Oyun Sona Yaklaşıyor
mu?
ABD’nin 1999 yılı Şubatında Öcalan’ı
Kenya’dan alıp Türkiye’ye teslim ettiğinde belli
koşullar öne sürdüğü, bunlardan birinin de “Öcalan’ın
idam edilmemesi„ şartı olduğu hep söylendi.
Bu mümkündür. Ama ABD böyle bir şart koşmasa bile
Türk devletinin, yakalanır yakalanmaz gönüllü hizmete
soyunan Öcalan’ı, eline düşmüşken, PKK’yı
yönlendirmek ve Kürt hareketini pasifize etmek için bir rehine
gibi kullanmayıp idam etmesi beklenmezdi. Bu, altın
yumurtlayan tavuğu eti için kesmek gibi bir şey,
yani rejim açısından aptalca olurdu. TC gibi Osmanlı’nın
ve Bizans’ın deneyimlerine sahip bir devlet bu aptallığı
yapmazdı ve yapmadı.
Demirel, o günlerde, Öcalan’ın hizmet önerisini “akıllıca„
buldu. Türk devleti Öcalan’la bir güzel uzlaştı.
Kendisine öncelikle, duruşma safhasında, mahkeme
başkanının deyişiyle “hem Öcalan hem de
devlet için son derece olumlu bir savunma„ -gerçekte savunmama-
yaptırıldı. Ardından, üniter devletli,
Kemalizmli, bu “yeni stratejiye„ uygun olarak PKK’nın
silahlı güçlerini Güney Kürdistan’a çekmesi uygun görüldü.
Öcalan’a kalsa hepsine silah bıraktıracaktı.
Öcalan istedikten sonra bÿrakırlardı da! Duruşma
sırasında ne demişti Öcalan: “Ben bir hiç olabilirim,
beş para etmezin biri olabilirim; ama bu adamlar bana
inanıyor, ne desem yaparlar! Onları ancak ben dağdan
indirebilirim. Bunun için yaşamam gerek!..„ Şunları
da dedi:
“Bir hata yapmışsam düzelteyim. Ne istiyorsanız
onu yapayım; ama bunun için yaşamam gerek!.. „
Ve Öcalan bunun için yaşadı, yaşıyor,
eğer bunu yaşamak denirse...
Evet, Öcalan istese PKK’ya tümüyle silah da bıraktırabilirdi.
Ama rejim bunu uygun bulmadı. Böyle bir durumda elindeki
terör bahanesi ortadan kalkardı. O zaman, demokratikleşme
ve reformlar konusunda kendisini sıkıştıran
iç ve dış kamuoyuna, içerde kendi vatandaşlarına,
dışarda AB’ye ne diyecekti? Oysa PKK’nın silahlı
güçleri sınırın öbür yanında durdukça
söyleyecekleri hep oldu. Terör tehditinin devam ettiğini,
“terör örgütünün„ dağılmadığını,
sınırın öbür yanında 4-5000 bin, sınırların
içinde ise 500 silahlı teröristin olduğunu, bunların
her an yeniden harekete geçebileceğini söyledi; hala
söylüyor...
Yine Öcalan’a kalsa hepsini sınır dışına
çıkartacaktı. Ama kendi ifadesiyle, Genelkurmay
yetkilisi, “hepsini çıkarma, birazı kalsın,
lazım olur... „ demişti de Öcalan o zaman bunu pek
anlayamamıştı.. Ama zamanla çok iyi anladı!
Ne olur ne olmazdı, hayat boşluk kabul etmezdi;
Şemdin gibi, Doktor Süleyman gibi çeteler çıkardı
sonra...
Evet, o günden bugüne dört yıl geçti. Sınırın
öbür tarafındaki PKK, daha sonraki adıyla KADEK
gerillası, bütün bu süre içinde ne yaptı? Bu güç,
Apo için asılmama güvencesi, devlet içinse terör bahanesi
olmaktan başka ne işe yaradı ve ne işe
yarıyor?.
Aslında Apo zaten asılmayacağı için
(geçmişte bir risk olsa bile, idam cezasının
kalkmasıyla şimdi o da yok) bu gücün artık
Türk devleti için terör bahanesi olarak kullanılmaktan
başka hiçbir işlevi yok.
Türkiye bu gücü ikinci bir amaç için, aynı zamanda
Güneyli Kürtlere karşı demoklesin kılıcı
olarak, bölgeyi destabilize etmek için kullanmayı planlamıştı.
Nitekim Apo, hemen her “görüşme notları„nda “Halk
Savunma Bölgeleri„ olarak adlandırılan bu bölgedeki
güçlere hedef olarak Güneyli Kürtleri gösterdi..
Son Körfez Savaşı’nın ardından şimdi
bölgede durum temelinden değişti. Artık ne
Türkiye güney sınırını su yolu gibi kullanabilir,
ne de PKK burada yeni bir eyleme girişebilir. Orada barınması
ise bu saatten sonra mümkün değil. Ya silahlarını
tümden bırakacak, ya bölgeden çıkacak.. ABD’ye karşı
direnecek hali yok. Ama gidecek yer de pek yok. Eskiden olsa
İran’a geçebilirlerdi; ama İran şimdi, kendisi
hedefteyken böylesine bir baş ağrısını
hiç göze alamaz...
PKK-KADEK’in durumu Türkiye’yi de tedirgin ediyor. Bu, sıkışan
PKK’nın Türkiye’ye yönelip yeni silahlı eylemlere
girişme kaygısından değil. Hayır
Türkiye’nin böyle bir kaygısı yok. Apo elde oldukça
ve Türkiye’nin kendisi istemedikçe böyle bir şey olmaz.
Türkiye’nin kaygısı, tam tersine PKK’nın
silah bırakması, silahlı güçlerinin dağılmasıdır.
O zaman Türkiye, eğer yeni bir örgüt kurup hızla
harekete geçiremezse, terör bahanesini tümden yitirecektir!
Bu, sevgili oyuncağını yitirmek kadar cansıkıcı!
Türkiye’nin diğer bir kaygısı ise, PKK’nın
kendi denetiminden çıkması, Güneyli Kürtlerin, hatta
ABD’nin denetimine girmesidir. Şu anda ABD ile ilişkiler
limoni iken akla her türlü kötü ihtimal geliyor, Türkiye’deki
eşsiz stratejistlerin uykuları kaçıyor!
Olmaz olmaz demeyin, şu dünyada akşamdan sabaha
dostlar ve düşmanlar yer değiştiriyor.. Afganistan’da
görmedik mi? Taliban ve El Kaide gibi dostlar nasıl azılı
düşmanlara dönüştüler? Duruma göre azılı
düşmanlar da dosta dönüşebilir..
İran karşıtı Halkın Mücahitleri
ile sağlanan türden bir uzlaşma neden PKK ile sağlanmasın?..
İşte bu nedenle Türkiye de harekete geçti. Yeni
bir “Pişmanlık Yasası„ devreye kondu. Yeni
bir diz çöktürme, ihbar yasası. Arkadaşını
ele verenin, suçu başkasına yükleyenin cezası
biraz azalacak...
Peki eskisinden ne çıktı ki bundan ne çıksın?
PKK’lıların bunu yapmaları için ne sebep var?
Eğer silahlarını bırakacaklarsa en iyisi
Güney’deki Kürt kardeşlerine bırakmak ve geçmişte
onlara karşı yaptıkları yüzünden de özür
dilemek. Bu ayıp değil, onurlu bir tavır olur.
Böyle bir durumda kendileri için ceza riski de yok.
Belli ki bu Türkiye’yi yönetenlerin aklı hiç iyiye
çalışmıyor. Adamların bir genel af çıkarıp
ortamı yumuşatma, legal çalışmanın
yollarını açma gibi bir niyetleri yok. Böyle şeylere
alışık değiller. Hala İbrahim Güçlü
olayında olduğu gibi yasal partilerin yöneticilerini
hapislere tıkmakla, Doçent Dr. Fikret Başkaya’yı
10-13 yıl önceki kitap ve yazılarından dolayı
tekrar tekrar yargılamakla, 1 Mayıs yürüyüşüne
katılmış çocuklara okul odalarında işkence
etmekle meşguller.
Yasak, işkence, zulüm tutkusu bunların kanına,
iliğine işlemiş...
Kendi durumlarına bakmayıp Kürtler için “pişmanlık
yasası„ çıkarıyorlar.
Hem ne pişmanlığı, kime karşı
pişmanlık?
Eğer PKK’lılar, geçmişte “bağımsız
Kürdistan„ için savaştılar da bundan pişmanlık
getireceklerse, bunu, dört yıl önce, İmralı
sürecinde zaten getirdiler. Adamlar dört yıldır
Türk devletinin sağlığı, Türkiye’nin birliği
için dua etmekten ve Kemalizme övgüler dizmekten başka
ne yaptılar?. Üstelik, adına “Başkanlık
Konseyi„ denen KADEK yöneticileri yıllardır, bir
af çıkarın gelip silahlarımızı teslim
edelim, deyip duruyorlar, ama Türk yönetimi duvar gibi...
Bu nedensiz değil. Türk yönetimi, zaten savaşmayan,
zaten hizaya gelmiş bu insanların dağdan inmesini,
sivil hayata karışmasını istemiyor. Onları
bir terör bahanesi olarak kullanıyor.
Ama bu oyunun da sonu gelmek üzere.
Öte yandan, özgürlük için mücadele eden hiçbir onurlu Kürdün,
yaptığından pişmanlık duyması
için bir neden yoktur. Bir suç varsa, hem de yüz kızartıcı,
iğrenç bir suç varsa, o da yıllardır, yüzyıllardır
Kürt halkının, koca bir ulusun hak ve özgürlüklerini
paspas gibi çiğneyen, zorba, zalim, acımasız
Türk rejiminindir.
Bu rejim tarih ve adalet karşısında suçludur.
Pişman olacaklar varsa, dünden bugüne Türkiye’yi yönetenlerdir.
Affedecek birileri varsa, o da biziz.
İran Şahı’nın ve Saddam’ın akıbetine
bakın ve bekleyin, onun da günü gelir..
|