Hrant Dink’e dava üstüne dava
Mustafa Metin
İstanbul’da Türkçe-Ermenice dillerinde yayın yapan
Agos gazetesinin yayın yönetmeni Hrant Dink
hakkında dava üstüne dava açılıyor.
Bilindiği üzere, bir süre önce Hrant Dink, bir yazısında
Türklüğe hakaret ettiği iddiasıyla Şişli
Asliye Ceza Mahkemesi’nde yargılanmış ve altı
ay hapis cezasına mahkum edilmişti. Daha bu davanın
haberi sovumadan Hrant ve diğer üç kişi (Gazetenin
sahibi Serkis Seropyan, sorumlu müdürü Arat Dink
ve yazarlarından Aydın Engin) hakkında
bu kez, aynı davayla ilgili olarak yargıyı
etkilemeye yönelik yayın yapmak suçundan yeni bir dava
açıldı ve 6 aydan 3 yıla kadar hapisleri isteniyor.
Böylece Türk adliyesi bir ilke daha imza at attı ve
dünya ceza literatürüne bir suç türü daha ekledi: Bir sanığın
kendi davasında yargıyı etkilemeye çalışması…
Sevgili okurlar, aklınızda olsun, bir suçtan sanık
olarak mahkemeye filan düşerseniz sakın kendinizi
savunmaya kalkmayın, “suçsuzum” filan demeyin, iddianameyi
çürütmeye kalkmayın; çünkü sizi yargıyı etki
altında bırakmaya çalışmakla suçlayabilir
ve bundan dolayı hakkınızda yeni bir dava açabilirler!
Bu bir skandaldır. Hrant Dink haklı olarak dert
yanıyor: “Benim kendi davamda yargıçları etkilemeye
çalışmam kadar doğal ne var, bunu ben yapmayacağım
da kim yapacak?” diyor.
İlginç olan şu ki, bu dava da Şişli
Cumhuriyet Savcılığı tarafından
açıldı. Dahası, yine başrollerde Hukukçular
Birliği Yönetim Kurulu Üyesi Kemal Kerinçsiz denen
zat. O ve 10 kadar arkadaşının başvurusu
üzerine bu dava açılmış... Belli ki bu baskılarla
Agos gazetesini de yıldırmak, boğmak istiyorlar.
Düne kadar kimsenin tanımadığı bu Kemal
Kerinçsiz adlı avukat daha şimdiden birhayli ün
yapmış bulunuyor. Bu kişi son dönemdeki hemen
tüm provokasyonlarda, linç eylemlerinde ön planda arzı
endam ediyor. Bir süre önce düzenlenen Ermeni Konferansı’nı
engellemek için başvuranların arasında o da
vardı. Son olarak Şişli Adliyesinde Orhan
Pamuk davası sırasında, Pamuk’a dayanışma
için duruşmaya katılan yazar arkadaşlarına
ve AB gözlemci heyetine saldıran grubun başında
da o vardı. Üstelik “müdahil” olarak!..
Kerinçsiz ve arkadaşlarının başvurusu
üzerine, daha önce, Bağcılar Cumhuriyet Savcılığı
tarafından gazeteciler Hasan Cemal, İsmet Berkan,
Murat Belge, Haluk Şahin ve Erol Katırcıoğlu
hakkında da, yine yargıyı etkilemeye yönelik
suç işlemekten dolayı dava açılmıştı…
Şimdi de işte, Hrant Dink ve arkadaşlarına
karşı açılan davanın başvurusunu
yapan yine aynı kuruluş (Hukukçular Birliği)
ve Av. Kemal Kerinçsiz…
Kerinçsiz ve takımı bir avuç adamlar, ama son günlerde
her taşın altından çıkıyorlar. Bu
adam tipik bir Türk Makkartisi (MacCharty). Görünüşe
göre “vatan ve millet” kurtarmaya soyunmuş, “bölücülere”,
“hainlere” ve elbet Ermenilere, Kürtlere, AB’ye karşı
savaş veren bu grubun ülkücü, yani bozkurt olduğu
medyaya yansıdı.
Son dönemde, Türkiye’nin AB adaylık süreciyle alay eder
gibi, demokrat yazarlara, basın mensuplarına karşı
açılan davalarda ilginç bir yükseliş görülüyor.
Belli faşist odaklar, adliye içindeki kimi yandaşlarıyla
el ele vererek hem bu sesleri sindirmek, hem de AB sürecini
provoke etmek istiyorlar.
Bütün bunlar demokrasi güçleriyle faşizm,
halk yığınları ile militarizm, değişim
güçleri ile statüko yanlıları arasındaki kavganın
yargı planındaki bazı görüntüleri. Bu kavga
son dönemde, bir yandan AB’ye adaylık süreci, öte yandan
Kürt sorunundaki olumlu gelişmeler nedeniyle bayağı
kızıştı. Demokrasi düşmanları,
faşistler, militaristler son kozlarını oynuyorlar.
Bu, bir bakıma, bir kuyruk titretme olayı. İspanya’da
kocayan faşizm tarihe gömülürken de tam böyle olmuştu,
perde kanlı olaylarla kapanmıştı.
Bu yüzden olup bitenler karşısında şaşırmamak
gerek. Bu, bir taraf oyunu tümden kaybedinceye kadar sürecek
ve o taraf elbet demokrasi güçleri değil, çağı
geçmiş faşizm güçleri olacak.
İslamcı AKP ise bu kavgada ortalarda bir yerde,
mağdurla gaddar arasında gidip geliyor. Bazan laikçi
kesimin ve militarizmin sopasından kurtulmak için AB’ye
sığınıyor, demokrasi yanlısı
bir tutum alıyor, bazan da eski huyu, tutucu mirası
canlanıyor, ülkenin statükocu, antidemokratik güçleriyle
aynı paralele düşüyor.
Başbakan Erdoğan son dönemde, söz konusu hukuk
kıyımına karşı içerde ve dışarda
yükselen, düşünce ve basın özgürlüğünü savunan,
keyfi tutuklamalara karşı çıkan demokratik
sesleri, “yargıya müdahale” diye niteleyip oklarına
hedef yapmakla, demokratik süreç bakımından bir
kez daha son derece yanlış ve olumsuz bir konuma
düştü. Bu ülkede her savcı iddianamesinin ve her
mahkeme kararının hukuk olmadığını
en iyi, bir şiir yüzünden mahkum olan, siyasal yaşamı
bitirilmek istenen kendisinin bilmesi gerekir. Eğer o
ve partisinin yargıya o denli güvenleri varsa, milletvekili
dokunulmazlığı zırhından soyunmaları
gerekir. Oysa en başta onların bu yargıya güvenmedikleri,
dokunulmazlık zırhı gidince laikçi ve Kemalist
yargının kendilerine binbir tuzak kurup kement atacağını
bildikleri besbellidir… Bu tavır, yani işlerine
gelmediğinde yargıdan kaçma, geldiğinde ise
ona kayıtsız şartsız sarılma, hiç
de tutarlı bir tutum değil.
Hukuku savunmak, evrensel hukuk normlarının ve
buna uygun uygulamanın ülkede yerleşmesi için çaba
göstermek, demokratik hak ve özgürlükleri kararlıca savunmaktır.
Düşünce özgürlüğü de bunlardan biridir. Düşünce
ve basın özgürlüğünü budamaya, boğmaya koşullanmış
Türkiye’deki tipten bir “yargı”nın hukukla alakası
yoktur.
|