PSK PSK Bulten KOMKAR Roja Nû Weşan / Yayın Link Arşiv
Dengê Kurdistan
PSK
PSK Bulten
KOMKAR
Roja Nû
Weşan/Yayın
Arşiv
Link
Pirs û Bersiv
Soru - Cevap
Webmaster
psk@kurdistan.nu
 
 
PSK Genel Sekreteri Mesut Tek:
“Biz dün olduğu gibi, bugün de federasyonu savunuyoruz”

Doğan Haber Ajansı (DHA) muhabiri Ramazan Yavuz’un, DHA basın ve yayın organlarında yayınlamak üzere, 2 şubat tarihinde PSK Genel Sekreteri Mesut Tek ile yaptığı röportaj, bilinmeyen nedenlerden dolayı yayınlanmamıştır. Söz konusu röportaj, gerek içerdiği konular, gerek ise sürecin önemi bakımından, kamuoyunu aydınlatacağı inancıyla sitemizde yayınlamayı uygun bulduk.

Kemal Burkay’dan sonra parti Genel Sekreterliğine seçildiniz. Türkiye’deki Kürtlere yönelik politikalarınız değişecek mi?

Kürt kamuoyunda ve konuyla ilgilenen Türk kamuoyunda, genel sekreterliğe seçilmemle birlikte PSK politikalarının değişeceği doğrultusunda görüşler dile getiriliyor. Bir başka söyleşide belirttiğim gibi; PSK politikalarını bireylere bağlı olarak tespit etmez. Politikalarımıza yön veren programımızdır. Kısaca politikalarımız kişilere bağlı olarak değişmediği için, sayın Kemal Burkay’ın genel sekreterlikten ayrılmasından sonra da parti politikamızda köklü bir değişiklik olmadı, hiç bir değişiklik olmadığını söyleyebilirim.

Biz, dün olduğu gibi bugün de Kuzey Kürdistan’da, Kürt sorununun çözümü için eşitlik temelinde federasyonu öneriyoruz. Biz halkların eşit şartlarda, bir arada yaşayabilecekleri inancındayız. Biz bugün de Kürt sorununun barışçıl yolla çözülmesinden yanayız. Çabalarımız bu doğrultudadır. Bu amaçla Kürt ulusal kurtuluşçuları, Türk demokratları, devrimci, yurtsever, barışsever güçlerin işbirliğinden yanayız. Türkiye’nin demokratikleşmesi diye bir sorunumuzun olduğu inancındayız.

Genel olarak, Sayın Kemal Burkay’ın genel sekreterlik görevini bırakmasından sonra politikalarımızda herhangi bir değişiklik olmadı. Türkiye’ye yönelik tavırlarımız eskisi gibi. Bugün de Kürdistan’ın tüm parçalarındaki örgütleri kendimize dost olarak görüyoruz, onların içişlerine karışmadık, bundan sonra da karışmayız.

Kısaca hem Türkiye’deki demokrasi mücadelesi açısından, hem de genel olarak Kürt ulusal mücadelesi açısından, benim genel sekreterlik görevine getirilmemle birlikte parti politikalarımızda köklü değişiklikler olmadı. Zaten olmasını da beklemiyorduk, böyle bir çabamız da yoktu. Kemal Burkay’ın genel sekreterlik görevinden ayrılmasını deyim yerindeyse bir bayrak teslimi olarak görüyoruz.

Peki ne gibi değişikliklerin yapıldığını iddia ediyorlardı.?

“Kemal Burkay legal mücadeleden yanaydı. PSK’nin legalleşmesinden yanaydı. Ama parti kongresinde o yönlü bir karar çıkmayınca partiyi bıraktı gitti” gibi söylemler vardı. “Yeni genel sekreter çok daha gençtir, çok daha ataktır, çok daha Kürdistan’idir” vb.leri.. Sanki Kemal Burkay Kürdistan’i değilmiş gibi. Bu ve benzeri iddialar bazı internet sayfalarında dile getiriliyordu, bazen bizim bire bir görüşmelerimizde dile getirildi.

Bunlar aslı-astarı olmayan şeyler. Biz, demin de dediğim gibi politikalarımızı kişilere bağlı olarak değil, gelişen duruma, objektif şartlara bağlı olarak belirleriz. Parti politikalarımızı belirleyen de kişiler değildir. Politikalar kongrede belirlenir. O politikaları yürütmekle görevli olan merkez komitesi belirlenen politikaları hayata geçirir. Kişiler, ne kadar yetenekli olursa olsun, ne kadar karizmatik olursa olsunlar, her şeyi yapmaya muktedir değillerdir.

Kişilere bağlı bir parti olmadığımız için ve politikalarımızı ona göre yönlendirmediğimiz için bu tür görüşleri, bu tür eleştirileri elbette ciddiye almadık 

PKK’den ayrılan Osman Öcalan’ın kurmuş olduğu partinin, partinize katıldığı iddia ediliyor? Bu doğru mu?

Böyle bir şey ve iddia yok. Çünkü onlar apayrı bir örgüt,.PKK’den koptular. Ayrı bir programla çıktılar, isimleri de farklı. Ben Güney Kürdistanı, sizin deyiminizle "Kuzey Irak"ı ziyaretimde, o arkadaşlarla da görüştüm. Görüşmemize ilişkin kamuoyuna bir açıklama yaptık. ABD’nin bölgeye yönelik müdahalesiyle ilgili olarak kendi aramızda görüş alışverişinde bulunduk. Türkiye’nin AB üyeliği ile birlikte Kürt Hareketinde olası değişiklikleri, neler yapılması gerektiği konusunu görüştük. Güney Kürdistan’a yönelik görüşlerimizi birbirimize aktardık. Dostça bir görüş alışverişinde bulunduk. Kısa ve öz bir açıklamayı kamuoyuna yapmayı da uygun bulduk.

Bu açıklama, bazılarının iddia ettikleri ve sizin de sorduğunuz gibi partilerimizi, örgütlülerimizi birleştirme amacını gütmüyor. Henüz farklı düşündüğümüz noktalar bir hayli. Ama görüşmelerimizde gördük ki Kürt hareketleri istem planında gittikçe birbirine yakınlaşıyor. Talepler ortaklaşıyor.

Ortaklaştığımız noktaları da kamuoyuna yansıtmada bir sakınca görmedik, bunu da PWD ve PSK ortak açıklaması diye yaptık. Bu açıklama bizim internet sitemizde var, onların da internet sitelerinde var.

Amerika’nın bölgeye yönelik müdahalesinin bölgedeki statükoyu yıktığını, zorladığını, yıkılan, zorlanan statükonun Kürt ulusal hareketinin önüne yeni ufuklar açtığını, AB’nin de aynı şekilde Kürt ulusal hareketinin önüne yeni görevler koyduğunu söyledik. Bu yeni görevlerin tek bir hareketin, tek bir partinin altından kalkamayacağı kadar ağır olduğu inancındayız. Bu bir demokrasi sorunudur, bu bir halkın özgürlük sorunudur. Bir halkın demokrasi ve özgürlük sorunu, bir tek partiye endekslemekle çözülmez. Bu nedenle de biz demokrasiden, Kürtlerin özgürlüğünden yana olan tüm kesimleri legal ve demokratik mücadelede birlikte davranmaya çağırdık. Bu bazıları tarafından yanlış anlaşıldı. Sanki biz ulusal bir birlik çağrısı yapıyormuşuz gibi görüldü. Elbette Kürtlerin böylesine ulusal örgütlenmelere ihtiyacı olduğunu düşünüyoruz, Kürtlerin ulusal bir cepheye ihtiyacı var diye düşünüyoruz.

Türkiye’deki bütün Kürt partilerinin ulusal bir cephede birleşmesini mi istiyorsunuz?

Ulusal bir cephede birleşmesinden yanayız. Ama bu öyle bir çağrıyla, bir iki noktada görüşlerin birleşmesiyle olacak iş değil. Sadece iki partinin başaracağı bir iş de değil. Tüm Kürt yurtsever örgütlerinin, siyasi partilerin, demokratik kitle örgütleri ve yurtsever aydınların katılımıyla böyle bir çalışmanın başarıya ulaşacağına inanıyoruz. Deyim yerindeyse bizim yaptığımız küçük bir açıklama, büyük bir yankı uyandırdı.

O arkadaşlarla ilişkilerimiz devam ediyor. Onlar her ne kadar PKK’den ayrılmışlarsa da farklı bir söylemi dillendiriyorlar. Deyim yerindeyse günahlarıyla, sevaplarıyla PKK’nin yanlışlarına sahip çıkarak, reddi miras da ediyorlar.

Bizim açımızdan yeni bir örgütlenmedir. Yeni bir sestir. Bu sesle ortaklaştığımız noktalarda birlikte davranırız, birlikte hareket ederiz. Ortak olmadığımız noktalarda ise uygar ilişkiler çerçevesinde görüşlerimizi söyleriz, tartışırız.

Peki, siz Türkiye’nin AB sürecini nasıl değerlendiriyorsunuz? Bu süreç Kürt sorununun çözümünü nasıl etkileyecek?

AB’ye üye olmak için Türkiye istese de istemese de belirli adımlar atmak zorunda kalacak. Bu süreç içinde demokratik mücadelenin, legal mücadelenin önü açılacak. Artık Türk hükümeti, eskiden beri süregelen hot-zotçu tavrını bir tarafa bırakmak zorunda kalacak, eğer AB’ye üye olmak istiyorsa tabii. Geçmişte, savaşın yaşandığı dönemde, AB sürecinin bu noktaya gelmediği bir aşamada, Kürt sorununu dile getiren partilere ve bu doğrultuda çalışma yürüten kişilere ve örgütlere karşı çok sert ve inkârcı bir tavır içine girebiliyordu ve bu, Kürtlerin dışında diğer kesimlerden pek de tepki görmüyordu. Ama görüşmelerin başlamasından sonra eğer Avrupalılaşmak istiyorsa bir Avrupalı gibi davranmak zorundadır. Kopenhag kriterlerini pratikte de uygulamak zorundadır. Kopenhag siyasi kriterleri aynı zamanda kişisel hak ve özgürlükleri güvence altına alan bir sistemdir. Yarın, -örnek olsun diye söylüyorum- birileri, siyasi partiler kanununda dile getirilen yasal prosedürü yerine getirip “biz bir Kürt partisi kurmak istiyoruz” diyebileceklerdir. Türk hükümeti artık eskisi gibi rahat bir şekilde ‘benim siyasi partiler yasam buna uygun değildir’ diyemeyecektir. Veya Kürt kadınları Kürt Kadın Dayanışma Vakfı kurmak istediklerinde, Türk devleti artık eskiden olduğu gibi, örneğin İstanbul’da oluşan KÜRD-KAV’ın önüne çıkarttığı binlerce engeli çıkartamayacaktır.

Kıbrıs konusundaki taahhütlerini yerine getirirse, 3 Ekim’den sonra Türkiye’de artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacak. Türk hükümeti değişmek zorunda kalacak. Biz bu değişime katkı sunmak, Türk hükümetini değişim doğrultusunda cesaretlendirmek için -ama Kürt taleplerini gözden kaçırmadan, ön plana çıkartarak-, Kürt sorununun demokratik bir çerçevede ve legal bir zeminde çözümü doğrultusunda neler yapılabileceğini konuşup tartışmak için Kürtlerin bir araya gelmesi gerektiği inancındayız. PWD ile çağrımız da bu yöndedir.

Bize göre Kürt sorunu bugün iki dünya devini ilgilendiren bir sorun haline gelmiştir. Bu dünya devlerinden birisi ABD’dir. Amerika bizzat sizin de bildiğiniz gibi Irak’tadır ve Irak politikası açısından Amerika’nın Irak’taki en güçlü müttefiki Kürtler’dir. Dünya arenasında etkin olan bir başka güç ise, giderek tek devlete doğru giden, tek toplum olma yolunda önemli gelişmeler kaydeden AB’dir.

AB’nin de değim yerindeyse 3 Ekim’de nur topu gibi bir Kürt sorunu olacaktır. Çünkü Kürt sorunu, AB ile görüşme halinde olan, AB’ye üye olmaya çalışan Türkiye’nin “kendi”sorunu olmaktan çıkacak, AB’nin de bir sorunu haline gelecektir. Çünkü Türkiye’de 20 milyondan fazla Kürt yaşamaktadır ve bu insanlar her fırsatta ulusal demokratik taleplerini dile getirmektedirler. Bu ülkede 15 yıllık bir savaş yaşanmıştır. Bu süreçte Kürtler ulusal demokratik haklar için çok büyük bedeller ödemişlerdir. AB sürecinde bu sorunların, Kürt taleplerinin dile gelmemesi düşünülemez.

Türkiye’nin önüne AB üyeliği için 15 yıl konulmuş durumda. Bizim önerdiğimiz de 15-20 yıllıktır. Kürt sorununun çözümü doğrultusunda Türk hükümeti üzerinde baskı yapmaları amacıyla Avrupalıları harekete geçirmek, sorunun adıyla anılmasını sağlamak, vb... Bütün çabamız, bütün uğraşımız Kürt sorununun eşitlik temelinde, demokratik yol ve yöntemlerle çözümüne yöneliktir.

Peki, Avrupa Birliği süreci ile birlikte parti olarak Türkiye’ye gelip siyaset yapacak mısınız?

Olanakları olduğu zaman ilk gün tabelamızı gelip -var olan siyasi partiler yasası gereği- önce Ankara’da asarız.  İkinci günü, eğer bizi tutuklamazlarsa  Diyarbakır’da asarız.

Bunun olacağını umut ediyor musunuz?

Umut ediyoruz elbette.

Bu AB süreci ile birlikte mi olur?

Olabilir, süreçten önce de olabilir. Bu, Türkiye’deki devrimci, demokratik, değişimden yana olan güçlerin çabasına bağlıdır. Bu, değişim isteyen irade ile yurt dışından gelen değişim yönündeki baskıların ne ölçüde çakışacağına bağlıdır. Ama maalesef Türkiye’de özellikle Kürt sorunu konusunda köklü bir değişimi ortaya koyan bir irade henüz yok. Bu irade sadece Kürt tarafında var. Ama Kürt tarafında olan irade yetmiyor. Bunun ayrıca Türk tarafından gelen bir irade ile de birleşip hükümet üzerinde baskı oluşturması gerekiyor. Maalesef bugün o noktadan uzağız. Ama AB ile görüşme süreci başladığı zaman bu seslerin daha gür çıkacağı, bu baskının daha etkili olabilmesinin şartlarının oluşacağını düşünüyoruz. Çünkü AB, çok açık ve net olarak Türkiye’ye şu mesajı verdi; “Biz Türkiyelileşmek istemiyoruz, siz Avrupalılaşmak istiyorsunuz. Siz bizim içimize gelmek istiyorsunuz. O zaman eğer siz bizim içimize gelecekseniz, bizim şartlarımız var. Bu şartlarımıza uymak zorundasınız, bu şartlarımızı yerine getirmek zorundasınız.” Türk yönetimi bu şartları yerine getirdiği ölçüde, Kürt sorununun barışçıl ve demokratik çözüm yolu da açılır.. Bize düşen, sadece bize değil Türkiye’deki devrimci, demokratik ve değişimden, barıştan yana olan güçlere de düşen; oluşacak olumlu şartları uygun bir biçimde değerlendirip, Türkiye’de değişimin, sorunların demokratik çözümünün yolunu açmadır.

Ankara’ya tabelanızı astıktan sonra federasyonu mu savunacaksınız?

Elbette.

Türkiye’de?

Evet, Türkiye’de federasyonu savunacağız.

Yani geçmişten gelen politikalarınızda bir değişiklik olmayacak?

Hayır, o olmaz.. Yani dün olduğu gibi bugün de biz Türkiye’nin verili şartlarını ve uluslararası konjöktürü göz önüne alarak politikalarımızı belirleriz. Bugünkü konjöktürde, Türkiye’deki Kürt sorununun en uygun çözümünün federasyon olduğunu savunuyoruz. Elbet farklı çözüm metotlarını savunanlar da var. Örneğin bağımsızlığı, otonomiyi savunanlar veya bazı kültürel hakların yeterli olduğunu söyleyenler var. Bütün bunlar var. Bunların içinde biz federasyonun daha gerçekçi olduğunu söylüyoruz.

PKK’nin “demokratik cumhuriyet” söylemini nasıl değerlendiriyorsunuz? Yani başlayışı ile PKK’nin kuruluş amacı ile?

Bu, deyim yerinde ise bir uçtan öteki uca savrulmadır. Yani PKK başlangıçta bağımsız-sosyalist Kürdistan şiarıyla ortaya çıktı. Tek bir parçada değil, diğer parçalarda da aynı hedefi önüne koydu. Yani birleşik, bağımsız ve sosyalist bir Kürdistan hedefi ile ortaya çıktı. Bu hedefe karşı olan, daha değişik istemleri dile getirenleri de hain ilan etti. Örneğin bizi yıllarca hain ilan etti. İlk kuruluş aşamasında, diğer Kurdistani güçleri “ulusal kurtuluş mücadelesinin önünde engel” olarak gördü. Bizi ve diğer bir kısım örgütleri, KUK’u, o zamanki adıyla DDKD’yi .vs... Onların ortadan kaldırılması gerektiğini söyledi ve-doğrusu kendilerini tebrik etmek lazım,  söylediklerini de yerine getirdi. Bize de saldırdılar ve bir arkadaşımızı, Mustafa Çamlıbel’i şehit ettiler. KUK’la savaştılar, DDKD’lilerden öldürdüler.

PKK bugün bu noktaya geldi. Elbette bu bir savrulmadır. Şayet PKK kendi içinde, organlarıyla tartışarak, bir süreç yaşayarak bu noktaya gelseydi, o zaman şöyle değerlendirmek mümkündü. “PKK bir siyasi partidir, siyasi partiler ilk çıktığı andaki hedefleriyle sonuna kadar gideceklerdir diyen bir kural-kaide de yoktur. PKK durum değerlendirmesi yapmıştır. Değişen şartları göz önüne alarak politikasını değiştirmiş, stratejisini değiştirmiştir.”,

Ama bu “değişiklik” Abdullah Öcalan’ın yakalanmasıyla gündeme geldi. Abdullah Öcalan Suriye’den çıkıp Roma’ya geldiği zaman yanılmıyorsam sekiz maddelik bir deklarasyon yayınladı. O deklarasyonda -örgütüne hiç danışmadan, arkadaşlarıyla konuşmadan- otonomiyi savundu. Yani yıllarca ‘ihanet’ olarak değerlendirdiği bir talebi dile getirdi. Daha sonra yakalanıp İmralı’ya getirildikten bir müddet sonra da ‘demokratik cumhuriyeti’ savundu. Bu bir uçtan öteki uca savrulma bence Abdullah Öcalan’ın düşünce yapısında meydana gelen köklü değişikliklerden dolayı değil.

Neden kaynaklanıyor?

Abdullah Öcalan canını kurtarmak için Türk hükümetinin, Türk devletinin, Türk derin devletinin tezlerini savunuyor. Özünde Kürtler için hiçbir şey istemiyor. Bakın önce “Demokratik cumhuriyet” dedi, bir müddet sonra “Türkiye ulusu içinde – hep yeni yeni kavramlar - Kürt kimliği” diyor. Bir başka gün Avrupalıyız, Türkiyeliyiz, Kürtüz diyor. Kafalarda zihin karmaşası, bilinç bulanıklığı yaratan bir tavır içinde. Böylelikle militan Kürt kimliğine sahip çıkmayı yavaş yavaş törpülemek istiyor. 

Tasfiyeye yönelik mi hareket ediyor?

PKK’yi tasfiyeye yönelik olup olmadığını PKK’liler kendileri değerlendirecekler. O örgütün işlerine karışmak gibi bir niyetimiz yok. Ama ortada Kürt ulusal hareketini tasfiyeye yönelik, Kürt bilincini bulandırmaya yönelik çok bilinçli bir çaba var. Devlet eliyle yürütülüyor bu çaba ve Abdullah Öcalan da bu çabanın önemli bir aktörü. Abdullah Öcalan’ın bu belirlemeleri de Kürt toplumundan maalesef gerekli tepkiyi görmüyor, halen destek buluyor. Türkler buraya gelmeden önce, biz buradaydık. Biz, “asli unsur, kurucu unsur, birinci unsur, ikinci unsur” gibi tartışmalara girmeyi de anlamsız buluyoruz.. Biz kendi ülkemizde çoğunluğu oluşturan bir halkız. Kürtler, Kuzey Kürdistan dediğimiz “Doğu ve Güneydoğu Anadolu” bölgesinde çoğunluğu oluşturuyorlar. Nüfusun %90’ını Kürtler oluşturuyor. Biz bu topraklar üzerinde kendi kaderimizi kendimiz tayin etmek istiyoruz. Kendi geleceğimize yönelik kararları kendimiz vermek istiyoruz. Bunun yolu da; eşit haklara sahip iki uluslu federasyondan geçer. Ama Abdullah Öcalan; ne zaman gerçekleşeceği bilinmeyen, nasıl gerçekleşeceği bilinmeyen bir Ortadoğu konfederasyonu öneriyor ve hemen akabinde de “bu önerdiğim konfederasyon Türkiye için değildir” diye günah çıkartmaya başlıyor. Şimdi böylesi bir kafa karışıklığı  içinde. Biz, bunu bir uçtan öteki uca savrulma olarak görüyoruz. Onun ötesinde, Kürt kimliğini, Kürt mantalitesini bulandırmaya yönelik bilinçli bir çaba olarak değerlendiriyoruz ve amacı da Kürt ulusal hareketini tasfiyeye yöneliktir.

Örgütten çok ayrılanlar var mı?

Bizim o konuda öyle detaylı bilgilerimiz yok. Yurt dışından ayrılanların olduğunu biliyoruz.

Buradan da ayrılanlar oldu mu? 2000 kişinin ayrıldığı söyleniyor?

Biz de duyduk o rakamları, özellikle dağ kadrosundan birçok komutanın, eski gerillanın ayrıldıklarını duyduk. Onların bir kısmının Osman Öcalan ve arkadaşlarının yanına gittiğini duyduk. Ama büyük çoğunluğun da ayrılıp mücadeleden uzaklaştığı söyleniyor.

Tamamen bıraktılar mı?

Veya şöyle diyelim, PWD de dahil olmak üzere şu andaki Kürt örgütleri o insanlara güven vermemiş ki bu kadar mücadeleden sonra, bir kenara çekilmeyi yeğliyorlar. Aralarında Kürt mücadelesinden kaçan, bu işten nefret edercesine uzaklaşanlar da var mıdır, bilemiyoruz. Ama dediğim gibi bir kenara çekilip oturanların sayısı bir hayli.

Burada mı duruyor, Avrupa’ya mı gidiyorlar?

O konuda bir bilgimiz yok.

Bir hayli fazla dediğiniz rakam tahmini olarak ne kadar?

Bizim burada duyduğumuz 2000’i aşkın insanın ayrıldığı yönünde. Öyle bir rakamı söylediler bize.

Bunların hepsi silahlı güçler mi?

Bunları bilmiyorum, PKK kadroları.

Peki, Türkiye Kuzey Irak’a askeri bir operasyon düzenlerse sizce ne olur? Nasıl bir gelişme yaşanır?

Biz her şeyden önce Türkiye’nin sağduyulu davranıp, operasyon düzenlememesini istiyoruz. Yani Türkiye şunu görmelidir: Amerika’nın Irak’a müdahalesi ile birlikte artık Ortadoğu eski Ortadoğu değildir. Özellikle de Irak eski Irak değildir. Geçmişte, Saddam hükümeti döneminde, Türk hükümeti canı istediği zaman, elini kolunu sallayarak, “teröristleri” takip bahanesiyle Güney Kürdistan’a girip çıkıyordu. O dönemde Saddam hükümetinin tepkileri de sadece lafta kalıyordu. Saddam hükümeti isteseydi bile tepki gösteremezdi. Çünkü ne Güney Kürdistan’da bir gücü vardı, ne de genel olarak bir gücü vardı. Ayrıca Saddam hükümetinin de öyle Türk hükümetinin bu operasyonuna prensipte karşı olduğunu söylemek te mümkün değil. Netice itibariyle vurulanlar Kürtler’di ve Türk hükümeti tarafından işgal edilen bölgeler Kürt bölgeleriydi. Ama bugün şartlar değişti, bugün Birleşmiş Milletler tarafından da kabul edilen bir hükümet var ve bu hükümet her fırsatta Türkiye’nin Irak’ın içişlerine müdahale etmesine karşı koyuyor ve hele hele bir askeri operasyona karşı olduğunu her fırsatta dile getiriyor. Sadece Türkiye’ye değil, İran’a da, Suriye’ye de aynı mesajları veriyor. Bu bir. İkincisi Türkiye’nin “Kuzey Irak”a müdahale etmesi her şeyden önce ya Amerika ile anlaşması ya da Amerika ile savaşmayı göze almasıyla mümkündür. Şu andaki şartlarda her ikisini de gerçekleşebilir olarak görmüyoruz biz.

Birincisi Amerika son üçlü toplantıda da (ABD, Türkiye, Irak)dile getirdiği gibi, şu anda ne PKK’ye yönelik bir operasyondan yana, ne de Türkiye’nin böyle bir operasyon yapmasına sıcak bakıyor. İkincisi Türk hükümeti ve Türk askeri yetkililerinin, kendilerini besleyen, askeri malzeme olarak kendilerini ayakta tutan bir devlete karşı savaşacak kadar çılgınlaştığı inancında değilim ben. Türk generalleri o kadar çılgın değiller ki Amerika’ya karşı savaşı göze alsınlar. Çünkü hepimiz de biliyoruz ki Türk ordusu göbeğinden Amerika’ya bağımlı, askeri malzeme olarak, savaş stratejisi olarak. Müdahale’yi çok zayıf bir ihtimal olarak görüyorum. Ayrıca böylesi bir müdahale Türkiye’nin zararına da olur.

Hangi anlamda?

Birincisi, o zaman, Güney Kürdistan, onlar için batak haline gelir.

Türk ordusu “18 saatte” veya “14 saatte biz Kerkük’e gireriz”diyor. Olabilir. 14 saatte Kerkük’e gelebilir. O, gücü vardır. Sorun eğer sadece gelmekse tamam gelebilir. Ama orda nasıl kalacak veya ilerde çıkmak istediği zaman nasıl çıkacak, mesele budur, bunun hesabını yapmak zorunda olduğudur.

Sizce Kürtler, Türkiye’ye karşı birleşir mi?

Ben öyle düşünüyorum. Yani sadece Güney Kürdistan ve Kuzey Kürdistan Kürtleri değil, Suriye Kürtleri de bu işe taraf olur, İran Kürtleri de bu işe taraf olur. Ben, Türk hükümetinin Kürtlere bu iyiliği yapacağını zannetmiyorum. Çünkü Türk hükümeti öyle yaparsa istese de istemese de en azından iki parçanın birliğini sağlamış olacak, kendi eliyle kurduğu sınırları ortadan kaldıracak.  Ben Türk devletinin Kürtleri bu denli sevdiği inancında değilim. Ama bu işin şaka yanı, bizim arzumuz, isteğimiz Türkiye’de ve Türkiye politikasında sağduyunun hâkim olmasıdır. Seçimleri takip ettiniz. Halk burada özgür iradesini gösterdi. Türkiye’nin problem yaptığı Kerkük’tür. Kerkük seçimleri de yapıldı. Öyle Türk hükümetinin, faşistlerin, gericilerin hatta Türk ordusunun beklediği gibi Kerkük’te ne bir katliam yaşandı, ne Kürtler Türkmenleri katlettiler, ne Kürtler Türkmenleri yerlerinden yurtlarından ettiler. Çok demokratik bir seçim oldu. Öyle Duhok’tan, Şam’dan, Zaho’dan, Mahabat’tan Kürtler gidip Kerkük’te oy da kullanmadılar. Bunları ben söylemiyorum. Bunlar eğer siz de takip ettiyseniz CNN muhabirinin Kerkük Emniyet Müdürüyle -ki kendisi de Türkmen’dir- yaptığı röportajda var. Muhabir: “işte binlerce, on binlerce Kürtün bugün Kerkük’e geldiği söyleniyor”diye soruyordu. “Mümkün değil, çünkü burada bir gün öncesinden şehirlerarası trafik yasaklandı, siz de biliyorsunuz. Sadece Kürdistan’a giriş çıkış değil, Kürdistan şehirleri arasındaki trafik te yasaklandı. Dolayısıyla öyle Süleymaniye’den binlerce, yüz binlerce insanı taşıtlarla taşımanın imkânı yok” dedi Kerkük Emniyet Müdürü. “Ayrıca burada bizim özel olarak dağıttığımız Kerkük’lü olduğunu belirten kimliklere sahip olanlar oy kullandı”, dedi. Yani Türk hükümetinin, Türkiye’deki gerici ve şoven kesimlerin, katliama uğradığını söylediği Türkmenlerden bir yetkili bu söylemleri yalanladı. Şimdi bence oturup seçim sonuçlarını beklemek gerekiyor. Kürtler Kerkük seçimlerine Türkmenlerle, Kerkük’ün yerlisi Araplarla Asurilerle birlikte katıldılar. Bu, Kardeşlik Listesi idi. Bu listenin alacağı oy bence de Kerkük’ün gerçek durumunu yansıtacaktır. Çünkü bu liste sadece Kürtlerin, sadece Türkmenlerin, sadece Asurilerin değil, onların ortak listesidir. Bu listenin ortaya koyacağı performans, bu listenin ortaya koyacağı fotoğraf karesi Kerkük’ün gerçek yapısını açığa çıkaracaktır. Onu beklemek lazım. O seçim sonuçları açıklandığı zaman, Kerkük’ün bazılarının iddia ettiği gibi bir Türkmen evi mi olduğu, yoksa birçok etnik ve dini azınlıkların beraber yaşadığı bir şehir mi olduğu açığa çıkacak. Bu nedenle Türk hükümeti böyle milliyetçiliği kışkırtıcı, şovenizmi kışkırtıcı davranışlardan vazgeçmeli. Oradaki yapıyı olduğu gibi kabul etmeli ve bunlarla diplomatik ve ticari ilişkiler kurmalıdır diye düşünüyorum. Bu hem Türk hükümetinin çıkarınadır hem buradaki hükümetin çıkarınadır. Biz milliyetçiliği geliştiren söylemlerin en başta Türk halkına zarar vereceğine inanıyoruz. Umut ederiz ki Türkiye’de sağduyu hâkim olur, Türk hükümeti var olan gerçeği görür ve ona uygun politikalar uygular. Eğer sağduyulu olmazda Türk hükümeti maceraya yönelirse...

Kürtlere iyilik mi etmiş olur?

Kürtlere iyilik etmiş olur ve biz de o noktada üzerimize düşen görevi yaparız.

Ne yaparsınız?

Artık bu, Kürtler için varlık yokluk savaşı haline gelir. Bu, Kürtlerin bir namus sorunu haline gelir. Bu durumda olan halklar ne yapıyorlarsa, geçmişte ne yapmışlarsa Kürtler de onu yaparlar.

Savaşır mısınız?

Eğer gerekiyorsa, savaşılır elbette.

Yani tamamıyla silaha karşı olan bir örgüt olarak?

Hayır, tamamıyla silaha karşı bir örgüt değiliz.

Pratik olarak?

Evet, biz silahlı mücadelenin faydadan ziyade zarar getirdiği inancındayız. Ama silahlı mücadelenin Kürtlere haram olduğu inancında değiliz. Ulusal baskı altında olan her ulusun, her halkın, baskıya ve zulme karşı, her türlü araçtan yararlanarak direnme hakkı vardır. Bu araçlardan biri de silahtır diye düşünüyoruz. Ama biz Ortadoğu’nun şartlarını, Türkiye’nin şartlarını, Kürdistan’ın şartlarını özellikle de Kürdistan’ın jeopolitik durumunu göz önüne alarak silahlı mücadelenin faydadan çok zarar getireceği inancında olduğumuz için bugüne kadar bu yola başvurmadık. Yoksa bu yolu kötülediğimiz için, “Kürtlere haramdır” dediğimiz için değil. Ama eğer öyle bir durum olursa, elbette ki varlık yokluk meselesi olur.

 
 
PSK Bulten © 2004