PSK PSK Bulten KOMKAR Roja Nû Weşan / Yayın Link Arşiv
Dengê Kurdistan
PSK
PSK Bulten
KOMKAR
Roja Nû
Weşan/Yayın
Arşiv
Link
Pirs û Bersiv
Soru - Cevap
Webmaster
psk@kurdistan.nu
 
 

”Düşman Başına”!..

Mesud Tek

Benzetmelerden rahatsız olmamak lazım. “Teşbihde hata olmaz” denir.

Biz Kürtler, dostlarımızdan olumsuz şeyler duyduğumuzda, onların beklenmedik tavırlarıyla karşılaştığımızda, “Dostê weke te hebe, dıjmın bo çı?” deriz.

“Senin gibi dost olduktan sonra düşmana ihtiyacım yok” diye çevirebiliriz. Bu ise Türkçedeki “senin gibi dost düşman başına” deyimine yakındır.

Ne yazık ki Türk solunda “düşman başına”lık dostlarımız bir hayli..

Adı sol, kendisi 24 ayar ırkçı olan, ırkçı-şöven, militarist politikaların sözcüsü, Kürt sorununda faşistlerle aynı düşünceleri taşıyan Türk Solu Dergisi ve çevresini, elbetteki soldan saymak mümkün değil.

Sol derken SHP, DSP, CHP ve benzeri düzen partilerini kastetmiyorum. Onların sol olmadığı o kadar söylendi ki, Mısır’daki sağır sultanlar bile duydu...

12 Eylülden az önce, “Sovyetler Birliği reformistler, milliyetçiler eliyle Doğu’da Kürt devleti kurmak istiyor. Bunu önlemek için Ege Ordusu Doğu’ya kaydırılmalıdır” diyen Perinçek ve şurekasının, solu terkedip karşı sahillere demirlemelerinin üzerinden uzun yıllar geçti.

1990’lı yılların başında, PKK’yi övüp göklere çıkartan, PKK politikalarına karşı olan Kürt yurtseverlerini PKK ağzıyla “ihanetle”suçlayan bu ve benzeri çevreler, “düşman başına”lık dostlar bile değil...

Benim kastettiğim genel anlamdaki sol. Radikal solculardan, demokratik sosyalistlere, komünistlere kadar uzanan yelpazede yeralanlar. 12 Eylül öncesi, Kürt hareketinin ideolojik planda hesaplaştığı; tartışma yürüttüğü; devletin, faşist ve gericilerin saldırılarına karşı iş ve güçbirliği yaptığı sol ve onun günümüzdeki uzantıları..

Bilebildiğim kadarıyla tüm parçalardaki Kürt örgütleri yan yana yaşadığı halkların devrimcileriyle, sol partileriyle ilişkilerine özel bir önem vermişler, onların desteğine değer biçip, iş ve güçbirliği yapmaktan kaçınmamışlardır. Türkiye’de Faşizme Karşı Birleşik Cephe ve Sol Birlik, Irak’ta Kürt yurtsever hareketleriyle Arap komünist ve sol güçlerin de içinde yeraldığı CUD ve CEWKAT örgütlenmeleri, bunun somut örnekleridir.

Ama ne yazık ki Türk solunun Kürt yurtsever hareketiyle işbirliği konusunda aynı duyarlılığı gösterdiğini, kararlı biçimde kendi kaderlerini tayın hakkını savunduğunu söylemek mümkün değil.

12 Eylül öncesi, sol yelpazede yeralanlardan, Kürt sorununu “Anayasal vatandaşlık hakkı”na indirgeyen, üyesi olduğu enternasyonal nezdinde Kürt kardeşlerine destek aramak bir yana, geçmişteki Kürt ulusal hareketleri hakkında yanlış bilgilendermelerde bulunan dostlarımız vardı.

O dönemdeki bir kısım dostlarımız ise, kurtların bizi kapmaması için, sürüden ayrılmamızı istemiyorlardı. Çünkü emperyalist dönemde kurulacak küçük devletler, -hele bir de komünistlerin yönetiminde değillerse- ister istemez emperyalizmin kucağına düşeceklerdi. Böylesi küçücük ulusal devletlerin kurulmasıysa, emperyalizmi zayıflatmak yerine, bölgedeki varlığını güçlendirmekten öte bir işe yaramazdı.

İşin ilginç yanı bugün de, Güney Kürdistan’daki Kürt liderler, bağımsız devlet kurma hakları olduğu söylediklerinde, yıllar önce söylenenler tekrarlanıyor.

Kürt sosyalistlerin ayrı örgütlenmesi gereksiz ve hatta yanlıştı. Zaten Kürdistan da sömürge değildi, olamazdı da. Çünkü Türkiye emperyalist bir ülke değildi; emperyalizme bağımlıydı!..

Öncelikle emperyalizmin defteri dürülmeliydi. Emperyalizmin defteri dürüldükten sonra arkası çorap söküğü gibi gelecek, bu arada Kürt sorunu da çözülecekti.

Kürtlere sosyalizmin gelmesini beklemeyi, sadece sosyalizm için müdedele etmeyi önerenler de vardı. Onlara göre sosyalizmle birlikte tüm sorunlar gibi, Kürt sorunu da çözülecekti.

12 Eylül öncesi dönem, aşağı yukarı karikatürize ederek izah etmeye çalıştığım gibiydi. O dönemde yayınlanan dergi ve gazetelerde yeralan makalelere bakanlar, yapılan tartışmaları okuyanlar bunun böyle olduğunu göreceklerdir.

Ama o dönemde bir yandan en sert tartışmalar yapılırken, öte yandan devletin, faşist ve gericilerin saldırılarına birlikte karşı konuluyordu, demokratik kitle örgütlerinde, meslek odalarında, işçi sendikarında Kürt ve Türk solcuları birlikte davranıyorlardı.

Ama şimdi öyle mi?

Irak komünist hareketinde saygın bir yeri olan Irak Komünist Partisi yöneticilerinden Ebu Faruk, kendi partisiyle Türk ve Fars solcularının Kürt sorunu konusundaki farkını izah etmek için, “Kürt sorunu bir denizdir, biz içinde yüzmeye çalışıyoruz, Türk ve Fars solcuları denizin etrafında dolaşıyorlar, denize girmeye korkuyorlar” demişti bir keresinde..

12 Eylül silindiri altında kırılan belini düzelttikten sonra (elbetteki bu silindir biz Kürtleri daha çok ezdi), geçmişteki hatalarını tekrarlamayıp, denize girmesi beklenen Türk solunun bir kısmı denizden uzaklaştı, bir bölümü ise denize girme yerine “silahlı Kürt hareketini”, PKK’yi gözü kapalı desteklemeyi yeğledi. PKK dışındaki kürt yurtsever hareketini görmezlikten geldi, yer yer PKK ağzıyla onları suçladı; PKK ile ittifak yaparak onları mesleki ve kitle örgütlerinden dışlamaya çalıştı.

Ama ne yazık ki “silahlı Kürt hareketi başarıya ulaşarak ne “Bağımsız ve Sosyalist Kürdistan”ı kurabildi, ne de Kürdistan’la birlikte Türkiye’yi ve hatta tüm insanlığı kurtarabildi!..

Eğer 4 binden fazla köy yerle bir edilmiş, milyonlarca Kürt ata-baba topraklarından kopartılıp büyük kentlerin varoşlarında, yoksulluk ve sefalet içinde yaşamaya mahkum edilmişse, bunda solun bir kesiminin halk yığınlarını şoven ve milliyetçi duygulardan kurtarma, devletin imha ve yıkım politikasına karşı kararlı bir mücadele yürütme yerine, gözü kapalı biçimde PKK’yi destekleme politikasının da azımsanmayacak etkisi vardır.

Türk solunun bir kesiminde “silahlı Kürt hareketine” ve onun liderine karşı varolan tek yanlı aşk, Öcalan’ın, devleti yıkmaktan vazgeçip onun hizmetine girmesinden sonra da devam etti. Bu tavrı, “Kürtlerin tercihlerine saygı gösterip desteklemek” diye nitelemek mümkün değil. Çünkü Güney’deki Kürtlerin tercihleri sozkonusu olunca aynı tavır gösterilmiyor. Demokratik bir seçim sonucunda, halkın yüzde doksanının oyunu alarak oluşan, Güney Kürdistan’da komünistlerden islamcısına kadar, geniş bir yelpazede yer alan tüm yurtsever partilerin desteğini kazanan yapıyı, PKK ve Öcalanla birlikte emperyalizmin işbirlikçisi olmakla suçluyorlar.

Bu çifte standartı açıklamak için sol klasikleri bir hayli karıştırmaları gerekecek herhalde!..

Bazı İslami kesimler de farklı düşünmüyor. Yaşamın birçok alanında farklı kutuplarda yer alan bir kısım sol ve islami kesimlerin, aynı noktada buluşmaları ilginç olsa gerek.

İslami kesimde genel kabul gören düşünceye göre Kürtler İslam ümmetinin bir parçasıdır, ümmetin çıkarları ulusal çıkarlardan önce gelir, vs..

Yanılmıyorsam 1995 yılıydı. Kürdistan İslam Partisi-PİK, Almanya’nın Köln ketinde, Kürt sorunuyla ilgili bir konferans düzenlemiş, bir çok İslamcı aydın da konuşmacı olarak katılmışlardı. Ve eğer yanılmıyorsam Lübnanlı, İslam aleminde Kürt dostu olarak bilinen birisi yaptığı konuşmada, İslam aleminin tehlikede olduğunu, müslüman ülkelerdeki yönetimlerin yapıları gereği bu tehlikeyi önleyemeyeceğini, bu işi ancak Selahattin Eyubi’nin torunları Kürtlerin yapabileceklerini söylemişti.

Anlayacağınız solcular tarafından emperyalizme karşı mücadeleyi, sosyalizm için mücadeleyi ön plana almaya çağrılan Kürtler, İslamcılar tarafından da siyonizmin saldırılarına karşı İslam alemini korumaya çağrılıyordu...

Tam da “düşman başına”lık bir dost...

Adını Dr. Muzafferi olarak hatırladığım ve PİK adına konuşan kişi, 22 Arap devleti dururken, hiç bir ulusal hakkı olmayan mazlum Kürt halkından, bir buçuk milyarlık İslam aleminin kurtarıcısı olmasını istemenin adaletsizlik olduğunu, Kürtlerin kendilerine uygun görülen bu kutsal görevi yapamayacaklarını dile getiren nefis bir cevap vermişti..

Bir kısım solcu dostlarımız ise, “Geçti Bor’un pazarı” dercesine nanik yapıp, Kürtlerin devlet kurma trenini kaçırdıklarını, globalleşen dünyada ulusal devlet kurmanın artık geçersiz olduğunu söylüyorlar.

Bu kez de globalleşme ve getirdikleri gerekçe gösterilerek Kürtlere devlet kurma hakkı çok görülüyor. Kürtler sermayenin global saldırısına karşı, global mücadeleye çağrılıyor..

Elbette ki Kürtlerin globalleşmenin getirdiği olumsuzluklara karşı mücadele gibi görevleri de var. Ama bizim ta 19. yüzyılın başından itibaren var olan temel görevlerimiz de: Ülkemizi özgürleştirmek, kendi kaderimizi ellerimize almak..

Kürtleri, Güney’deki kardeşlerimizin Saddam celladından kurtulmasına yardımcı olan bölgedeki değişikliklere, işin öznesi ABD diye karşı çıkmamızı isteyen solcu dostlarımıza, “kendinizi bir an için Güneyli Kürtlerin yerine koyun, Irak Komünist Partisi, Kürdistan Komünist Partisi gibi saygın ve mücadeleci sol partilerin niçin sizin gibi düşünmedikleri üzerine biraz kafa yorun” demekten başka ne diyebiliriz?

Kuzey Kürdistan’daki Kürt örgütleri, Türk solcularıyla ilişkilerinin biçimi konusunda farklı farklı düşüncelere sahip olmasına karşın, bu ilişkinin öneminin bilincinde oldular. Türk emekçi yığınları, devrimci ve sol güçleri doğal müttefikleri olarak gördüler.

Kanımca bugün de öyledir.

Türk emekçi yığınları arasında yeterince örgütlü olmasa da, Kürt sorunu ve çözümü konusunda bizce olumsuz görüşleri dile getirseler de, içinde “düşman başına”lık dostlar çok olsa da, Kürt yurtsever hareketinin temel dostu Türk sol ve devrimci güçleridir diye düşünüyorum.

Halk yığınları içinde örgütlü, doğru ve ülke gerçeklerine uygun bir doğrultuda mücade eden güçlü bir sol hareketi, Kürt yurtsever hareketinin başarısını kolaylaştıracaktır. Aynı şekilde birliğini sağlamış, doğru bir hatta mücade eden Kürt yurtsever hareketi de türk sol hareketinin işini kolaylaştırır.

“Düşman başına”lık dostların sayısını azaltmak ise, her iki halka yapılan bir hizmettir.

 
 
PSK Bulten © 2004