Önyargılar
ve gerçekler (*)
Kemal BURKAY
Önyargı, eski deyimle "peşin
hüküm". Pek düşünüp taşınmadan, araştırmadan
doğru ya da gerçek olduğu varsayılan, ama çoğu
zaman da gerçeği yansıtmayan düşünceler, değer
yargıları..
Kişilerin ve toplumların
düşünce hayatında böylesine nice önyargı vardır.
Toplumsal önyargılar, toplumda ve dünyada etkin olan
belli odaklar, çoğu kez de egemen güçler tarafından
yaratılır. Propaganda sanatı aynı zamanda
bu iş içindir. En akıl almaz yalanı bile, diş
macunu veya temizlik tozu reklamı gibi tekrarlarsanız,
akıllara yerleşir, insanlar inanır. Hitler'in
propaganda bakanı Gobels bu işin piriydi..
Politikacılar, gazeteler, televizyonlar,
hatta sözde "bilim adamları" hergün böylesine
onlarca yalanı, tartışılmaz gerçekler
gibi kulağımıza üfler dururlar. Toplum bu yalanlarla
güdülür...
Geçende bunlardan birkaçını
not ettim, okurlarımla da paylaşmak isterim. Bunlar
"güncel", yani şu sıralarda olup bitenlerle
ilgili önyargılar; bu nedenle, kuşkum yok ilginizi
çekecektir.
Ortadoğu'nun 40 milyonluk bir
ulusunu, yani Kürtleri, onların binlerce yıldır
üstünde yaşadıkları ülkenin adını,
onların binlerce yıla uzanan dilini, tarihini yok
sayan, bunu kendilerince tartışılmaz bir yargıya,
"kuşku götürmez" bir ”gerçeğe” dönüştüren
Türkiye’nin siyaset, basın ve "bilim" esnafından
söz etmeyeceğim. Hayır, bunları çok yazdık
ve tekrara hiç gerek yok.
Soytarının biri de çıkıp
Ağrı Dağı'nı, Van Gölü’nü inkara
kalkışırsa, onun sözlerini de ciddiye alıp
tartışalım mı?.
Ben daha çok göze batmayan, ya da yeterince
ilgi çekmeyen, ama işin kötüsü birçok çevrede oldukça
kabul gören kimi önyargılardan söz edeceğim.
Geçende, "The Economist"te
çıkan bir yazıda, 11 Eylül olaylarının
nedenlerini tartışan bir yazar, İslam dünyasında
ABD'ye karşı oluşan tepkiyi ya da nefreti,
"Amerika'nın göz kamaştırıcı
başarısına” ve eylemi yapanların "kendi
uygarlıklarının düştüğü duruma",
yani kıskançlık psikozuna bağlıyor ve
ekliyor:
"Suçlu yıllardır süren
sosyalizm ve ardından gelen durgunluk, yolsuzluk ve beceriksizlik..."
Yazar daha sonra ise, "birçok
Müslümanın 11 Eylül olayları için üzüntü duyup özür
dilemesi gerektiğini söylüyor."
İşte size bir dizi Anglosakson
önyargısı..
"Amerika'nın göz kamaştırıcı
başarısı" bunlardan biri.
Bir diğeri "ötekinin uygarlığı"
hakkındaki küçümseyici, burun kıvırıcı
bir önyargı.
Bir başkası sosyalizm üstüne
önyargı. Elbet sosyalizm bu baylara göre bir "sapma",
faşizm gibi bir şey.. Sovyetler Birliği "kötülükler
imparatorluğu" idi! Amerika dün ona karşı
Usame Bin Laden gibi ”iyi adamlar”la birlikte savaştı.
Bu "kutsal" savaş içinde kız çocuklara
eğitim veren okullar yakıldı ve "kafir
öğretmenlerin" başı kesildi! Sonunda Afganistan'da
ortaçağ adamları galip geldiler, "Kötülükler
İmparatorluğu" yıkıldı ve bir
yanda dolar milyarderleri, bir yanda açlar ordusu, mafyası
ve orospularıyla sevgili kapitalizm Rusya'ya geri geldi!
Ama ne gariptir ki, çok geçmeden giden
şeytanın yerini yenisi aldı, Amerika’nın
kendi Brütüs’ü Usame Bin Laden ve benzerleri tarafından
yeni bir ”kötülükler imparatorluğu” kuruldu!..
Ama bu da yine soyalizmin suçu! Onun
bıraktığı kötü mirasın ardından
gelen ”beceriksizlerin” marifeti… İslam ülkelerinde de
meğer sosyalizm varmış! Herhalde Irak ve Suriye'nin
”Sosyalist Baas Partileri”, Yemen, Libya ve Cezayir bu türden!
Bu iler tutar yeri olmayan önyargıların
hangi birini ele alalım! Baştakinin, yani "Amerika’nın
göz kamaştırıcı başarısına"
dair olanın, çoğu kişi tarafından genelgeçer
bir doğru kabul edildiğine kuşku yok! Eğer
sözkonusu başarı, çok para, gökdelenler, B-52 uçakları,
atom ve hidrojen bambaları, uzaydaki casus uyduları
ise, elhak doğru! Eğer çok atıştırıp
ense göbek büyütmek, hayatın bir bölümünü yemek ve içmekle,
bir bölümünü zayıflama terapileriyle geçirmekse, yine
doğru! Eğer rambo filmleri, 007-Bond dizileri ve
Holivud’un yosmalar ve yakışıklı jönlerle
örülü pembe dizileri ise doğruluğu yine su götürmez..
Dünyada Amerika'yı pembe gözlükler ardında izleyen
ve "Amerikan rüyası" gören pekçok budala var.
Ama bir de kovboy filimlerindeki türden,
Kızılderililerin buğday başağı
gibi biçildiği, bileği güçlünün kazandığı,
altta kalanın canının çıktığı
bir Amerika var. Kışı sokaklarda geçiren, aş
evlerinde karın doyuran onbinlerce aç, yersiz yurtsuz
insan var. Geceleri güven içinde sokağa çıkılamıyan
kentler, mafya ve Harlem var. Başkasının yoksulluğu,
acıları karşısında kayıtsız,
umursamaz, acımasız, bencil bir Amerika var. ”Komünizme
karşı özgürlük için savaşıyorum” diyerek
Kore'yi, Vietnam'ı, Greneda'yı ve nice ülkeyi çiğneyen,
yakıp yıkan bir Amerika var.. Şili'de, Türkiye'de,
İran'da, Suudi Arabistan'da, ve daha nice ülkede, yine
sözde "komünizme karşı, Özgürlük ve demokrasi"
için faşist cuntaları işbaşına getiren,
kanlı diktatörlükleri, ortaçağ rejimlerini ayakta
tutmak için kural ve sınır tanımayan bir Amerika
var. Usameleri, Talibanları, Türk "Bozkurt”larını
yaratmış; dünya için kontrgerilacı, işkenceci
ve komplocu üreten bir Amerika var. Kyoto protokolünü imzalamaktan
kaçınan, böylece dünyayı zehre boğan bir Amerika
var..
Kısacası, bir cennet, bir
de cehennem Amerika var ve bunların ikisi yan yana, içiçe..
"Başarıları göz
kamaştıran Amerika" acaba bunlardan hangisidir?
Ve Amerika'ya karşı duyulan nefretin asıl nedeni
nedir?
Amerikan düzeninin vardığı
yerin hiç de göz kamaştırı bir başarı
olmadığı, bizzat ABD'nin bugün içine düştüğü
durumdan bellidir. Amerika ve yandaşları sonunda
başkaları için de kendileri için de yaşanması
zor bir dünya yarattılar.
İnsanlığa mutluluk getirmeyen
bir teknik, başkalarının yoksulluğu üzerine
kurulu bir zenginlik neden "göz kamaştırıcı
bir başarı" olsun?.
Öte yandan, New York ve Vaşington'u,
yani "uygarlığın kuleleri ve kaleleri"ni
vuran teröristler Arap, yani Müslüman oldukları için,
diğer Müslümanlar yalnız acı duymakla kalmamalı,
aynı zamanda özür dilemeliymiş. The Economist'in
yazarı onları da suçlu buluyor...
Peki Vietnam ve Şili halkından,
Afganistan'da başı kesilen öğretmenlerin yakınlarından,
Türkiye ve Kürdistan'da Amerikan yetiştirmesi kanlı
kurtlar, Taliban benzeri gözü dönmüş fanatikler ve bizzat
devlet güçleri tarafından kıyımdan geçirilen,
yakılan, sürülen, yüzbinlercesi işkence çarkından
geçirilen, kim vurduya giden insanlardan, onların yakınlarından
kim özür dileyecek?..
Yukardaki türden önyargılar salt
bir yazara özgü değil. Şu günlerde bu tür görüşler
pek moda. 11 Eylül eylemleri uygarlığa yönelik bir
saldırı olarak gösteriliyor. Amerika bir yere saldırırsa
bu "uygarlık ve özgürlük içindir!" Ama birisi
Amerika'ya saldırırsa bu "uygarlığa
bir saldırıdır!.."
Devletin (daha doğrusu kendi devletinin)
terörü meşru, teröristin terörü kötü!
Evet, şu günlerde mantık
böyle.
11 Eylül şokundan sonra ”Amerika
düşmanını arıyor” dediler. Tabi aramalı.
Aynı zamanda dünyada kendisine karşı yükselen
bu kinin, nefretin nedenlerini serin kafayla sorgulamalı.
Eğer mantıklı düşünülürse, ABD’nin düşmanı
dışarda değil, içerdedir. Bu, ABD’nin emperyalist
sisteminin, izlediği politikaların ta kendisidir.
Bu sistem, Kennedy olayında görüldüğü gibi, kendi
devlet başkanını bile yok edebilecek kadar
acımasız. (Türkiye’deki de öyle ya!)
Dünyanın gerçekten yeni bir düzene
ihtiyacı var. Amerika’nın ve öteki tuzu kuruların,
ayrıca bir vicdana da ihtiyaçları var. Onlar da
adil bir dünya için çaba göstermeli. Herkesin özgür olduğu,
herkesin karnının doyduğu, herkesin eğitim
ve sağlık hizmetlerinden yararlandığı,
özetle herkesin yüzünün güldüğü bir dünya..
Dünya küçüldü. Hem de göklere çıkarılan
bu başdöndürücü teknik sayesinde. Şimdi herkes herkese
komşu. Herkes herkesi görüyor. Böyle bir dünyada, açların
ve acı çekenlerin gözünün içine baka baka, kimse mutluluk
türküleri söyleyemez. Üstelik o açlığın ve
acıların sebebi de kendisi ise..
*
* *
Bir de İslam dünyasına gelelim.
Şu günlerde İslam dünyasında
hangi politik lider, hangi din adamı ağzını
açsa şöyle diyor:
"İslamı terörle bir
tutmak haksızlıktır. İslam dini her zaman
barışı, hoşgörüyü ve birarada yaşamayı
öne çıkaran bir dindir. İslam şiddete karşıdır."
Son olayın failleri, söylendiği
gibi gerçekten Arap veya Müslüman olsalar bile (çünkü olayın
gerçek failleri, en azından yönlendirenleri hakkında
ciddi kuşkular var), bundan dolayı tüm İslam
dünyasını terörün sorumlusu saymak, elbet haksızlık
olur. Yani yukardaki sözlerin ilk cümlesi doğru. Ama
ondan ötesi, İslam dininin barış dini olduğu,
İslam'ın şiddete karşı olduğu"
çok tartışma götürür!
Bir kere İslam dini, tatlı
dilli havariler ve misyonerler eliyle değil, elde kılıç
yayıldı. Hiç kimse bu gerçeği inkar edemez.
Nasıl Müslüman olduğumuzu en başta biz biliriz!
Halife Ömer zamanında Kürdistan fethedildikten sonra
esir edilen binlerce Kürt erkeği Musul-Bağdat arasında
Hurma ağaçlarına asıldı. Başka şeyler
de var, ama hadi onları yazmayalım, ayıp olur!..
4. Halife Ali de hep cenkleriyle anılır!
Kan Kalesi’ne ve ”Kayseri Rum üstüne, cümlesini dine davet
kastine” gider.. Tabi düldülü ve zülfikarı ile.. Tarık
Bin Zeyyad da herhalde İspanya'ya turistik gezi yapmadı..
Hasan ile Hüseyin’e yapılanlar
ise malum…
Tasavvuf felsefesinin ünlü isimlerinden
Nesimi'nin derisi bu topraklarda yüzüldü. Hallacı Mansur,
Halife Muktadir’in emriyle kırbaçlandı, asıldı,
başı kesildi, bedeni paramparça edildi ve yakıldı!
Hadi bunlar eskidendi diyelim. Peki
ya şu bir milyon insanın hayatına mal olan
Irak-İran savaşına ne denir. Ya Halepçe? Kürt
halkını, bölünmüş ülkesinin dört parçasında
ezenler, kıyımdan geçirenler, sürgün yollarına
düşürenler kim? Bu Müslüman'ın Müslüman'a ettikleri
nedir?
İslam dünyası çok mu hoşgörülü?
Eğer öyleyse İran'a ve Afganistan'a ayak basan bayan
gazeteciler neden başlarını örtmek, hatta ayaklarına
kadar inen uzun etek giymek zorunda?. Ama Avrupa'da, "Hıristiyan"
ülkelerde kimse başını açmaya zorlanmıyor
(Bir İslam ülkesi olan Kemalist Türkiye hariç!)
Müslümanlar Avrupa'da ve Amerika'da
pekçok cami yapmaktalar. Ama bir Müslüman ülkesinde kilise
yapmak bu kadar kolay değil! Bilmem, acaba uzun zamandan
beri örneği var mı? Görüldüğü kadarıyla
tarihi kiliseleri bile korumak bir sorun.. Müslüman Türklerin
eline geçtikten sonra Ayasofya’nın bile başına
gelenler malum..
Üstelik, El Kaide'nin, Hamas'ın,
Hizbullah'ın, Talibanların, Çeçenlerin yıllardır
yaptıkları ortada. Biz bu ”barışçılığı”
kendi ülkemizde, cuma namazlarının ardından,
"komünistlere ölüm!” naraları eşliğinde
girişilen solcu ve Alevi kıyımlarından
da iyi tanırız. Maraşta kesilip biçilen çocuk
ve kadınlardan, Sivas'ta diri diri yakılan 35 aydından
biliriz!
İslam dini barışçı
ve hoşgörülü ise, Osmanlı’nın ve TC’nin kendi
buyruğundaki Ermeniye, Ruma, Süryaniye, Yezidi Kürde
yaptıkları ne? Bir zamanlar nerdeyse tümüyle Hıristiyan
olan Anadolu’da Hıristiyan kaldı mı? Ya Kürdistan’da
bir dönem büyük nüfus olanYezidi Kürtler?.
O halde, durum buyken, İslam'ın
barışçılığı, şiddet karşıtlığı
üzerine yapılan bunca tıraşın gerçeklerle
hiçbir ilgisi yoktur.
Öte yandan, birçok kişi savunma
güdüsüyle ve bile bile bu lafları etse bile, bu düşünce
giderek bir önyargıya dönüşüyor, sanki gerçek durum
buymuş gibi toplumda kabul görüyor.
İslam için, ayrıca "doğruluk
dini" de derler. Öyleyse doğru konuşalım!
Ne kendimizi ne de başkasını aldatmanın
alemi yok. Bu tür temelsiz savunmaların bir yararı
da yok.
Aslında egemenler, ister Hıristiyan
ister Müslüman, isterse başka dinden olsunlar, dünyanın
her yerinde kötülük yaptılar. Kötülük ve zorbalık
çoğu zaman da din adına yapıldı. Hıristiyanlar
da haçlı seferleri düzenlediler, haç işlemeli bayraklarıyla
sömürgelerde nice kıyımlar yaptılar.
Gerçek neyse olduğu gibi adlandırmaktan
korkmamalı. İslam dünyasına gerekli olan gerçekten
hoşgörüdür, barıştır. Çağımızda
insan haklarına saygı gösterilmeden, çağdaş
demokratik değerler benimsenmeden bu yapılamaz.
İslam dünyası çağı yakalamak, gelişmek,
barışa ve huzura ulaşmak istiyorsa kendini
eleştirmekten korkmamalı. Eksiğini görmeyen
onu gideremez.
Bir Budist sözüdür: ”Kendisine haksızlık
yapılmasını istemiyen başkasına haksızlık
yapmamalı.” Hoşgörü isteyen hoşgörülü olmalı.
Bu ise Müslüman Kürtlerin dilini ve kültürünü yasaklamakla
olmaz. Ekmek ve özgürlük isteyen adamın başına
cop indirmekle, düşünen adamı yakmakla, ya da zindana
tıkmakla da olmaz.
Değişen dünyada değişim
kaçınılmaz; geç kalanların kaderi ise nal toplamaktır.
*
* *
Yazı uzadı, önyargılarla
ilgili notlarımın tümüne değinemedim. Belki
onlara da başka bir yazıda değinirim.
Önyargılar kelepçe gibidir. Kelepçeler
elimizi, onlar aklımızı bağlıyor.
---------------------------------------------------
(*)
Dema Nu gazetesinin 15 Kasım tarihli 17. sayısından
alındı.
|