ve bu yayının bağlandığı
şartlar bunlar.
2003 yılında kongre davetiyelerini Kürtçe de yazdıkları
ve kongrelerinde Kürtçe konuştukları için Hak ve
Özgürlükler Partisi-HAK-PAR yöneticeleri hakkında açılan
dava halen devam ediyor.
Daha geçenlerde, TBMM Dilekçe Komisyonu bir grup aydın’ın
AB’ye yönelik olarak “kürdüm, Tarafım, Talep Ediyorum”
kampanyası çerçevesinde topladıkları imzaları,
ilgili metinde Kürtçe bölümler olduğu için kabul etmedi.
Ekselansları,
Bu alanda yaşanan yüzlerce olayı anlatıp
vaktinizi almak istemem. Ama söylemeliyim ki Kürt halkı
üzerindeki ulusal zulm ve asimilasyon azalmadan devam ediyor.
Kürtçe’nin eğitim dili olarak kullanılması
halen yasak ve Kürt dili, kültürü, Kürtçe dergi ve gazeteler
üzerindeki baskılar da ise kayda değer bir azalma
yok.
Ekselansları,
Laiklik alanında da değişen bir şey
yok. Sünni Müslüman inancına göre şekillenmiş
dini bir kurum olan ve laiklike bağdaşmayan Diyanet
İşleri Teşkilatı’nın varlığı
devam ediyor.
Öte yandan Avrupa Komisyonu, Sünni Müslüman olmayan milyonlarca
Alevi, Yezidi, Hıristiyan inacına mensup çocukların
zorunlu din derslerine tabii tutulmalarının laiklik
ilkelerine aykırı olduğuna dair bir rapor yayınladı.
Tüm bunların bilinmesine karşın Türk hükümeti
sözkonusu durumun düzeltilmesi için kılını
dahi kıpırdatmıyor.
Azınlık malları, devlet tarafından gasp
edilen azınlık vakıflarına ait mallar,
Heybeliada Ruhban Okulu’nun açılmaması vb. sorunlar
da olduğu gibi duruyor.
Ekselansları,
Milli Güvenlik Kurulu’na sivil genel sekreter atanması
ve bazı bölümlere sivil sorumluların getirilmesi
vb adımlar, iddia edildiği gibi Türk ordusunun ülke
yönetimi ve siyasetindeki ağırlığını
azaltmadı. Genelkurmay yetkilileri bugün de, düzenledikleri
basın toplantılarında ülke yönetimi ve siyası
konulara yönelik görüşlerini dile getirmeye devam ediyorlar;
yapılması gerekli olanları dikte ettiriyorlar.
Bildiğiniz gibi doğal hukuk gereği askeri
yargı yoktur ve askeri mahkemeler sadece askerlerin disiplin
suçlarına bakmakla görevlidirler. Oysa Türkiye’de askerlerin
sivilleri yargılama yetkisi vardır. Askeri İdare
Mahkemesi ve Askeri yargıtay varlığını
korumaya devam etmektedir.
PKK’nin son eylemlerini bahane eden Türk genarelleri, AB
üyeliği için yapılan kısmi değişikliklerden
yakınıyorlar. „Teröre“ karşı mücadelede
ellerinin bağlı olduğunu söylüyorlar, eski
yetkilerini talep ediyorlar. Türk hükümeti de bu istem üzerine
Terörle Mücadele Yasası’nda değişiklik yapan
bir taslak hazırlıyor.
Basında yer alan bilgilere göre hazırlanan taslak
terör olaylarında verilen cezaları artırmayı
öngörüyor. Gözaltına alınma halinde sanığın
ailesine haber verilmeyebilecek. Sanığın gözaltındayken
avukatıyla görüşme hakkı sınırlanacak,
avukat faaliyeti savcı ve hakimlerin onayına bağlı
olacak. Teröre karşı mücadelede görev almış
kişilere, emekli olmaları halinde de silah kullanma
yetkisi verilecek.
Yasa tasarısı toplumda ihbarcılık kurumunu
geliştirmeyi amaçlamakla kalmıyor. Aynı zamanda,
düşünce ifade ve örgütlenme özgürlüğü önünde engel
olan ve geçmiş hükümetler tarafından ortadan kaldırılan
141, 142 ve 163. maddeleri, daha ağırlaştırılmış
bir biçimde geri getirmeyi hedeflıyor.
Yeni Terörle Mücadele Yasası’nın sıkıyönetim
dönemini çağrıştıran tedbirleri içirdiğini,
„liberal“ aydın“ ve „demokrat“ olanların „potansiyel
suçlu“ olarak görüldüğünü ve demokrasi çabalarının
önünde bir engel oluşturacağını, ülkenin
saygın hukukçuları da dile getiriyorlar.
Türk hükümeti, AB Komisyonu’nun raporlarına rağmen,
devletin baskı, inkar ve asimile politikasının
sonucu köylerini terkedip metropollerin varoşlarında
yaşam mücadelesi veren Kürtlerin, eski yerleşim
yerlerine dönmeleri için gerekli çabayı göstermiyor.
„Güvenlik“ gerekçesinin arkasına sığınılarak
köylerine dönmek isteyenlerin önüne binlerce engel çıkartılıyor.
Ekselansları,
Kısaca belirtmeye çalıştığımız
gibi, Türkiye bu haliyle AB üyeliğini hak etmiyor. Bu
nedenle üyelik için görüşmeler sürecinde Türkiye değişmeye
teşvik edilmeli, demokrasi, insan hakları ve Kürt
sorununun çözümü doğrultusunda adım atmaya zorlanmalıdır.
Türk hükümetine etkide bulunup aşağıdaki adımları
atmasını sağlamak, hem bu ülkenin AB üyeliğini
kolaylaştıracak, hem de Kürt sorununun köklü çözümüne
yardımcı olacaktır:
- 12 Eylül faşist döneminin ürünü olan 1982
Anayasası ve getirdiği antidemokratik kurumlar kaldırılmalı,
yerine Kürtlerin ve diğer ulusal, dinsel grupların
hak ve özgürlüklerini de tanıyıp koruyan demokratik
bir anayasa yapılmalıdır;
- Toplumsal gerginliklerin sona erdirilmesine yardımcı
olacak koşulsuz bir genel af çıkartılmalıdır;
- Kürt dili, kültürü ve basını üzerindeki
baskılara son verilmeli, Kürtçe’nin, ilkokuldan üniversiteye
kadar eğitimin tüm aşamalarında kullanılması
için gerekli yasal değişiklikler gereçekleştirilmeli,
devlet radyo ve televizyonlarında hiç bir koşula
ve süreye bağlı olmaksızın Kürtçe yayınlar
yapılmalı, özel yayınlar serbest bırakılmalıdır;
- Kürt partilerinin serbestçe çalışmalarını
engelleyen yasalar ortadan kaldırılmalı, Kürtlerin
ve sosyalist solun parlamentoda temsil edilmelerini engellemek
amacıyla konulan seçim barajı kaldırılmalıdır;
- Güvenlik güçleri tarafından yerlerinden yurtlarından
edilip sürgüne gönderilenlerin ata topraklarına dönebilmeleri
için gerekli ortam oluşturulmalı, evleri, tarla,
bağ ve bahçeleri yakılıp yıkılanların
zararları devlet tarafından tazmin edilmelidir.
Ekselansları,
Ortadoğu’da 4 devlet arasında bölünmüş olarak
yaşayan Kürtlerin en büyük bölümünün yaşadığı
Türkiye’de, Kürt sorununun çözüm yoluna girmesi, aynı
zamanda bölgede barış, güvenlik ve istikrarın
yerleşmesine yapılacak en büyük katkıdır.
Şahsınızın ve hükümetinizin bu katkıyı
sunacağına inanıyoruz.
Saygılarımızla...
Mesud Tek
Genel Sekreter
23 Eylül 2005
|