MİLOSEVİÇ YARGILANIRKEN
Yugoslavya'nın eski devlet Başkanı Miloseviç,
bizzat ülkesinin şimdiki yönetimi tarafından apar
topar Hollanda'ya gönderilip Lahey'deki Uluslararası
Savaş Suçluları Mehkemesi'ne teslim edildi ve yargılanmaya
başladı. Bu uluslararası hukuk bakımından
bir başarı, Miloseviç'in kendisi ve ülkesi bakımından
ise trajik bir durumdur.
Miloseviç sözde sosyalist bir partinin ve sosyalist
bir ülkenin lideriydi. Kendisinin ve Yugoslavya'nın ne
ölçüde sosyalist oldukları ayrı bir konudur. Batılı
kapitalist ülkelerin Yugoslavya'ya ve Miloseviç'e düşmanlıklarının
daha çok bu tartışılabilir sosyalist kimlikten
kaynaklandığına kuşku yoktur. Onlar Sovyetler
Birliği gibi Yugoslavya'yı da bu nedenle bölüp parçaladılar
ve Doğu Avrupa'daki bir "pürüz"den daha kurtuldular.
Ancak Miloseviç ve onun temsil ettiği yönetim de temiz
papuç değildi ve özellikle "ülkenin birliğini
koruma” adına yaptıklarıyla kendi sonunu hazırlamaya
yardımcı oldu.
Yugoslavya Tito döneminde, çeşitli
halkların hak eşitliği üzerine inşa edilmiş
bir federasyondu ve bizce halkların birliği ve uyumu
bakımından iyi bir örnekti. 1990'lı yıllarda
Doğu Avrupa'da sosyalist sistemin çökmesi, Yugoslavya
için de dağılma eğilimlerini güçlendiren bir
etken oldu. Ötedenberi Hırvat, Sloven, Boşnak, Arnavut
ve Makedon halklarda varolan milliyetçi duygular güçlendi
ve birlikten ayrılma eğilimleri kendini gösterdi.
Bu durumda yapılması gereken, ya birtakım haksızlıklar
varsa giderip birliği gönüllülük esası üzerinde
sürdürmekti, ya da herşeye rağmen sözkonusu halkların
ayrılma eğilimleri güçlüyse buna saygı göstermek
ve Çekoslovakya türü bir çözüm bulmak, yani iyilikle ayrılmaktı.
Ama Miloseviç başkanlığındaki merkezi
yönetim bunu başaramadı. Ayrılma eğilimlerine
güçlenen bir Sırp milliyetçiliğiyle cevap verdi
ve birliği sürdürmek için zora başvurdu. Bu ise
sözkonusu halklar arasında kanlı bir boğazlaşmaya
yol açtı ve sonutça, Batılı ülkelerin ve NATO'nun
da işe karışmasıyla Yugoslavya Federasyonu
parçalandı. Miloseviç yönetimi, izlediği yanlış
politikalarla çok kan dökülmesine, halklar arasında büyük
düşmanlıklar oluşmasına ve bizzat kendi
ülkesinin yanıp yıkılmasına yol açtı.
Miloseviç ve yandaşları, işi toplu kıyım
ve etnik temizlik yapacak düzeye vardırdılar, diğer
bir deyişle insanlığa karşı suç işlediler.
Bu nedenle uluslararası topluluğun
Miloseviç'i ve savaş suçu işleyen öteki önde gelen
sorumluları yargılamak istemesi doğaldır,
bundan da öte gereklidir. Kimsenin, ”içişleri” paravanasına
sığınarak başka böylesi cinayetler işlemeye
hakkı yoktur. Bu yargılama uluslararası hukuk
bakımından iyi bir adımdır ve benzerlerine
örnek olmalıdır. Böylesi suçlar kimsenin yanına
kar kalmamalıdır.
Öte yandan, bu bakımdan dünyadaki tek suçlu bir
önceki Sırp yönetimi ve Miloseviç değildir. Türkiye'de,
Irak'ta, İran'da Kürtlere yapılanlar Miloseviç'in
yaptıklarından kat kat fazladır. Kürtler Yugoslavya
Federasyonu'nu oluşturan halkların sahip oldukları
hakların binde birine bile sahip değiller. Hak istedikleri
zaman da eziliyor, kıyılıyor, sürülüyorlar.
Saddam Kürtlere karşı kimyasal silah bile kullandı.
İran rejimi yıllardır, özgürlük isteyen Kürt
halkına karşı Doğu Kürdistan’ı yakıp
yıkmakla kalmadı, terörist politikasını
Kürt liderlere karşı avrupa’da suikast düzenleyecek
dereceye vardırdı. Türkiye, ise, daha öncekiler
bir yana, son 20 yılda kendi sınırları
içindeki Kuzey Kürdistan'ı yerle bir etti, 30-40 bin
insanımızı kıydı, dört-beş milyon
kişiyi ise yurdundan sürdü; Kürtlere karşı
etnik arındırmayı da aşan, soykırım
derecesine varan suçlar işledi. Peki Saddam, İran’ın
terörist yönetimi, Türk yöneticiler; Demirel, Ecevit, Çiller
ve ötekiler ne zaman hesap verecekler? Onlar neden hiç akla
gelmiyor? Neden işledikleri bunca insanlık suçuna
rağmen Türk rejimine askeri ve ekonomik yardımları
sürdürüyorlar?
Bu çifte standart değil mi? Hatta bu Türk rejimiyle
suç ortaklığı değil mi?
Ne yazık ki dünyada işler böyle yürüyor.
Suçlular da mazlumlar da duruma ve çıkarlara göre belirleniyor!
Miloseviç olayında ilginç olan bir-iki husus daha
var. Bunlardan biri Sırbistan yönetiminin onu, bizzat
kendi yasalarını da çiğneyerek, cumhurbaşkanına
bile haber vermeden, Anayasa Mahkemesinin aksi yöndeki kararına
aldırmadan, bir olup bitti gibi uçağa koyup göndermesidir.
Ne pahasına? Batılı ülkelerin Sırbistana
açacakları krediler pahasına!. Zoran Cinciç hükümeti
onu pazarladı, sattı!
Bu bir ülke ve bir hükümet için ne kadar yüz kızartıcı
bir durum! Sırp yönetimi eğer Miloseviç'in suçlu
olduğuna inanıyorsa -ki bizce suçludur- bu işi
Lahey'e bile bırakmadan, onu bizzat kendisi yargılayıp
cezalandırabilirdi ve bu onurlu bir tavır olurdu.
Miloseviç'in mahkeme karşısına çıkarken
koyduğu tavır da ilginçtir. Ezilip büzülmedi, mahkemeyi
yasa dışı saydı, bu davanın salt
Nato'nun Sırbistan'a saldırısını
aklamak için açıldığını söyledi ve
bu nedenle savunma için avukat yardımına başvurmaya
gerek duymadığını söyledi.
Elbet NATO'nun niyet ve hesapları Miloseviç'in
yaptıklarını mazur göstermez. O yaptıklarıyla
bu mahkemede yargılanmayı hak etmişti. Yine
de Miloseviç'in, suçu ne olursa olsun, mahkeme karşısında
başı dik durması onurlu bir tavırdır.
Oysa bazıları bunu bile yapamıyor. Kendi halkına
ve yoldaşlarına karşı acımasız
bir despot gibi davranırken, sömürgeci rejimin mahkemesi
önünde ezilip büzülenleri, pişmanlık dile getirenleri
ve canının bağışlanması karşılığında
hasmına hizmet önerenleri de gördük. Hem de uzakta değil,
kendi ülkemizde. Acı ama gerçek!..
|